Bölüm 65 : Seni Özledim
Gecenin karanlığına sığınıp ceketime sıkı sıkı sarılırken hissettiğim ıssızlık yüzünden ne kadar sıkı giyinirsem giyineyim üşüyeceğimi biliyordum. Devrim gözlerini açmadıkça, onun iyi olduğunu görmedikçe de iyi olabileceğimi sanmıyordum. Onu neredeyse kaybediyordum, neredeyse onunla birlikte kendimi de kaybediyordum. Bu acıya hazırlıklı değildim, hiçbir zaman da hazırlıklı olamazdım.
Devrim'in yıllar boyunca kendini bir kabuğun içinde saklı tutmasını bir nebze de olsa anlayabilmiştim. Sevginin ezici varlığı olmadan bir hayat nasıl olur diye sorgulamıştım birçok kez. Oysa şimdi o sevginin bütün damarlarımdaki kanı ateş gibi yaktığını hissediyordum.
Sevgi güzeldi elbette, getirdiği şeyler de çok güzeldi. Ama hayat bütün sahip olduklarını anında elinden alabilme gücüne sahipti. Sanki sevginin getirdiği şeyler hiç olmamış gibi yok olabilirdi ve geride içinizi ateş gibi yakan bir duygudan başka bir şey kalmazdı.
Devrim bu duyguyu çok uzun zaman önce anne babasını kaybettiğinde, ablasını da alıp götürdüklerinde yaşamıştı. Gencecik bir çocukken sevginin verebileceği en büyük zararı yaşamıştı ve sevmemeye yemin etmişti. Sevginin acıdan başka bir şey vermediğini söylediğinde belki de haklıydı.
Onu kaybetmenin eşiğine ne kadar yaklaşmış olduğumu düşündükçe kahroluyordum. İnsan diğer yarısını bulduğunda bütün dünyasını onun üzerine kuruyordu sanki ve en ufak bir tehdit bile bütün korkularının gün yüzüne çıkmasına neden oluyordu. Canımdan çok sevdiğim adam neredeyse ellerimden kayıp gidiyordu. Bu olasılık hala vardı, can yakıcı bir düşünce hala geçerliliğini koruyordu, ve bu beni kahrediyordu. O hayatımda olmazsa nasıl yaşardım? Bir insana karışıp gitmek, artık onun gibi kokmak, onun gibi sevmek, onunla yaşamak o kadar büyüleyici ve güzeldi ki onsuz olma düşüncesini kabullenmek bile istemiyordum.
"Burada böyle durmuş ne düşünüyorsun?"
İrkilerek arkama döndüm ve Efe'nin elinde bir ceketle yanıma geldiğini gördüm. Ceketi omuzlarıma yerleştirirken hala üşüyordum.
"Sadece nefes almak istedim," diye fısıldadım. "İçerisi beni boğuyor. Koku midemi bulandırıyor." Yüzümü buruşturdum.
"Üşüyüp hasta olmanı istemiyorum, Devrim'e kim bakacak sonra?"
Gözyaşlarımın gözlerimi yaktığını hissettim. Kocaman bir yumru boğazıma gelip otururken, "O bunu hak etmedi," diye fısıldadım acı içinde. "O bunu hak etmedi Efe."
"Tabiki hak etmedi. Bunu kimse hak edemez, o pisliklerden başka. Kendini toparla ve artık kötü şeyleri düşünme. Doktor Devrim'in her an uyanabileceğini söyledi, o yüzden o uyandığında güçlü durman gerekiyor ki bu olayı kolayca atlatabilesiniz."
"Nasıl atlatabiliriz?" diye sordum ona bakarak. "Vücudunda zaten kurşun izleri vardı. Şimdi yine oldu. Nasıl? Uyanmasından başka bir şey istemiyorum ama korkuyorum da Efe. Ya bu olay onu benden uzaklaştırırsa? Başından beri korktuğu şey oldu ve kendini yine bana kapatır diye çok korkuyorum. Benden uzaklaşır, beni bırakır diye çok korkuyorum."
"Gamze!" Efe hayretle bana bakıyordu. "Kızım sen ne saçmalıyorsun? Adam hayatı boyunca sevgiden uzak durmuş çünkü sevebileceği bir ailesi yokmuş. Anne babası öldürülmüş, ablası kaçırılmış. Yıllar sonra ablasını bulmuş ama bu sefer de yıllarca ördüğü duvarları yıkamamış ama yine de ablasını sevmiş. Sevmese Armağan'a gözü gibi bakar mıydı? Onu o pislik yerden alıp ona yeni bir hayat verir miydi?"
Evet, evet öyleydi ama korkuyordum işte. Ya uyandığında beni bir daha görmek istemezse, o zaman ne yapardım? Bu düşünce aniden çıkagelmişti ve ihtimali bile canımı yakıyordu.
"Şimdi ise yeniden bir ailesi oldu. Seni sevdi, her şeyden çok sevdi, yıllar boyunca koruduğu duvarları yıktı tek tek, yanılıyor muyum?"
Sessizce başımı salladım. Onu biraz da ben zorlamıştım ama sonuç aynıydı. Beni sevmişti. Şu an benim kocamdı. Birlikte bir hayata adım atmıştık. Her şeyi benim için yapmıştı.
"Ve sen gayet sağlıklı bir şekilde hayattasın, Armağan hayatta, onu seven bir ailesi var. O aile hayatta. Adam uyandığı zaman neden ailesine sırtını dönsün? Neden korkarak köşesine çekilsin Gamze? Tam tersine, eğer Devrim'i birazcık tanıdıysam sana ve ablasına eskisinden daha çok sahip çıkacaktır."
Kalbim sıcacık olmuştu. "Öyle mi düşünüyorsun?"
"Öyle düşünüyorum. Ve bundan da eminim. Şimdi kafanı böyle düşüncelerle doldurma. O adam çocukken her şeyini kaybetmişti ama şimdi gözlerini açtığında her şeyini başının ucunda görecek. Yani bu durumda kaçacağını sanmam. Bundan sonra aşırı ilgiye hazırlıklı olsan iyi olur derim. Devrim'den beklenmedik hamleler görebilirsin."
Mantıklı düşününce Efe o kadar haklıydı ki, bir an için Devrim'in benden uzaklaşacağını düşündüğüm için kendimi kötü hissetmiştim. Onun sevgisinden asla şüphe etmezdim ama beni bırakıp gitmeyeceğinden de artık emindim. Hiçbir şeyin değişmesini istemiyor, yalnızca onunla birlikte baş başa kalmak ve ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum.
"Burası gerçekten soğuk," diye homurdanan kardeşime gülümsedim. "Hadi içeri girelim."
"Sen git ben de birazdan geleceğim."
"Seni dinlemiyorum, o yüzden hadi içeriye." Koluma girip beni sürüklemeye başlayınca itiraz etmedim. Ancak içeriye girer girmez burnuma gelen kokular yüzünden yüzümü buruşturdum. Üzerimdeki şok ve sersemliğin etkisi yavaş yavaş geçerken almaya başlamıştım kokuyu. Sanki öncesinde tamamen uyuşmuş, duyularımı kaybetmiştim.
Steril bir ortam, nasıl kokması gerekiyorsa öyle kokuyordu ancak enjektör kokusu da yoğundu. İlaçların kimyasal kokusu başımı döndürüyordu. Hastaneden içeriye girerken köşede oturan bir kadın dikkatimi çekti. Bileği alçıya alınmıştı, yüzü kıpkırmızı olmuştu ve şişti. Bir kaza geçirmiş gibi görünüyordu. Ona bakarken içim ezildi. Efe beni götürürken tam yanımızdan koşarak bir hemşire geçti, elinde ağır kokular yayan bir idrar torbası vardı. Onu nereye götürdüğüne dair bir fikrim yoktu, galiba bu tür şeylerin atık olarak atıldığı çöp kutularına götürüyordu ancak midemi daha da bulandırmaya yetmişti. Öyle ki kendimi tutamayacak gibi olduğumda "Efe, lavaboya gitmem lazım." diye inleyerek kolunu bırakıp kendimi kadınlar tuvaletine güçlükle attım.
Elimi karnıma bastırdım ve tuvaletlerden birisine güçlükle yetişirken kapıyı çarparak kapattım. Öğürerek içimde ne var ne yoksa çıkardım. Vücudumun bu kadar hassaslaştığına inanamıyordum. Psikolojik etkinin bu denli etkili olması inanılmazdı. Hissettiğim acı ve yaşadığım şeyler beni serseme çevirmişti.
Kardeşimin endişeli sesini duyana kadar öğürmeye devam ettim.
"Gamze? Gamze iyi misin? İçeri girmek zorundaydım," kapımı açtı ve dar kabine girerek saçlarımı yakaladı. "Sen iyi değilsin. Kendine dikkat de etmiyorsun. Doktora söyleyelim sana bir tahlil yapsınlar. Kesin yine vitamin eksikliği çıkar."
"Ben iyiyim," diye homurdandım uzattığı peçete ile ağzımı silerken. "Hastanenin kokusu midemi bulandırdı o kadar. O hemşirenin taşıdığı şeyi de görünce.."
"Sağlıklı beslenmiyorsun kızım," diye azarladı beni. "Zayıf kalmak aç kalmakla olmaz, sağlıklı beslenmekle olur."
"Efe ne saçmalıyorsun?" diye homurdandım doğrulurken. "Benim herkesten çok yediğimi en iyi sen biliyorsun."
"Son zamanlarda değil. Son zamanlarda pek bir şey yemediğini en iyi ben biliyorum."
Onun Devrim'in Amerika'ya gittikten sonraki dönemi kastettiğini biliyordum. O zaman iştahtan kesilmiş ve birçok şeyi gönülsüz yemiştim. Gözle görülür derecede kilo kaybı yaşamıştım, yeni yeni toparlıyordum.
"Artık yiyorum merak etme. Muhtemelen üşüttüm bilmiyorum, o kadar çok şey yaşadım ki, vücudum kaldıramıyor olabilir."
"Gel elini yüzünü bir yıkayalım da doktora görünelim."
"Buna gerek yok gerçekten," diye itiraz ettim ancak bana öyle bir baktı ki daha fazla ileri gidemedim. Elimi yüzümü yıkayıp ağzımı çalkaladım. Lavabodan dışarıya çıkmayı istemiyordum ama Devrim'in yanına gitmeliydim.
Birlikte yoğun bakımın olduğu kata indiğimizde hemşirenin Devrim'i normal odaya aldıklarını söylemesini mutlulukla dinledim. Efe beni odaya götürürken titreyen dizlerimle güçlükle yürüyordum. 210 Numaralı odanın önüne geldiğimizde dışarıya çıkan doktoru görünce sevinçle, "O uyandı mı?" diye sordum. "Lütfen bana uyandığını söyleyin!"
Doktor gülümsediğinde göz çevresinde oluşan kırışıklıklara baktım. "Uyandı Gamze Hanım ve sizi sordu. Şu an aileniz onu yatıştırmaya çalışıyor, sizi görse çok iyi olur. Durumu iyi, yapmamız gereken şeyler var ancak şimdilik onu çok fazla yormayalım diyorum. Ailenize de söyledim, Devrim Bey artık uyandığına göre burada kalabalık bir gruba ihtiyacınız olmayabilir. Sanırım eşiniz yalnızca sizin yanında kalmasını isteyecektir. Geçmiş olsun."
O koridorda gözden kaybolmadan önce güçlükle teşekkür edebildim ve kendimi hastane odasının içine attım.
"Gamze nerede? Neden kimse ona ulaşamıyor? Bakın bana yalan söylüyorsanız, eğer o iyi değilse.."
"Devrim o iyi, sadece telefonunu yanına almamış. Efe ona bakmaya gitmişti. Birazdan gelirler. Lütfen sakin ol kardeşim, Gamze çok şükür iyi."
Uyanmıştı! Ah çok şükür uyanmıştı ve beni soruyordu!
"Devrim," diye fısıldadım ve kalabalığın çıkardığı uğultulu sese doğru hızla yürüdüm. Onu görmem, onu içime çekmem lazımdı. Onu gördüğümde mideme yumruk yemiş gibi hissettim. Durdum. Güzel gözlerini bir daha göremeyeceğimi düşünerek kahrolmuştum. Kahrolmuştum. Kahrolmuştum. Ellerimle ağzımı kapatarak hıçkırıklarımı güçlükle bastırdım.
Beni gördüğü anda solmuş yüzü rahatlamayla gevşedi ve nefessiz kalmış bir sesle, "Peri.." diye seslendi. "Gamze'm," Doğrulmaya çalıştı.
Gözyaşları içinde,"Aşkım," diye fısıldadım ve kimseyi umursamadan dört uzun adımda yanına vardım. Bana bakan gözlerinin nemlendiğini, hatta küçük bir gözyaşının gözlerinin kenarlarından firar ettiğini gördüm.
Kendimi üzerine atmamak için zor tutuyordum ama dayanamayarak eğildim ve onu öptüm. Elimden geldiğince ona sarıldım. Onu hafifçe geri yatmaya zorladım. Odadaki kalabalığın yavaş yavaş dışarıya çıktığını duyabiliyordum. Ardından kapanan kapının sesiyle kendime geldim ve gözyaşlarımdan sevdiğim adamı zor görerek, hıçkırarak ağladım.
"Buradasın Peri.. buradasın, uyandığımda seni göremeyince..." İnanamıyormuş gibiydi. Sesi hem hayret hem minnetle doluydu. "İyi misin? İyi misin?"
Bir eliyle yüzümü tutunca kendimi bırakarak yüzümü boynuna gömdüm ve onu incitmemeye çalışarak ona bir kez daha sarıldım. Ağlamamı durduramıyordum. Konuşamıyordum. Kendimi durduramıyordum. Ciğerlerim sökülürcesine ağlıyor,hıçkırıyor muhtemelen ona giydirdikleri hastane önlüğüne tükürükler bırakıyordum. Ama kendimi tutamıyordum ki. Gözlerini görünce, bana Peri diye seslendiği duyunca her şeyden kopmuştum.
"Ç-çok ko-korktum!" Onun yanağını gözlerini dudaklarını öptüm. Eliyle beni sıkıca yakalamıştı ve ben onu öperken o da bana yetişmeye çalışıyordu. Yorgun olduğu belliydi ama birbirimize öyle çok hasret kalmıştık ki varlığımızı özümsemeye ihtiyacımız vardı. Saçlarımı koklarken boğuk bir sesle, "Buradayım.." diye fısıldadı. "İyiyim. Ama seni göremeyince..iyi misin Gamze'm? İyi misin? Sana bir şey olmadı değil mi?"
Beni geri iterek gözlerini hızla vücudumda gezdirdi.
"Ben iyiyim," diye haykırdım yüzümü yeniden onun boynuna gömerken. Ondan, kokusundan uzak kalmak istemiyordum. "İyiyim. Bana bir şey olmadı. Seni kaybettiğimi sandım, seni öyle görünce.."
"Peri..Peri.. iyiyim, iyiyim... şimdi çok daha iyiyim..bana bak, bana bak o güzel gözlerini göreyim.. göreyim, yoksa delireceğim."
Kafamı boynundan kaldırdım ve onun gözlerinin içine baktım. Gözleri buğulanmıştı ve kıpkırmızıydı. Diğer kolunu kaldıramadığı için beni tek koluyla sıkıca sardı ve kendine bastırdı. Uzun uzun yüzümü, dağılmış halimi, kıpkırmızı gözlerimi süzdü. Berbat göründüğümü biliyordum. Başımı kendine doğru çekti ve alınlarımızı birleştirdi. Nefesinin sıcaklığı yüzüme çarparken onun dudaklarını dayanamayarak bir kez daha öptüm. Baştan aşağıya titriyordum. Dudaklarını kana kana içtim. Onun da beni bırakmaya niyeti yoktu o yüzden ona nefes alacak bir alan bırakmak için geri çekildim.
"Seni kaybettiğimi sandım," diye hıçkırdım. "Sen olmadan ben nasıl yaşarım? Sen olmadan ben yaşayamam Devrim Kuzgun, sen olmadan hayatta kalamam."
Onun ölmüş olabileceği düşüncesi yeniden bütün düşüncelerime sızınca kahroldum. "Beni bırakma! Sakın beni bırakma duydun mu beni? Sakın..sakın beni bırakma! Sen gözlerini açmadığın her saatte, her saniye ben mahvoldum." Yüzümü yeniden onun boynuna gömdüm ve kendimi kısmen onun üzerine bıraktım.
Sesini duyduğum, gözlerini gördüğüm, kollarının arasına yeniden girdiğim için o kadar rahatlamıştım ki onun üzerinden kalkmak istemiyordum. Bu yatağın kenarına kıvrılmak ve ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum. Varlığını içime çekmek istiyordum.
Usulca saçlarımı okşayan ellerinin rahatlatıcı etkisiyle hıçkırıklarım sakinleşirken hala ağlamaya devam ediyordum. Kendimi bir türlü durduramıyordum.
"Seni koruyamadım," diyen boğuk sesini duyana kadar bir süre öylece kollarının arasında kaldım. "Seni koruyamadım..eğer sana bir şey olsaydı Gamze.. eğer sana bir şey olsaydı.."
Hızla doğrularak, "Ama olmadı," diye konuştum. Bunu düşünmesini bile istemiyordum. Hissettiklerini anlayabiliyordum. Ben nasıl ona bir şey olma ihtimali yüzünden kahrolmuşsam onun da aynı şeyleri hissedeceğini tahmin edebiliyordum. Bu o kadar acı verici bir şeydi ki. "Senin bir suçun yoktu," diye ikna etmeye çalıştım onu. Yorgun gözleri bana bakarken ve gözlerinde söylediklerime inandığını gösteren hiçbir belirti yokken içim parçalanıyordu. Kendini suçlu hissetmesini istemiyordum. Üstelik beni korumuş ve kendisi vurulmuştu, bu konuda konuşmamalıydı.
"Senin bir suçun yoktu," diye yineledim tekrar. Ellerimle yüzünü seviyor, o çok sevdiğim gözlerinin içine bakıyor arada bir eğilip yüzüne öpücükler konduruyordum. "Bak ben buradayım. Sapasağlam. Ama sen..." Yutkundum. "Az kalsın seni kaybediyordum.. bir daha sakın böyle bir şey yapma. Sakın beni sensiz bırakma."
Onun elinde olan bir şey değildi, bunu biliyordum ama kendime engel olamıyordum. Bir daha sakın böyle yapma derken saçmaladığımın da farkındaydım, onun bile isteye vurulmadığını biliyordum ama aklım o kadar karışıktı ki ne düşüneceğimi bile kestiremiyordum.
"Sen de beni bırakma," diye mırıldandı. Güçlükle konuşuyordu ama sesini duymak bile o kadar iyi geliyordu ki hiç susmasın istiyordum. "Sen de beni bırakma Gamze."
Yüzünü iki elimin arasına aldım ve onu öptüm. Dudaklarımız birbirine değer değmez durdum ve içime çektim onu. Doyamıyordum, ona sarılmaya onu öpmeye doyamıyordum. Dudaklarımı çenesine, yanağına burnuna, gözlerine, alnına saçlarına götürdüm ve öptüm. "Seni bırakmam..asla bırakmam.."
Bir kez daha yanağını öperken, "Seni özledim," diye hıçkırdım. "Seni özledim...bu güzel gözlerini görmeyi," göz kapaklarını öptüm. "Sesini duymayı," dudaklarını da öptüm. "Beni saran bu kolları." Elini yüzümden çektim ve sıkı sıkı tutarak dudaklarıma götürdüm. Öptüm, sevdim, yüzümü eline yasladım ve gözlerimi kapattım. "Seni çok özledim."
Gözlerimi açtığımda dolu dolu gözlerle beni izlediğini gördüm. "Şş, ağlama..ağlama gözlerini sevdiğim.. ağlama Yekta'm..her şey geçti gitti... sen bana bakma, sen iyisin ya hiçbir şey önemli değil." Ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum ama yapamıyordum. Saçlarını okşarken ısrarla gelmek isteyen gözyaşlarıma da engel olamıyordum.
"Yanıma gel, yanıma uzan."
Başımı iki yana salladım. "Olmaz, sıkışırız..canın yanar.." Onun canını yakmak istemiyordum.
"Canım yanmaz, yanıma gel.." Hafifçe vücudunu oynatarak yana kaymaya çalıştı. Acıyla yüzünü buruşturunca içim cız etti.
"Devrim lütfen bak canın yanıyor yapma."
Ancak o beni dinlemedi, vücudunu yana kaydırdı ve benim uzanabileceğim bir alan yarattı. Ona sarılmayı, yanında uyumayı çok istesem de onun canını yakmaktan korkuyordum. Üzerindeki örtüyü kaldırdı ve bana soran gözlerle baktı. Onun da bana ihtiyacı olduğunu biliyordum. Kolunu yastığın üzerine koydu ve uzanmam için bana uzun uzun baktı.
"Canın yanacak," diye şikayet ettim gözlerimi silerken. "Uyur kalırsam ne olacak? Biliyorsun ben uyurken sana ahtapot gibi sarılabiliyorum." Yanaklarımın ısındığını hissettim.
Dudaklarında tatlı bir kıvrım oluşunca daha da kızardım.
"Bana ahtapot gibi sarıl diye yanıma uzan diyorum zaten." Başını hafifçe salladı. "Hadi Peri. Yorgunum, tek istediğim kollarımın arasında olman. Sonra kolayca uykuya dalabilirim."
Ayakkabılarımı çıkarıp örtüyü kaldırırken onu inceledim. "Uykun mu var?" Kendini kötü hissetmesinden korkuyordum. "Bir yerin ağrıyor mu? Yoksa iyi hissetmiyor musun?"
Gülümseyerek ben uzanınca koluyla vücudumu sıkıştırdı ve göğsüne yaslanmam için kendine çekti. Temkinli bir şekilde ona yaklaşırken aynı zamanda kendimi uzak tutmaya çalışıyordum. Canını yakabilirdim ama o bunu umursamıyordu. Örtüyü üzerimize örttüm ve kolunun üzerine yattım. Doktorlar ya da ailemden birileri içeriye girince ne diyecek çok merak ediyordum.
"İyiyim, ağrım yok.. yalnızca biraz uykum var. Şimdi sen de kollarımda olduğuna göre uyuyabilirim."
"Ah," gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" diye sordum uykunun etkisiyle kapanmaya ramak kalan gözlerine bakarken. "Seni seviyorum."
"Biliyorum Peri," Koluyla beni daha da sıktı. "Beni hayatta tutan şey bu." Sonra da gözleri kapandı ve ben büyülenerek onu izlemeye başladım. O kadar bitkin ve yorgun görünüyordu ki. Odaya girdiğimde kılını bile kıpırdatacak hali olmamasına rağmen doğrulmaya çalışmış ve beni sıkı sıkı kucaklamak istemişti. Yapmıştı da. Benim coşkulu, çaresiz öpücüklerimi, sarılmalarımı büyük bir istekle kabul etmişti.
Ona duyduğum ihtiyaç hiç bitmeyecek gibiydi. O da beni hissetmek, kokumu duymak istemiş olmalı ki bana uzun uzun sarılmıştı.
Güzel profilini yandan uzun uzun izlerken içim ona duyduğum aşkla kabarıyordu. Beni bırakmayacağını söylemişti. Başımıza gelen olaydan da bahsetmemişti. Başımıza ne geldiğini biliyordu ama konuşmamıştı. Ama buna gerek yoktu. Şu an sadece iyi olması benim için yeterliydi. Polislere bile ifadelerimizi daha sonra verecektik.
Uyurken öyle masum öyle tatlı görünüyordu ki onu ısırasım geliyordu. Ama rahatsız etmek de istemiyordum. Canını yakmadığımı söylediyse de canının yandığını biliyordum, o yüzden biraz ondan uzaklaşmak için bedenimi geriye doğru kaydırmak istedim. Ancak hareket ettiğim anda kolu sıkılaştı ve yorgun gözleri açılıverdi. Boğuk bir sesle, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
"Buradayım sevgilim," Gülümseyerek hafifçe doğrulup çenesini öptüm.
"Bir yere gitme," diye mırıldandı ve kolunu daha da sıkılaştırdı. "Gitme.." Sesi acı doluydu, yalvarıyordu.
"Pekala," diye fısıldadım ve onun omuzuna başımı koydum.
Memnuniyet dolu bir sevinçle, "İşte böyle," dediğini duydum, gülümsedim. Gözlerimi kapattım ve düşünmeye bir son verdim. Onun yanında, ona sarılmış bir şekilde uzanmanın tadını çıkararak kendimi uykuya teslim ettim. Bunu o kadar özlemiştim ki.
*
Konuşma sesleri ile uykudan sıyrıldım.
"Devrim Bey anlıyorum ama zorlu bir ameliyattan yeni çıktınız, iç kanama riskiniz var. Gamze Hanım-"
"Lütfen bırakın uyusun. Bana hiçbir zararı yok. Onun orada kalmasını istiyorum."
"Ama Devrim Bey-"
"Doktor bey, biliyorum. Ama lütfen siz de beni anlayın. Eşim yanımda olmalı. Hem o uyuyor, lütfen biraz sessiz olalım. Çok yorgun, çok da korkmuş."
Bir kabulleniş dolu iç çekme sesi duydum. "Peki, istediğiniz gibi olsun. Ama dikkat edin lütfen. Hayati durumu atlattınız ama risk her zaman vardır, o yüzden kendinizi zorlamanızı istemiyorum. Şimdi size bir doz daha ağrı kesici vereceğim, eğer çok ağrınız olursa hemşireye söylemenizi istiyorum."
"Tamam, teşekkür ederim."
Odayı kimyasal bir ilaç kokusu sarınca yüzümü buruşturdum ve yine hareketlenen mideme elimi koyarak doğruldum. Uyandığımı gören Devrim kolunu belime doladı ve bana baktı. "Canım," diye fısıldadı. "Nasılsın?"
Biraz olsun dinlenmiş görünüyordu, yüzüne renk gelmişti ve sesi de iyi gibiydi. Bu beni öyle çok sevindirdi ki bir an için midemdeki bulantıyı unuttum. Ancak sonra doktorun Devrim'e seslenmesi ile kendime geldim ve onun elinde iğne ile seruma doğru ilerlediğini gördüm.
Bulantı geri gelirken öğürme refleksime güçlükle engel oldum ve Devrim'in benim için endişelenen yüzüne bakarak hızla kollarının arasından sıyrıldım. Odadaki tuvalete koşmadan önce ayakkabılarımı ayağıma zorlukla geçirdim. Topuğuna basarak lavabodan içeriye girdiğimde kendimi bıraktım. Daha önce kustuğum için artık midemde bir şey kalmamıştı. Boğazımı asit gibi yakan bir su içimden çıkıp lavaboya döküldü. Öğürmeler ciğerimi zorluyordu.
Gözlerim yaşarmış, burnum akmaya başlamıştı. İğrençti! Hayatım boyunca iğneden ya da içindeki ilacın kokusundan hiç bu kadar etkilenmemiştim. Bu da neydi?
Elimi yüzümü yıkarken doktorun kapıyı tıklattığını duydum. "Gamze Hanım iyi misiniz? Gelebilir miyim?"
"Evet evet iyiyim, gelebilirsiniz." Devrim'in yanında bu bulantılardan bahsetmek istemiyordum. Suyu açtım ve lavaboyu temizlenirken suyu izledim.
Doktor kapıyı açıp içeriye girince duruma şöyle bir baktı ve "İyi misiniz?" diye sordu.
Başımı iki yana izledim. "İyi hissetmiyorum. Yorgun gibiyim ve bugün iki kere kustum. Burnum çok hassas...yani ilaç kokusuna, hastane kokusuna dayanamıyorum."
Midem yine hareketleniyordu ama artık çıkaracak bir şeyim yoktu.
"Anlıyorum..."
"Devrim'e bir şey söylemeyin lütfen. Kötü hissettiğimi bilsin istemiyorum. Yaralanmadım ama neden böyle olduğumu anlayamadım."
Yüzünde meraklı bir gülümsemeyle başını eğdi. "Gamze Hanım, hamile olma ihtimaliniz nedir?"
Şoke olmuş bir şekilde ona bakakaldım. Hamile mi? Hamile mi? Hamile olma ihtimalimi mi soruyordu?
"Ne?" diyebildim güçlükle. Şoke olmuştum. Kalbimin birden bine çok hızlı bir şekilde çıktığını hissedebiliyordum.
"Eğer ihtimal varsa hamile olabilirsiniz ancak bunu bir test yapmadan anlayamayız. Dilerseniz bir kan testi yapalım ve sonucu bekleyelim? Ne dersiniz? Sizi jinekolog bir arkadaşıma yönlendireyim o sizinle ilgilenir."
"Siz..yani siz bu bulantıların.. şey yüzünden, şey.. şey.."
Gülümseyerek, "Bebek evet," dedi. "Bunu bir test yaptırmadan anlayamayız. Ben sizi arkadaşıma yönlendireyim,"
"Bir dakika," diyerek elimi kaldırdım ve karnıma koydum. Yüzümü saran gülümsemeye engel olamıyordum. "Yani şimdi siz hamile olabileceğimi mi söylüyorsunuz?"
"Evet öyle söylüyorum ama-"
"Ben..ben.." hiçbir şey düşünemeyecek kadar şaşkın ve mutluydum. İhtimali bile beni kendimden geçirmişken kim bilir gerçek olsa nasıl olurdum.
"Hemen test yaptırmak istiyorum," dedim hevesli bir şekilde. Heyecandan yerimde duramıyordum. Az önceki bitkinliğim uçup gitmişti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
Bir bebek. Bir bebeğimiz olabilirdi! Devrim buna çok sevinirdi. Ailem buna çok sevinirdi.
"Tamam-"
"Gamze? Gamze iyi misin?"
Kapının dışından Devrim'in sesi geldi. Doktorla birbirimize panikle baktık çünkü Devrim yataktan kalkmıştı.
Ikimiz de dışarıya çıkarken Devrim elini böğrüne bastırmış güçlükle ayakta duruyordu.
Endişeli gözlerle beni süzdü.
"Devrim Bey! Ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Ameliyattan çıkalı birkaç saat oldu! Ayağa kalkmamanız gerekiyordu!" Onun koluna girerek onu yeniden yatağa yönlendirdi.
Ona bir şey olacak düşüncesi ile dizlerimin bağı çözülüyordu. Bu yüzden onu azarlarken sesim istediğimden de sert çıkmıştı. "Ne yapıyorsun sen?!" Gözlerim yaşardı.
Doktora yardım etmek için ona doğru adım attığımda Devrim sinirli çıkışıma aldırmayarak bana dikkatlice bakmaya devam ediyordu. "Sen iyi misin? Neyin var? Ne oldu az önce?"
Doktor sinirlenerek onu yatağa uzanması için zorlarken o inatla bana bakıyordu.
"Devrim iyiyim! Lütfen uzanır mısın? Bir şeyim yok sadece biraz üşütmüşüm o kadar."
Başını iki yana salladı. Inanmiyordu. Bir şeyler olduğunu biliyordu, ona öğrenmeden söylemek istemiyordum bu yüzden ona iyi olduğumu söyleyerek yatağa uzanmazsa yanına kıvrılmayacağımı söyledim.
"Gamze gerçekten iyi görünmüyorsun. Bak bana söylemediğin bir şeyin mi var? Kustun mu sen? Neden kustun?"
"Devrim, aşkım bir şeyim yok diyorum. Lütfen artık şu yatağa yatar mısın?" Başta memnun görünmedi ama sonra homurdanarak uzandı.
Doktor onunla uğraşmaktan on yıl yaşlanmış gibi görünüyordu. Devrim'i azarlayarak bir daha böyle bir şey yapmamasını söyledi.
Oysa benim sevgili kocam gözlerini benden bir saniye bile ayırmıyor hala iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.
Doktoru umursamadan onun yanına gidip yüzünü ellerimin arasına aldım. Gözlerini gözlerime hizaladım. "Gerçekten iyiyim. Gerçekten. Güven bana."
"Peki," diye fısıldadı. "Gözümün önünden bir yere ayrılma."
O kadar tatlıydı ki öpmek istiyordum onu, ama doktor bizi izliyordu. Ben de alnını öperek geri çekildim. "Tamam ama benim eve gidip duş almam,toparlanmam lazım. Sonra da hemen yanına geri geleceğim,tamam mı?"
Kaşlarını çattı. "Bir yere gitmeni istemiyorum Gamze. Yanımdan ayrılmanı istemiyorum. Lütfen."
Onun güvenliğimden endişe ettiğini biliyordum, ama başka türlü de yanından ayrılamazdım.
Üzerimdeki hastane önlüğünden kurtulmalı, ancak ondan önce tahlil yaptırıp hamile olup olmadığımı öğrenmem lazımdı. Kalbim ağzımda atıyorken ona hiçbir şey çaktırmamak için güçlükle çabalıyordum.
"Ben iyi olacağım. Yanıma Efe ile Demir'i de alırım. Artık hangisi olursa. Birkaç bir şey aldıktan sonra hemen geri geleceğim. Söz veriyorum."
Hiç istemeye istemeye, "Tamam." Dedi. "Ama lütfen dikkatli olun. Lütfen."
Eğilip onu yanağından öptüm. Burnumu boynuna gömüp kokusunu içime çekerek boynunu da öptüm ve ışıl ışıl bir gülümsemeyle gözlerinin içine baktım.
"Sen de uslu duracaksın söz ver."
"Duracağım." Gözleri öyle güzel bakıyordu ki yanından hiç ayrılmak istemiyordum. Bir adam nasıl böyle güzel, böyle ask dolu bakabilirdi? Devrim bakıyordu. O bakarken gözlerinde kaybolmamak imkansızdı.
Boğazımı temizleyerek doktora baktım. Onun hamilelikten bahsetmemesine sevinmiştim. "O size emanet."
Sonra olaydan sonra bana Efe'nin getirdiği çantamı telefonumu alarak dışarıya çıktım.
Kapının önünde bekleyen Efe ve Güney ile karşılaşınca sevinçle onların yanına koştum ve ikisine de aynı anda sarıldım. Beni beklemedikleri için hazırlıksız yakalandılar ancak beni hemen tuttular.
Efe saçlarımı öperken,"Seni mutlu görmek ne güzel."dedi.
Güney homurdandı. "Diğer türlü içimizi kahrediyordu."
Ikisine de gülümsedim. "Devrim iyi. Çok şükür. Çok şükür." Gözlerim dolunca elimin tersiyle hemen gözyaşlarımı sildim. "İyi ki yanımdasınız. Sizi öyle çok seviyorum ki." Onlara bir kez daha sarıldım.
Beni sıkıca sarıp teselli ederlerken kardeşlerimin varlığı için içimden binlerce kez şükürler ettim.
"Annemler nerede?"
"Demir onları kafeteryaya indirdi."
"Bana Leyla'yı çağırır mısın?" Diye sordum. "Önce bir işim var ancak daha sonra eve gitmem gerek. Sizin de benimle gelmenizi istiyorum. Duş alıp hem Devrim'e hem kendime kıyafet ayarlamalıyım."
Onlara hamilelikten bahsetmeyi sonraya saklıyordum.
Güney telefonunu çıkarıp Leyla'yı ararken Efe bana bakıyordu. "Leyla'yı neden çağırıyorsun? Ne işin varmış?"
"Küçücük bir iş, önemli değil. Leyla da bizle gelsin, bana yardım eder. Bu akşam doğru dürüst hareket edemiyorum bile."
"Ah kardeşim," kollarını açıp beni göğsüne yaslayınca mutlulukla ona sığındım. Eğer hamileysem Efe'nin sevinçten havalara uçacağını biliyordum. O kadar çok sevinecekti ki, muhtemelen ağlayacaktı bile.
Eğer hamileysem ailem delirecekti.
Ama eğer hamileysem canımdan sevdiğim kocamın mutluluktan ayakları yerden kesilecekti.