Bölüm 64 : Sakın Beni Bırakma
GAMZE
Bu bir kabus olmalı diye düşündüm ilk önce. Kabuslar öyle olurdu çünkü. Belki güzel başlayabilirdi ama kesinlikle çok çirkin bir şekilde biterdi. Ya da sürer giderdi, bir sonu olmazdı. Ancak iliklerime kadar titriyorken bunun bir kabus olmadığı gerçeği beni kendime getirmişti. Göğsüm ezici bir duyguyla kasılırken ilk fark ettiğim şey üzerimdeki bedenin hareketsizleştiğiydi. Beni sertçe yere bastırmıyordu, belime bastıran kol gevşemişti. Tamamen üzerimi kapatan beden hareketsiz yatıyordu.
Ve burnuma kan kokusu geliyordu. O kadar hassas bir şekilde alabiliyordum ki bu kokuyu, burnumdan hiç gitmeyeceğini biliyordum. Ateş sesleri kesilmemişti. Ancak buna rağmen arabamıza ateş eden de yoktu.
Bütün bunları saniyeler içinde idrak ederken göğsüm sıkıştı.
Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Eğer kıpırdarsam Devrim'i de oynatırdım, o zaman da onu vururlardı.
İçimdeki ses onun neden birden bire hareketsiz kesildiğini merak ediyordu. Ama çok daha korkan yanım, çığlık çığlığa bağırıyordu.Silah sesleri devam ederken boğazımdan küçük bir hıçkırık kaçtı. "Devrim? Devrim iyi misin?"
Ses yoktu. Nefes alıp verişinin bile sesi duyulmuyordu. Oysa benim aldığım nefes bir hırıltı gibi ses çıkarıyordu.
"Devrim?" Bana seslenmesi gerekiyordu. O konuşmayı sevmezdi, canı istediğinde de çok güzel konuşurdu, ama şimdi susmanın zamanı değildi. 'Hı' dese benim için yeterliydi, ama o da yoktu.
Panik bütün hücrelerime işlerken kalbim gittikçe sıkışıyordu. Öyle ki göğüs kemiklerimde ezici bir baskı vardı. Korkuyordum. Hareket ettiğim an göreceklerimden korkuyordum.
"Sevgilim? Ne olur bir şey söyle." Kısmen karanlık kısmen de bulanık olduğu için çok iyi göremiyordum. Elimin tersi ile gözümü silene kadar ağladığımı bile fark etmemiştim. Titreyen ellerimle hemen arkama doğru uzandım ve ona dokundum. Hafifçe dürttüm. "Devrim...Devrim neden ses vermiyorsun? Beni korkutuyorsun. Bak beni korkutuyorsun-"
"Devrim Bey!" Arabanın kapısı birden açılınca sendeledim ve üzerimdeki Devrim'le beraber düşüşe geçtim.
Hala hiçbir şeyi idrak edemediğim için yere düşerken, "Ne oluyor?" diye bağırdım. Beni birisinin yakalamaya çalıştığını hissettim ancak o beni yakalayamadan dizlerimin üzerinde yere sert bir şekilde düştüm. Başımı çarpacakken durdum ve gözlerimi yakan gözyaşlarının arasından etrafa bir göz attım. İleride yerde yatan adamları fark ettiğimde midemden yükselen safraya dayanamayarak kustum.
Ben kendi kusmuğumda boğulurken etrafımda dönen adamları zar zor duyuyordum. "Gamze Hanım iyi misiniz? Gamze Hanım yaralandınız mı?"
Yaralanmak mı? diye düşündüm. Yaralanmak? Yaralanmak! Devrim!
Kusmaya devam ederken güçlükle ayağa kalktım ancak berbat bir haldeydim. Başımı kaldırıp görmeyen gözlerle etrafa baktım. Elimin tersiyle gözlerimi sildim. Ağzımı da silerken bana uzatılan peçeteyi görmezden geldim. Az önce üzerime düşen adamı, sevdiğim adamı aradı gözlerim.
"Devrim? O nerede?!"
Bana üzülerek, acıyarak, endişelenerek bakan gözlere ateş püskürdüm. "Size söylüyorum! Nerede o?" Sonra arabanın arkasında bir hareketlilik sezdim. Ayağa güçlükle kalktım ve arabaya tutunarak o tarafa doğru yürüdüm. Sanki uyuşmuş gibiydim. Kalbimin ağrıdığını hissediyordum ama bütün duyularımın da çalışmadığını düşünüyordum. Sanki hareket eden beden bana ait değildi ve sanki yürürken yere basan ayağım hiçbir şey hissetmiyordu.
Nefesim tıkanırken, "Devrim," diye fısıldadım. Onun bu karışıklıkta beni yalnız bırakmayacağından adım gibi emindim. Beni koruyacağını biliyordum.
"Ambulansı aradınız mı?" diyen bir ses duydum.
İlk önce ambulans kelimesinin beynimin süzgeçlerinden geçmesini, idrak edilmesini bekledim. O bekleyiş saniyeler sürünce durdum ve gözlerimi kırpıştırarak, "Ambulans mı?" diye sordum. Ve son bir adımla yerde yatan birisinin başına toplanmış birkaç insan kalabalığı gördüm.
Bakışlarım ayakkabıların tanıdık görüntüsüne takılırken beynim bu görüntünün tadınıdıklığını şiddetle reddetmeye çalışıyordu. Bir el boğazıma sarılmış gibi ağır ağır nefes almaya başladım.
"Yo, hayır.." diye inleyen sesin bana ait olduğu çok sonra anladım. Yerde yatan kanlar içindeki adama baktım. Başımı şiddetle iki yana sallarken bağırdım. "Yok, hayır. Olamaz. Olamaz bu..olamaz! Devrim!" Dizlerim beni daha fazla taşıyamayınca yere çöktüm ve sürünerek ona doğru hızla ilerledim. Kapalı gözkapaklarını, göğsüne bastırılmış, kana bulanmış gömlek yığınını, hareketsiz duran kollarına baktım.
"Devrim! Devrim aç gözlerini!" Hızla başını kaldırıp dizlerime yatırdım. "Devrim," Titreyen ellerimle yanaklarına, gözlerine saçlarına dokundum. Bu kadar hareketsiz bir şekilde yatıyorken onu bu halde görmekten nefret ettim. Ciğerimi asit gibi yakan acıdan hiçbir şeyi idrak edemeyecek haldeydim. Yalnızca ısrarla açılmamak için direnen o gözlerin açılmasını ve bana bakmasını istiyordum.
"Yalvarırım aç gözlerini birtanem. Ne oldu sana? Neyin var? Neren ağrıyor?" Birilerinin göğsüne ısrarla bastırdığı gömleğe baktım. Kıpkırmızı olmuş olan gömlek gözümün önünde bütün canlılığı ile dururken o kanın Devrim'in kanı olduğunun çok geç farkına vardım.
"Vurulmuş mu?" diye bağırdım haykırarak. Ağlıyor, hıçkırıyor, haykırıyor, avaz avaz bağırıyordum. Ne tepki verdiğimin, ne yaptığımın farkında bile değildim. "Onu vurmuşlar mı? Onu vurmuşlar mı?"
"Devrim! Devrim uyan. Yalvarırım uyan. Ne oldu sana? Ne yaptılar?"
Ancak uyanmıyordu. O bakmaya doyamadığım, asla da doyamayacağım gözleri kapalıydı. Uğruna canımı bile vereceğim gözlerini açmamakta direniyordu. Kime konuştuğumun farkında olmadan, "Neden gözlerini açmıyor?" diye sordum. Gözyaşlarımdan önümü zor görüyordum. "Hem onu neden bu soğuk zemine yatırdınız? Üşür o." Vücudunu kucaklayarak onu kucağıma almak için zorladım ama bedeni o kadar ağırdı ki oynatamadım.
"Gamze Hanım iyi misiniz? Devrim Bey'i yerinden oynatmayın. Ambulansı aradık gelmek üzere."
"Üşüyor," diye fısıldadım. Teninin soğukluğunu hisseden ellerim karıncalanıyordu. Onu ısıtmaya çalıştım. Üzerimdeki ceketi çıkararak üzerine örttüm, omuzlarını kapattım. "Gözlerini aç, ne olur gözlerini aç," diye yalvardım ona. Tükürükler saçıyor, hıçkırıklarla ağlıyordum. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Midem bulanıyordu. Kalbim ise paramparçaydı. Hala olan bitenin farkında değildim.
"Birtanem," başımı eğdim ve dudaklarımı alnına bastırdım. Gözlerini, burnunu, yanağını öptüm. İçim titreye titreye o güzelim kokusunu içime çektim. Varlığını özümseyememiştim daha, daha onunla bir yaşama başladığımın farkına bile varamamıştım. Alışamamıştım bile. Doyamamıştım. Bana güzel bakan gözlerine kıyıp da uzun uzun bakamamıştım daha. Onu doya doya öpememiştim. Yeteri kadar sarılamamıştım daha.
"Gamze Hanım, Gamze Hanım? Ambulans geldi. Lütfen geri çekilir misiniz?"
Başımı kaldırıp baktığımda Devrim'in yanında ayakları bükülmüş sedyeyi fark ettim. Devrim'i kucağımdan alıp götürmek için hazır bekleyen sağlık görevlilerine kafam karışık bir şekilde baktım.
"Onu nereye götüreceksiniz?" diye sordum korkarak.
"Gamze Hanım hala şokun etkisinde," diyen bir adamın sesine kulak kesildim. "Onu arabadan indirdiğimizden beri kendisinde değil."
"Ben kendimdeyim," diye fısıldadım.
"Gamze Hanım izin verir misiniz sizi bir kontrol edelim? Devrim Bey iyi olacak merak etmeyin, onu hastaneye götürmemiz gerekiyor. Gamze Hanım?"
Devrim'i kaldırmak için harekete geçtikleri an çığlık atarak kendimi onun üzerine attım. "Onu kimseye vermem!" diye bağırdım ağlayarak. "Kimseye vermem onu! Onu benden alamazsınız! Alamazsınız!"
"Gamze Hanım, lütfen.. onu iyi olması için hastaneye götüreceğiz. Yardımcı olmanız gerekiyor. Eğer burada durmaya devam ederse kan kaybı yaşamaya devam edecek."
Başımı şiddetle iki yana sallayarak Devrim'e daha sıkı sarıldım ve onun yüzüne baktım. "Seni bırakmam. Duydun mu beni? Seni bırakmam!" Dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. "Bırakmam seni! Sakın sen de beni bırakma. Beni bırakma!"
Birden belime sarılan bir çift kolla ondan çekilip alındım. Çığlıklar atarak ayaklarımı salladım. "Hayır! Hayır! Hayır! Ona dokunmayın! Ona dokunmayın! Ona elinizi bile sürmeyin!" Saçlarımı yolarak çaresizce beni tutan kişinin kollarının arasında çırpındım. "Bırak beni! Bırak beni. Onu götürüyorlar. Onu götürüyorlar!"
"Gamze, Gamze'm, dur..dur! O iyi olacak. Onu iyi bir yere götürüyorlar. Gamze!"
Sesi tanıyınca arkama dönüp baktım ve perişan bir şekilde bana sarılan kardeşim Efe'yi gördüm. Onun arkasına baktığımda kardeşlerimi ve eşlerini fark ettim. "Film bitti mi?" diye sordum gayriihtiyari. Ve sonra düştüm.
Çok fena düştüm. Zihnim yük dolu bir kamyonun devrilişi gibi görüntüleri gözümün önüne getirdi ve hatırladım. Devrim ile birlikte eve gitmek için onları sinemada ektiğimizi, otoparkta öpüştüğümüzü, arabada el ele tutuşup ona eve bir an önce gitmek için arabayı daha hızlı sürmesini söylediğim anı. Sonra birden önümüzü kesen arabayı ve içinden çıkan adamları hatırladım.
Başımı şiddetle iki yana sallarken, "Hayır," diye fısıldadım. "Hayır..hayır, böyle bir şey olmuş olamaz."
Devrim'in son anda beni başımdan tutup sert bir baskıyla yere eğişini, üzerime yatışını ve kolunu belimin üzerinden uzatıp emniyet kemerimi çözüşünü hatırladım. Sonra bir irkilme sesini, acıyla alıp verilen nefes sesini duyduğumu hatırladım.
Sonra üzerimdeki ağırlığının daha da arttığını, beni sıkı sıkı saran kolun gevşediğini, burnuma gelen kan kokusunu hatırladım.
Sonra Devrim'in hali gözümün önüne geldi ve şimdi onu ambulansa dikkatlice yerleştiren sağlık görevlilerine korkuyla baktım.
Ciğerimin söküldüğünü, bütün kanımın çekildiğini hissederek Efe'nin kollarının arasına yığıldım.
"Gamze! Gamze!"
"Gamze, kendine gel güzelim, hadi üzme bizi. Gamze!"
Çoktan karanlığı kucaklamıştım.
...
Gözlerimi açtığımda bir hastane odasında, bir hasta yatağında uzanmış yatıyordum. Gözlerimi kırpıştırarak etrafıma bakındım, hemen aynı anda etrafımda bir kargaşa hissettim.
"Kendine geldi!"
Birden elimi tutan Efe'yi gördüm, hemen ardından kardeşim Demir geldi. Annem başucumda durmuş ağlıyor, babam ise kaskatı kesilmiş bir şekilde bana bakıyordu.
"Canım, nasılsın? İyi misin?"
"Ah benim yavrum.."
Hastane kıyafetleri içinde olduğumu fark ettiğimde,"Bana ne oldu?" diye fısıldadım ve birkaç saniye sonra ne olduğunu hatırladım. Sanki o soruyu sormamı bekliyormuş gibi her şey zihnime yeniden süzülürken kalbimdeki ağır ağrıyla yatağımda doğruldum.
"Devrim..Devrim nerede? O nerede?" Boğazım acıyordu. Görmeyen gözlerle etrafıma bakındım. Gözyaşları ile etrafımı süzdüm. Yutkundum. Yutkundukça acı veren boğazım yüzünden yüzümü buruşturdum.
"Sakin ol Gamze,"
Kardeşimi dinlemeyerek telaşla yataktan kalkınca koluma takılı olan iğneyi fark ettim. Bantı dikkatlice çekip çıkardıktan sonra ağlamaya başlayarak, "Onu görmek istiyorum!" dedim. "Söyleyin bana o iyi mi?"
Beynimi asit gibi kavuran o can alıcıyı soruyu sordum. "Yoksa..yoksa öldü mü?" Ayağa kalkarak kardeşimin yakasına yapıştım. Hayır, hayır, hayır, hayır, eğer ölmüşse buna katlanamazdım. "Yoksa öldü mü?" diye bağırdım.
Beni belimden yakalayıp yeniden yatağa oturtmaya çalıştığında debelendim.
"Hayır," diye bağırdı. "Ölmedi. Ameliyatta, doktorlar ameliyatın iyi gittiğini söyledi! Şimdi sakinleş, sakinleş gözünü seveyim."
Doktorlar ameliyatın iyi gittiğini söyledi.
Doktorlar ameliyatın iyi gittiğini söyledi.
"Onu görmek istiyorum," diye fısıldadım dizlerimin bağı çözülürken."Onu görmek istiyorum, lütfen. Onu görmem lazım."
"Onu göreceksin merak etme. Onu göreceksin..şimdi biraz sakin olmanı istiyorum tamam mı? Devrim gözlerini açtığı zaman seni bu halde görmesin. Güçlü olman gerek kardeşim. Güçlü olman gerek."
Elimin tersi ile gözyaşlarımı sildim. Benim acımla üzülen aileme tek tek bakarken, "Nasıl güçlü olacağım?" diye sordum. "Onu görmediniz...onu o halde görmediniz, o güçlü, dev gibi adam yerde kollarımın arasında kıpırtısız yatarken görmediniz onu." Hatırladıkça elim ayağım birbirine dolanıyordu. Annem elinde mendille yanıma yaklaşıp gözyaşlarımı sildi. Kendimi yeniden dört yaşında bir çocukmuşum gibi hissettim.
Yatağa oturdu ve beni kendine çekerek kollarının arasına aldı.
"Anne.." Kendimi bırakarak göğsüne yaslandım ve ona sıkı sıkı sarıldım.
Onun, "Siz dışarıya çıkın, ben onunla ilgilenirim." dediğini duydum. "Biraz yalnız kalalım."
"Anne emin misin? Bak kendinde değil. Doktor onun şok geçirdiğini ve kendine gelmekte güçlük çektiğini söyledi. Onu bulduğumuzda Devrim'i götürüyorlar diye sağlık memurlarına işlerini yapmaları için izin vermiyordu. Şu an iyi durumda değil."
"Ben ne yaptığımın farkındayım," dedim hıçkırırken. "Artık farkındayım."
"Gamze-"
"Efe yeter, siz dışarıya çıkın. Bize haber getirin, ayrıca Armağan'ın durumu nasılmış onu da kontrol edin."
"Armağan mı?" diye haykırdım annemin göğsünden uzaklaşırken. "Ona ne oldu? O iyi mi? Yoksa ona da-"
"Gamze, kızım sakin ol..Armağan iyi. Hiçbir şeyi yok. Sadece senin gibi fenalaştı. Ona da sakinleştirici verdiler."
"Anne biz dışarıdayız."
Babam hariç herkes dışarıya çıktığında gözyaşlarımı tutamayarak anneme sarıldım yeniden. "Anne, ona bir şey olursa ne yaparım? Ona bir şey olursa, nasıl yaşarım?"
"Şşşşt," Saçlarımdan öptü. "Ona bir şey olmayacak. Böyle şeyler düşünmeyi bırak. Kendine zarar veriyorsun bebeğim, lütfen kendini böyle mahvetme. O iyi olacak."
"Beni korudu anne," Göğsüm daralıyordu. "Beni korudu. Ben de vurulabilirdim anne..ama o beni korudu."
Düşününce bütün bunlar benim yüzümden olmuştu. Ondan beni eve götürmesini istemeseydim bunlar başımıza gelmeyecekti. Ona beni eve götür demiştim, ne içindi? Gözü dönmüş arzularım yüzündendi. Bencil isteklerim yüzündendi. O da elimden tutmuş ve beni oradan çıkarmıştı. Ama şimdi ameliyathanede baygın bir şekilde yatıyordu.
Nefes almakta güçlük çekince, "Nefes alamıyorum," diye fısıldadım. Sanki bir çift el boğazıma sarılmış beni boğuyordu. Sanki ateşler içinde yanıyordum. "Nefes.." Tökezleyerek ayağa kalktığımda babam kolumdan tuttu ve beni hemen pencereye doğru götürdü. İçerisi aşırı sıcaktı.
Babam pencereyi açtı, başımı dışarıya çıkardım ve derin bir nefes aldım. Buz gibi bir ayaz yüzüme çarptı. Eğer babam bana destek olmasaydı yere yıkılabilirdim. Kollarını bana doladı ve beni göğsüne yasladı. Ben derin derin nefes alırken ve sessizce ağlarken o saçlarımı okşadı.
"İyi hissetmiyorum baba. İyi hissetmiyorum. Sanki yaşam enerjim elimden alınmış gibi hissediyorum. Sanki o gözlerini kapadığında ben de hayata gözlerimi kapamışım gibi."
"Biliyorum canım, biliyorum." Sevgisi ve şefkati ile beni kucaklarken ben daha çok ağlamaya başladım.
"Onu daha yeni buldum baba," Sesim kısık kısık çıkıyordu. Öyle ki çok bağırmaktan, ağlamaktan kısılmıştı bile. Boğazım acıyordu. "Kaybedemem. Kaybedersem ne yaparım baba? Nasıl yaşarım? Onu yaşadıktan sonra onsuz bir hayatı nasıl yaşarım?"
"Onu çok seviyorum baba, çok seviyorum. Yemin ederim çok seviyorum onu. Her şeyden çok seviyorum. Sanki ona aitmişim gibi anlıyor musun? Sanki o olmazsa nefes alamazmışım gibi hissediyorum baba. Onu bu kadar severken onsuz yaşayamam. Yapamam baba, eğer ona bir şey olursa..."
"Şşşt, böyle konuşarak anneni de beni de üzme. O güçlü bir adam, bunu da atlatacaktır. Seni yalnız bırakmayacaktır. Senin ne kadar deli olduğunu biliyor, seni yalnız başına bırakmaz bu yüzden."
"Biliyor değil mi baba? Onsuz olamayacağımı biliyor."
"Biliyor tabi. Yoksa seninle evlenir miydi deli kız? Onu ikna ettin, evlenmeyi düşünmeyen sevgiden deli gibi korkan bir adama kendini sevdirdin sen. Seni hiç bırakır mı? Hem daha bana torun vereceksiniz siz."
"Babaaaaaa." Ona sevgiyle sarıldım. Yüreğime biraz olsun su serpmişti söyledikleri. Devrim beni bırakmazdı. Neden bıraksındı ki?
"Ben onu bunu bilmem, torun istiyorum ona göre. O adamcağızın baba olmaya ihtiyacı var. Baba olduğu zaman gör sen onu, o zaman sizi hiç bırakmaz."
"Ondan çok güzel baba olur," diye fısıldadım kısık bir sesle. Hem ağlıyor hem tebessüm ediyordum. "Hayal ediyorum baba. Ondan çok güzel bir baba olur. Çocuklarımız çok şanslı olacak."
"Evet canım kızım," Alnımdan öptü. "Hem çok güzel bir anneleri hem de çok güzel bir babaları olacak. Sevgiyle büyüyecekler."
Bunu biliyordum. Çocuklarımızın sevgiyle büyüyeceğini, Devrim'in onları çok seveceğini biliyordum. Biliyordum çünkü bunu onun gözlerinde görmüştüm. Çocuklarımızın olmasını istediğimi söylediğim her seferde korkuyla karışık heyecanının izlerini gözlerinden okumuştum. Benim aşık olduğum, canımdan çok sevdiğim adamın benden bir çocuk istediğini biliyordum.
"Ameliyathanenin önüne gitmek istiyorum," diye fısıldadım. "Orada beklemek istiyorum baba."
"Yavrum bunun bir yararı olmaz. Ayakta güçlükle duruyorsun. Ameliyattan çıktıktan sonra kardeşlerin buraya gelip haber verecekler zaten."
"Dayanamıyorum baba," kesik kesik soluklar alırken elimi kalbime bastırdım. "Beklemeye dayanamıyorum."
Beni kendinden uzaklaştırıp yüzümü ellerinin arasına aldı, gözyaşlarımı tek tek sildi ve alnımdan öptü. "Biliyorum meleğim çok zor. Biliyorum. Ama birazcık sabret.. dua edelim, elimizden duadan başka bir şey gelmiyor şu an. Dua edelim."
"Kalbim dua etmeyi bir an bile bırakmıyor ki," diye fısıldadım göğsüm daralırken. "Bir an bile dua etmeyi bırakmadım." Kesik bir nefes daha. "O zaman Armağan'ın yanına gitmek istiyorum. O nerede? Durumu nasıl görmek istiyorum."
İtiraz edeceğini sandım ancak başını sallayınca babama sarıldım.
"Elif dışarıdan tekerlekli sandalye bulabilirler mi bir sorar mısın canım? Gamze'nin yürümesini istemiyorum."
"Baba hayır ben yürüyebilirim," ondan ayrıldım ve ayaklarımın üzerinde durdum. "Yürüyebilirim. Bana sadece onun nerede olduğunu söyleyin."
"Gel o zaman birlikte gidelim."
Odadan çıkıp da hemen yan odaya girdiğimizde derin bir nefes aldım. Armağan'dan önce köşede duran akülü sandalyesini gördüm. Ablam Aslı ve eşi Mehmet ağabeyim ile Devrim'in arkadaşı Dinçer de odadaydı. Sonra yatakta uzanan Armağan'ı fark etmemle kendimi bırakmam bir oldu. Yıkılmış görünüyordu. Gözlerinin altı çökmüştü. Boş boş tavana bakıyordu. Başını çevirip de beni görünce ağlamaya başladı.
Babamın kolundan kurtulup ona doğru hızla ilerledim ve yatağa oturdum. Doğrulmasına yardım ettiğimde bana sımsıkı sarıldı. Ben de ona sarıldım ve gözlerimi kapattım. Bağıra bağıra ağlarken onda Devrim'in kokusunu alır gibi oldum. Sanki ona sarılmışım gibi hissediyordum. İçimden onun iyi olmasını diledim. Eğer olmazsa geride bırakacağı bu iki kadının iyi olmayacağını bilmesini istedim.
"Ona bir şey olmasın Gamze! Yalvarırım ona bir şey olmasın."
Onu teselli etmek için güçlükle de olsa, "Bir şey olmayacak," diye fısıldadım. "O bizi bırakmaz."
"Yine onun canını yaktılar," diye haykırdı ağlayarak. "Yine onun canını almak istediler! Ne zaman cehennemin dibine kaybolup gidecekler?!"
"Şşşt," diyerek sırtını sıvazladım. Ancak söyledikleri aklımı dağıtmıştı. "Kim onlar?" diye sordum aniden arabamızın önünü keserek ateş eden adamları hatırlayınca. "Devrim'den ne istiyorlar? Beni ve onu arabadan çıkaran adamlar vardı Armağan..hayal meyal hatırlıyorum ama elimi yüzümü yıkadılar, peçete uzattılar."
Benden ayrıldı ancak elimi sıkı sıkı tuttu. Gözleri kıpkırmızıydı. Yüzüme baktığında şaşkınlıkla iç çekti. Elini kaldırıp yanağıma koydu. "Gamze..iyi misin?"
"İyiyim," diyerek geçiştirdim onu. İşin aslı sesim güçlükle çıkıyordu. "O adamlar kimdi Armağan?"
Ablam Aslı da gelip yanımıza oturdu. "Polis ifade almak için geldiğinde onlara her şeyi anlatmalısınız Armağan."
"Bu yaptıkları yanlarına kalmamalı."
"O adamlar," Armağan yutkunarak bana baktı. "Seni korumak içindi Gamze. Devrim iki tane koruma görevlendirilmişti. Sen nereye gidersen onlar da seni korumak için peşinden geleceklerdi."
Duyduklarım ile şaşkına uğrayarak Armağan'ın yüzüne bakakaldım. "Ne demek istiyorsun? Neden korumaya ihtiyaç duydu? Bundan neden benim haberim yok?"
"Senin korkmanı, paniklemeni istemedi. Bunu yalnızca benimle paylaştı. Önlem alsa da işe yaramadı." Yeniden ağlamaya başladı. Elleri titriyordu.
Dinçer ona yaklaşarak bir bardak su verdi ve içmesi için onu zorladı. "Armağan..lütfen."
"Geçmişte ailemizi dağıtan kişiler..." Sustu.
Dinçer,"Ben anlatayım," diyerek araya girince bakışlarımız ona çevrildi. "Büyük bir tatil köyü projesi için ihale açıldı ve Devrim o ihaleye katıldı. Ancak asıl amacı geçmişte kendilerine zarar veren kişiyi ortaya çıkarmaktı, böylelikle onun yakalanmasına ve hapse gönderilmesine neden olacaktı. Bu yüzden senin ve Armağan'ın her ihtimale karşı korunması için dört tane adam görevlendirdi."
"Ve benim bütün bunlardan haberim yok," dedim biraz kızarak. "Eğer bilseydim daha dikkatli olurdum." Delice bir istekle kendi bencilliğim yüzünden onu zorlamazdım.
"Senin endişelenmeni istemedi. Seni korumak istiyordu."
"Ama bak," dedim kısık sesle bağırmaya çalışırken. "Beni korurken kendisi ne halde!" Gözyaşları gözlerimi yakıyordu. "Ona bir şey olursa ne yapacağım? Ne yapacağız?"
Elim ayağım titriyordu. Lavaboyu kullanmam gerekiyordu. Bütün bu olanlar beni öyle yormuştu ki bütün enerjim tükenmiş gibi hissediyordum. Ayağa kalkarken, meraklı ve endişeli gözlerle bana bakan aileme 'bir şey yok' dercesine baktım. Lavaboya geçtim ve aynada kendimi gördüğümde yutkundum.
En az Armağan kadar kötü görünüyordum. Saçlarım dağılmış, gözlerim ağlamaktan şişmiş ve kıpkırmızı. Dudaklarım ısırılmaktan kanamış ve yara olmuş, yanaklarım solgun, kendinden geçmiş bir görüntüyle ayakta duruyordum. Suyu açtım ve buz gibi suyla yüzümü yıkadım. Ağlamamaya çalışırken titreyen çenemi dişlerimi sıkarak durdurdum. Defalarca, defalarca kez soğuk suyu yüzüme çarptım. Ayılmak, uyanmak ve bütün bunların yalnızca bir kabul olduğunu görmek istiyordum.
Saçlarımı tepemde topladım ve lavaboyu kullandıktan sonra yeniden ellerimi yıkadıktan sonra odaya döndüm. "Ben ameliyathaneye gidiyorum," dedim kimsenin itiraz etmesine fırsat vermeden. "Beni oraya götürün yoksa kendim giderim."
"Ben de geleceğim," Armağan üzerindeki örtüyü kenara koyunca Dinçer ona engel oldu.
"Armağan lütfen iyi değilsin-"
"Kardeşim iyi değilken ben zaten iyi değilim," diyerek onun sözünü kesti. "Şimdi bizi ona götürün."
Dinçer onun kararından dönmeyeceğini anlayınca onu kucağına alarak yataktan kaldırdı ve dikkatlice akülü sandalyesine oturttu. Armağan hemen sandalyesini çalıştırdı ve yanıma geldi. Birlikte odadan çıktık, asansöre bindik ve bir alt kata inerek ameliyathanenin olduğu bölüme geldik. Her adımda dizlerim titriyordu. Kalbim sıkışıyordu ve güçlükle nefes alıyordum.
Ama o içeride iyi olmaya çalışıyorken ben pes edemezdim. Ameliyathanenin olduğu koridora girince ailemin orada beklediklerini gördüm. Efe hemen ayağa kalkarak yanıma geldi ve bana sarıldı. Kollarının arasına sığınırken, "Haber var mı?" diye fısıldadım.
"Hayır güzelim şimdilik bir haber yok. Sen nasılsın?"
"İyi değilim," dedim gözlerim dolarken. "İyi değilim Efe. Sen de gördün onu.. onu sen de gördün.." Devamını getiremeyerek elimi ağzıma kapattım ve hıçkırığımı güçlükle tuttum. "Ona bir şey olmayacağını söyle. Bana ona bir şey olmayacağını söyle. Buna çok ihtiyacım var."
Beni sıkı sıkı saran kollarının gerildiğini hissettim ancak sonrasında kendini toparladı ve saçlarımdan öptü. "O iyi olacak. Aksini düşünme bile."
Bunu söylemek kolaydı, düşündüğüm korktuğum şey oydu. Beni yanında götürerek bir sandalyeye oturttu, yanıma oturdu ve bana sarıldı.
"Ne kadar oldu?" diye fısıldadım korkuyla. "Ben ne zamandır uyuyorum?"
"Üç saat oldu..sana sakinleştirici verdiler. Devrim ise üç saattir ameliyathanede."
Üç saat. Üç saat boyunca onunla ilgileniyorlardı, durumu kim bilir ne kadar kötüydü. Benim dokunmaya kıyamadığım tenini kurşunla delmişlerdi. Bir kez daha. O güzelim bedeninde yeni kurşun izleri olacaktı. Göğsüm sıkışırken ağzımdan bir hıçkırık kaçtı.
"Şşşt, iyi olacak."
Devrim benden kaçmıştı. Her şeyiyle kaçmıştı. Çünkü mutluluk ona acı vermişti, sevgi ona acı vermişti. Çok sevmişti ve ailesi elinden alınmıştı. Bana kaç defa söylemişti, yeniden kaybedeceği bir aile kurmak istemediğini söylemişti. Bana defalarca açıklamaya çalışmıştı. Benden kaçmış, saklanmış, bazen bana ilgisiz bile davrandığı olmuştu. Sevginin canını yaktığını söylemişti.
Bense bütün bencilliğimle onun üzerine yürümüştüm. Sanmıştım ki eğer onu çok seversem yüreğindeki acı dinerdi. Sevgiyi yeniden hissederse belki onun canını yakmaz, ona iyi gelirdi. Ama şimdi Devrim'in korktuğu şey olmuştu. Sevgi onun canını bir kez daha yakmıştı.
Sevdiğim adam bana bunu anlatmaya çalışmıştı, anlamamıştım.
Kızaklı kapılar birden açılınca kalbim ani bir basınçla sarsıldı. Karnım kaskatı kesildi ve ben acımı dindirmek istercesine elimi göğsüme bastırdım. Doktor önce kalabalığa şöyle bir baktı.
"Hastamız şanslıymış," diyerek söze başladığı an dizlerimin bağı koptu ve Efe'nin kolları da beni tutamadan yere yığıldım.
"Gamze! Gamze!"
Doktor hemen yanımıza geldi ve beni yeniden sandalyeye oturttular.
"Gamze Hanım iyi misiniz?"
Gözyaşlarım çoğalıyordu. Doktora uzanarak, "O nasıl?" diye fısıldadım. "Lütfen bana iyi olduğunu söyleyin. Lütfen."
"Merak etmeyin durumu iyi. Hayati bir tehlikesi yok. Vücudundaki kurşunu çıkardık, hasar gören yerleri elimizden geldiğince onardık. Omuzundaki kurşun sıyırıp geçtiği için orada ciddi bir yaralanma yok. Hasta kendine geldiğinde bazı tetkikler yapılacak, daha sonrasında yoğun bakımdan çıkarılıp çıkarılmayacağına karar vereceğiz."
"Oh şükürler olsun," diyerek uzandım ve doktora sarıldım. Öyle bir sarıldım ki adamı neredeyse boğabilirdim. "Çok teşekkür ederim, çok teşekkür ederim."
"Onu ne zaman görebilirim?"
"Şu an yeni ameliyattan çıktı, o yüzden biraz zaman vermenizi rica ediyorum sizden. Yanına giremezsiniz ama cam bölmenin arkasından onu görebilirsiniz."
On dakika sonra yoğun bakım ünitesinin önünde durmuş camın ardından ona bakıyordum. Onu o halde görmek o kadar acı vericiydi ki ağlamamak için kendimi zor tuttum. Beni ağlarken görmesini istemiyordum.
"Bir an önce ayağa kalkmanı istiyorum," diye fısıldadım cama yaslanırken. Sanki ona dokunuyormuşum gibi parmaklarımı cama yaydım. "Bir an önce uyan ve ayağa kalk. Beni bu kadar korkuttuğun için seninle görülecek bir hesabım var Devrim Kuzgun."
Kendimi daha fazla tutamadım ve ağlamaya başladım. "Orada öyle yatıyor olman hiç hoşuma gitmedi," dedim hıçkırırken. "Yatağımızda daha güzel uyuyordun sen. O borular, o kablolar olmadan.."
"Seni kaybettiğimi düşündüğümde nasıl parçalandım biliyor musun? Sen de mi böyle olmuştun sevgilim? Aileni kaybettiğinde sen de mi böyle olmuştun? Issız? Çaresiz? Korkak...nasıl yaşadın? Nasıl yaşadın? Bu acı dayanılmaz."
"Eğer doktor...bana farklı bir şey söyleseydi..eğer senin.." Yutkundum. Devam edemedim. "O gözlerini aç bir an önce. Babam bizden torun istediğini söyledi. Duyuyor musun beni? O gözlerini aç bir an önce. Daha seninle yaşayacağımız koca bir ömür var."
Onunla geçirilecek koca bir ömrün düşüncesi içimi öyle bir ısıttı ki gülümsedim. Çocuklarla dolu bir ev hayal ettim. Sevgiyle dolu bir ev. Tıpkı anne ve babamın evliliğinden doğan bir aile gibi bir aile hayal ettim. Bütün çocuklarımızın büyüyüp evlendiğini, bize torunlar verdiklerini hayal ettim. Devrim'in yaşlandığını benimse ona ilk günkü gibi hala aşık olacağımı hayal ettim.
Mutlu bir yaşamı, mutlu bir aşkı hayal ettim.
"Seni seviyorum," diye fısıldadım camın arkasında hareketsiz yatan adama bakarak. Onu alıp canımın içinde saklamak istiyordum. "Seni seviyorum. Sakın beni bırakma."