Peri ve Kuzgun 53. Bölüm



Bölüm 53 : Düğün

Radyoda çalan Mondo Bongo'yu bir yerlerden anımsıyordu ancak tam olarak çıkaramıyordu. Aklı yerinde değildi, Amerika'dan, Türkiye'ye döndüğünden beri de hiç yerine gelmemiş gibiydi. Derince düşününce aslında onu tanıdığından beri kendisi olmaktan çıkmıştı. Sokak lambalarının, trafik ışıklarının arasından geçip giderken siyah arabası bir elmas gibi parlıyordu.

Ne zaman onu düşünmeye başlasam,diye düşündü,ki bu çok kolay oluyordu, tıpkı radyoda çalan şu tatlı müzik gibi, usul usul, tatlı tatlı bir müzik kulaklarına dolmaya başlıyordu. Sonra onun rüzgarda salınan saçlarının kokusunu duyabilecek kadar onu yakınında hissediyordu. Gülümsemesi bir hayal olamayacak kadar büyüleyiciydi.

Bakışlarındaki ahenk genç adamın ruhunu ele geçiriyordu, her zaman onun gözlerine baktığında o ahengin akımına kapılıyor sonra da zamanın nerede başladığını ve nerede bittiğini unutuyordu. Hatırladığı tek şey, bir çift güzel gözün odağında olduğuydu. Sanki her şeş birkaç dakikalığına duruyordu.

Zaman kuyruğunu kıstırmış bir şekilde bekliyordu, havadaki o tuhaf büyüleyici aura yalnızca ikisinin etrafında dönüyor sonra da Devrim kendini bir kez daha kaybediyordu.

Bugüne değin, diye düşündü, hiç aşık olmamıştım.

Aşık olmanın çok uç, çok abartılan bir şey olduğunu düşünürdü. Hayatına bir kadın dahil etmek istemediği o yıllar içinde de birçok kişinin aşkına şahit olmuştu fakat yine de inanmak istememişti. Bu tür bir duyguyu insanlar nasıl somut bir şeymiş gibi taşıyabilirlerdi?

Bu kadar zayıf hissettiren bir duyguyu nasıl olur da korkusuzca göğüsleyebilirlerdi?

Geçmişte bu gibi birçok sorunun cevabını şimdi alıyordu. Üstelik sorularına kimse cevap vermemişti, cevapları kendisi bulmuştu.

Taşlandığını düşündüğü kalbinin içinde şimdi kuşlar sürüyle uçuyordu. Her geçen gün biri kanat çırpıyor ve özgürlüğüne kavuşuyordu. Buna sebep olansa, aşkın nasıl bir şey olduğunu ona öğreten kadın sayesindeydi.

Radyodaki spiker, "Bay ve Bayan Smith'te çalan müziği kimse unutmamış."diye coşkuyla güldü. Ardından, "Birçok dinleyiciden tekrar çalmam için istek aldım, parça bittiğinde yeniden çalacak sevgili dinleyiciler. Şimdiden keyifli dinlemeler."

Böylelikle Devrim, müziği nereden anımsadığını bulmuş oldu.

Spiker filmin adını söyler söylemez, müziğin çaldığı sahne gözlerinin önüne geldi. Jane ve John'un dans ettiği sahnede, o açık havada insanlar etrafta dans ediyor, ateşlerin olduğu fıçılardan alevler yükseliyordu. Müthiş bir gök gürültüsü gökyüzünden bütün dans edenlerin üzerinde bir şimşek gibi çakıyor, ancak kimse buna aldırış etmiyordu.

Devrim bu sahneyi bu kadar net hatırlamam ne acayip diye düşündü. Aynı müzik radyoda yeniden başladı.

Saat akşamın onuydu, ve o dayanamamış ve evden çıkmıştı. Tam iki gün sonra Ocak'ın 15'inde düğünleri vardı. Bir kış bahçesinin üzerinde, açık havanın altında, yağacak olan kara ya da yağmura inat evleneceklerdi.

Misafirler için ısıtma sistemleri düzenlenmiş, büyük bir organizasyon yapılmış ve her şey düşünülmüştü.

Gamze gelinliğini de dikmişti. Şu an kızlar kendi aralarında kına gecesi düzenliyorlardı. Gamze, Devrim'e diktiği bindallının resmini göndermiş ve kına gecesinde bunu giyeceğini söylemişti. Koyu zümrüt bir yeşil pelerinin altına muhteşem beyaz bir elbise dikmişti.

Devrim kına gecesinden ya da düğün gibi şeylerden hiç anlamadığı için üzerinde pek durmamıştı ama bugün rastgele internette gezinir, tatil yerlerine bakarken site reklamlarında bir giyim sitesinin reklamını görmüştü. Birkaç tane bindallı giyen bir kadının resimleri sırayla ekrandan geçip gidiyordu. Kadın güzel görünüyordu.

Acaba Gamze nasıl görünecek diye düşünmüştü, ve işte yoldaydı. Gamze ona kına gecesinin akşam yedide başlayacağını ve kızlarla doyasıya eğleneceklerini söylemişti. Telefonu kapatmadan önce de onu çok sevdiğini söyleyerek ona veda etmişti.

Devrim bir cevap bile verememişti. Çoğu zaman kalbi kilitleniyor ve diyecek hiçbir şey bulamıyordu. Gamze'nin duygularını saklamadan deli dolu yaşamasına ve ilgisini ona belli etmesine bayılıyordu, aynı şeyi kendisi yapamadığı için de biraz kendini kötü hissediyordu.

Onu yeniden öptüğü o isteme gecesinden sonra onu bir daha öpmemişti. Gamze hep niyetini belli etmişti ama Devrim buna uygun bir zaman bulamamıştı sanki. O isteme gecesi yaklaşık bir buçuk hafta öncesiydi. O günden beri Gamze'yi çok az görmüştü. Devrim, Gamze'nin kardeşleriyle birlikte düğün işleriyle ilgilenirken Gamze ise kendini tamamen giyeceği elbiseye, bindallıya, gelinliğe adamıştı. Nihayet hepsini bitirmişti ancak onu en son gördüğünde Gamze çok yorgun görünüyordu.

Bir araya geldikleri her seferinde yanlarında hep birileri oluyordu. Gamze ona sarılmak istermiş gibi bakıyor, ancak kendini tutuyordu. Devrim de etrafta birileri varken onunla konuşmaktan dolayı geriliyordu. O yüzden görüşmelerini kısa tutuyor, çıkıp gidiyordu.

Şimdi ise garip bir biçimde onu özlediğini hissediyordu. Bu çok derin bir histi. Böyle hissettiği için kendisine şaşırıyordu. Gamze'nin yanındayken ve ikisi yalnızken yapabileceklerine, söyleyebileceklerine cüret edip şaşırıyordu. Hiçbir kadın yalnızca varlığıyla bile olsa onu bu kadar etkilememişti. Oysa Gamze yalnızca varlığıyla bile onu etkilemeyi başarıyordu.

İki gün sonra o karısı olacaktı, Devrim o günün gelmesini ve Gamze'nin hep yanında olmasını istiyor fakat bir yandan da müthiş bir gerilim içinde kasılıp duruyordu.

Telefonunu göz ucuyla kontrol etti. Ondan herhangi bir mesaj gelmiş mi diye sürekli bakıp duruyordu. Bu çok garip bir duyguydu.

Müzik can alıcı bir yere geldiğinde Devrim de arabasını Gamze'nin evinin olduğu sokağa park etti ve telefonunu eline aldı. Onu görmek istiyordu. Yalnızca beş dakika. Ve biraz da sarılmak istiyordu. Ona sarıldığında kalbini ve vücudunu kuşatan duyguları çok seviyordu. Sanki müthiş bir huzur bedenini kaplıyor ve ayaklarını yerden kesiyordu.

Müziğin sesini kısarak telefondan, 'Peri'yi buldu ve aradı. Bluetooth kulaklıktan gelen çevirme sesinin düşüp, yerine Gamze'nin o tatlı sesinin gelmesini beklerken biraz gerilmişti. Kalbinin hızlandığını hissedebiliyordu.

Başını kaldırıp baktığında şimdi yağmurun da başladığını da gördü ve farkında olmadan gülümsedi. Aklına Jane ve John'un yağmur altında dans ettiği o sahne geldi yeniden. Müzik radyoda çalmaya devam ediyordu.

Gamze yanıt vermedi, hat düştü. Devrim bir kere daha aradı.

Telefonu nefes nefese kalmış tatlı bir kadın açtı. "Devrim?"

Onun sesindeki heyecan, kendi heyecanına karıştı. Boğuk bir sesle, "Uygun olmayan bir zamanda mı aradım?" diye sordu. Aslında tam da öyle olduğunu biliyordu, ama kimin umurundaydı ki?

Gamze nefes nefese titrek bir sesle, "Bir saniye, diğer odaya geçeyim." dedi ve hemen ardından hışırtılar duyuldu. Bir kapı açılıp kapandı, arkadan gelen o müzik sesleri ve kahkahalar kayboldu. Sessizliğin içinde sevdiği kadının alıp verdiği nefeslerden başka bir şey duyulmuyordu.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Gamze. Sesi biraz da endişeli çıkmıştı.

"Yo. Sadece araba sürüyordum ve radyoda bir müzik çalmaya başladı. Zaten aklımdaydın ama yine de...kendimi tutamadım ve buraya geldim. Sokaktayım, arabayı durdurdum, öylece bekliyorum. Eğer müsait olabilir-"

Gamze, "Hemen geliyorum!" diyerek sözünü heyecanlı bir sesle kesti ve ardından telefonu kapadı.

Genç adam onun bu heyecanlı, ani çıkışlarına bayılıyordu. Yüzünde bir gülümseme oluştu ve kulağındaki kulaklığı çıkarıp konsolun üzerine koydu. Müziğin sesini tamamen kıstı çünkü artık başka bir müzik çalmaya başlamıştı. Yağmur gittikçe hızlanırken, içinden keşke onu çağırmasaydım diye düşündü. Kapıya yaklaşıp ailesine de görünmek istemiyordu. Arabayı çalıştırdı ve biraz daha eve yaklaşıp yeniden durdu. Gamze'nin şemsiyesini almasını ummaktan başka bir çare yoktu. Ceket giymeyi de hatırlarsa iyi olurdu. O heyecanlandığı zaman ne yaptığını bilemiyordu.

Birkaç dakika sonra otomatik kapılar açıldı ve dışarıya Gamze çıktı.

Ne şemsiyesi, ne de üzerinde bir ceket vardı. Üzerinde yalnızca bindallısı, ayağına öylesine geçirilmiş bir ayakkabı ile, elbisesinin eteklerini tutarak ona doğru koşuyordu.

Devrim bir an için, bir Peri'den gerçekten farkı yok diye düşündü. Sonra arka koltuktan kendi paltosunu aldı, hızla arabadan indi ve onunla yarıyolda buluştu. Gamze'nin şaşkın haline bakarak paltoyu onun omuzlarına yerleştirdi. Genç kadın onun paltosunun içinde kaybolmuştu. Büyüleyiciydi.Saçları kıvrık kıvrıktı ve açık bırakılmıştı, başının üzerinde çok güzel bir taç vardı. O bugüne kadar gördüğü en güzel gelindi.

"Devrim?"

Gamze o kadar güzel görünüyordu ki, Devrim o an onu öpmek istedi. Bu ihtiyaç birden bire içinde belirmişti. Gamze heyecanla ağzını açtığında Devrim içinde beliren ihtiyaca kulak verdi. Başını eğdi ve genç kadının dudaklarını öptü. Gamze şaşkın bir sesle inledikten hemen sonra kollarını Devrim'in boynuna dolayarak ona asıldı. Palto omuzlarından kayar gibi oldu ama genç adam hemen onu sarmaladı. Yağmur üzerlerine yağarken, sıcacık bir öpücüğü paylaştılar. Genç adam onu öptüğü her seferinde temellerinden sarsıldığını hissediyordu. Bugüne değin böyle bir duyguyu hiç yaşamamıştı. Bunu tarif etmek bile mümkün değildi.

Kendi dudaklarına karışan, yumuşak, kadınsı, sıcak dudakların hissettirdikleri akıl alır gibi değildi. Nefesleri birbirini ısıtırken Gamze özlem dolu bir ses çıkardı. Dudakları şap diye ayrıldıktan sonra genç kadın sersem sersem, "Sanırım rüyadayım," diye fısıldadı. Yağmur kirpiklerine düşüyordu. O kadar güzeldi ki...

Bir kez daha öpmek istiyordu ama önce ona doya doya bakmalıydı.

"Neden üzerinde hiçbir şey yok?" diye kızdı. "Hava buz gibi Peri. Şemsiyeni neden almadın?"

Gamze dudaklarını büzerek, "Hiçbirini akıl edemedim," dedi. "Sen dışarıdayım deyince.."

Devrim onun elinden tutarak, evin bahçe duvarlarının dibine çekti. Yağmur oraya gelmiyordu, büyük duvarların koruması altına girdiklerinde paltonun iki yakasını ilikleyerek Gamze'yi onun içine hapsetti.

"Hasta olursan ne olacak?" diye kızdı. Sesinin biraz sert çıktığını biliyordu, kızmıştı. Onun üzerinde hiçbir şey olmadan kendisine koştuğunu görünce kalbinin içinde bir ağrı hissetmişti. Ya hasta olsaydı? Ya ateşi çıksaydı? Ya bir şey olsaydı? Zaten uykusuzluktan bitkin düşmüştü. Şükür ki zayıflamamıştı.

İlk günler Gamze'nin arkadaşı Neşe, ona mesaj atmış ve Gamze'nin çok çalışmaktan öğünlerini atladığını söylemişti. İşte o zaman daha önce hiç hissetmediği bir duyguyu hissetmişti. Eğer o karnını doyurmazsa uyuyamayacak, rahatsız olacaktı. Bitkinlikten yataklara bile düşebilirdi, sağlıksız beslenmeden dolayı kilo verebilir, vücut direnci düşebilirdi. Bu düşünce Devrim'in deli gibi korkutmuştu.

Ve ani bir baskınla elinde yemek paketleri ile moda evine girmiş, Gamze'yi masadan kaldırıp o yemekleri yiyene kadar oradan ayrılmamıştı. Ve ondan bir söz almıştı. Eğer sağlıklı beslenmez, öğünlerini kaçırırsa Devrim'in kalbini kırmış olacaktı. Bu yüzden de sağlıklı beslenecek ve kendine dikkat edecekti.

Neşe bu konuda ona rapor vermişti. Gamze yemeğini yedi, diye okuduğu her mesajdan sonra kalbi kuş gibi hafiflemişti. Bu duygu da onu ele geçirdiğine göre, artık kendini tamamen kaptırmış gibi görünüyordu. Böyle şeyler hissedeceğini hiç düşünmemişti.

Demek sevmek böyle bir şeydi.

"Hasta olmam merak etme." Genç kadının gözleri ışıldıyordu. "Ben hasta olmuşum zaten."

Devrim kalbini sıkan ani bir kıskacın varlığını hissetti. "Hasta mısın? Neyin var?"

Peri şuh, tatlı bir kahkaha attı. "Size hastayım Devrim Kuzgun. Size..."

Onun yine takıldığını anlayınca derin bir nefes aldı. Hala bu tür bir yakınlığa yabancıydı. Bazen onun şaka yapıp yapmadığını anlayamıyordu. İmalarını bile anlayamıyordu. Söz konusu Gamze olduğunda onun ne söylediği, neyi kastettiği belirsizdi ya da Devrim anlayamayacak kadar bu tür şeylere yabancıydı.

"Neden geldin?" diye fısıldadı Gamze. "Yarın görüşecektik. Bir şey mi oldu?"

"Araba sürüyordum," diye konuştu Devrim. "Kendimi burada buldum."

Genç kadın müthiş bir gülümsemeyle ona sokuldu. Kendini onun kollarına bıraktı ve başını göğsüne yasladı. "Dinlediğin o müzik neydi peki? Telefonda bahsettiğin.."

Devrim bir an hatırlamakta zorlandı. Onun narin bedenini sararken saçlarının kokusuyla mest olmuştu. "Bay ve bayan smith'i izledin mi?" diye sordu.

Gamze hayretle geri çekildi. "Sen izledin mi?"

Genç adam boğazını temizledi. "Ablam bazen birlikte film izlemek için beni zorluyor. Sonra da film daha yarısına gelmeden uyuyup kalıyor."

"Sana söz veriyorum birlikte film izlediğimiz zaman uyuyup kalmayacağım." dedi Gamze. Devrim gülümsedi. Onun bu sözünü tutacağını biliyordu.

"Ee müzik? O filmde mi çalıyordu?"

"John ve Jane'in ilk tanıştıkları zamanlarda, dans ettikleri bir sahnede çalıyordu. Mondo Bongo."

"Ah evet! O müziği çok severim. Çok romantik...çok hoş..." Güzel gözleri ilgiyle parladı. "O müzik eşliğinde dans edebilir miyiz?"

Devrim, "Şimdi mi?" diye soludu. Kalbi küt küt atıyordu. Dışarıdan bir büs gibi görünüyor olabilirdi ama içinde fırtınalar kopuyordu. Bu kadın küçücük varlığıyla, Devrim'in içinde bir kasırga başlatabilirdi.

"Hayır...evlendikten sonra...biz dağ evine gittiğimiz zaman."

Devrim o geceyi düşündükçe sırtının alev aldığını hissediyordu. Başını sallayarak onu onayladı. Onu nasıl kırabilirdi ki?

Sonra, "Yemek yedin mi?" diye sordu ona.

Gamze mutlu bir sesle, "Yedim." dedi. "Sen yedin mi?"

Devrim ona daha sıkı sarıldı. "Yedim."

"Demek beni görmeye geldin?" diye çocuk gibi kıkırdadı Gamze. "Demek beni özledin.."

Devrim onun duymak istediği bu sözleri artık söylemekten çekinmiyordu. Dudaklarını onun dudaklarına bastırmak için başını eğdi. Gamze de ona döndü ve dudakları buluştu. Büyük bir kıvılcım aralarında yine çatırdadı. Onu öptüğü her seferde böyle hissedecekse, kalan ömrü boyunca ona her dokunduğunda nasıl yaşayacaktı? Nasıl dayanacaktı? Kalbi son sürat hızla atarken, Devrim onu kollarının arasında daha da sıktı. Onun öpüşüne muthaçmış gibi genç kadının nefesini içine çekiyordu. Yüzünü hasretle yüzüne sürdü. Burunları öpüşleri acele bir tutkuya dönüşünce birbirine çarptı. Başını hafifçe yana eğdi. Gamze'nin dudaklarını daha iyi kavradı ve ikisi de nefessiz kalana kadar öpüştüler. Devrim en sonunda o biraz nefes alsın diye dudaklarını ayırdı. Genç kadın nefes nefese kalmış bir şekilde alnını, Devrim'in çenesine yasladı. Gözleri mutlulukla kapanmıştı. Kollarının arasında bir kuş gibi titriyordu.

Devrim onun alnını, şakağını, saçlarını öptü. Dudaklarını yanağında sonra da kulağında gezdirdi. Sonra yüzünü o çok sevdiği saçlarının arasına gömdü ve o muhteşem kokuyu içine çekti. Özlem boğuk bir hal almış, boğazını düğüm düğüm yapmıştı.

"Evet," dedi. "Çok özledim."

İKİ GÜN SONRA - DÜĞÜN GÜNÜ

"Muhteşem görünüyorsun Gamze. Kızım...öyle böyle değil, gözlerim kamaşıyor resmen! Ne kadar güzel bir gelin oldun sen."

Aynada kendime bakarken kalbim ayaklarımın dibine düşmek üzere, diye düşündüm heyecanla. Yemin ederim her yerim titriyordu. Buna alışmam gerek diye kendi kendimi telkin ediyordum ama hiçbir faydası yoktu.

Düğünümüz muhteşem bir yerde olacaktı. Büyük bir kış bahçesinde. Isıtmalar, yağmura hazırlık olarak çadırlar, çadırların etrafında yakılmış meşaleler, gelin ve damadın ayrıca davetlilerin dans edebileceği ışıklarla, beyaz kır çiçekleriyle süslenmiş bir taraça ve birbirinden güzel ikramlıkların da olduğu, muhteşem bir organizasyon olmuştu. Her şey istediğim gibiydi. Devrim bunun için gerçekten çok uğraşmıştı.

Bütün bu şatafatlı görsele rağmen gelinliğim ise son derece sadeydi. Öncelikle kabarık değildi, soğuk havaya aldırış etmeden hem göğüs hem de bel kemiğimin ortasına kadar inen bir sırt dekoltesi vardı. Transparanmış gibi görüntü veren bir kumaşın üzerine tek tek çiçekler işlemiştim. Sanki tenim görünüyormuş gibiydi ama harika görünüyordu. Tıpkı hayalimdeki gibiydi. Omuz detayları da bir harikaydı. İki kolu da sırf dantel çiçeklerin birleşiminden dikmiştim ve omuzlarımdan düşüyor, kolumu sarıyordu.

Aslında ben saçlarımı açık bırakmıştım, ancak kızlar omuzlarımı, boynumu, belimi ve sırtımı bu kadar açık eden bir gelinlikte topuz bir modelin daha iyi olacağını söylemişlerdi. Onlara göre bu görüntüleri saçlarımla kapatmamalıydım.

Böylelikle saçlarım ensemde toplanmış, önümden başlayan muhteşem bir örgü arkaya doğru uzatılmış ve topuzumla birleştirilmişti. Yüzümün kenarlarından sarkan saç tutamları harika görünüyordu. Makyajımı da çok beğenmiştim. Gözlerimi müthiş gösteren farlar, koyu kırmızı rujum ve yüzüme vuran mutluluğumla tam da O'na layık bir gelin gibi olmuştum. Onun beni beğenmesini deli gibi istiyordum.

"Gerçekten güzel olmuş muyum?" diye sordum odadaki kızlara. Hepsi de birbirinden güzel olmuştu ve ben onlara bayılıyordum.

Leyla, "Güzel de laf mı," dedi. "Muhteşem ötesi görünüyorsun. Devrim eğer aşık olmasaydı, işte şimdi seni görünce aşık olurdu."

Kalbimdeki kuşlar kanatlanmaya başlamıştı. Bakışlarımı ablama çevirdim ve soru sorar gibi baktım ona. Onun fikri çok önemliydi, bir de Efe'ye soracaktım tabiki.

Ablam gülümseyerek yanıma geldi ve bana sarıldı. "Sen zaten çok güzelsin," dedi duygulu bir sesle. "...bu gelinlik seni daha da güzelleştirmiş. Çok güzel bir gelin oldun bir tanem."

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde hızlı hızlı kırpıştırdım. Ağlamamalıydım. Zaten kına gecesinde çok ağlamıştım. Düğünde ağlamayacağım diye söz vermiştim kendime. Bunu başarmalıydım.

"Dinle," dedi ablam ayrılırken. "Bu gece için bana sormak istediğin bir şeyler var mı?"

"Yo hayır abla," dedim gülerek. "Sence bir şeyler sormaya ihtiyacım var mıdır?"

"Kimseyle beraber olmadığını biliyorum kuzum, yine de.."

"Beni utandırıyorsun," diye homurdandım ama takılıyordum aslında. Onunla her zaman her şeyi konuştuğum için bir sorun yoktu ancak merak ettiğim bir şey de yoktu. Deneyimim olmasa da bilgim vardı. Ve içimden bir ses, tutkuyu, aşkı, iç güdülerini takip edersen gecenin sonunda büyük bir patlama olacak diyordu.

Heyecanla ürperdim. Devrim'in iri vücudunu, sıcaklığını düşündükçe kendimden geçecek gibi oluyordum.

Kapı çaldı.

Ablam, "Damat değilsen gir!" diye bağırdı.

Kapı hemen açıldı ve içeriye Efe girdi. Gözleri beni bulunca şaşkınlıkla irice açıldı, hemen sonrasında kaşlarını çatarak kapıyı kapattı ve bana doğru yürümeye başladı. Son derece somurtkan bir ifadeyle, "Güzel olmuşsun." dedi ve bir çocuk gibi koluma vurdu. "Niye bu kadar güzel olmuşsun?"

"Ah!" diye inledim onun bu isyankar tavrına karşı. Evleneceğimi bir türlü kabullenemiyordu. Kollarımı açtım ve, "Buraya gel salak şey." dedim. Dev gibi bir boyu olmasına rağmen sarılabildik, zira gelinliğim ile aşağıya inmeden önce hiçbir yerimin bozulmasını istemiyordum.

Efe'yi anlıyordum, ben her kardeşimin düğününde hüngür hüngür ağlamıştım. Kolay değildi. Bir zamanlar birbirimizi popolarımızda bez varken kovalarken, bir zaman gelmiş ki onlar evleniyordu. Hayat adil değildi, neden bu kadar hızlı geçip gidiyordu? Neyseki hepsi de bana muhteşem yeğenler vermişlerdi, böylelikle kendilerini affettirmişlerdi.

Efe'nin de buna alışacağını biliyordum. Ben alışmışsam o da alışacaktı.

Ayrıldık ve Efe gözlerimin içine baktı. "Her zaman yanında olacağız biliyorsun değil mi?"

Başımı aşağı yukarı salladım. "Ama beni ağlatmayın lütfen." Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım.

Aşağıda tören çoktan başlamıştı. Gelin ile damadın inmesini bekliyorlardı. Devrim ile benim inmemi bekliyorlardı.

Bir kez daha kapı çaldı ve ablamın gir demesini beklemeden Güney ile Demir içeriye girdi. İkisi de ıslık çalarak bana baktılar ve sonra yanıma gelip elimden tutarak beni kenti etrafımda döndürdüler. Sonra da bana sıkı sıkı sarılıp ne kadar güzel olduğumu söylediler. Onlar benim kardeşlerimdi ve ben onlara inanıyordum.

Odaya daha sonra annem, dayım Aykut, sonra da babam girdi. Ağlamamaya çalışmak çok zordu, özellikle babam bana hayran hayran bakarken gizlice gözyaşlarını silerken ve hiçbir şey demeyip de bana sıkı sıkı sarılırken, ağlamamak gerçekten çok zordu.

Kulağıma, "Hep mutlu ol Gamze'm," diye fısıldadı ve alnımdan öptü. Sonra da anneme sarılmama izin verdi.

Bir zamanlar küçücükken onların yanında, onlara ait olmak çok güzeldi ama aynı zamanda garipti de. Fakat şimdi büyümüş, onların yanından ayrılıyorken sanki o eski günler hiç yaşanmamış gibiydi. İleride evlatlarım olduğunda ve onların evlenmek için bana gelip izin istediklerinde buna nasıl izin vereceğimi düşünüyordum. Nasıl yapacaktım sahi? Çok zor olmalıydı.

İç çektim.

Dayım da beni sıkıca kucakladı ve alnımdan öptü. "Hep mutlu ol şeker kız," diye fısıldadı. "Her zaman arkandayız unutma."

"Biliyorum dayıcığım," diyerek ona bir kez daha sarıldım.

En sonunda kardeşlerim odadan çıktılar, annemle babam da çıktı. Dayım da. Ablam gelinliğimin küçük duvağını önüme koydu. Muhteşem bir aranjman ile hazırlanan kır çiçeği buketini elime tutuşturdu ve yanağımdan öpüp o da odadan çıktı.

İşte, beni tek başıma bırakmışlardı.

Onlar çıktıktan iki dakika sonra kapı açıldı ve içeriye Devrim girdi.

Göçüm!

O ne yakışıklılıktı öyle? Bana hiç mi acıması yoktu? Siyah jilet gibi bir takım elbise, beyaz bir gömlek ve muhteşem, gıcır gıcır parlayan ayakkabılar giymişti. Kirli sakalı kalmamıştı. Saçları mükemmel görünüyordu. Takım elbisesinin cebinde küçük, beyaz bir papatya vardı. Gözleri üzerimde gezinirken kapıyı usulca kapattı.

Bana doğru birkaç adım attı ancak sonra durdu. Yüzü kaskatı kesilmişti. Çenesi gerilmişti. Omuzları dimdikti. Sanırım iyi değildi.

Endişelenerek, "İyi misin canım?" dedim ve ona doğru ben yürüyüp tam önünde durdum. Duvağımı elimle geriye iterek onun gözlerine baktım. Beni ilk kez görmüş gibi bakıyordu. Gözlerini yüzümden hiç ayırmıyordu. Donmuş kalmıştı sanki.

"Devrim?" dedim daha da endişelenerek. Elimi kaldırdım ve yanağına koydum. Sakalları gittiği için üzülmüştüm ama onların birkaç güne yeniden çıkacağını biliyordum. "Canım?"

Yanağını elime bastırıp gözlerini yumunca derin bir nefes aldım ve ona biraz daha sokuldum. Yükselip, dayanamayarak, çenesine bir öpücük kondurdum. Gözlerini açtı ve bana baktı. Hemen sonrasında kolunu belime dolayarak beni kendine çekip alınlarımızı birbirine değdirdi. "İşte şimdi," diye soludu. "...bir Peri olmuşsun."

Gülümseyerek, "Gerçekten mi?" diye fısıldadım. "Beğendin mi? Güzel olmuş muyum?"

Yanağımdan usulca öptü. "Sen benim hayal bile edemediğim bir güzelliğe sahipsin Peri." Yüzünü açık boynuma gömdü ve dudaklarını önce boynuma sonra da omuzumun kıvrımına bastırdı. Heyecanla irkildim. Kollarımı sırtına dolayarak ona sarıldım. "Sen de çok yakışıklı olmuşsun," dedim heyecanla. "Muhteşem bir erkek."

Kısık sesle güldüğünü duydum. Sonra çekingen bir sesle, "Teşekkür ederim." dedi.

İlk kez ben 'mükemmel değilim Peri' demiyordu.

Hissettiğim kat kat mutlulukla,"Sonunda evleniyoruz," diye mırıldandım.

Bana sarılırken, "Evet." dedi ve gülümsedi. "Evleniyoruz."

Biraz olsun gerginliğinin azaldığını hissettim...ancak sonrasında onun gergin değil, heyecanlı olduğunu fark ettim. Vücudumuz birbirine yapışmışken, "Buradan direkt eve ışınlanamaz mıyız?" diye sızlandım.

Dudaklarını alnıma bastırarak geri çekildi. Sonrasında ceketinin iç cebinden küçük bir kutu çıkardı.

"Bu ne?" diye fısıldadım.

"Kolyesiz Peri olur mu?" diye sordu ve kutunun kapağını açtı. Bir peri modelinin olduğu, muhteşem bir kolyeydi. "Arkanı döner misin?" diye mırıldandı boğuk bir sesle. Hemen itaat ettim ve o da kolyeyi boynuma taktı. Sonrasında da ensemde ılık dudaklarını hissettim.

"Dışarısı soğuk," diye fısıldadı. "Üşüyeceksin."

Isıtma yeterli değil miydi?

"Ceketim var," diye mırıldandım ve ona döndüm. Kolyemin ucunu tuttum. Bu kadar düşünmesi, bana bu kadar değer veriyor olması ayaklarımı yerden kesiyordu. Beni düşünüyordu, benimle ilgileniyordu. Beni seviyordu.

Oysa bir zamanlar telefonlarımı bile açmıyordu.

Ketum, zor, duvar gibi bir adamdı.

Şimdi ise... geçirdiği değişimi anlatmam imkansızdı. Amerika'dan döndüğünden beri sanki bambaşka birisi olmuştu.

"Çok teşekkür ederim." Ayak ucunda yükselerek dudaklarına minik bir öpücük kondurdum.

Tam o sırada kapı çaldı ve ablam içeriye girdi. "Hadi artık gitme vakti."

Elimle duvağımı düzelttim ve Devrim'in uzattığı koluna girdim. Birlikte kış bahçesine indik ve bizim için hazırlanan çiçeklerle, ışıklarla döşenmiş geçidin içinden geçmeye başladık. Üzerimizden çiçekler atmaya başladılar. Müthiş bir alkış tufanının arasında yürüyerek nikah masasına, bizi bekleyen nikah memuruna doğru yürüdük.

Müzik, Seal'in Stand By Me, salonda yankılanıyordu. Giriş için bu müziğin özellikle çalmasını istemiştim. Çok sevdiğim bir müzikti.

Devrim, nikah masasına yürüyeceğimizi düşünmüştü ancak onu yarı yolda durdurdum ve dans etmek istediğimi belli edercesine ona gülümsedim. Beni kollarının arasına aldı ve müzik eşsiz bir şekilde içimize işlemişken dans etmeye başladık.

'Yanımda ol..' diye geçirdim içimden. Ne olursa olsun yanımda ol. Müziğin sözlerine eşlik ederek ona sıkı sıkı sarıldım. Birbirimize sarılarak dans ettik. Kalabalığın alkışlarıyla bize eşlik ettiğini hayal meyal, duyabiliyordum, ama benim tek duyduğum şey bu akıl almaz güzellikteki müzik ve Devrim'in kalp atışlarıydı. Ve kendi kalp atışlarım.

Kolumu Devrim'in boynuna doladım, diğer elimle de belini kavramıştım. O ise...o ise beni hiç bırakmayacakmış gibi tutuyordu.

Biliyordum. Bu kadar insanın içinde çok gerildiğini biliyordum ama yine de bana ayak uyduruyordu. Ama yine biliyordum ki, söz konusu bensem hiçbir şey umurunda olmuyordu. Şu anda kendisini bende kaybetmişti, belki de ne bu kalabalığın ne da başka hiçbir şeyin farkında değildi.

Müzik sona erecekken yavaşladık ve başımızı geriye atıp birbirimize baktık. Gülümsedim. Gülümsedi. O anda kalbim eridi. Bütün hücrelerim parçalara ayrılırken onun gülümsemesini de kendileriyle birlikte paylaşıyorlardı sanki. Bir adam gülümsediği zaman bu kadar güzel bir şey çıkıyorsa ortaya, belki de akıl sağlığı için gülümsememeliydi.

Müzik sonunda bitti ve hafif bir arka plan müziği çalmaya başladı. Devrim ile birlikte bu sefer nikah masasına yürüdük ve yerlerimize oturduk. Alkışlar nihayet kesildi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Böyle olacağımı bilseydim bu kadar cümbüşe gerek duyar mıydım? Kaçırırdım onu ve sade bir nikahla işime bakardım. Ancak şimdi bütün kalabalığın önünde nihayet onun karısı olacağımı bilmek ayaklarımı yerden kesiyordu.

Masanın altından uzanıp Devrim'in elini aradım. Bulduğumdaysa elimi avucunun içine aldı ve sıkı sıkı tuttu. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi, sonra masanın altından çıkarıp elimi dudaklarına götürerek öptü. Sonra yeniden masanın altına indirdi.

Kalbim hiç de iyi değildi.

Nikah memurunun hayal meyal soruları sorduğunu duydum. Ağzımdan hasret dolu bir evet çıkarken herkesi yine kendime güldürdüm. Devrim de boğuk bir sesle, "Evet!" dediği anda, işte ben O'nun oldum.

Sonrasını hatırlamıyorum. Titreyen ellerle imzayı atışımı, Devrim'in alnımı öpüşünü, ailemle sarılışımı ... hepsi birer hayalmiş gibi geliyordu o anda.

Devrim ile birlikte yeniden dans etmek için taraçaya geçtiğimizde, "Gerçek mi bu?" diye fısıldadım. Eğildiğini, dudaklarını şakağıma bastırdığını hissettiğimde gözlerimi mutlulukla yumdum. Bana gerçek olup olmadığını söylemedi. Öpücüğü son derece gerçekti.

Seyyan Hanım'dan, Bakışların derin derin müziği çalmaya başladı. Devrim bileklerimi yakaladı ve beni kendi etrafımda döndürdükten sonra göğsüne çekti. Ağzımdan şuh bir kahkaha çıktı.

Müzik akıp giderken, notaların, o muhteşem sözlerin arasında eridik. Devrim'e yaslanarak, "Sana doymaya ömrüm yetmez." diye fısıldadım.

Bir kolunun belime dolandığını hissettim. Bu kadar yakın duruyor olmamız, bizi izleyenlerin ne düşündüğü hiçbiri umurumda değildi. Ona yakın olmak istiyordum. Dudaklarının kulağıma değdiğini hissettim. "Aşktır senin her yerin."

"Hım..." diye fısıldadım mutlulukla. Kollarımı ona daha da sıkı doladım ve başımı göğsüne yasladım. Gözlerimi kapattım. Burada böyle olmaktan dolayı çok mutluydum. Sıcaklığını, kokusunu, bana ait oluşunu içime çektim.

Müzik bitip yerine hareketli bir parça çalmaya başlayınca kıkırdayarak ondan ayrılmadan başımı kaldırdım ve o yakışıklı yüzüne baktım. "Oynayalım mı?" diye sordum. Oynamayacağını biliyordum. Başını iki yana salladı ve gülümsedi. Tam o sırada etrafımıza sokulan kardeşlerimin varlığını hissettim. Birisi beni Devrim'den ayırdı. Devrim gözlerini benden ayırmadan usulca kenara çıktı. Ablası Armağan'ın yanına giderek sandalyeye oturdu ve onun elini tuttu.

Kızlar etrafımı sarmıştı. Güney elimden tuttu ve beni kendisine çekerek, çılgınlar gibi dans etmeye başladı.

Kahkahalar attım.

Hayatımda bugüne kadar evlenmediğime bir kez bile pişman olmamıştım. Bugünü hiç unutmayacaktım.

Gelinliğimin eteklerini tutarak kardeşlerime ayak uydurmaya başladım. Güney ile omuzlarımızı çarpıştırdık ve kendi etrafımızda döndükten sonra kahkahalar atarak sırt sırta verdik ve başımızı sağa sola sallayarak salınmaya başladık. Kalabalık artmaya başlamıştı.

Müzik daha da hareketlendi. Birinin elimden tuttuğunu hissettim. Başımı çevirdiğimde Efe ile karşılaştım ve koşarak kollarının arasına girdim. Beni belimden yakaladı ve havaya kaldırdı, hemen sonrasında kendi etrafında dönerek çığlıklar atmama neden oldu. Ellerimi havaya kaldırdım ve kendimi rüzgara karşı açılmış bir yelken gibi hissederek gözlerimi kapattım.

Efe beni yere indirdiğinde elimi tuttu ve diğer elini de belime koyarak dans etmeye başladı. Bu slow dans pozisyonunda, son derece hareketli bir şekilde yapılan danstı. Ayaklarımız birbirine çarpıyor, yerinde zıplıyor kahkahalarımız etrafımızda çınlıyordu.

Hiç bu kadar eğlenmiş miydim sahi?

Kardeşlerimle çılgınlar gibi eğlendikten sonra soluklanmak için durduk. Devrim'in yanına gittim ve o da hemen elimi tuttu. Biraz Armağan'ın yanında durduk, onunla sohbet ettik. Sonrasında aileme döndük. Birlikte misafirleri tek tek selamladık. Bazılarıyla birkaç dakika sohbet ettik. Devrim'in tanıdığı kişiler beni, benim tanıdığım kişiler de Devrim'i tanıdı.

Böylelikle aradan iki saat geçmişti. Pasta kesildi. Danslar edildi. Muhteşem bir cümbüşün içine doğmuşuz gibiydi. Devrim ile sahneden neredeyse hiç inmedik. Sadece ara ara soluklanmak için masamıza dönüyor ve el ele oturuyorduk.

Devrim ile dans etmek için sahneye çıktık bir kez daha. Andrea Bocelli'nin, Besame Mucho müziği çalmaya başladı. Devrim'e yaslanırken gözlerinin içine bakarak, "Öp beni." diye fısıldadım.

Cüretime şaşırdı, etrafı şöyle bir taradı, hemen sonrasında gülümseyerek eğildi ve dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurdu. Bunu yaparak beni şaşırtmıştı. Kalabalığın onu gerdiğini düşünüyordum. Gülümsedim. Bakışları dudaklarıma kaydı ve iç çekti. "Ah Peri..." Kolları etrafıma dolandı. Normal gelinle damat gibi birbirinden ayrı dans eden bir çift olmamıştık. Vücutlarımız birbirine değmiyordu, sanki karı koca değilmişiz gibi ellerimiz birbirini tutmuyor, aksine birbirine sarılıyordu.

Sanki bir mezuniyet balosundaymış gibi samimiyetsiz dans eden gelin-damat çiftlerini gördükçe hep kızardım. O zamanlar bile eğer ben evlenirsem asla böyle dans etmeyeceğim diye söylenirdim.

Şimdi o anlar aklıma gelince gülümsedim. Şakağıma değen dudaklar kıpırdayıp, "O güzel gülümseme neden?" dediğinde daha da gülümsedim. Vücutlarımızın arasında tek boşluk kalmayıncaya kadar kendimi ona bastırdım ve iç çekerek, "Çok mutluyum!" dedim. "Sen?"

"Mutluyum." diye fısıldadı. Bir miktar belirtmesine gerek olmadığını biliyordum. O da çok mutluydu. Ve bu mükemmeldi. Müzik bitip yerine yeni bir müzik başladığında birden yanımızda babam belirdi.

"Kızımla dans edebilir miyim?" diye güldü. Devrim kibarca beni bırakıp geri çekilirken yerini babam aldı.

"Baba?" diye fısıldadım ve ona sarıldım. Hayatım boyunca kimseden görmediğim kadar sevgi görmüştüm ondan. Ve en güvendiğim insan da oydu her zaman. Bir kız için baba ne demekse, benim için de oydu babam. Muhteşem bir baba olmuştu. Söz konusu Devrim iken benim deliliklerime de katlanmıştı, üzerime çok gelmemiş daima yanımda olmuştu. Beni biraz da onun varlığı toparlamıştı.

Onu o kadar seviyordum ki.

"Demek seninle de dans edecektim," diye mırıldandı. Düğün danslarından bahsediyordu. Kardeşlerimin eşleriyle ve ablamla dans etmiş en son sıra bana gelmişti. Belki de sıranın bana hiç gelmeyeceğini düşünüyordu. Ama işte, bugün burada, benim düğünümdeydi ve benimle de dans ediyordu.

"Çok mutluyum baba," diye mırıldandım sevgiyle. "Çok teşekkür ederim."

"Ne için teşekkür ediyorsun Gamze'm?" diye sordu.

Mutluluk gözyaşları gözlerimi yakmaya başladı. "Bu kadar harika bir baba olduğun için."

"Ah," dedi ve bana sarıldı. Yine her zamanki verdiği cevabı vererek, "Annen sayesinde." dedi. "Ama siz de muhteşem çocuklardınız. Her birinizin yeri ayrı. Keşke beş çocuk daha yapsaymışız." Güldü.

Kahkaha atarak, "Baba!" dedim ve onunla dans etmeye devam ettim. Bana daima yanımda olduğunu, en ufak sorunda yanına gidebileceğimi, beni çok sevdiğini söyledi. Bir kızın babasından duyabileceği en harika sözlerdi.

Efe gelip dansımızı yarıda kesene kadar dans ettik. Babam gülerek beni ikizimin eline bıraktı. Efe, "Hala inanamıyorum." diyerek beni kendine çekti.

Ona, "Ne zaman inanacaksın acaba?" diye sordum. "İkizlerle kapını çaldığımda mı?"

Sırıttı. "Olabilir."

Ben de ona güldüm. Müzik devam ederken biraz sohbet ettik. Sonra Demir ve Güney ile de dans ettim. Bu akşam o kadar çok dans etmiştim ki. Gecenin son dansını ise yeğenlerimle yaptım. Ortalarına geçtim ve hareketli bir müzik çalmaya başladığında hepsiyle dans etmeye başladım. Gelinliğimin eteklerinden tutarak benimle birlikte döndüler. Galip çekingen çekingen hareket ederken onu yanıma çağırdım ve yan yana dans ettik. Sonra çömeldim ve hepsini tek tek kucağıma çağırarak her birine ayrı ayrı sarıldım.

Onlarla oynamak o kadar iyi gelmişti ki, bütün yorgunluğum uçup gitmişti.

Her şey yavaş yavaş sona erdiğinde bu muhteşem düğün için organizasyon şefine teşekkür ettim. Ailemle tek tek vedalaştık ve Armağan'a sıkı sıkı sarıldım. Devrim biz yokken onun annemlerle kalıp kalamayacağını sormuştu, Armağan itiraz etse de babam hemen kabul etmişti. Doğal olarak Armağan biz dönene kadar annemlerle kalacaktı.

Eşyalarımız çoktan çiftliğe gönderilmişti. Devrim ile yola çıktığımızda yağmur yağmaya başladı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu çünkü bu gece, benim bütün benliğimi sarsacak, kalbimi durduracak bir gece olacaktı.

Bu kadar titriyor olmak soğuktan değil, heyecandandı.

Bu gece nasıl olacaktı?

DEVAMI GELECEK!

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu