Peri ve Kuzgun 51. Bölüm

Bölüm 51 : Heyecan

GAMZE

İyi değildim. Birilerini fena halde özlemiştim. O güzel gözleri, güzel bakışları, o güven veren kolların sıcaklığını, o dudakların tadını özlemiştim. Gerçi ilk kez öpüştüğümüz gecenin üzerinden koca bir, bir buçuk gün geçmişti. Devrim söylediği gibi gerçekten de çok yoğundu. Onu görmeye gittiğim sabah, birlikte kahvaltı yaptıktan sonra bir daha görememiştim. 

Ertesi akşam gerçekleşecek olan isteme için, ben de aşırı derecede yoğundum. Bugüne özel bir elbiseyi tasarlayıp dikmekle o kadar meşguldüm ki, Devrim'in ofisinin bulunduğu oteline ani bir baskın bile veremiyordum.

Telefonumu sık sık kontrol etmeme rağmen ondan bir mesaj da alamıyordum. Gün içinde bir kere o en az beş kere de ben arıyordum. Konuşmalarımız kısa sürüyordu çünkü o da en az benim kadar yoğundu. Her ne kadar telefonun ucundan onun o titreşimli sesini duymak beni büyülese de, yüz yüze olduğu kadar tatmin etmiyordu. 

Onu görüp, ona sarılmam, kokusunu içime çekmem gerekiyordu.

Moda evinde akşam saatleriydi ve doğru dürüst bir yemek bile yemiş sayılmazdım. Çok sevdiğim pastane poğaçaları ile akşam yemeğini geçiştirmiştim ve arada bir de badem şekeri ile damağımı tatlandırıyordum.  Ancak elimin altında kayıp giden kumaşın her bir detayında Devrim'in yüzünü gören gözlerime ne yapacağımı bilemiyordum.

Onu özlemiştim. Tekrar aramak istiyordum. 

Ancak bir türlü cesaret edemiyordum. 

"Kızım evine git de dinlen Allah aşkına. Bırak devamını da ben dikeyim." 

Neşe'nin sesini duyunca irkildim ve dikmeyi bıraktım. Elinde taze kahveyle geldiğini görünce, "Sen harikasın!" diyerek elimi uzattım.

"Evet evet öyleyim," diye homurdandı ve kahveyi elime tutuşturdu. "Şu gözlerinin altında oluşan torbalardan haberin var mı? Uykusuz görünüyorsun."

"Ne yapabilirim?" dedikten sonra kahvemden bir yudum aldım. "Yetiştirmek için uğraşıyorum."

"Ben de yapabilirim biliyorsun," diye itiraz etti. 

"Kendi ellerimle  dikmek istiyorum Neşe, üzerine alınma canım arkadaşım..ama kendim emek vermek istiyorum. Sen asıl bundan sonrasını gör. Gelinliğim için gece gündüz uyumayabilirim." 

Gözlerini devirişine gülümsedim ve kahvemden bir yudum daha alarak yerimden kalktım. Emek verdiğim muhteşem elbisenin kahve lekesi olmasını istemezdim. 

"Tamam da yavrum en azından yardım alabilirsin, kendine bu kadar yüklenme. Sonra çirkin bir şeye  dönüşürsen Devrim seni almaz ona göre."

Belki normal bir erkekten bahsediyor olsak bu gerçek olabilirdi ama söz konusu Devrim olduğunda, onun beni çirkinlik abidesine dönüşsem bile alacağını biliyordum - gerçi ben çirkinlik sıfatına pek bir anlam yüklemiyordum. İnsanlar olduğu haliyle, kendine has bir güzellik taşırdı ve bu düşünce bana birçok dost da kazandırmıştı. 

Neşe kahkaha attı ve, "Bu laf da pek doğru olmadı şimdi," diye konuştu. "Devrim seni her halinle kabul edecek gibi duruyor."

Yanaklarıma tatlı bir ısı yayıldı. O adamın isminin bile üzerimde titreten bir etkisi vardı. Keşke şimdi burada olsaydı da kokusunu içime çekseydim diye düşündüğüm o çoğu andan biriydi. Hülyalı hülyalı öpüşmemizi düşünerek kahvemi yudumladım. 

"Onu göremedin diye bu kadar üzülme, en azından telefon var elinde. Arasana kızım." 

"Arıyorum, arıyorum da kısacık sürüyor konuşmalarımız. Hep birileri gelip bölüyor."  Yüzümü buruşturdum. "Çok özledim. Ya ertesi güne kadar göremezsem? Acaba sabah yine otele mi gitsem?" 

"E git o zaman, ne düşünüyorsun? Hatta şu an arayabilirsin. Hem işine biraz ara ver. Bir şeyler yedin mi sen?" 

Başımı iki yana salladım. "Doğru dürüst bir şey yemedim aslında." Onu şu an arama fikri o kadar caydırıcıydı ki, açlığımı düşünmüyordum bile.  "Arasam mı acaba? Buraya çağırsam, dışarıdan bir şeyler sipariş versem? Birlikte yesek? Hem ben biliyorum onu, o da yemek yemeden çalışıyordur."

Bu konuda ona çok kızıyordum. Zaten ayrı kaldığımız o dönemlerde epey bir kilo kaybı yaşamıştı, şimdi o verdiği kiloları geri almak zorundaydı. 

"Şu an ne yapıyor acaba?"

"Kendi kendine sorular sorma da onu ara, sorularını ona sor." 

Gülümseyerek kahvemi bitirdim ve telefonuma uzandım. "Doğru diyorsun aslında. Onu arayayım ve buraya gelmesini söyleyeyim."

"Aynen. Onun birden çözülmesini ve günün her saati seni aramasını bekleme. Sen üzerine gideceksin, kabuğundan çıkmaya zorlayacaksın onu."

Ekrana widget olarak eklediğim, 'Yektam'a tıkladım.  Telefonu kulağıma götürürken, hızlanmaya başlayan kalp atışlarımı hissetmek için elimi göğüs kafesime bastırdım. 

Birazdan sesini duyacak olmanın verdiği heyecanla sarsıldım. 

Ah, onu ne kadar çok seviyordum.

Elimi göğsümden çekerek yüzük parmağımdaki yüzükle oynamaya başladım. Baş parmağımla tasarım yüzüğünü çıkarıp geri takıyordum. 

Çalıyor. Çalıyor. Çalıyor.

"Açmıyor mu?" diyen Neşe'ye başımı iki yana sallayarak baktım. Çağrı düştüğünde hayal kırıklığı ile telefona baktım. "Galiba çok meşgul. Ya da bilmiyorum.."

"Bir kez daha ara."

"Meşgulse rahatsız etmek istemiyorum." Dudaklarımı büzdüm. Telefonu masanın üzerine koydum ve parmağımdaki yüzükle oynamaya başladım. 

"Çağrını görürse geri döner o halde." Neşe, önümdeki kahve bardağını alıp çöpe attıktan sonra yeniden karşıma oturdu. "Yüzüğün çok güzelmiş. Nereden aldın?"

"Ayşegül'ün tasarımlarından. Çok güzel değil mi? Hem çok sade, hem çok hoş." Parmaklarımı açarak yüzüğümü ona gösterdim.  Yüzük sade bir alyans gibiydi ancak motif olarak üzerine keltçe bir söz işlenmişti. Ta gra agam ort. 

"Üzerinde ne yazıyor?"

"Seni seviyorum' yazıyor." 

"Ne kadar güzel.. Ayşegül'e söyleyeyim benim için de bir tane yapsın." Kendi parmağındaki yonca çiçeğinin çok hoş bir tasarımı olan yüzüğünü bana gösterdi. "Ben de son zamanlarda bunu çok takıyorum." 

"O da çok güzel," diye mırıldandım yüzüğüne hayranlıkla bakarken. 

"Devrim sana yüzük almadı mı?"

Parmağıma şaşkınlıkla bakakaldım. Sonra bu konuyu Devrim ile hiç konuşmadığımızı fark ettim. Ona aldığım yüzüğün olduğu diğer parmağımı dudaklarıma götürüp öptüm. Onun parmağında da ona aldığım yüzük duruyordu. İkimiz için aldığım, ona evlenme teklif ettiğim o yüzükleri birkaç ay önce lunaparkta düşürmüş ve ardıma bakmadan gitmiştim. Devrim o yüzükleri saklamıştı.

"Bu yüzükler çok kıymetli," diye fısıldadım. "Ben almış olabilirim.. çok kıymetli."

"O da takıyor mu peki?"

"Takıyor..." kalbim sevinçle doldu. "O akşam bu yüzükleri birbirimizin parmağına taktığımızdan beri hiç çıkarmadık. Yani en azından ben hiç çıkarmadım. O da çıkarmamıştır eminim."

"Ne güzel ama ben yine de sana yüzük alıp almayacak mı merak ediyorum." Sinsice gülümseyerek gözlerini kıstı. 

"Ah Neşe!" diye söylendim mutlulukla. "Bu konuda onun üstüne fazla gitmek istemiyorum çünkü tecrübesiz. Neyin nasıl olacağını bilmiyor."

Neşe bir pöff sesi çıkardı. "Kızım bu adam kaç yaşında? Bir kadınla doğrudan ilişkisi olmasa bile hiç mi aklı yok? Eminim senden benden bilgilidir. Duymuştur, görmüştür. Oteller zincirinin sahibi bu adam.. otellerde ne çiftler vardır eminim. Kızım hiç mi televizyon izlemiyor? Ya da internette gezmiyor? Şu günlerde kafasını kaldırıp baksa ortalık çift kaynıyor. Kahrolasıcalar olan var olmayan var diye düşünmüyorlar bile."

Kıkırdadım. 

Gözlerini kısarak bana yarı şaka yarı kızgın bir bakış attı. "Sen mutlusun tabi şekerim, koca adayını buldun sonunda. Ama ben..." Devamını getirmeyerek sustu.

Ona doğru uzanıp elini tutmuştum ki birden giriş kapısının melodisi çalmaya başladı. Akşam saatleri olduğu için ve mekan çoktan kapandığı için müşteri gelmiş olamazdı. Neşe ile ikimiz de ayaklanarak odamdan çıktık ve girişte duran yakışıklıyı görünce kalakaldık.

"Devrim?" Soluksuz çıkmıştı sesim. "Burada ne işin var?"

Baştan aşağıya siyahlar içindeydi ama sanki ruhumu baştan başa bembeyaz bir aydınlığa bürüyormuş gibi hissediyordum. Arkamda Neşe'nin uzaklaşan ayak seslerini duydum. Gözlerimi Devrim'den ayıramıyordum.

Bana doğru iki adım atınca transtan sıyrılarak hızlı adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Yüzünde tatlı bir ifadeyle beni beklerken ben kendimi onun kollarına attım. Ona sıkı sıkı sarılarak kollarımı boynuna doladım ve kokusunu içime çektim. 

"Ah! Özledim..." Yüzümü boynuna gömdüm ve ciğerlerimi bayram ettiren o mis gibi kokusunu derin derin soludum. "Özledim."

Kollarının bedenimi sardığını ve beni sıkıca kucakladığını hissettim. Gözlerim kendiliğinden kapanırken kalbimin sesine kulak vererek kendimi ona bıraktım. Sadece ondan destek aldım. 

"Burada olduğuna inanamıyorum," diye fısıldadım. "Telefonda çok yoğun olduğunu söylemiştin."

Yüzünü saçlarımın arasına gömdüğünü hissettim. Sonra geri çekildi fakat beni bırakmadan bana sıkı sıkı tutundu. Gözlerimin içine bakarken yüzlerimizin arasında yalnızca santimler vardı. Gözlerindeki o ifade o kadar güzeldi ki. Eskiden o gözlerin ne kadar donuk olduğunu görür hayıflanırdım. 

Yalnızca küçücük bir his parçası görmek isterdim. 

Şu an ise duygu yoğunluğundan gözlerine uzun süre bakamıyordum. Kalbimin bunu kaldırabileceğini sanmıyordum.

"Yoğundum zaten," diye mırıldandı boğuk bir sesle. 

Cümlesinin devamını getirmedi ama ben anladım. 'Ama seni görmek istedim' demek istemişti. 

"İçeriye gel," diyerek geri çekilip elinden tuttum ve onu odama çektim. Tam kapıdan içeriye girecekken Neşe'nin ceketini giymiş, çantasını almış bir şekilde çıktığını gördüm.

"Gidiyor musun?" diye sordum arkadaşımın varlığını bile unuttuğum için biraz utanarak. 

Yüzünde güçlükle sakladığı sırıtmayla bir bana bir arkamda duran Devrim'e baktı.  "Gidiyorum muhabbet kuşları. Yarın görüşürüz." 

Devrim'e, "İyi akşamlar." diye selam verdi ve sonra çıkıp gitti. 

Devrim, "Kapıyı kilitlemen gerekmez mi?" diye konuştu. "Ben içeriye öylece giriverdim." Sesinde onaylamayan hatta kızan bir ton vardı. 

Elini bırakarak, "Dalgınlığıma gelmiş," diye mırıldandım gülümseyerek. Beni sahiplenmesi, korumak istemesi gururumu okşuyordu.  Kapıları kilitledim ve stor perdeleri indirdim. Sonra dönüp ona baktım. Bakışlarının odağındaki insan olmak o kadar müthiş bir duyguydu ki. O bana böyle gözlerini dikip bakarken benim elim ayağım birbirine dolanıyordu.

Odama girerken heyecandan sabit yürümekte zorlanıyordum. Az önce Neşe ile oturduğumuz koltuğa yönlendirdim ve birlikte yan yana oturduk. 

Aynı anda birbirimize döndük ve aynı anda, "Nasılsın?" diye sorduk. 

Benim sesim heyecanlı, onun sesi ise gergin çıkmıştı. Aramızda kısa bir sessizlik oldu. Birbirimize öylece baktık. 

Saniyeler hızla akıp giderken kalbim yerinden çıkmaya hazırlanıyormuş gibi göğüs kafesimi zorluyordu. Bakışlarını böyle korkusuzca, böyle fütursuzca gözlerimdeydi ki kan akışım hızlanıyordu. 

Vücudumun onun yanındayken verdiği tepkiler inanılmazdı. 

"Çok güzelsin," diye fısıldadı.

Kalbim pır pır etti. Kan yanaklarıma hücum ederken elim ayağım titremeye başladı. Gözlerimi kaçırdım ancak hemen sonrasında onun hareket ettiğini fark edince yine ona baktım. Bir elini kaldırmış bana doğru uzatıyordu. Parmak uçları saçlarıma değdi. Sonra kayarcasına inerek yanağıma, oradan da çeneme indi. 

Parmak uçlarında ne vardı? Sanki vücuduma elektrik akımı veriyormuş gibi tenimi karıncalandırıyordu.

"Sanki seni görmediğim her defasında daha da güzelleşiyorsun," diye mırıldandı ve vücudunu bana çevirdi. Dizleri bacağımın yan tarafına değiyordu şimdi. Kolunu, koltuğun arka kısmına koyarak oradan destek aldı. Parmakları hala yüzümdeydi. Kıpırdayamıyordum bile. Parmağını oradan çeker diye hareket bile edemiyordum.

Hayretle beni süzüyordu. Sanki muhteşemliğiyle büyülenmiş bir tabloyu izler gibiydi. 

"Teşekkür ederim."  Başka ne söyleyeceğimi bilemiyordum. "Seni aradım...biraz önce. Buraya gelmeni rica edecektim.."

Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi ve ben hayretle o gülümsemeye bakakaldım. Bir gün gerçekten buna alışabilecek miydim? 

"Telefonumu otelde unutmuşum. Birden bire çıktım..cüzdanım da otelde kaldı."

Elinin hala saçlarımın arasında olduğu gerçeğine kendimi kaptırmış durumdaydım. Sanki bütün duyularım onun dokunuşunun altında toplanmış gibi hissediyordum. Birazdan saçlarım alev alırsa buna şaşırmayacaktım.

Derin bir nefes alarak, "Yemek söyleyecektim," dedim. "Birlikte yer miyiz? Kesin sen bir şeyler yememişsindir. Hemen şimdi bir şeyler-"

Birden bana doğru uzanınca sözlerim yarıda kesildi. Nefesimi tutarak onu bekledim. Beni öpecek mi? düşüncesinin verdiği ani heyecandan bayılmak üzereydim. Kolunu omuzuma attı ve beni kendisine çekerek göğsüne yasladı. 

Dudaklarını şakağıma bastırdı. Kolları etrafıma dolandı ve ben göğsüne kıvrılırken gergin bir sesle, "Rahatla," dedi. "Ben de gerginim zaten.. bir de sen gergin olursan.." Sesinde muzip bir tını vardı.

Kaslarım gerginlikten değil heyecandan kasılmıştı. Rahat olamayışımın sebebi buydu.

Kollarımı onun beline dolarken, "Ben rahatım zaten," dedim mutlulukla. Yüzümü göğsüne gömdüm ve kazağının üzerinden kokusunu içime çektim. O kadar titiz o kadar temizdi ki. Mis gibi kokuyordu. Çamaşır deterjanının o hoş kokusu hala tazeliğini koruyordu. 

"Hım," diye mırıldandı. "Rahat mısın gerçekten?"

Sesinde karşı koyamadığım bir keyif vardı. Yorgundum, açtım, bitkindim ancak yine de onun yanındayken yaşam enerjim son gaz devredeydi. "Çok rahatım. Gergin de değilim ayrıca... sadece.." Yanaklarımın ısındığını hissederek sustum. 

Yumuşak bir fısıltıyla, "Sadece?" diye sordu. 

Elimin birini belinden çektim ve göğsüne yasladım. Sonra başımı hafifçe kaldırarak çenesinin altından onun o yakışıklı yüzüne baktım. Bana derin derin bakan gözlerinin gözlerimi ele geçirmesine izin verdim.  Kalbimden dökülmek için can atan cümlelerime söz geçiremedim. "Senin yanındayken heyecandan elim ayağım birbirine dolanıyor Devrim Kuzgun. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, nefesim daralıyor, göğsüm sıkışıyor... bütün bunlar olup biterken ben ayakta durmaya çalışıyorum. Gergin değilim hayır... ama birçok şeymişim gibi hissediyorum. Ayaklarımı yerden kesiyor bakışların." Parmaklarımı kaldırdım ve yanağına koydum. Kirpiklerine dokundum. "Bu bakışların var ya..."

Büyülenmiş gibi beni izlerken güçlükle nefes alıp verdim. 

Daha fazla konuşamadım. 

Başını eğmiş yüzüme bakarken, bana bu kadar yakın ve bu kadar derin bir yoğunlukla bakarken konuşamadım. 

Elini belimden çekip yanağıma koyduğunda iç çektim. Bakışlarına dayanamayarak gözlerimi kapattım ve yanağımı avucuna yasladım. Kendiliğinden bana bu kadar sokuluyor olmasına bayılmıştım. Normalde üzerine giden, ona sarılan, onu köşeye sıkıştıran hep bendim. 

O akşamki öpüşmemizi de unutamıyordum. 

"Seni hak etmek için ne yaptım?" diye fısıldadığında gözlerimi hızla açtım ve ona biraz da kızgınlıkla baktım. 

"Asıl ben seni hak etmek için ne yaptım?" Çıkışır gibi konuşmuştum ama onun beni mükemmelleştirmesine, kendisini ise alçakta görmesine dayanamıyordum. "Hayatıma girenler oldu,kaç kişinin elimi tutmasına izin verdim.. oysa sen bana kimseye dokunmadan, kimsenin elini tutmadan geldin Devrim Kuzgun. Asıl ben seni hak edecek ne yaptım?" 

Gözlerinde yanan ateşe yakından tanık oldum. 

"Asıl ben seni hak edecek ne yaptım? Sen resmen piyangosun Devrim Kuzgun. Her genç kadının hayali, beyaz atlı prensi, yakışıklı şövalyesi, -GÜLÜMSEDİ!- kansere çare, yaraya derman,gözlere şenlik bir adamsın sen! Ve seni başka kadınlar değil de ben kaptığım için o kadar mutluyum ki." 

Hala gülümsemeye devam ediyordu. O güzel, biçimli dudakları kenarlara doğru gerilmiş, yanağındaki o aşık olduğum gamzesi ortaya çıkmıştı. Ah bu adam beni büyülüyordu!

"Bak yine gülüyorsun," diye sataştım ona, o akşamı hatırlatarak. Kalbim ağzımda atıyordu. Tenim ısınmaya başlamıştı. Bütün vücudum ona yaslıyken, aklım başımda değildi. Gülümsemesinden öpmek istiyordum yine. "Ne güzel gülüyorsun hem de." 

Gülümsemesi yavaş yavaş kayboldu, ancak aramızda oluşan o yoğun sessizliğin üzerimdeki etkisi yüzünden itiraz edecek mecalim yoktu. Eğildi ve dudaklarını burnuma bastırdı. 

Nefesim kesildi. 

Ilık nefesi yüzüme çarparken nefes alabilmem gerçekten de zordu. Gözle görülür bir şekilde yutkundum o geri çekilirken. Gözlerimin içine baktı ve sonra bir kez daha eğildi. Bu sefer dudakları yanağımdaydı. Tenimi kokladı ve sonra öptü.  Sanki kalbimi açıp eline almış, onu öpüyormuş gibi içime dokunuyordu öpücükleri. Ruhumu titretiyordu. 

Tekrar geri çekildi ve gözlerimin içine baktı yeniden. 

Aramızdaki bu tutku, bu ihtiras çok yeniydi. O akşamın ardından oluşmaya başlayan gerilim çatırdamak üzereydi. O akşam bir kere patlak vermişti, eğer şimdi yine patlak verirse kendimi nasıl toparlayacağımı bilemiyordum. 

Burada, yalnızca ikimiz vardık ve zaman bize aitti. O akşam olduğu gibi ben evime girmek, o da evine gitmek zorunda değildi. 

Yeniden eğildiğinde ruhum vücudumu terk etmek üzereydi. Titreyen kirpiklerimden öptü. 

Beklenti çok kötüydü. İnsanın kalp krizi geçirmesine neden olabilirdi. Ona bu kadar yakınken vücudumdaki bütün hücrelerim titriyordu. Dudakları göz kapaklarımın üzerinde gezindi. Nefesi yüzüme çarptıkça bütün duyularım hareketleniyordu. 

"Beni bu kadar heyecanlandırmasana," diye fısıldadım dayanamayarak. Alnını alnıma yaslamış, burnu burnuma değiyordu. "Bir gün kollarının arasında heyecandan bayılabilirim. Gerçi şu an da bayılmak üzereyim." 

Tok, boğuk bir sesle, "Hım." diye mırıldandı. 

Hım ne demekti? Neydi hım? Bu bir cevap sayılmazdı. Elimi yakasına koyup kazağını yumuşakça kavradım. "Hım ne demek?"

Kısık sesle güldüğünü duydum. Gözlerimi hemen dibimde duran kapalı gözlerinden alamıyordum. Hafifçe iki yana gerilen dudakları benim dudaklarıma bu kadar yakınken sağlıklı düşünmekte zorlanıyordum. 

Yine gülümsedi. 

"Devrim.." diye uyardım o büyüleyici gülümsemesine bakarken. Böyle gülüyor olması haksızlıktı. 

"Senin sayende," diye başladı kısık bir sesle. "....nefes alabiliyorum bir süredir. Nefes alabiliyorum Peri." Öyle duygu yüklüydü ki sesi, içim cız etti. 

"Aldığın nefes olmak için çabalıyorum Devrim Kuzgun." Burnumu burnuna sürttüm. "Nefesin olmak için çabalıyorum."

Burnumun ucuna bir öpücük kondurdu, sonra da biraz geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. O kadar yakınımdaydı ki kirpiklerini sayabilirdim. "Beni hiç bırakmayacağına dair bana söz ver." 

Benden bu sözü istemesine şaşırarak bir an durakladım ancak hemen sonra, "Seni hiç bırakmayacağım!" dedim. "Sen de beni bırakmayacaksın ama? Söz mü?" 

"Ölürüm de bırakmam." diye mırıldandı. 

Elimi dudaklarına götürerek onu susturdum. "Ölümden bahsetme."

Onun korktuğu kadar ben de korkuyordum ölümden. Onu kaybetmekten korkuyordum. Mutlu olmanın arşına değdiğim şu güzel saadeti kaybederim diye korkuyordum. Eğer o ölür de  onu kaybedersem nasıl toparlanacağımı bilemiyordum bile. 

"Tamam," diye usulca fısıldadı. "Bahsetmem. Güzel şeylerden bahsedelim... ne zaman evlenmek istersin mesela?" 

Nabzım hızlanıverdi. "Erkenden evlenmek istiyorum..ama gelinliğimi dikmem için biraz süreye ihtiyacım var."

Yüzünde hoş bir gülümseme belirdi. "Gelinliğini sen mi dikeceksin?"

"Evet," sırıttım. "Hayalimdi bu..eğer bir gün beni evliliğe ikna edecek bir adamı bulursam gelinliğimi kendim dikeceğim demiştim. Tasarladım bile. Geriye sadece dikmek kaldı." 

"Demek seni evliliğe ikna edecek adamı bulduğunda?"  Bana mı öyle geliyordu yoksa o bana takılmıştı? 

Tek kaşımı kaldırarak ona gülümsedim. "Adamın hasını buldum hem de. Benden şanslısı yok!" Birazcık uzandım ve çenesine yumuşak bir öpücük kondurdum. Dudaklarıma batan sakalını hissetmek büyük mutluluktu o yüzden biraz fazla oyalandım ve yanağından da öptüm. Hızımı alamayarak boynuna da bir öpücük kondurdum ve kokusunu içime çektim. "Gerçekten de," diye fısıldadım coşkuyla. "...benden şanslısı yok."

Omuzumdaki kolunu sıkılaştırınca biraz daha ona sokulmak zorunda kaldım. Heyecanla çenemi kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Bir an önce evlenelim Devrim Kuzgun. Bütün dünyaya bu adam benim diye haykırmak istiyorum. Parmağımda sana ait olduğumu söyleyen yüzükle dolaşmak istiyorum. Elaleme ben evli bir kadınım ve mükemmel bir kocam var diye hava atmak istiyorum! En önemlisi de..." 

Yumuşacık bir fısıltıyla, "En önemlisi de?" diye sordu. Gözleri müthiş bir hayranlıkla bakıyordu. 

"En önemlisi de," yanaklarımın kızardığını hissettim. "...ikiz bebekler doğurmak istiyorum."

Gözlerinin içinden gelip geçen duyguları izledim. Şaşkınlık, korku, mutluluk, aşk. 

"İkiz bebekler?" Sesindeki hayretin arasına karışan mutluluk tınısına bayılmıştım. Boğazını temizledi ve oturuşunu düzeltirken beni de yakınına çekti. "Demek ikiz bebekler." Onu şaşırtmıştım. Şaşkın hali bile çok yakışıklıydı. Boğazını bir kere daha temizledi. İki kaşını da kaldırarak bana 'demek öyle' anlamına gelen bir bakış attı. "İkiz." 

"Ne?" diye sordum o tatlı tatlı kıvranırken. "Ben ikiz kardeşlerden birisiyim. Benim de ikiz çocuklarım olmasın mı?" Onu köşeye sıkıştırmaya bayılıyordum. Bir elini kaldırıp saçlarının arasından geçirince gülümsemek istedim ancak kendimi tuttum. Gözleri irice açılmıştı. Sanki biraz da gerilmişti. 

"Peri," 

"Efendim?" diye sözünü kestim. "Sen çocuk istemiyor musun yoksa?" 

Yutkundu. "İstiyorum."

Gözlerimi kısarak onu uzun uzun süzdüm. "Ama sen bir gerildin sanki. Yoksa bana mı öyle geldi?" 

Elini ensesine götürdü ve hafifçe saçlarını karıştırdı. 

Yüzümü kaplayan gülümsemeye engel olamıyordum. Sırıtarak ona baktığımda köşeye sıkıştırıldığının farkına vararak hayretle gözlerini kıstı. Ve sonra ...sonra...ondan hiç beklemediğim bir şeyi yaparak üzerime atıldı. 

Beni gıdıklama başladı!

Ah, hayır! 

Ellerini belimin iki yanına koyarak beni koltuğa kıstırdı ve  hünerli parmaklarıyla bana işkence etmeye başladı. Bunu bana hep Efe yapardı. O kadar çok gıdıklanırdım ki durmadan beni gıdıklamak için bahane yaratırdı. 

Kendimden geçerek, Devrim'in ellerinin altında kıvranarak, ağzımdan tükürükler saçarak çığlıklar atıyordum ancak Devrim bana mısın demiyordu. Vücudum büküldü. Kendimi korumaya almak için ellerini tutup kendimden uzaklaştırmak istedim ama çabam boşunaydı. Onun bir kolunun kuvveti benim iki kolumun kuvvetinden fazlaydı.  

Kahkahalarım kendi kulağıma bile fazla geliyordu.

"Dur! Dur..ahahaha!" 

Eğer kendimden bu kadar geçmemiş olsaydım, şu anda beni gıdıkladığı için muhtemelen şaşkınlıktan bayılırdım ama bunu umursamayacak durumdaydım. Elini tuttum ve beni gıdıklamasın diye bırakmadım. Ancak diğer eli hala gıdıklamaya devam ediyorken çığlıklarla karışık kahkahamla, ona bağırıyor, durmasını söylüyordum. 

Üzerimde yükselen vücuduna alışık değildim. Koltukta kayıyor, dengemi kaybediyordum ve o da ben geriye doğru büküldükçe üzerime doğru geliyordu.

Aklıma o hastayken yatağın üzerine birlikte düşüşümüz geldi. Titreyerek, soluk soluğa, "Yeter!" diye bağırdım. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Durmuyordu. Durmuyordu. Beni bu hale getirmek hoşuna gitmişti. Benim de hoşuma gitmişti. 

"Devrim!" diye haykırdım kahkahalar eşliğinde. 

Ah. Göçüm, o kadar yakışıklı, o kadar kaygısız o kadar mutlu görünüyordu ki beni gıdıklarken. Müthişti. Ayağım kayıp koltuğa boylu boyuna uzanınca Devrim de üzerime yığıldı. Elleri bu ani yakınlaşmamızın etkisiyle hareketsiz kaldı. Bir kolunu başımın üzerinden koltuğa bastırarak destek aldı ve üzerimde yükseldi. Nefes nefese kalmış bir şekilde ona bakarken bütün vücudum karıncalanmaya başladı.

Ne duruma düştüğümüzün yeni farkına varmış gibi hayret doluydu bakışları ve onu yakasından çekip dudaklarından deliler gibi öpmek isteyen yanımı güçlükle bastırıyordum.

Bu yakınlık nefes kesiciydi. 

Sessizlik de kalp krizi geçirmeme neden olabilirdi o yüzden çenemi açtım. "İkiz bebeklerin seni bu kadar germesine inanamıyorum. Ne varmış ikizlerde? Üçüzler de güzel? Hem belli olmaz belki ilk önce tek doğururum ve ben-"

Bir elini kaldırıp dudaklarıma koydu ve beni susturdu. Yoğun bakışları bütün yüzümü süzüyordu. "Bebeklerle ilgili bir sorunum yok. Baba olmayı ben de çok istiyorum Peri. Kaç tane olduğu fark etmez. Seninle olsun yeter."

İşte. Bu kadar.

Bütün kalbimi fethetmişti. Gözlerim bu sefer mutlulukla yaşarırken parmağı gözaltıma dokundu ve firari bir gözyaşını yakaladı. Sonra eğildi - nefesimi keserek - dudaklarını gözyaşlarıma bastırdı. Geri çekilmek için harekete geçmişti ki iki elimle yakasına yapışarak uzaklaşmasına izin vermedim. Gözlerimi kırpıştırarak hasretle dudaklarına baktım. Gözleri dudaklarıma kaydı.

Yanağına dokunarak elimi ensesine götürdüm ve başını aşağıya, kendime doğru çektim. Dudaklarına hasretle gömülmek için gözlerimi kapatmıştım ki birden telefonum çalınca irkildim. Devrim etrafına bakınarak telefonumu aradı ve sonra onu bulunca doğrulup telefonumu masanın üzerinden alıp bana uzattı. Kimin aradığına bile bakmamıştı. 

Bu büyülü anı bozan her kimse onu ellerimle boğmak isteyerek telefonun ekranına baktım.

Sonra kötü şeyler düşündüğüm için kendime kızdım ve çağrıyı cevapladım. "Efendim Armağan?"

Gözucuyla Devrim'in üstünü başını toparlayıp yeniden yerine oturduğunu gördüm ve yüzümü buruşturdum. Armağan bir yarım saat sonra arasaydı ne olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyordum. 

"Ah, Gamze iyi akşamlar canım. Kusura bakma bu saatte rahatsız ettim ama Devrim'e ulaşamadım, telefonunu otelde unutmuş. Dinçer'in ve diğer arkadaşlarının yanında da değil. Aklıma senin yanında olabileceği geldi. Acaba orada mı?"

Merakla, hatta biraz da endişeyle beni izleyen Devrim'e baktım. Gülümseyerek ,"Evet burada," dedim. "Beni görmeye gelmiş." 

"Ah süper, keyfinizi bozmak istemem ama telefonu ona verebilir misin rica etsem? Seninle yarın görüşürüz canım. Öpüyorum." 

"Ben de seni öpüyorum." Telefonu Devrim'e uzattım. "Seni aramış."

Hızla telefonu elimden alıp kulağına götürüşünü ilgiyle izledim. Söz konusu onun sevdiği kişiler olunca ne kadar sahiplenici olduğunu, o bağış gecesi bizzat gözlerimle görmüştüm. 

"Abla? Ne oldu bir sorun yok değil mi?"

Armağan'ın belli belirsiz sesini işittim. 

"Tamam, geliyorum birazdan. Sen beni bekle. Hiçbir yere ayrılma tamam mı?" 

Telefonu kapatıp bana uzattı. "Gitmem gerek."

"Bir sorun mu var?" 

Alnını kırıştırdı. "Ablam akşam yemeğini dışarıda yemek istemiş. Ancak şoförüne acil bir telefon gelince şoförü göndermiş. Sanırım şoförün karısı kaza yapmış. Gidip ablamı almam gerek." 

Ayağa kalkınca ben de onunla birlikte ayağa kalktım. "İyi olmasına sevindim." 

Gidecek olmasının verdiği üzüntüyü üzerimden atmak için kendimi güzel şeyler düşünmeye zorladım ama yine de yapamadım. Hep yanımda kalsın istiyordum. Benden hiç gitmesin istiyordum. 

Birlikte çıkışa kadar yürüdük. Kapıdan çıkmadan önce durup bana döndüğünde ben de durdum. "Sen de eve geç lütfen. Burada tek başına durmanı istemiyorum."

"Kapıyı kilitlersem bir sorun olmaz," diye güvence verdim. 

Başını iki yana salladı. Kuzguni bakışları yüzümde gezinirken bana doğru bir adım attı ve elimi tuttu. Tam tuttuğu yerden sıcacık bir akım vücuduma doğru yayılmaya başladı. "İçim rahat etmez Peri. Hadi seni geçerken evine bırakayım." 

Bunu ne kadar çok istesem de buraya arabamla gelmiştim ve yarın yeniden iş yerine gelmek için ona ihtiyacım vardı. Ayrıca Devrim'i gideceği yer benim evimin olduğu yönde değildi, tam tersi istikametteydi. Armağan orada Devrim'i beklerken onun yolu uzatmasını istemezdim.

"Sen beni merak etme," diye fısıldadım bir iki adım atıp dibine sokularak. "Ben tek başıma gidebilirim. Armağan orada seni bekliyor. Onu güvenli bir şekilde oradan al ve eve götür. Sonra da beni ara."

Başını hafifçe salladı ve sonra kolunu belime  dolayarak beni göğsüne bastırdı. Sıcacık kokusuna sokulurken yüzünü saçlarımın arasına gömerek kokumu içine çekti. Bana her sarıldığında bunu yapıyor ve benim ayaklarımı yerden kesiyordu. Sarılmamız bittiğinde ellerini usulca belimden çekti ve iki yana serbestçe bırakılmış ellerimi tutarak gözlerimin içine baktı. Parmaklarım parmaklarının arasında kıvrıldı. 

Başını eğerek burnunu burnuma sürttü, alnını alnıma yaslayıp gözlerimin içine baktı. Tamam! Eğer kalp krizinden gitmem için yapıyorsa, birazdan kriz geçirmeme neden olacaktı. Nefesimi tutup, beni öper mi diye beklerken parmakları tasarım yüzüğüme dokundu ve göz temasımızı bozmadan onu usulca parmağımdan çıkardı.

Yüzünde inanılmaz keyifli bir ifade vardı. Bana kirpiklerinin altından bakarken sıcacık bir şekilde gülümsüyordu. Sanki nefesini kesen bir an yaşıyordu. 

"Devrim-" diye konuşacaktım ki alnıma yumuşacık bir öpücük kondurdu. 

Ve sonra, "İyi geceler." diye fısıldayarak stor perdeleri kaldırıp, kapının kilidini açtı. Sonra da caddeye adımını atıp, arabasına binerek gözden kayboldu. Arkasında şapşal, aşktan sarhoş, hülyalı bir Gamze bırakmayı her defasında mükemmel bir şekilde başararak hem de. 

Göçüm! 

Ondaki bu cazibe, kimsede yoktu. 

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu