Bölüm 50 : Kıskandım
GAMZE
İnsanların yüzlerindeki ifadeler her zaman ilgimi çekmişti. Onlar kızdıklarında, ağladıklarında, gülümsediklerinde bunun sebebini merak eder ve aynı zamanda yüzlerinin aldığı şekilleri hayretle izlerdim. Bir insan yaşamı boyunca kaç farklı yüz şekline sahip olabilirdi diye düşünür, garipserdim.
Fakat yine de gülümseyen bir insanın her şeyden daha mutluluk verici olduğunu kabul eder ve bana gülümseyen bir insan olduğunda da dayanamaz ve mutlulukla ben de gülümserdim.
Bir insanı gülümserken görmezseniz, onu tam olarak tanıyamazsınız diye bir söz duymuş ve bunu zihnimin alt köşelerine not etmiştim. Eğer bir insan sizinle, size karşı gülümsüyorsa ve o gülümseme gerçekse, onun hakkında daha samimi gerçekler yakalayabilirdiniz.
Devrim'in gülümsemesini de bu yüzden görmek istiyordum. Onun gülümsediğinde nasıl bir insana benzediğini, dudaklarının kıvrıldığında nasıl göründüğünü, ona gülümsemenin yakışıp yakışmadığını ve dahası gözlerinin nasıl parladığını görmeyi merak ediyordum.
Onu biraz zorlayıp gamzelerini görmek istesem de içimden bunu yapmayacağını biliyordum fakat ben arabadan inip de evime girmek üzereyken arkamdan gelip ona kızdığımı, küstüğümü zannettiğinde yüzünde oluşan ifadeden korkmuştum. Beni incittiğini düşünerek üzülmüştü ve onun bu nedenle üzülüyor olması benim de kalbimi sızlatmıştı.
Bir kadının naz yapmasına alışık değildi, ona küskünce bakıp arabanın kapısını kapattığım anda üzülmüş olmalıydı. Hareketlerime biraz daha dikkat etsem iyi olacaktı.
Onu rahatlatmak için sadece naz yaptığımı söylemiştim.
Ancak sonrasında olacakları hiç hayal edememiştim.
Kim hayal edebilirdi ki?
Derin bir nefes alıp, belki başını hafifçe sallayarak çekip gidecek sanmıştım. Bana gülümseyeceğini, kalbimi durduracağını, gamzesini göstereceğini, masum masum, sıcak sıcak gözlerimin içine bakıp rahat bir nefes alacağını hiç tahmin edememiştim.
Bir adam bu kadar mı güzel gülümserdi?
Bu kadar mı naif?
Bu kadar mı tatlı?
Bu kadar mı savunmasız?
Bu kadar mı güzel?
Bu kadar mı aşık olunası?
Tarif edecek hiçbir kelimem yoktu ancak kalbimde yarattığı karmaşa toparlanamaz haldeydi. Sanki ayaklarım yerden kesilmiş, nefesim tıkanmış, vücudum coşmuş, ruhum ferahlamış gibi bir hisle sarsılmıştım.
Evet, evet. Kelimenin tam anlamıyla sarsılmıştım. Ağladığımın farkında bile değildim. Neden ağladığımı da bilmiyordum. Bir keresinde Armağan bana onun uzun zamandır gülmediğini söylemişti. Sanki gülümsemeyi unutmuş gibiydi.
Bugüne kadar ifadesiz yüzü için yakınan ben değil miydim? Eğer gülünce ortaya bu kadar mükemmel bir şey çıkacağını bilseydim, çok daha önceden ona baskı yapardım. Onu gülmeye zorlardım, gerekirse parmaklarımla ağzını kenarlara doğru açar ve dişlerini sayardım. Yapardım.
O gülümsemeyi görmek için her şeyi yapardım. Beni komik mi buluyordu? O zaman dünyanın en komik insanı olurdum.
Benim karmaşık, heyecanlı hareketlerim ona tatlı mı geliyordu? O zaman şapşal bir aşık gibi davranırdım.
Eğer beni bu kadar sarsacak, aşk sarhoşu yapacaksa bunun için her şeyi yapmaya hazırdım.
O güzel gülümsemesini gördüğümde de dayanamadım. Aklımda bir alarm gibi öten düşünceye engel olamadım.
Gülümsemesinden öpmek istedim.
Ve kendimi tutamayarak öptüm.
Daha önce öpülmüş bir kadın olarak hiç böylesini yaşamamış olduğumu kabul etmeliydim. Dudaklarım onun dudaklarına dokunduğu an, bütün vücudumu adeta ateşe veren bir karıncalanma hissetmiştim. Sanki büyük bir akım beni çarpmış ama hala ölmemiştim.
Bütün sinir uçlarım sarsılmış, bütün dengem bozulmuş, kalbimin ritmi değişmişti ve ben eğer onun kollarının arasına yığılmıyorsam, ona tutunduğum içindi. Soğuk hava etrafımızda dönüp duruyordu ancak onunla ben, sıcak, çok sıcak bir havanın içine hapsolmuş gibiydik.
Dudaklarımın altındaki dudakları kıpırtısız duruyordu.
Bunu beklemiyordu.
Gülümsemesi de durmuştu. Kim bilir o gülümsemeyi bir daha ne zaman görecektim?
Ancak dudaklarımız...
Dudaklarımız arasından sanki alevler yükseliyordu.
Titreyerek hafifçe geri çekilip gözlerinin içine bakma cesaretini kendimde bulduğumda ise o alevler hala orada öylece duruyordu.
Bana olan bakışları hayret doluydu. Hayret, imrenme, birazcık korku... yüzünde bütün duyguların karışımını yansıtan şapşal bir ifade vardı. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu ve bakışlarımı kaçırmak istedim ancak tepkisini kaçırmak istemiyordum. Onu içime çekmek istiyordum.
Bir kar tanesi aramızdan geçip kayboldu. Saniyeler yerini dakikalara bıraktı. Ellerim onun göğsündeydi ve avuçlarım kalp atışlarını hissedebiliyordu. Hızlıydı. Ritmik bir şekilde atıyordu ancak hızlıydı.
Gözleri buğulanmıştı. Şaşkınlıkla gözlerime ve dudaklarıma bakıyordu. Kirpikleri kardan dolayı nemlenmişti.
Sessizliğine dayanamayarak, "Bir şey söyle." diye fısıldadım. Bu bizim ilk öpüşmemizdi. Onun beni öpmesini beklemiştim, çünkü aramızda yaşanacak bir öpüşmeyi o başlatacaktı. Bunu ima etmişti. O dağ evinde onu öpmeme izin vermemişti, onun için doğru zaman o an değildi. Belki de şu an da değildi, ama bu kimin umrundaydı ki? Onun tarafından öpülmeyi isteyen tarafım delirmek üzereydi.
Gözleri dudaklarımdan gözlerime çıktı ve bakışlarımız birbirine uzun süre kenetlenince derin bir nefes aldım. O bakışlar öyle güzeldi ki. Hayranlıkla parlıyorlardı. Şaşkınlığı üzerinden yavaş yavaş siliniyordu. Yerini başka, bambaşka bir ifade almaya başlamıştı.
Neydi?
Yoğun bir duygu barındırdığı gerçekti. Ama neydi?
"Bir şey söyle," diye fısıldadım bir kez daha.
Ne hissettiğini, ne düşündüğünü deli gibi merak ediyordum. Aklından ne geçtiğini, bu öpücüğü sevip sevmediğini... gerçi doğru dürüst bir öpücük bile değildi ama yine de dudaklarımız birbirine değmişti. Bu bile benim için o kadar anlamlıydı ki.
Hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine bakmaya devam etti. Sanki bir çeşit transta gibiydi. Beni duyuyor muydu acaba?
"O kadar güzel gülümsedin ki," diye fısıldadım dayanamayarak. "...dayanamadım. Ben ..." Heyecanlı ve hevesli bir şekilde açıklamaya çalıştım. Hayretle az önce gülümseyen yüzüne, şimdi saklı duran ancak var olduğunu bildiğim gamzesine baktım. "Ben ..ben seni öyle görünce.."
Birden belime sarılan sıkı kolların etkisiyle sözlerim kesildi ve hayretle başımı kaldırıp onun yüzüne baktım.
Kararlı bir tutuşla beni göğsüne bastırdı. Kalbim ritmini arttırdı. Nefesimin kesildiğini hissettim.
"Devrim..." diye fısıldadım şaşkınlıkla.
Kalbimi titreten bir bakışla eğildi ve alnını alnıma yasladı. Ah, göçüm!
Hala yaşıyor muydum? Hayatta mıydım? Az önce ölmediysem, şimdi mi ölmüştüm?
Heyecandan başım dönmüş bir şekilde, "Devrim?" diye fısıldadım bir kez daha. Beklentinin karnımda oluşturduğu o tatlı sancıdan dolayı nefes nefeseydim. Ona bu kadar yakın olmanın, nefesini yüzümün her bir yerinde hissetmenin verdiği heyecandan dolayı kendimde değildim. Ona tamamen kapılmış bir şekilde kollarının arasında öylece duruyordum.
"Peri." Boğuk inler gibi çıkan sesini duyunca yutkundum.
Bir tonlamaya birçok anlam yükleyebilen bir adamdı o ve sesinin tonundan, onun da bu öpüşmeden en az benim kadar etkilendiğini anlayabiliyordum. Burnumu burnuna sürttüm ve kısık bir sesle, "Efendim?" diye sordum.
Gözlerini kapattı. Yüzünü yüzüme sürttü ve derin bir nefes alıp verdi. Dudaklarıma çarpan nefesi yüzünden az kalsın düşüp bayılacaktım. Bu kadar yakınlaşacağımızı tahmin edememiştim. Anın etkisine kapılıp giderek kollarımı omuzlarına koydum ve kendimi ona daha da bastırdım.
Ve sonra dudaklarını sürüyerek yanağıma kondurduğu öpücüğü, gözlerimi kapatarak içime çektim. Tenimi dağlayan bu küçük dokunuş yüzünden kalbimin çoktan yendiği aklımı da kaybedebilirdim. Onun beni öptüğü her seferde böyle hep böyle mi hissedecektim?
Böyle temellerimden sarsılmış, ayaklarım yerden kesilmiş, kendimden geçmiş bir halde mi olacaktım?
Hiçbir şikayetim yoktu ancak nefesim kesilmiş bir şekilde yaşamaya nasıl devam edebilirdim?
Tatlı nefesi yanağıma çarparken mutluluktan gözlerimi açamıyordum. Titriyordum. Öyle bir titriyordum ki. Beni öpecek mi sorusunun vücuduma verdiği heyecan yüzünden ayakta güçlükle duruyordum.
Başımı hafifçe çevirsem dudaklarımızın birbirine temas edeceğini biliyordum ancak bunu yapmayı ne kadar çok istesem de kendimi tutmam gerekiyordu. Bundan sonraki adımı o atmalıydı. Kollarının arasında paylaşacağımız o ateşli öpücüklerin hayalini değil, gerçeğini yaşamayı çok istiyordum.
"Peri."
Sesi beni her defasında o kadar çok etkiliyordu ki.
Gözlerim kapalıyken, bir kez daha, "Efendim?" dedim. Kollarım boynundayken, onun elleri de belimdeyken ve en önemlisi dudakları yanağıma değerken hala bayılmadığım için şanslıydım.
"Ne kadar güzelsin," diye mırıldandı alçak bir sesle.
Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Göğsümün altında göğüs kafesime sert yumruklar geçiriyordu.
Sanki biraz ateşim çıkmıştı.
Sanki biraz da nefesim tekliyordu.
Diyecek bir şey bulamayarak, "Hım.." diye mırıldandım.
Hava dondurucu bir şekilde soğuktu. Ancak onun aşkının verdiği sıcaklık bütün vücudumu ısıtıyordu. Kalbimde öyle bir sıcaklık vardı ki. Bütün üşümüşleri sarıp sarmalayacak kadar yeterliydi.
"Hadi içeriye gir, hasta olacaksın."
Hafifçe geri çekilmeden önce dudaklarını yanağıma değdirdi ancak onun o öpülesi dudaklarının ucunu, kendi dudaklarımın köşesinde hissettim. Dudağımın köşesinden öpmüştü. Sanki kalbimden öpmüş gibi mutlulukla dolarken o geri çekildi. Birkaç saniye boyunca kapalı tuttuğum gözlerimi açamadım. Çünkü bu his öyle güzeldi ki.
Elinden birini yanağımda hissedince kirpiklerim kendiliğinden aralandı ve onun o muhteşem gözleriyle karşılaştım.
"İçeriye geçmek istemiyorum," diye itiraz ettim tatlılıkla. "...yanından ayrılmak istemiyorum."
"Böyle yapma," diye mırıldandı ve elleri yanaklarımı okşadı. Serin parmaklarının verdiği his o kadar güzeldi ki. "Daha fazla üşümeni istemiyorum."
"Ama ben senin yanında üşümüyorum ki."
Dudaklarının kıvrıldığını gördüm. En az ilki kadar büyük bir şok yaşadım ve şaşkınlıkla onun yüzüne bakakaldım.
Gülümsediğini fark ettiğimi gördüğü an durdu.
Kendimi tutamayarak, "Ama sen hep böyle gülersen, ben seni hep öpmek isterim." diye mırıldandım. Sonra ne dediğimin farkına vararak, biraz da utanarak dudağımı ısırdım. "Şey.."
Kalbim küt küt atıyordu. Ben normalde lafımı sakınmayan bir kadındım ancak onun yanında biraz olsun kendimi dizginlemem gerektiğini biliyordum.
Ne söyleyecek diye yüzüne bakarken onun bir kez daha gülümsediğini gördüm.
"Ama!" diye itiraz etmiştim ki bir elinin havalandığını gördüm. Sonra eli yanağıma değdi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan o başını eğdi. Dudaklarımız birleşti. Dizlerimin bağı çözüldü, kalbim sıkıştı. Nefesim kesildi.
Beklemiyordum.
Allah aşkına, nasıl bekleyebilirdim ki?
Yumuşacık bir baskının ardından, kolları belime dolandı ve beni kendine çekti.
Göçüm!
Ruhum bedenimden ayrılıyor gibiydi.
Nefesi ağzımın içine doldu ve dudaklarımız kendiliğinden aralandı. Aynı anda birbirine tutundu. Bu o kadar güzel, o kadar hasret dolu bir öpücüktü ki, kalbim sızladı. Sıcacık bir his kalbimi sardı. Omurgamdan başlayan titreşim benden ona yayıldı. Ellerimin altındaki vücudu da tıpkı benim gibi titriyordu. Nefesimiz birbirine sarılırken kalbim durma noktasına gelmişti. Dudaklarının arasından bir soluk çıktı. Onu seve seve içime çekerken yumuşacık bir baskıyla başını yana eğerek dudaklarımı usulcu kavradı.
Temasımız hiç kesilmiyordu.
Sanki hasret bir şekle bürünmüş bizi birbirimize yapıştırmıştı. Kalbim adeta ellerinin arasında eriyordu. Nefes almak için derin bir soluk çektiğimde onun da nefesi benim ciğerlerime doldu. Dizlerim tutmuyordu. Aklım başımda değildi.
Öpüşmemiz daha da derinleşirken üzerime doğru birkaç adım geldi. Ayaklarım geri geri giderken sırtım bahçe kapısına yaslandı. Dudaklarımız bir kez bile ayrılmamıştı. Kollarından birisi belime sıkı sıkı dolanırken diğerini kaldırdı ve elini yüzüme yasladı. Parmakları birbirine hasretle, aşkla yumulmuş dudaklarımızın arasından geçti. Bir saniyeliğine ayrılan, titreyen dudaklarımız o parmağını çektiği an yeniden birbirine kenetlendi.
Bu his öyle mükemmeldi ki.
Kokularımız birbirine temas etmişti. Kimin dudağı hangisine daha çok karışmış belli değildi. Yüreğimi derinden sarsan bir dokunuşla öpüyordu beni. Öyle bir öpüyordu ki hiç bitmesin istiyordum. Öyle bir öpüyordu ki hep sürsün istiyordum.
Birkaç dakikalık muhteşem bir andan sonra dudaklarını çekti. Sanki ruhumu, bütün benliğimi benden alıp kendine hapsetmiş gibi titriyordum. Allak bullaktım.
Beni böyle bir öpücükle ödüllendirdiğine inanamayarak, "Devrim?" diye fısıldadım. Sanki bir çeşit rüyadaymışım gibi ona tutundum. Dudaklarının tadı hala damağımdaydı. Soğuk havanın zıtlığına karışan sıcak, mutlu, tutkulu, aşk dolu bir tattı.
"Seni seviyorum Peri.."
Gözlerim mutlulukla açıldı. Yüreğim kanat çırpıyordu. Alnını alnıma yasladı. "Çok seviyorum... ama..artık içeriye girsen iyi olur çünkü hasta olmanı istemiyorum."
Söylediklerine inanamıyor olmam bir yana hissettiklerim de işin içine karışınca ona dört elle sarılmak istiyordum. "Tamam," diye fısıldadım ve iki elimle yanağını kavradım. Parmak uçlarımda yükselerek dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. O kısacık saniyede dudaklarını büktü ve ben onu öperken o da beni öptü.
Sonra onunla bahçe kapısının arasından sıyrıldım ve ondan hiç ayrılmak istemeyerek ona uzun uzun baktım.
"Gitmek istemiyorum."
Başını hafifçe yana eğdi ve tek kaşını kaldırarak bekledi.
Kar hızını arttırmış çoktan yerlerde santimler oluşturmaya başlamıştı. Onun da hasta olmasını istemiyordum. Kapıyı açtım ve son bir kez ona baktım.
"Yarın görüşeceğiz değil mi?"
"Evet."
"Şimdiden dakikaları sayıyor olacağım," diye fısıldadım hevesle.
Başını bir kez daha eğip bana tatlı tatlı bakarken, "Ben de," dedi ve arabasına doğru geri geri gitmeye başladı. "Hadi artık içeriye gir."
"Tamam ama önce sen git."
"Peri," diye uyardı.
"İtiraz istemiyorum. Gittiğini göreceğim, sonra içeriye gireceğim."
Derin bir nefes verdi ve sonra başını onaylar bir biçimde sallayıp arabanın kapısını açıp bindi. Kapıyı kapattı ve camı indirerek, "İyi geceler." dedi. Ve sonrasında aklımı da kalbimi de kendisiyle beraber götürerek gitti.
Az önce yaşadıklarımıza inanamayarak ellerimle dudaklarıma dokundum. Uzun süren öpüşmemizden dolayı şişmişti. Sıcaklığı, kokusu, tadı hala bütün duyularıma işkence ediyordu. Ama bu işkence o kadar tatlıydı ki katlanmak zor olmuyordu.
Odama kadar nereye ayak bastığımın farkında bile olmadan geldiğimde, yaptığım ilk şey kapımı kapatıp kendimi sırt üstü yatağıma atmak oldu. Bütün gece gözlerimin önünden tek tek geçmeye başladı.
Ellerinde güllerle kapıma gelişi, ablası konuşurken gözlerini dikip bana bakışı, bana anne ve babası hakkında söyledikleri, birlikte sahilde dans edişimiz. Seni seviyorum deyişi...
Kollarının arasında sıkı sıkı sarıp saçlarımı koklayışı, ruhumu titreten bir bakışla hep yüzüme, hep gözlerime bakışı. Ve gülümseyişi.
Ah o gülümseme...
Belki de sadece basit bir gülümsemeydi, ama öyle değildi...o bana verilen bir nimetti. Çok kıymetli, çok değerli bir hediyeydi. Bunun o da farkındaydı. Beni ne kadar sevdiğini söyleyemese bile göstermek için çabalıyordu. Ama artık hislerini de benimle paylaşmaya başlamıştı.
O öpücükten sonra beni sevdiğini söylediğinde, sesinde en ufak bir korku yoktu. Panik de yoktu. İlk kez söylediği gibi değildi. Daha kararlı, daha duygulu, daha özeldi. Sanki artık bu iki kelimeye alışmış, o iki kelimeyi aşabilmiş ve söylemekten çekinmiyormuş gibiydi.
Bunu ona benim yaptığımı bilmek, yıllar boyu kendini hayata kapamış olan adamı yaşamak için teşvik edenin ben olduğumu bilmek mutluluk vericiydi. Çünkü ona benim gibi birisi gerekiyordu. Bende sevgiden çok hiçbir şey yoktu. Bütün sevgimle onu sarıp sarmalayacağımı artık o da anlıyordu.
Ama o öpüşme...
Onu öptüğüm o ilk an kendimden geçmiştim ancak daha sonrasında onun bana olan yakınlığı beni tamamen bitirmişti. Yumuşacık bir sürtünüşle dudaklarını yanağıma bastırışı, dudağımın köşesinden öpüşü hiç ondan beklenmeyecek bir yakınlıktı. Sanki kendini tutmayı bırakmış ve bana teslim olmuştu.
Fakat daha sonra beni öptüğü an, ortada Gamze Aslan diye birisi kalmamıştı. Ah, aman Allah'ım o nasıl bir öpücüktü?
Nefesimi kesmişti. Dakikalar sürmüştü. Sıcaklığı sıcaklığıma karışmış, nefesi nefesime sarılmıştı. Güzel, dolgun dudakları benim narin dudaklarımı kıstırıp öptüğü her anda kalp krizi atakları geçirmiştim. Teninin tenime değdiği her an sanki elektrik akımına kapılmıştım.
Gözlerimi kapattım ve o anları yeniden yaşamak, hissetmek istedim. Öpücüğü derinleştirdiği her seferde nasıl da dizlerimin bağının çözüldüğünü düşünerek gülümsedim. Zaten gülümsemeyi yüzümden bir türlü silemiyordum. Şapşal şapşal gülümsüyordum. Öyle ki yanak kaslarımın sızladığını hissetmeye başlamıştım.
Beni bahçe kapısı ile arasında sıkıştırdığı anı hatırlayınca heyecanla bir kez daha irkildim. Kollarının arasında sıkıca sarıp sonra da beni adım atmaya zorlamış, ben ne yaptığımın farkında bile olmadan geri geri adım atarken o da bana doğru gelmiş ve beni bahçe kapısıyla arasına hapsetmişti. Onun tarafından kuşatılmıştım.
Nefesimi kesmesine izin verecek kadar öpülmüştüm.
Sarsılmıştım ve sırılsıklam aşıktım.
Sulu sepken yağan karın altında iliklerime kadar titremem gerekirken ben hissettiğim aşırı sıcaklıktan dolayı bunalmıştım. Tenimin altında, bütün damarlarımda kan gibi dolanan kocaman bir alev topunun varlığını somut olarak hissetmiştim adeta.
Bütün bunları bana hissettiren adamsa, beni burada bırakıp gitmişti. Onunla aynı evde yaşayacağım günü sabırsızlıkla bekliyordum. Yoksa bu bir günlük, bir saatlik özlemlere dayanamayacak ve kriz geçirecektim.
*
Ertesi günü uyanır uyanmaz sıcak bir duş alıp giyindikten hemen sonra ailemi kahvaltıda yakaladım. Önce babamın sonra annemin yanağından en son da Galip'in iki yanağından öperek onlara günaydın dedim ve kahvaltı yapmadan evden çıktım.
Bugün uzun lacivert bir elbise ve beyaz topuklu çizme giymiş, saçlarımı da açık bırakmıştım. Devrim ile öğle yemeğinde görüşeceğimizi konuşmuştuk ama onu görmeden kendi işime gitmemeye karar vermiştim.
Sabah saatleri olmasına rağmen hala yağmaya devam eden karın arasında arabama bindim ve doğrudan Devrim'in otelini hedef alarak yola koyuldum.
Yarım saat sonrasında elimde kahvaltı menüsü ile onun ofisine giden asansördeydim. Resepsiyondan geçerken Devrim'e haber vermemelerini rica etmiştim. Resepsiyondakiler beni burada görmeye alışık oldukları için kibarca başını eğdiklerinde ben heyecanımla baş başa kalarak asansöre kendimi attım.
Katlar hızla aşılırken dün geceki paylaştığımız öpücüğü düşünmeden edemiyordum. Onu ilk gördüğümde ne yapmalıydım? Doğrudan dudaklarından mı öpmeliydim yoksa yanağından mı? Yoksa ona sarılmalı mıydım? Ne yapmalıydım?
Ofisinin bulunduğu özel kata açılan kapıların arasından geçerken titreyen dizlerime engel olamıyordum. Ceketimin fermuarını açtım, beremi çıkarıp çantamın içine koydum ve saçlarımı ellerimle taradım. Bir elimde tuttuğum kahvaltıyı sıkı sıkı kavrayarak odasına doğru yürümeye başladım.
Kapının önünde kendimi biraz sakinleştirmek, nefesimi düzene sokmak için birkaç dakika harcadım. Sonrasında hafifçe kapıya vurdum.
"Gel."
Profesyonelliğin her zerresini taşıyan, resmi sesini duyunca küt küt atan kalbimin üzerine elimi koydum ve derin bir nefes alıp kapıyı açtım.
Gözlerim onu görüp bayram etmek için odayı tararken, onu içeride bir kadınla beraber oturmuş konuşuyorlarken bulunca sendeledim.
"Gamze?"
Devrim'in şaşkın sesini çok uzaktan duyuyor gibiydim. Masasının önündeki koltuklardan birinde oturan kadına gözlerimi dikmiş, onun kim olduğunu, neden burada olduğunu, neden bu kadar güzel olduğunu düşünürken çoktan içeriye girmiş kapıyı da kapatmıştım.
Sarışın, güzel giyinimli bir kadın, Devrim'in gözlerinin odağında otururken, içimde aniden beliren kıskançlığa anlam veremedim.
"Geleceğini haber vermedin," diyerek ayağa kalkıp önümde duran Devrim'i çok geç fark ettim.
Cılız bir gülümsemeyle, "Sürpriz yapmak istedim," diye fısıldadım, sonra da ekledim. "...seni özledim."
Birden bire düşen moduma inanamıyordum. Bu kadının otelin çalışanlarından biri olduğu belli olmasına rağmen yine de Devrim'i kıskanmadan edemiyordum.
Devrim kadına dönerek, "Suna Hanım, biz sonra devam edebiliriz." demesi ile biraz olsun rahatladım. Kadın profesyonel bir gülümseme ile önündeki dosyaları toplayıp odadan çıkınca bakışlarımı Devrim'e çevirdim.
"İyi misin Peri?" diye sordu ve sonrasında elimdeki kahvaltılığı alıp hemen yanındaki sehpanın üzerine koydu. Sonrasında beni kendisine çekti ve elleriyle yüzümü kavrayıp yüzümü yüzüne kaldırdı. Parmakları kirpiklerime, burnuma, yanağıma, dudaklarıma dokundu. "Neyin var? İyi görünmüyorsun?" diye sordu. Endişelenmişti. Artık yüzümde nasıl bir ifade varsa, endişelenmişti.
Dudaklarımı büzerek güzel gözlerini, kirpiklerini, burnunu, sakallı çenesini süzdüm. Sonrasında bakışlarımı kaçırmadan, "Kıskandım." diye mırıldandım.
Kaşları şaşkınlıkla kalktı ve bana inanamayarak baktı. Evet, işte ben böyle bir deliydim. Onu çalışanından bile kıskanıyordum. Oysa o güvenebileceğim en güvenilir insandı. Bakışlarımı kaçırdım. Zaten yanaklarımı tutup bana bu kadar yakınlaştığı için yine sıcaklar içinde kalmıştım. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum.
"Kıskandın mı?"
Homurdanır gibi, "Hı." dedim. "Seni çalışanından bile kıskanıyorum Devrim Kuzgun. İşte böyle hastalıklı bir aşk yaşıyorum. Görüyor musun? Aklımı başımdan aldın. Uyanır uyanmaz seni görmek için alelacele evden çıkıp buraya geldim. Buradan işe nasıl gideceğim bilmiyorum. Seni de katlayıp büküp çantamın içine koyabilir miyim? Hım? Çok güzel fikir değil mi?"
Yüzüm hala ellerinin arasında olduğu için heyecandan konuşmamı bir türlü durduramıyordum.
"Çantana sığar mıyım?"
Muzip, eğlenen bakışlarına karşılık gülümsedim. "Ben seni sığdırırım. Ben seni kalbime sığdırmışım, çantama mı sığdırmayacağım?" Kollarımı kaldırdım ve beline dolayıp ona sıkıca sarıldım.
O da yüzünü saçlarımın arasına gömerken ruhumun tamamlandığını hissettim. Diğer yarımı bulmuştum.
Saçlarımın arasına, "Demek beni kıskandın?" diye konuştuğunda utanarak gözlerimi kapattım ve belli belirsiz bir homurtu ile, "Hı-hı." dedim. "Etrafında dişi sinek bile görsem kıskanacak gibiyim. Çok fena."
Kollarını sıkıp bana daha da sıkı sarılırken gülümseyen bir sesle, "Ah Peri," diye fısıldayışını dinledim. "Nereden girdin hayatıma..."
"Şikayetin mi var yoksa Devrim Kuzgun?" Biraz alaycıydım.
Elinin birini kaldırdı ve boynuma götürdü. Sonra da saçlarımı kenara çektiğini hissettim, hemen sonrasında dudaklarını boynuma bastırdı ve ben titredim. Titredim. Sıcacık dudaklarını boynuma bastırdı ve sonra da burnunu boynuma sürttü. Derin bir nefes aldığını duydum. Kokumu içine çekiyordu.
Ah.
Onun kokusu da o kadar güzeldi ki. Bu kokuyu bir şişeye koyup kendime saklamalıydım.
Bu adam bende akıl namına hiçbir şey bırakmamıştı. Kalbim küt küt atıyordu. Ellerim omuzlarını, belini arşınlarken yüreğim de çoktan ona dolanmıştı.
"En ufak bir şikayetim yok," diye fısıldadı ve sonra geri çekildi, ancak beni bırakmadı. Derin,yoğun bakışları gözlerimi taradı. "En ufak bir şikayetim yok." Eğildi.
Kalbim hızla depara kalkarken, dudaklarım ısındı. Karıncalandı. Beklenti midemde bir düğüm oluşturdu.
Dudaklarım aralandı. Beni öpeceğini düşünerek hevesle kıpırdanmaya başladığımda o gülümsedi ve beni bozguna uğratarak dudaklarını alnıma bastırdı.
Ah! Beni fena kandırmıştı.
Ama olsundu, onun dudakları tenimin neresinde olursa olsun, benimle olduğu müddetçe hiçbir sorun yoktu. Ellerim yanaklarını kavradı ve o geri çekilirken hafifçe başını aşağı çekiştirdim. Küçük bir şaşkınlıkla eğildi, bu sefer onun gözleri benim dudaklarıma kaydı ama hayır öpmeyecektim.
Ben de gülümseyerek dudaklarımı dudaklarına değil, kirpiklerine bastırdım.
Kandırmak, mükemmel bir histi.
Geri çekildiğimde gözlerini kısarak gözlerime baktı ve, "Peri.." diye uyardı. Sanki sesinde küçük bir hayal kırıklığı da vardı.
Coşkuyla, "Kahvaltı yapalım mı?" dedim ve ellerimi üzerinden çekip kollarının arasından sıyrıldım. Ben masasına doğru giderken şahin gibi beni ilgiyle gözlerini kısarak süzdü ve sonra başını hafifçe eğdi.
Ancak bana doğru gelirken çaktırmamaya çalışsa da gözlerinin gülümsediğini görmüştüm. Onu koltuğuna oturttum ve kahvaltı için getirdiğim paketi açmaya başladım. İtiraz etmesine izin vermeden onu ellerimle beslemeyi düşünüyordum.
Ah! Hayat ne güzeldi.