Peri ve Kuzgun 47. Bölüm



Bölüm 47 : Tuzlu mu Tuzlu Kahve

O akşam bir karara vardıktan sonra babam, ertesi akşam Devrim'in ve ablasının ziyarete gelmesini istedi. Bunu Devrim'e söylemek için o kadar heyecanlıydım ki. Annem hazırlıkların nasıl yetişeceğini söyleyerek şikayet etti ama ailemiz çok daha kısa sürede büyük hazırlıklar yapmış bir aileydi. Bunun da üstesinden geleceğimize inancım tamdı.

Gelin görün ki benim kalbim bütün bu olanları güçlükle kaldırıyordu. Heyecandan kendi bedenime dar geliyordum. Özellikle de şu anda onu görmek ve bütün bu yaşadıklarımız gerçek mi diye sormak istiyordum.

Ama saat gece yarısına yaklaşıyordu. Onu görebilir miydim? Arasam daha mı iyiydi? Hiçbir fikrim yoktu ama bir an önce ona ulaşamazsam çıldıracakmış gibi hissediyordum. Elimde telefonla balkona çıktım ve ikinci kere düşünmeden onu aradım.

Beşinci çalışta telefon açıldığında nefesimi tuttum. 

Ancak telefonun ucundan Armağan'ın sesini duyunca bütün heyecanım söndü. 

"Gamze'ciğim?"

"Armağan?" Onu ihmal ettiğim için kendimi suçlu hissediyordum ancak onun sesi o kadar neşeli ve mutlu geliyordu ki, bu konuda bana gücenmediğini anlayabiliyordum. "Nasılsın, iyi misin?"

"Çok iyiyim Gamze'ciğim, sen nasılsın? Sesin çok iyi geliyor."

"Ben de çok iyiyim," diye fısıldadım mutlulukla. "Çok iyiyim... çok heyecanlıyım. Bütün bunlara hala inanamıyorum Armağan. Hala inanamıyorum....sanki uyanacağım ve bütün bunların bir rüya olduğunu görecekmişim gibi hissediyorum."

"Bütün bunlar gerçek.. ben bile hala şaşkınım ama bütün bunlar gerçek. Seninle bir araya gelip oturmayı çok istiyorum. Çok özledim... konuşacak o kadar çok şeyimiz var ki Gamze. Sana onun nasıl olduğunu, bu duruma nasıl geldiğini anlatmazsam rahat edemeyeceğim. Eğer içinde en ufacık da olsa kızgınlık varsa diye onun da ne yaşadığını dinlemeni istiyorum."

Ben de Devrim'in bu iki ayda neler yaşadığını çok merak ediyordum. O yüzden Armağan'ın verebileceği her türlü bilgi kırıntısına açtım. Ben de ona bir şeyler söylemek istiyordum. Devrim'in kendi korkularıyla ilgili bir şeyler. Armağan'ın bunları bilmesini istiyordum çünkü Devrim'in ona karşı açık olamayacağını hissediyordum. Bana karşı bile o kadar mesafeliydi ki. Onu korkularından arındıracağım sürecin çok uzun olduğunu biliyordum ama yine de bunu yaşamaya gönüllüydüm. Devrim yanımda ve benimle birlikte olduğu sürece onunla her şeyi yaşamaya gönüllüydüm.

"Ben de seni çok özledim Armağan.. sana karşı çok mahcubum, son zamanlarda seni çok ihmal ettim. Aramalarına mesajlarına geri dönemedim."

"Önemli değil canım benim. Biliyorum..ne durumda olduğunu tahmin edebiliyordum. Eğer Devrim kadar kötü bir dönem geçirdiysen sana hiçbir şekilde gücenme gibi bir durumum olamaz. Hep bırakalım bunları. Konuşacak çok daha güzel şeylerimiz var. Sen ne için aramıştın? Konuştun mu ailenle? Devrim biraz gergindi, şu an spor odasında koşuyor. O yüzden telefonunu ben açtım. Bana senin ailenle konuşacağını söylemişti."

"Evet ailemle konuştum...hiçbir zorluk çıkarmadılar.. ancak-" Dudağımı ısırarak gülümsedim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sakinleşmek için elimi yelpaze gibi yapıp kendime doğru salladım. Hava buz gibi olmasına rağmen ben yanıyordum. 

"Bu çok güzel bir haber canım. Zorluk çıkarmamaları çok güzel oldu. Açıkçası Devrim seni üzdü diye ailenin kızgın olacağını düşünmüştüm."

"Kızgınlardı," diye açıkladım hemen. "Ama onun halini gördükten sonra anlayış gösteriyorlar." Dünya üzerinde bu kadar güzel bir aileye sahip olmak ne kadar kıymetli bir şeydi.

"Ancak dedin? Bir sorun mu var peki?"

"Hayır, hayır bir sorun yok." Durdum ve derin bir nefes aldıktan sonra bir çırpıda söyledim. "Yarın akşam beni istemeye gelmenizi istiyorlar."

Telefonun ucundan bir haykırış sesi geldi. "Ciddi misin? Bu kadar erken mi? Ama yetişecek mi? Ay bütün bunlara inanamıyorum. Küçük kardeşimin sonunda evleneceğini göreceğim için o kadar mutluyum ki."

Sanırım ben ondan daha mutluydum. Sırıtarak, "Bir şey daha var," dedim. "Babam istemeye iki kez gelmenizi istiyor. Kız evi naz evidir diyor."

Armağan bir kahkaha patlattı ve birkaç dakika boyunca bunun ne kadar eğlenceli olabileceğini düşünerek güldük. Sonra onunla ertesi gün yeni mekanımda buluşmak için sözleştik. Birlikte yarın akşam için giyeceğimiz elbiseleri seçecektik. 

Telefonu Devrim'e vereceğini söylediğinde yaşadığım küçük heyecan krizini saymazsak müthiş bir konuşmaydı. Armağan'ı özlemiştim. Onunla daha çok vakit geçireceğimi bilmek beni mutlu ediyordu. Aynı zamanda onun hayata bir şans verdiğini duymak çok güzeldi. Bunu onunla konuşmak ve planlarını öğrenmek istiyordum. Aile kurmak istediğine göre kalbinde bir erkek olmalıydı.

Bir kadın bir adama aşık olduğu zaman aile olmak için cesur adımlar atmaya başlıyordu. Armağan da çok büyük adımlar atmaya başlamıştı. Onun kalbine giren kişiyi çok merak ediyordum.

Telefon el değiştirince yaşanan o küçük hava akımının sesi kulaklarımda çınladı. Bu kadar pür dikkat dinlediğim için yanaklarım ısındı. Bir elimi kalbime bastırdım ve hemen sonrasında onun sesini duydum. "Alo?"

Ah! Daha bu sabah onunlayken, daha bu sabah onu görmüşken sesini duymak sanki onu yıllardır görmemişim de çok özlemişim gibi bir his yarattı. Telefona sıkı sıkı sarılırken yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum. Bu adam bana neler yapıyordu böyle? 

"Devrim? Nasılsın?" Sesim çatlak mı çıkmıştı? Kendi kulağıma bile çok tiz gelmişti. Derin derin nefesler alarak sakinleşmek için çabaladım. Onun sesinin tınısı bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. 

"İyiyim," diye mırıldandı alçak sesle ve sonra ekledi. "Sen nasılsın?" Sanki nasıl kibar olunacağını bilmiyormuş gibi çıkmıştı sesi. Ah garibim, benimle telefonda ne konuşacağını bilemediği için böyleydi. Onu o kadar iyi tanıyordum ki. 

"İyiyim..çok iyiyim. Annemlerle konuştum.. hiç itiraz göstermediler."

Ne diyeceğini merak ederek sabırla bekledim. Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra, "Ya Efe?" diye sordu. "O da itiraz göstermedi mi?"

"Hem de hiç," dedim gönül rahatlığıyla. Efe benim bir tanemdi. "Konuştuk, uzun uzun konuştuk. Sadece mutlu olmamı istiyor. Başka istediği hiçbir şey yok."

"Ben de sadece mutlu olmanı istiyorum Peri." 

Bir kapının açılıp kapan sesini duydum ve hemen sonrasında rüzgarın sesi onun sesine karıştı. "Efe'nin de memnun olmasına sevindim."

"Bana neden sana vurduğunu söylemedin?" diye sordum. 

"Bunu sana o mu söyledi?" 

"Hayır ablam söyledi. Sen de Efe de bana bu konu hakkında bir şey söylemediniz. Öğrenince çok üzülmüştüm." İç çektim. Dünya üzerinde çok sevdiğim iki insanın birbirine dargın olmasını istemezdim. 

"Yaşanması gerekiyordu demek ki. Üzülecek bir şey yok. Sen kendini böyle şeylerle üzme."

Mutlulukla, "Üzülmüyorum." diye fısıldadım. "Mutluluktan uyuyamıyorum. Sesini duymak, uyumadan önce seninle konuşmak istedim. Aslında seni görmek istedim ama saat çok geç oldu."

"Birbirimizi göreceğimiz günler olacak Peri," dedi düz bir sesle sonra boğazını temizledi ve ekledi. "Bana bir şey mi söyleyecektin?"  

Kıkırdamadan edemedim.Kendini o kadar çok kasıyordu ki. Benimle konuşmak için çaba harcıyor olması çok tatlıydı. 

"Tuzlu kahvemi içecek misin diye sormak istemiştim Devrim Kuzgun. Eee..içecek misin?"

Nefesimi tutarak cevabını bekledim. Ona tuzlu kahve içireceğimi hiç düşünmemiştim. Yüzünün alacağı şekli o kadar merak ediyordum ki. Keşke şimdi de yüzünün aldığı şekli görebilseydim.

"Peri.."

"İçecek misin, içmeyecek misin?" Sırıtmama engel olamıyordum. 

"Tuzlu kahve mi?" 

Sesinin boğuk tonuyla titredim. Gülümseyerek, "Evet." dedim. "Tuzlu kahve."

"İçerim o zaman." 

Şuralara düşüp bayılsam soğuktan donar mıydım acaba? O kadar sevinçliydim ki yaşımı unutup çocuklar gibi zıplamak istiyordum. "Ama iki kere?" 

"İki kere mi?"

"Ev-vet! Beni istemeye iki kere geleceksiniz Kuzgun Bey." 

"O bir kere yaşanılan bir şey değil miydi?" Sesindeki çaresizlik o kadar hissediliyordu ki kendimi güçlükle tuttum. 

"Babam iki kere yaşanmasını istedi. İtiraz edecek misin?" diye sordum. Sesim normal çıkmasına rağmen içten içe kahkaha atıyordum. O kadar tatlıydı ki. 

"Ne zaman peki?" 

"Yarın akşam," demeden önce biraz bekledim. Kısa bir sessizlik oluştu. Aklından ne geçirdiğini deli gibi merak ediyordum. Korkuyor muydu? Geriliyor muydu? Çekiniyor muydu? Ne hissediyordu? Keşke ne hissettiğini benimle paylaşsaydı. 

"Tamam," diye fısıldadığında ona fark ettirmeden iç çektim. Tamam demişti. Kabul etmişti. Onun itiraz edeceğini hiç düşünmemiştim nedense. Çünkü her şeyi kabullenerek bana gelmişti. Ama bir yanım onun bütün bunlara mecbur kalmasını istemiyordu. Onun da bu konuda iyi hissetmesini, içinden gelerek bütün bunları kabul etmesini istiyordu.

"Devrim?" 

"Efendim?"

"Bütün bunları sen de istiyorsun değil mi?" Kalbinde en ufak bir tereddüt olsun istemiyordum. Onun mutlu olmasını istiyordum. Bu sadece benim mutluluğum ile ilgili bir mesele değildi. Onun da ne düşündüğü, ne hissettiği benim için çok önemliydi.

"Sen istiyor musun?" diye sordu.

Bütün kalbimle, "Evet." diye cevapladım. 

"O zaman benim için sorun yok Peri. Sen nasıl mutlu olacaksan, öyle olacak."

"Ama ben senin de mutlu olmanı istiyorum," diye itiraz ettim. "Yarın akşam bize mecbur olduğun için değil, istediğin, mutlu olduğun için gelmeni istiyorum." Kalbim endişeyle kasılmaya başladı. Onun vereceği her cevabın benim hükmümde çok büyük bir önemi vardı.

"Anlamıyorsun değil mi?" diye fısıldadı. 

Kalbim bir an için duracak gibi oldu. 

"Sen mutluysan ben de mutluyum  demektir." 

Kalbim yeniden atmaya başladı. Tir tir titrerken usulca, "Seni seviyorum." dedim. Kalbimden kopup gelen büyük bir coşkuyla çıkmıştı sesim. İki kelimeye aşkın bütün anlamlarını yüklemiştim sanki. Bütün hissettiklerim bu iki kelimede gizliydi. Bunu anlayabiliyor olmasını dilemekten başka çarem yoktu. 

Yumuşacık, fısıltı gibi bir sesle, "Teşekkür ederim." diye mırıldandı. Sesinde minnettarlık, hayranlık ve aynı zamanda şaşkınlık vardı. Onu sevdiğim için bana teşekkür ediyordu. Oysa yaptığım şey sadece onu sevmekti ve bir teşekkürü istemiyordu. Ancak o zaman fark ettim ki ben nasıl bir 'seni seviyorum' cümlesine bin anlam yüklediysem o da 'teşekkür ederim' cümlesine bin anlam yüklemişti. Kendi dilinde benimle anlaşmaya çalışmasına bayılıyordum. 

"Yarın akşamın gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum," diye fısıldadım. "Seni görebilmek için."

"Ah Peri," diye fısıldadı. "Seni de görmek bana iyi gelirdi. İyi geceler." 

Telefonu kapattı. 

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Buz gibi havanın o tertemiz kokusu ciğerlerime nüfuz ederken gülümsememi bir türlü bastıramıyordum. Bütün bunları yaşadığıma hala inanamıyordum.

*

Ertesi sabah herkes erkenden ayaklanmıştı. Annem her zamanki telaşıyla mutfaktaydı. Kızları da yanına almış bir takım hazırlıklara başlamıştı. Mutfaktan içeriye başımı uzatıp moda evine gideceğimi söylediğim zaman kıyamet kopmuştu. 

Planladığım gibi evden erken çıkamadım. Neredeyse bütün hazırlıklar tamamlandığında kızlarla birlikte moda evine birlikte geçtik. İçeriye girdiğim anda Armağan'ın Neşe ile birlikte oturmuş sohbet ettiğini görünce direkt onun yanına gittim ve uzun uzun sarıldık.

Sonra beni şöyle bir süzdü ve, "Kibrit çöpüne dönmüşsün," diye mırıldandı. "Düğüne kadar kilo almanı istiyorum. Düğününde böyle zayıf olma."

Ben de aynı şeyi Devrim için düşünüyordum. Gülümseyerek hep birlikte oturup önce bir şeyler içtik. Daha sonra onunla baş başa kaldık.

"Sana karşı hala çok mahcubum," diye fısıldadım. 

Gülümseyerek uzandı ve elimi tuttu. "Mahcup olma Peri." 

Şaşkınlıkla ona baktım. 

Tek kaşını kaldırarak sırıttı. "Dün sana telefonda öyle söylediğini duydum. Bu kardeşim için ne kadar uçuk bir şey biliyor musun? Zamanında lakap takmayı çok severdi. Anneme canparem derdi, benim için ise her zaman prenses. Bir prenses gibi olduğumu söylerdi. Beni çok severdi. Okula gitmek zorunda olduğum zamanlar üzülürdü ama belli etmezdi. Sana Peri dediğini duymak beni çok mutlu etti." 

Gözünün kenarından sızan küçük bir damlayı elinin tersi ile sildi. "Değişiyor.. o değişiyor.. bu..bunu sen başardın Gamze. Hiç şikayet ettiğini duymadım. Ona iki kere seni istemeye gideceğimizi söylediğimde tamam dedi. Çiçek ve çikolata almaya kendisi gitti. Güzel bir takım elbise almasını söyledim ona. Her zamanki terzisine gideceğini söyledi. Yani birçok takım elbisesi olmasına rağmen o zaten yeni bir takım elbise almayı kafasına koymuş bile. Ona ne yapmasını söylediysem o bunları zaten yapmış durumdaydı. Ne demek istediğimi anlıyor musun Gamze?"

"Sanırım anlıyorum," dedim ben de  dolan gözlerimi kırpıştırarak. "Anlıyorum..."

"O seni seviyor eminim. Bunu sana henüz söylemiyor olabilir ama lütfen bana inan. Ben kardeşimi tanıyorum. O değiştiğini söyleyebilir ama o hala aynı kişi. Bazı şeyleri hiç değişmemiş. Bunu görmek çok güzel..." 

"Beni sevdiğini biliyorum," dedim gülümserken. Bir yandan gözyaşlarım akıyordu bir yandan da gülümsüyordum. Devrim insana bunu yapıyordu işte. O yaralı yüreği bizi öyle etkiliyordu ki. Onu sıkı sıkı kucaklayıp sevmek istiyordum. Ona hiç zarar gelmesin istiyordum. 

"Hem de çok seviyor." Duygulu bir şekilde gülümsedi. "O yüreğinde öyle bir yer edinmişsin ki Gamze, değişiyor. Senin için değişiyor."

"Aslında değişmiyor," diye açıkladım biraz mahcup hissederek. "Sadece saklı olanı ortaya çıkarıyor."  Ve ona bunu yapanın ben olduğumu bilmek gururumu okşuyordu. Onu sadece kendim için değil, Devrim'in kendisi için de istiyordum. Birlikte kuracağımız bir yuvanın ona çok iyi geleceğini biliyordum. Bunu ben görebiliyordum. 

Önemli olan bunu ona da gösterebilmekti. 

"Sen onu çözmüşsün." Başını onaylar gibi aşağı yukarı salladı. Sonra memnuniyetle gülümsedi. "Onu senin gibi birine emanet ettiğim için içim rahat. Ona çok iyi bakacağını biliyorum. Güçlü görünümü seni yanıltmasın Gamze'm, o aslında hala on beş yaşındaki çocuk." Dalgınca uzaklara bakarak iç çekti. "Hayatı elinden alınmış bir çocuk."

"Mutlu olacağız," diye söz verdim ona. "Çok mutlu olacağız. Onu çok mutlu edeceğim." 

Minnetle bana gülümsedi. Bakışları öyle derindi ki, onun göründüğünden daha da minnettar olduğunu anlayabiliyordum. Devrim'i mutlu edeceğime o da inanıyordu. Bu yüzden de kardeşinin yanında olduğum için beni seviyordu. 

Armağan ile çok güzel günler geçireceğimize inanıyordum. Biz bir takımdık. Devrim bize daha fazla direnemeyecekti. 

*

"Bu elbise çok abartı olmaz mı?" diye sordum ablama. Elbise yine kendi tasarladığım bir elbiseydi fakat çok fazla nakış detayı vardı. Sade pudra rengi bir elbise gibi duruyordu ama ışık vurduğu zaman nakışların üzerine işlediğim pullu detaylar göze çarpıyordu. Kruvaze yaka sıfır kol bir elbiseydi. 

Bütün kızlar, "Bence mükemmel bir seçim." dediler. Sonra hepsi aynı anda aynı cümleyi kurdukları için gülüştüler. Aynanın karşısında kendi etrafımda dönerek alıcı gözüyle kendimi süzdüm. Devrim'e güzel görünmek istiyordum. Onun beni güzel bulmasını istiyordum. 

Armağan, "Bence çok yakıştı," diyerek araya girince ona gülümsedim. Bana imalı imalı bakarak eklediğinde ise kızardım. "Devrim de beğenecektir eminim. Söylemez, ama beğenir."

"O zaman bu olsun," diye fısıldadım ve elbiseyi  değiştirmek için kabine girdim. Gün o kadar çabuk geçiyordu ki yetişemiyordum. Devrim'le dün akşamdan beri hiç konuşmamıştım. Onu arayıp rahatsız etmek istemiyordum çünkü onun da benim kadar yoğun olduğunu tahmin edebiliyordum. Ablasının söylediğine göre her şeyle ilgilenmek için koşturuyordu.

Bir erkeğin beni istemeye geleceğini bilmek ve onun bunun için hazırlık yaptığını duymak o kadar gurur verici bir şeydi ki. Üstelik bu erkek öyle alelade bir erkek de değildi. Devrim'di. 

"Elbise işini hallettiysek artık eve geçelim," diye önerdi ablam. "Evde de halledecek işlerimiz var malum."

Armağan, "Biz kaçta gelelim peki?" diye sordu. 

Kalbim heyecandan güm güm diye atıyordu. Bu akşam beni istemeye geleceklerdi. Otuz üç yıllık hayatım boyunca bu benim düşleyebileceğim bir şey olmamıştı hiç. Hep evlenmemeyi tercih etmiş birisi olarak bugün evlilik için hazırlıklar yapmak bana çok tuhaf geliyordu. Ama hiç değilse asırlardır dile gelen sözü geçersiz kılmıştım. Hiç evlenmeyeceğini söyleyen ilk evlenen kişi olur diye söylenen söz artık geçerliliğini yitirmişti. Hiç evlenmeyeceğim diyen bir insan ya en son evlenen kişi oluyor ya da hiç evlenmiyordu. Ya da belki de en önce evlenen kişi oluyordu, kim bilir? Bu konuda kendimle övünmüyordum elbette ama beklediğim için de memnundum. 

Onu beklediğimin farkındaydım.

O da beni beklemişti. 

Tıpkı bir aşk romanı gibiydi hikayemiz. Tarafsız birisine bütün hikayeyi anlatsan kim bilir ne söylerdi? Gerçek olamayacak kadar imkansız, acı ve umutsuzluk dolu bir hikaye gibi gelebilirdi en başta fakat sonrasında mutluluğun konuşulduğu bir hikaye olurdu. Böyle olması için vereceğim çaba aynı zamanda benim de mutluluğum olacaktı.

Devrim Kuzgun ona neyin dokunduğunu anlayamayacaktı bile. 

"Akşam sekiz uygun olur diye söylemişti annem." 

Bütün başlar bana döndü. Leyla, Zeynep, ablam Aslı, Neşe ve Armağan yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle beni hayranlıkla izliyorlardı. 

Hayretle ellerimi yanaklarıma bastırdım ve inanamayarak, "Bu gerçekten de oluyor mu?" diye ciyakladım. Hepsi kahkaha atarken ben orada heyecandan kalp krizi geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.

*

Ailem gayet güzel bir şekilde, rahat rahat otururken ben salonun ortasında volta atıyordum. Saat neredeyse sekize yaklaşmış ve ben de neredeyse kendimden geçecek kadar heyecanlanmaya başlamıştım. Kendimi durduramıyor, rahat rahat oturup halime gülen aileme karşı çok mahcup oluyordum.

Efe sürekli bana sataşıyordu. Babam ile annem gülüyor, ablam bana sakinleşmemi söylüyor, kardeşlerim ise Efe gibi beni delirtmek için uğraşıyordu. Kızlar neyse ki halimden anlıyordu. Heyecandan düşüp bayılmayayım diye telkin edici sözler söylüyorlardı ancak bunların hiçbirinin bir faydası yoktu. 

Hem özlemden hem de heyecandan öylesine kıpır kıpırdım ki, beni hiç kimse sakinleştiremezdi. İmkansızdı. Hem Devrim'in nasıl olacağını merak ediyor hem de onu görmek için sabırsızlanıyordum. Dün sabah birbirimizden ayrılmadan önce ona uzun uzun bakmış, göremeyeceğim koca bir gün yüzünden özlemimi dindirmeye yetecek kadar görüntüsünü hafızama kazımak istemiştim. Ama ne kadar uzun uzun bakarsam bakayım, daha fazla bakmak istiyor, onu sarıp sarmalamak istiyordum.

Telefonumdaki resimlerini gün içinde kim bilir kaç kere kontrol etmiştim. Sanki orada değillermiş gibi bir hisse kapılıp defalarcakez bakıyor, özlemle iç çekiyordum. O uçurtma  geçesi çektiğim resimler o kadar kıymetliydi ki. O gece bizim için bir dönüm noktası olmuştu. Belki de ilişkimizin miheng taşı bile sayılabilirdi. 

Bir şeyleri değiştirmişti. 

"Allah aşkına otur artık. Beni de şişirdin. Kıpır kıpır oldum iyice."

"Karışma kızıma Efe, sen de ondan farklı değildin bir zamanlar hatırlatırım."

Efe'nin, Zeynep'i istemeye gittiğimiz akşam nasıl heyecandan kıvrandığını hatırladım. Yüzümde bir gülümseme belirdi ve hemen ardından ona o gece ne kadar işkence ettiğim aklıma gelince gülümsemem durdu. Efe pişkince sırıtarak bana bakıyordu.

"Dua et üzerine fazla gelmiyorum," diye mırıldandı dudak hareketleriyle. Sonra bir kez daha sırıttı. 

İsteme gecesinde Zeynep ile ikisi yalnız kalmasın diye çaba harcamıştım. Efe, Zeynep'in oturduğu dairenin karşısındaki dairede yaşıyor, isteme sonrasında da Zeynep'i görmek için çaba harcıyordu. Ancak o gece kızlar gecesi yapmış ve Zeynep'i özellikle onun yanına göndermemiştim. 

Gerçi sevgili kardeşimin gecenin bir yarısı eve girip Zeynep'in odasına sızdığını biliyordum. Onlar bilmiyorum sanmıştı ancak daha fazla üzerlerine gitmemiş ve odama geçmiştim. Leyla ile ikimiz kıkır kıkır gülerek uykuya dalmıştık. Çok güzel bir gündü. O zamanlar Efe, sonunda sevdiği kadınla evleniyor diye çok mutluydum. Çünkü Efe de aşkı için çok çabalamıştı. Bu konuda birbirimize o kadar çok benziyordu ki. O Zeynep'in kalbini kazanmak, onu bir yuva kurmaya ikna etmek için çok ter dökmüştü. Hatta benden çok daha şiddetli acılar çektiği zamanlar bile olmuştu. 

Zeynep engelli olduğu için, Efe'nin hayatına girmesine çok geç izin vermişti. Kırılmaktan, incinmekten korkuyordu. Kardeşim Efe onu ikna edene kadar ikisi de ayrı ayrı acı çekmişti.

Ama şimdi mutlulardı. O kadar imrenilesi bir çift olmuşlardı ki kardeşim adına çok mutluydum. Zeynep en katı insanın bile kalbini yumuşatabilecek bir mizaca sahipti. Sessiz sakin, tatlı bir kadındı. Efe de deli dolu, hınzır ama adam gibi bir adamdı. Karısına ve çocuklarına kendisinden çok değer veriyordu. 

Onun mutlu olması benim için her şeyden önemliydi. Onun da şu an benim için böyle hissettiğini biliyordum. 

"Baba yahu, bırak da biraz uğraşayım şu cadıyla. Zaten çok güzel olmuş. Kalkıp saçlarını falan bozmak istiyorum. Hem ne diye süslenmiş böyle? Bu adam evimize bir kere daha gelmeyecek mi? İkinci gelişinde süslenirdin." Çocuk gibi somurtunca hayretle ona baktım.

"Ciddi misin sen Efe?"

Homurdandı. 

Pudra rengi elbiseyi giymiştim. Ayağımda da aynı renkte topuklu ayakkabılar vardı. Kızlar da saçlarımı düzleştirmiş, sonra kenarlardan biraz alarak arkada birleştirmişlerdi. Bana göre pek de uğraşılmamıştı, yani Efe'nin söylediği kadar abartı değildi. Ama kardeşimin derdi başkaydı. 

"Efe karışma-"

Zil çalınca annemin sözü kesildi. Dış bahçenin zili çalmıştı. Panikle gözlerim kocaman açıldı ve şaşkın şaşkın aileme bakakaldım. Hepsi ayaklanmadan önce Efe ayağa kalktı ve dış bahçenin kapısını açmak için salondan çıktı. 

Biraz sonra Devrim'in arabası, kalbim durmak üzereydi, bahçeye girdi. Garaj yolundan geçerek büyük garajın önünde durdu. Bacaklarım titriyordu. Devrim'in oturduğu tarafın kapısı açıldı ve O dışarıya çıktı. 

Göçüm!

Ne kadar da yakışıklı görünüyordu. 

Siyah bir takım elbise giymişti. Onu daha önce de takım elbiseyle görmüştüm, hatta hep takım elbise giyen birisiydi fakat sanki bu akşam bir başka yakışıklı görünüyordu. Bir başkaydı... Ailem önde dururken ben geriden onu izliyordum. Arabanın arkasına gidip bagajı açtı, Armağan'ın akülü sandalyesini çıkardı. 

Armağan'ı sandalyesine oturttu ve kapıları kapatmadan önce kocaman bir beyaz gül buketi ile büyük bir gondol çikolata çıkardı. Ağzım açık kaldı çünkü gondol çok büyüktü. Güller ise çok güzel görünüyordu. Bana beyaz güller getirmesi o kadar anlamlıydı ki... 

Bir elim kalbimin üzerinde, geride beklerken bize döndü ve bakışlarımız birbirini buldu. Sanki okla vurulmuş gibi sarsıldım. Sevdiğim adam bugün, benim için buradaydı. Yalnızca benim için. Birlikte bir geleceğimizin olması için buradaydı.

Annemle babam onları selamladı. Devrim, çikolatayı Armağan'a verdi. Armağan herkese sarılırken o ise sadece herkesin elini sıkmakla yetindi.  Ellerim titriyordu. Eğilip Armağan'ın yanağından öperken nefesim içine kaçmış gibi titrek titrek, "Hoşgeldin." diye fısıldadım. 

Armağan hayran bakışlarla beni süzdü. "Hoşgeldik güzelim. Çok güzel görünüyorsun."

"Teşekkür ederim."

Gözüm Efe ile Devrim'e kaydı. İkisi karşı karşıya geldiler. Önce kısa bir bakışma yaşandı hemen ardından Devrim elini uzattı. Efe uzatmadan onun elini tutup sıktığında üzerime büyük bir rahatlık çöktü. Derin bir nefes aldım. Hep birlikte içeriye geçecekleri zaman Devrim en arkada kaldı. 

Nihayet karşı karşıya geldiğimiz zaman elindeki gülleri bana uzattı. 

Titreyen ellerimle mis gibi kokan gülleri aldım ve kokladım. Sonra ona baktım.  Yüzünde öyle bir ifade vardı ki. Sanki hiç tanımadığı, bilmediği bir ortamdaydı. Aslında öyleydi ama rahat olması gerekirdi. Tedirgindi. Şaşkındı. Ne yapacağını bilemiyordu. Ama ben biliyordum. Gülleri kenara alarak ona yaklaştım ve ayaklarımın ucunda yükselirken bir elimi göğsüne koydum. Dudaklarımı uzatırken onun da hafifçe başını eğişini görünce gülümsedim. Sonra dudaklarımı sıcacık yanağına bastırdım. Tıraş olmuştu. Sakalları gitmişti. Ama her haliyle yakışıklı olmayı beceriyordu. 

Geri çekilmek istemeyerek burnumu yanağına sürttüm. Birkaç saniye boyunca oyalandım ve sonunda ayaklarımın üzerine indim. O da başını doğrulttu. 

"Özledim," diye mırıldandım. "Nerede kaldın?" 

"Saat sekizde gelmemizi söylememiş miydiniz?" 

"Evet ama daha erken de gelebilirdin. Bugün beni neden hiç aramadın?" Küskünce ona baktım. 

Bir elini saçlarının arasından geçirirken suçlu bakışlarla gözlerime bakıyordu. Onu birazcık daha kıvrandırmak isteyerek, "Senden telefon bekledim. Ya da bir mesaj. Ama gelmedi."

"Gün boyu çok yoğundum. Telefonla uğraşacak vaktim bile olmadı ki." Elini indirdi ve iki yanında bıraktı. Dev gibi cüssesiyle benden korkuyordu. Beni incitmiş olmaktan korkuyordu. Ona gerçekten de küskün olduğumu mu sanıyordu? 

"Yani çok mu yoğundun? Yemek yedin mi?"

Başını kısaca salladı. 

"Yemek yiyecek vaktin vardı ama beni arayacak ya da bana mesaj atacak kadar yoktu öyle mi?"  Yüzü şekilden şekile giriyordu. Kaskatı kesilmişti. Gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. 

"Peri bak.." Küçük bir telaşla açıklamaya girişti ancak ben onu içimden gelen, durduramadığım bir sözle kestim.

"Şu an öyle tatlısın ki! Seni öpmeyi çok isterdim."  Cümle biter bitmez en az onun kadar şaşkın bir şekilde ben de ona bakakaldım, hemen ardından, "Şey.." diye geveledim. Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. 

Onun da kirpiklerini kırpıştırarak bana baktığını görmemek için başımı eğdim. 

"Gamze? Neredesin.. buraya gel."

Efe aniden seslenince irkildim ve beni bu durumdan kurtardığı için kardeşime içimden teşekkür ettim. Devrim'i zorlamak istemesem de kendime, ağzımdan çıkanlara engel olamıyordum. 

"Geliyorum Efe." Devrim'e bakarak, "İçeriye geçelim." dedim. 

Başını eğdi ve önüme geçti. Aramızda birden o kadar yüksek bir gerilim oluşmuştu ki, sanki ortadan çatırdayıp her yere kıvılcımını saçacak gibi hissetmiştim. Ya da ortadan çatlayacak olan bendim. O uzun boyuyla eşikten içeriye geçerken giymesi için ona terlik verdim. 

Sonra, "Güller için çok teşekkür ederim." diye fısıldadım. "Çok güzeller." 

Terliği giydikten sonra doğruldu ve ben yüzümü güllerin içine gömmüş kokusunu içime çeker, kirpiklerimin altından da ona bakarken birden bana doğru eğildi. Bir elini saçlarımın arasına sokarak başımı tuttu. 

Kalbim  durdu. 

Ya da atıyor muydu?

Bütün dünya dönmeyi durdurmuş gibi birden hareketsiz kalmıştım. 

Bileğinin iç kısmı yanağıma değiyor,eli başımın yanını kavrıyordu. Eğildi ve ben şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırırken dudaklarını başıma koydu. Alnımdan da değil, saçlarımdan öptü ve bıraktı. Sonra belli belirsiz boğuk bir sesle, "Senin kadar güzel değil ki hiçbir çiçek." diye fısıldadı ve içeriye geçti. 

Beni orada, öylece, küçük çapta kalp krizi geçirmiş bir şekilde bıraktı.

Ancak o içeriye girip gözden kaybolduktan iki dakika sonra kendime gelebildim. Titreyerek mutfağa kızların yanına ilerledim. Gülleri ayırmış olduğumuz vazoya dikkatlice koyarken sanki bulutların üzerinde süzülüyor gibiydim.

"Yüzündeki gülümsemeye de bakın. Adam kapıda buna ne söylemişse sarhoş olmuş." Leyla kıkırdayarak yanağımdan bir makas aldı.

Ellerimi yanaklarıma bastırdım ve bana dört gözle bakan ailemin bakışlarına karşılık vererek, "Ona aşığım," diye fısıldadım. "Ona çok aşığım."

Ablam kollarını açarak beni çağırdığında gittim. Güven veren kollarının arasına sığındım ve ona sıkı sıkı sarıldım. Ailemin desteği olmasa bütün bunları nasıl kaldırırdım bilmiyordum bile. O kadar heyecanlı, o kadar toydum ki... 

En az Devrim kadar bilmediğim sularda yüzüyordum. 

"Hah! Siz kızlar hemen başlamışsınız duygusal fokurdaşmalara. Annem kahve diyor, ben de geldim. Kahvenin içine koymak için bugün baharatçıdan çok özel karışımlar almıştım."

Ablamla ayrılır ayrılmaz, dehşetle kapıdan içeriye elinde küçük bir alışveriş torbasıyla giren Efe'ye döndüm. 

"Ne aldın?" diye sordum hızla yanına giderek.

"Hiçbir şey canım. Ufak tefek şeyler." Poşeti gizleyerek kızlara baktı. "Leyla, Zeynep kahveleri kim yapıyor?"

Ablam, "Senin kahvelerini kim yapmıştı kardeşim?" diye sordu.

Efe,"Benimkini sevgili karıcığım yapmıştı." diye sırıttı. Karısına öyle aşıktı ki, ondan bahsederken bir an için yüzü yumuşamıştı. 

"Efe o poşetin içinde neler var görmek istiyorum."

"Canım inan bana kötü bir şey yok. Birkaç baharat o kadar. Niye bu kadar endişelendin sen? Ben kötü bir şey yapar mıyım hiç?" 

"Sinsi sinsi bakıyorsun ama!" Zıplayarak eline ulaşmaya çalıştım ama devenin boyu o kadar uzundu ki ancak kendimi komik duruma düşürüyordum. İnsanın basketbol oynayan bir kardeşinin olması bazen iyi bir şey olmayabiliyordu. "Bak zaten Devrim çok gergin.. lütfen onu  daha fazla germe Efe."

"Yahu ikizim," bir kolunu omuzuma doladı ve beni kendine çekerek alnımdan öptü. "Senin sevdiğin adama ben hiç kıyar mıyım?"

Bundan şüpheliydim. Ama yine de elindeki poşetin içinde ne olduğumu merak ediyordum. 

Bunu hiçbir zaman öğrenemedim. 

Kahveyi hazırladım ve içine tuz atılacağı zaman Efe beni mutfaktan çıkardı. Bütün gücümle direnmek istedim ama ses çıkmasın diye kaderime razı olarak mutfağın dışına çıktım. Kardeşimin bana bunu yaptığına inanamıyordum. İçeride neler konuşulduğunu da çok merak ediyordum.

Avuçlarım bu soğuk havaya rağmen o kadar çok terliyordu ki inanamıyordum. Mutfaktan gelen fısıldaşmalar, gülüşmeler kulaklarıma iğne gibi batarken içeriye girmemek için kendimi zor tutuyordum. 

"Efe o çok fazla oldu!" 

"Yahu karıcım fazla değil. Tam kıvamında merak etme sen."

Mutfaktan içeriye başımı uzatarak, "Efe!" diye tısladım. 

"Söyle şekerparem." Elindeki poşeti hemen toparladı ve Devrim'e özel aldığım kahve fincanı kaşıkla karıştırmaya başladı. Ablam, Zeynep ve Leyla suçlulukla bana bakıyorlardı. 

"Adamın kahvesine ne kattın Allah aşkına?"

"Sevgimi canım kardeşim, sevgimi.." 

Gözlerimi kısarak mutfağa girdim ve Devrim'in kahvesine şöyle bir baktım. Gayet normal görünüyordu. Efe pişkin pişkin sırıtarak eğildi ve çenemi tutarak alnıma uzun bir öpücük kondurdu. Sinirli halimden keyif aldığı belliydi. 

"Çekil," dedim tam da istediği gibi sinirli bir şekilde. Önce herkesin kahvesinin konduğu tepsiyi aldım ve derin bir nefes alarak Efe'ye ikinci bir kez bakmadan mutfaktan çıktım. 

Arkamdan gülüştüklerini duyabiliyordum ama şu anda bunu umursamıyordum. Bacaklarım bu kadar titrerken düşünebildiğim tek şey kahveleri düşürmeden misafirlere ikram edebilmekti. Salondan içeriye girerken uğultular kesildi. 

Gözlerim Devrim'i aradı ve onun Armağan için ayırdığımız alanın yanındaki tekli koltukta otururken buldum. Elleri önündeydi. Sırtı dimdikti.Bakışlarımız kesişti ve benim ellerim titremeye başladı. 

Daha önce konuştuğumuz gibi kahveyi önce babama sonra Armağan'a verecektim. Babama doğru giderken dikkatle ilerledim. 

"Teşekkür ederim kızım." 

Doğruldum ve Armağan ile göz göze geldim. Işıl ışıl bir gülümsemeyle beni cesaretlendirmeye çalışıyordu. Ben de ona gülümsedim ve kahvesini verdim. Sonra annem ve kardeşlerime de kahveyi dağıttım. 

Devrim'e kaçamak bir bakış attığımda onun merakla bana baktığını gördüm. Ona kahve vermediğim için şaşırmış mıydı? Hiçbir fikri yoktu. Gülümseyerek salondan çıktım ve onun için hazırlanmış, içinde ne olduğunu bilmediğim o kahvenin altına, daha önce yazdığım küçük notu yerleştirdim. Derin bir nefes alarak yeniden salona geçtim. 

Salondan içeriye geçer geçmez Devrim elimdeki tek kişilik tepsiyi ve fincanı görünce bakışlarını bana çevirdi ve hafifçe başını sallayarak başını yeniden öne eğdi. Onun, 'Ah Peri..' deyişini duymasam da hissetmiştim. Gülümseyerek ona doğru ilerledim ve kahvesini ikram ettim. Elimin titremesinden dolayı hafifçe sarsılan tepsiden kahvesini alırken alnındaki o boncuk boncuk terleri gördüm. 

Elimdeki tepsiyi masanın üzerine bıraktım ve yerime geçip oturdum. Ortamdaki sessizlik, Devrim'in kahveden ilk yudumu alışına kadar sürdü. Benim yakışıklı adamım fincanı dudaklarına götürdü ve bir yudum aldı. Ne yüzü ekşidi, ne de iğrendiğine dair bir işaret gösterdi. 

Efe eğlendiğini gizlemeden keyifle sırıtıyordu. Herkes merakla Devrim'in vereceği tepkiyi izliyordu.

Onunsa bakışları fincanın altındaki küçük notu buldu. 

"Seni seviyorum Devrim Kuzgun. Ve sana o tuzlu kahveyi nihayet içirdiğim için de çok mutluyum." 

Anında başını kaldırıp gözleri benimle buluşunca, kan yanaklarıma hücum etti ve yutkundum. Bir insanın bakışları, karşıdakinin kalbini ok gibi vurabilir miydi? Devrim'in bakışları beni vuruyordu işte. 

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu