Peri ve Kuzgun 46. Bölüm



Bölüm 46 : Aile Onayı

Devrim sabaha kadar uyudu. Kıpırdamadı bile. Onu dizimden indirmeyi hiç istemesem de boynunun ağrıyacağını bildiğim için başının altından hafifçe kalkmış ve hemen altına yastık yerleştirmiştim. Ona kıyamıyordum da, kalkıp yatağa geçmesini istersem uykusunu yarım bırakır diye endişelendiğimden onu kanepede bırakmak zorunda kalmıştım. Bükülmüş dizleri, kıvırdığı kolları ile pek  de rahat bir durumda olmadığını anlayabiliyordum. 

Uyurken o kadar masum, o kadar savunmasız, o kadar kimsesiz görünüyordu ki bir süre onu izlerken ağlamamı durduramamıştım. Onu izlemeyi ancak Hasan ağabey gelip tayın doğduğunu haber verdiğinde bırakmıştım. 

O kadar heyecanlanmıştım ki hemen ayağa fırlamış ve yeniden yağmurluğumu giymiştim. 

Tıpkı annesine benzeyen kahverengi, küçük bir tayı gördüğümde nedense duygulanmadan edemedim. Lila'nın onu yanında istemesi, dilini çıkarıp yavrusunu temizlemek istemesi o kadar güzel bir görüntüydü ki, hep birlikte iç çektik. Bu görüntüyü küçüklüğümden beri birçok kez görmeme rağmen yine de etkisinden kurtulamıyordum. Her defasında farklı bir heyecan hissediyor ve hayretle durumu izliyordum.

Küçük tay temizlendikten, kordonu kesildikten ve gerekli ilaçlar verildikten sonra ben de ahırdan çıktım. Fırtına'nın Furkan tarafından yakalanıp ahırına alındığını bilmesem bile ahırdan gelen öfkeli homurtulardan anlayabiliyordum. Kızgındı. Onu eşine yaklaştırmadığımız için bize kızıyor olmalıydı. Gülümseyerek onun bulunduğu ahıra doğru yürüdüm. İçeriye giremezdim ama kapıyı şöyle bir aralayıp ne durumda olduğuna bakabilirdim.

Tam kapıyı aralamak üzereydim ki Furkan'ın seslenmesiyle irkildim. "Gamze sakın oraya gireyim deme. Çok tehlikeli." 

Arkamı dönüp ona baktığımda elinde sargı beziyle alnına bastırdığını gördüm ve panikle ona doğru yürüdüm. "Ne oldu sana böyle?" Dehşetle onu süzdüm. "Sana zarar mı verdi?"

"Onu güçlükle yakaladım. Bundan pek hoşlanmadı tabii."

"İyi misin peki? Doktora gitmemiz gerekiyor mu? İstersen gidelim?" 

"İyiyim iyiyim önemli bir şey yok. Veteriner arkadaş baktı, sadece bir sıyrık o kadar. Hem bu yağmurda hayatta bu yola çıkmam." 

"Eğer durumun kötü olsaydı mecbur çıkardın Furkan," derken ona gülümsüyordum. "Veteriner ne yapacak peki? Onu göndermeyelim, bu gece misafir edelim."

"Merak etme, babam çoktan teklif etti. Bizde kalacak." Bakışları değişti ve yüzünde ciddi bir ifade belirdi. "O adam kimdi?"

Kimden bahsettiğini sormama gerek yoktu, Devrim'i kastediyordu. 

O adamın varlığı bile bir lütuftu. Onu düşündüğüm için yüzüme kocaman bir gülümseme gelip kondu. "Evleneceğim adam." Ne adı, ne kim olduğu önemsizdi. O sadece evleneceğim adamdı. Bana onun kim olduğunu sorduklarında, onun Devrim olduğundan daha çok 'sevdiğim adam, evleneceğim adam, çocuklarımın babası' diye bahsetmek istiyordum. Bu normal miydi?  Anlaşılan sevmekte yeni bir çığır açmıştım. 

Kendi kendime kıkırdadım ve Furkan'ın bana şaşkınlıkla baktığını fark ettim. 

"Şey.. ben evleniyorum." Bu cümleyi kurmak neden nefesimi kesiyor, beni terletiyor ve tir tir titretiyordu? "O Devrim. Yani ismi Devrim..öyle işte."

"Vay, bu müthiş bir haber Gamze! Çok sevindim senin adına. Düğün günü belli mi?"

"Teşekkür ederim. Iı..şey, hayır daha belli değil. Ama kısa zamanda belli olur sanırım, pek beklemeyeceğiz." Devrim'in ne düşündüğünü bilmiyordum ama benim evlenmek için beklemeye pek niyetim yoktu. Bana sadece gelinliğimi tasarlamam için gerekli olan bir süre verilmeliydi o kadar. Gelinliğimi tasarladıktan sonra hiçbir güç beni tutamazdı.

Umarım her şey yolunda giderdi. Ailemin vereceği tepki beni endişelendiriyordu. Bu iki ayda Devrim'e karşı çok kızgınlardı, onların anlamasını sağlamalıydım. Anlayacaklarını biliyordum da. Beni endişelendiren tek şey Efe'ydi. O, Devrim'e herkesten daha çok kızgındı. Onu anlıyordum, beni öyle kötü bir haldeyken görmek onu çok üzmüştü.

"Kesinlikle muhteşem bir gelin olacaksın. Mutluluklar dilerim Gamze."

"Çok teşekkür ederim Furkan, senin de bu mutluluğu yaşamanı çok isterim."

Eliyle alnındaki sıyrığa sargı bezi bastırırken sırıttı. "Aslında birisi var da, henüz net bir şey yok. Bakalım zaman ne gösterecek."

"Ne diyorsun?! " dedim coşkuyla. "Mükemmel bir şey bu. Bence artık zamanı gelmişti Furkan. Evde kalmaktan kıl payı kurtulduk desene." Onu bir dirsek attım ve birlikte kahkahalarla güldük. Sonra Devrim'i merak ederek ona iyi geceler diledim. 

Büyük eve geçtiğimde iç çekerek kapıyı sessizce açtım ve içeriye girdim. Üzerimdeki yağmurluğu çıkardıktan sonra hemen Devrim'i görmek için salona geçtim ve onun hala sessizce uyuduğunu görünce nefesimi tutarak yanına yürüdüm. Onu uyandırmak ve karnını doyurmak istiyordum fakat uykusunu bölmeye kıyamıyordum da. 

Kanepeden bir yastık alarak yere, onun uzandığı kanepenin önüne koydum ve üzerine oturdum. Kendimi kanepeye yasladım ve onun yüzüne yakından bakmaya başladım. Kalbimi ele geçiren uzun kirpiklerini hayranlıkla süzdüm. Sakallarının düzenli kesimine, köşeli çenesine, şu an görmediğim ama deli gibi merak ettiğim gamzesinin saklı olduğu yanaklarına baktım. 

"Seni seviyorum," diye fısıldadım içimden kopup gelen aşkla. "Seviyorum." 

Elimi kaldırıp saçlarına, yanağına  dokunmak istiyordum ama  dokunuşum onu uyandırabilirdi. İçimdeki dürtüye güçlükle engel oldum. Sadece onu izledim. Bundan sonra o uyurken yanında olacağım zamanları düşününce yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamayarak onu izledim.

"Hiç kurtuluşun yok Devrim Kuzgun," diye fısıldadım. "Hem de hiç." Başımı onun yastığına dayadım ve yüzüne yakın bir şekildeyken gözlerimi kapatarak kendimi bıraktım. 

*

Ertesi sabah kendimi yere uzanmış halde buldum. Sanırım uyurken dayanamamış ve yere uzanmıştım. Başımı kaldırdım ve Devrim'in hala aynı durumda uyuduğunu gördüm. Gece boyunca hiç kıpırdamamış gibi bir hali vardı. Dayanamayarak hafifçe eğildim ve onu uyandırmadan yanağından öptüm. 

Sonra yerden yastığı kaldırarak kanepeye koydum ve lavaboya geçmeden önce çay hazırlamak için su ısıtıcısını çalıştırdım. 

Lavabodan çıktıktan sonra telefonumu kontrol ettim. Ailemin her bir üyesinden gelen cevapsız çağrıları görünce onların, Devrim'in buraya geldiğini bildiklerini anladım. Heyecanlanarak dışarıya çıkıp hemen ablamı aradım.

"Gamze! Neredesin kızım? O kadar arıyoruz açmıyorsun. Efe çıldırmak üzere. Telefonuna neden bakmıyorsun?"

Yüzümde aptal bir gülümseme varken, telefona sıkı sıkı sarılarak, "Havalardayım abla," dedim coşkuyla. "Uçuyorum...uçuyorum...uçuyorum. Öyle güzel uçuyorum ki anlatamam." Mutlulukla iç çektim. 

"Ah! Demek geldi." Ablamın sesi yumuşadı. "Zavallı adam, ne hale gelmiş öyle? Ona kızgındım ama onun halini gördüğümde kızgınlığım geçiverdi."

"Onun halini görünce mi? Onu nerede gördün abla?"

"Buraya geldi. Seni sordu. Babama seninle evleneceğini söylemiş, babam da ona adresini verdi."

Kalbim durma noktasının köşelerinde dolanıyordu. Ah! "Yaaaaa, babam mı verdi yani adresimi?" Bu da onun evliliğimize onay verdiği anlamına geliyordu. Beni en çok endişelendiren şey de buydu. Babam onay vermişse doğal olarak Efe de onay vermek zorunda kalırdı. Diğer kardeşlerim zaten ben ne karar verirsem ona saygı duyarlardı ama Efe de beni endişelendiriyordu.

Ablam, "Evet babam onunla konuştuktan sonra adresini verdi." dedi.

Dudağımı ısırarak,"Peki Efe?" diye sordum. "O ne yaptı? Ne düşünüyor?"

Kısa bir sessizlik oluştu. Ablam hemen cevap vermeyince, "Abla?" diye üsteledim. 

"Efe delirdi Gamze. Devrim'i görür görmez ona saldırdı. Yani yumruk attı. Onu sakinleştirdik ama sen de biliyorsun ki o Devrim'e çok kızgın. Yaptığı şeyden pişmanlık duyuyor ama yine de onun seni üzdüğü gerçeğini bir türlü unutamıyor. Zeynep onu güçlükle zaptediyor yoksa çıkıp yanınıza gelecek."

Ağzım açık bir şekilde ablamı dinliyordum. Hemen sonra Devrim'in dudağının köşesindeki küçük yarayı hatırladım ve bunu Efe'nin yaptığını hatırladım. Kardeşimin hiç böyle huyları yoktu ama ona vurmuştu. Efe asla kavga yanlısı olmayan yumuşak huylu bir adamdı. Devrim'e vurmuşsa ona gerçekten de kızmış demekti. 

"İnanamıyorum," diye fısıldadım. "Şu an Efe nerede? Hep birlikte annemlerde misiniz?"

"Biz kendi evimizdeyiz canım. Efe annemlerdeydi."

İç çektim. "Bunu onunla şimdi telefonda mı konuşmalıyım yoksa oraya gelmeyi mi beklemeliyim abla?"

"Bence buraya gelip yüz yüze konuşman gerek. Onun senin tarafından ikna edilmeye ihtiyacı var. Senden başka kimse ikna edemez onu. İkizlik gizli güçlerini kullanırsın. Ben onu şimdi arar ve iyi olduğunu söylerim. Siz de bugün dönmeye çalışın."

"Aslında hiç dönesim yok biliyor musun?" diye kıkırdadım kendime şaşırarak. "Onu kendime saklayasım var. Burada böyle, yalnızca ikimiz ve kocaman çiftlik,  sonsuza kadar mutlu bir şekilde yaşar gideriz. Olmaz mı abla?"

"Seni çok iyi anlıyorum ama olmaz güzelim." Ablamın sesi keyifliydi. "Eğer bugün de orada kalırsanız Efe'yi kim tutar bilemiyorum artık. Seni merak ediyor. Ben de Mehmet'e kavuştuğumda onu bütün dünyadan saklamak ve yalnızca ikimizin olduğu bir yerde olmak istemiştim ama işler öyle olmadı. Sana evlenme teklifi etti mi?"

Dün akşam yaşananları düşününce kalp atışlarım hızlandı.Yüzüğü parmağıma geçirişi, elimi öpüşü, yanağına sürtüp muhtaç bir şekilde gözlerime bakışı... 

"Aslında orası biraz karışık ama evet evleneceğiz abla. Benimle konuştu. Ben zaman geçirmeden evlenmek istiyorum. Gelinliğimi kendim tasarlayacağım. Zaten zihnimde kabataslak bir görüntü var, bir haftada dikerim diye düşünüyorum. Sonra da.." Nefesim tekledi ve sustum. Sonrasını dile getirmek bile kalbimi sarsıyordu. 

Sonrası vuslattı. 

Ona sonsuza dek kavuşacaktım.

Ona sonsuza dek kavuşmak...Hayali bile o kadar güzeldi ki. Gerçeği kim bilir nasıl olurdu?

"Sonrasını da zamanı geldiğinde yaşayacak ve yalnızca havalara uçmakla kalmayacaksın benim güzel kardeşim. Ayakların bir daha yere değmeyecek." 

"İnşallah abla, inşallah. Onunla mutlu olmayı, onu mutlu etmeyi o kadar çok istiyorum ki."

"Ailemizdeki en deli dolu insan sensin, eminim çılgınlıklarınla onu dünyanın en mutlu adamı yapacaksın. Aynı zamanda hepimizden daha çok sevgi dolusun, sevdiklerine bağlısın. Devrim Kuzgun sen ona çarptığında ne olduğunu anlayamayacak bile." 

Birlikte kahkaha attık ve sonra o ailemize haber vereceğini söyledikten sonra telefonu kapattık. Heyecanla iç çekerek içeriye geçtiğimde Devrim'in mutfakta durmuş öylece dışarıya baktığını gördüm. Göz göze geldik. Başını hafifçe eğdi ve alçak sesle, "Günaydın." dedi. 

Neden bilmiyorum kalbim son hızla yokuş aşağı inişe geçmiş gibi hızlı atmaya başlamıştı. Ondan neden çekiniyordum ki? Çekinmemem lazımdı. Kendimi toparlamaya çalışarak mutfağa girdim ve, "Günaydın yakışıklı." dedim. Sesim sevecen ve coşkuluydu. Ona doğru ilerleyerek ayakuçlarımda yükseldim ve o ne olduğunu anlayamadan yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Sonra geri çekildim ve yüzüne baktım. Biraz olsun yorgunluğunu atmış görünüyordu.

Kaşlarını kaldırdı ve bana inanamayarak baktı. Anında yanaklarım kızardı ve bakışlarımı kaçırarak hemen ısıtıcının başına koştum ve yeniden çalıştırdım.Dudaklarım karıncalanıyordu. Sakallarının verdiği his inanılmazdı. Çay demlemek için çayı malzemelerin arasından çıkardım sonra masayı hazırlamaya başladım.

Mutfaktaki ezici varlığını bütün iliklerime kadar hissedebiliyordum.

Gelecek günlerin habercisi miydi bu? İleride böyle aynı mutfakta, birlikte kahvaltı hazırlıyor mu olacaktık? Aman Allah'ım, düğüne kadar kalp krizi geçirmezsem iyiydi. 

"İyi uyuyabildin mi?" diye sordum.

Cevap bir dakika sonra geldi. 

"Evet. Pek iyi uyuduğum söylenemez..ama dün iyi uyudum." Sesinde çekingenlik mi vardı yoksa bana mı öyle geliyordu?

Gülümseyerek dolabı açtım ve kahvaltılık malzemeleri çıkarmaya başladım. "Kahvaltıda ne seversin? Menemen yapayım ister misin? Ya da sucuklu yumurta, ya da istediğin başka bir şey varsa?"

"Hayır, hayır. Zahmet etme. Ne varsa onu yeriz."

Arkamı dönüp ona gözlerimi kısarak baktım. 

Bakışlarımdan rahatsızlık duyarak olduğu yerde kıpırdandı ancak hiçbir şey söylemeden o da bana bakmaya devam etti. 

"Sucuklu yumurta sever misin?" diye sordum.

"Peri.."

"Sucuklu yumurta sever misin sevmez misin? Öyle market sucuğu değil, el yapımı, organik, mükemmel baharatlarla tatlandırılmış bir sucuktan bahsediyorum. Sever misin?"

Pes edişi çok tatlıydı. Omuzlarını düşürdü ve homurdandı. "Severim."

"Tamam o zaman. Sucuklu yumurta yapıyorum, oldukça bol yapıyorum, çok yapıyorum. Tavada bir tane bile kırıntı kalmayacak ona göre." İşaret parmağımı ona  doğru salladım ve sonra dolaptan sucuğu çıkarıp tezgahın üzerine bıraktım. 

Şey..sakin görünüyor olmam iyi bir şeydi çünkü Devrim heyecanımı görmek istemezdi. Muhtemelen onu utandırırdım. İçimden kahkahalar atarak işimin başına döndüm. 

Çayı göstererek, "Çay demleyebilir misin?" dedim. "Çaydanlık hemen şu üstteki dolapta olacaktı."

Hiçbir şey söylemeden sessizce üst dolabı açıp seramik kırmızı çaydanlığı çıkardı ve suyun altında içini çalkaladıktan sonra yine ona gösterdiğim içine çay koyacağı küçük süzgeci aldı. Birkaç kaşık çayı süzgece boşalttı, çayı yıkadı ve sonra süzgeci çaydanlığın içine yerleştirdi. Isıtıcıyı alıp çaydanlığın içerisine sıcak suyu boşalttı sonra da ocağın altını yakarak demlediği çayı kısık ateşin üzerine bıraktı. 

Demek çay demlemesini biliyordu.

Bu neden bu kadar şaşırtıcıydı? 

Acaba yemek de yapabiliyor muydu?

"Yemek yapabiliyor musun?" diye bir soru ağzımdan kaçtı. 

Bana kısa bir bakış attı ve hemen sonrasında başını hafifçe salladı. Büyük şok! Yemek yapmayı biliyordu. Allah'ım, onu bana mükemmel bir paket halinde göndermişti. Ben hamileyken yemekleri ona yaptırmayı hayal ettim bir an ve yüzümde yine o büyük gülümsemelerden belirdi.

"Bu seni çok mu mutlu etti?" diye bir soru geldi.

Sucuğu parçalara ayırırken sırıttım. "Hem de nasıl."

"Neden?" diye sordu. Merak ediyordu. 

"Kocamın bana bir gün yemek yapmasını çok isterim."

Hiçbir şey söylemedi ancak söylediğime kızmadığını fark ettim. İlgili bir merakla beni süzdü ve sonra çaydanlığı ocaktan aldı. Kafasında bunu onaylamaya ihtiyacı olduğunu hissettim. O düşünedursun ben sucukları güzelce doğradım ve biraz yağ koyarak ocağın üzerine bıraktım.

"Taze ekmeklerimiz yok maalesef," dedim. "Dünden kalan ekmekleri ısıtacağım."

"Zararı yok."

Her şeyi hazırladıktan sonra oturup kahvaltımızı yaptık. O lokmasını yavaş yavaş aldıkça oturduğum yerde deliriyordum. Küçük ekmek parçalarının arasına reçeller, tereyağlar koyarak ona uzatıyor ve itiraz etmesine rağmen ısrarla vermeyi sürdürüyordum. 

Her defasında, "Zayıflamışsın." diye onu azarlıyor sonra yeni bir ekmek arası yapmaya koyuluyordum.

Homurdanarak, "Sen de zayıflamışsın." dediği her seferde ekmeği neredeyse ağzına tıkıyordum. Tüm gücüyle karşı koymak istediğini biliyordum ama kendini tutuyordu. Hem de öyle bir tutuyordu ki gülümseyerek onu izliyordum. 

Verdiğim lokmaları yutarken gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Onun gözlerinin odağında olmak hem çok heyecan verici hem de çok garip bir duyguydu.

Başımı önüme eğmiş onun için yeni bir lokma daha hazırlarken birden elini uzattı. Elinde küçük bir ekmeğin içine sürülmüş reçel ile tereyağı vardı. Başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Gözlerini kaçırdı ve lokmayı almam için elini salladı. Ondan hiç beklemediğim bir hareketti bu.

Şaşkınlıkla lokmayı aldım ve büyük bir mutlulukla ağzıma attım. O verdiği için miydi bilmiyorum ama çok lezzetliydi. Lokmamı çiğnerken elimdekini de ona uzattım. Aldı ve ağzına attı. Hayretle gülümsedim. Beni mutlu etmek için çabalıyordu. Böyle bir adam beni nasıl üzeceğini düşünmüştü?

Demlediği çay da mükemmel olmuştu. Artık sabahları çayı ona demlettirirdim. Kahvaltımız devam ederken, "Ablamla konuştum." dedim. "Kahvaltımızı yapar sonra da buradan ayrılırız. Olur mu?"

"Olur. Benim de ablamı görmem lazım. Fizik tedaviye başladı."

Şaşkınlıkla ona baktım. "Mükemmel bir haber bu! Ne zaman başladı?" Birden onunla iletişimi kestiğim için kendimden utandım. Devrim'den en ufak bir haber almamak için kendimle verdiğim mücadelede onunla iletişimde olmayı kesmiştim. Armağan'ın bana söylediği, 'Devrim de pek iyi değil, hatta hiç iyi değil.' gibi cümlelerini duymak içimi yakıyordu. Devrim'in gerçekten iyi olmadığını şimdi gözlerimle görebiliyordum. 

"Burada, özel bir hastanede. Yeni başladı." Durdu ve derin bir nefes aldı. "Kendine bir hayat kurmak istiyor. Anne olmak istiyor."

İçim cız etti. Ah Armağan. Bir ailesinin olmasını o kadar çok hak ediyordu ki. Üstelik bunu sadece kendisi için değil kardeşi için de yaptığını biliyordum. Devrim ne kadar iyi bir ablasının olduğunu biliyor muydu? Ablası hem onun için hem de kendisi için çabalıyordu. Hayatın iki kardeşi getirdiği durum öyle acıklıydı ki insanın ciğeri yanıyordu. Armağan'ı gördüğüm zaman yapacağım ilk şey boynuna sarılmak olacaktı. Onu o kadar çok özlemiştim ki. Başından beri Devrim ile benim birlikte olmamızı istemişti. Daha ben duygularımdan emin değilken bunun için uğraşmıştı. Şimdi bütün yaşananlara rağmen geldiğimiz mükemmel sonuç ortadaydı. 

Bundan sonra da her şeyin iyi olacağına inancım tamdı. 

"Çok sevindim Armağan için. Bütün bunları istemek onun hakkı. Umarım doğru adamı bulur ve kendine bir yuva kurar." 

Benim için ise doğru adam Devrim idi. Şu an karşımda oturuyor ve kendini alışık olmadığı bir ortamda bulmasına rağmen buna ayak uydurmaya çalışıyordu. Bana ayak uydurmaya çalışıyordu.

Bu o kadar mutluluk verici bir şeydi ki.

İç çektim. 

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum. "Yani...evleneceğiz fakat ne zaman? Aklınızda ne var Devrim Bey?"

Elindeki çatalı bıraktı ve kirpiklerinin altından bana baktı. "Sen ne istiyorsun?"

Evleniyor olduğumuza inanamadığım o anlardan birisiydi. Sanki bütün bunlar bir rüya gibiydi. Birazdan uyandığımda yalnız kalmaktan korkuyordum. 

Cesaretle, "Ben hemen evlenmek istiyorum." dedim. "Gelinliğimi tasarladıktan sonra evlenebiliriz. Olur mu?"

Gözlerindeki o pırıltılı bakışı hayal ediyor olabilir miydim? Bana öyle derin, manalı manalı bakıyor olabilir miydi? Sanki bu heyecanı yalnızca ben değil o da yaşıyor gibiydi. Bunun benim için anlamını bir bilseydi.

"İstemeye ..." Boğazını temizledi ve gözlerimin içine baktı. "...ne zaman gelelim?"

"Önce ailemle konuşmalıyım," diye fısıldadım heyecan içinde. Kalbim bütün bunları nasıl kaldırabiliyordu? "Onlara niyetimizden bahsedeceğim...ben sana haber veririm."

Başını eğdi. 

"Büyük bir düğün mü istiyorsun yoksa aile arasında bir düğün mü?" diye sordu. 

İyi değildim. Karşısında nasıl sakin oturabildiğimi bilmiyordum bile. "Büyük bir düğün.." diye mırıldandım. "Çevremiz çok geniş. O yüzden ne kadar küçük bir organizasyon istesem de, büyük bir düğün düzenlemeliyiz. Tabi eğer senin için de sakıncası yoksa?"

"Sen nasıl istiyorsan öyle olacak," diye mırıldandı. 

"Ama sen de bunun bir parçasısın," dedim itiraz ederek. "Senin de ne düşündüğün önemli."

Birden masanın üzerinden uzandı ve elimi tuttu. Bütün vücudum elektrik akımı yemiş gibi titredi. Sıcak parmakları elimi sardı ve ben şaşkınlıkla ona bakarken o kararlı bir şekilde, "Ben bugüne kadar bir düğün hiç hayal etmedim." dedi. "Eğer hayal etmiş olsaydım nasıl bir şey olurdu bilmiyorum. Ama şu an tek bildiğim şey, seni mutlu edersem benim de iyi hissedeceğim. Bunu biliyorum Gamze. Sen mutlu olduğun zaman ben de iyi olacağım. O yüzden sen nasıl istiyorsan öyle olacak."

Kendini ilişkilerde ifade edemeyen bir adama göre çok iyi konuşuyordu. Ve bir de sevememekten bahsediyordu. Bu kadar düşünceli bir adam nasıl sevemezdi ki? Bunu göremiyor muydu? İçindeki o eşsiz sevgiyi göremiyor muydu? Ona bahsedilen şey o kadar güzel , o kadar kıymetliydi ki. Ama o bunun farkında bile değildi.

Diğer elimi elinin üzerine koydum. Sıcak elinin her bir yerini kavradım. Ona tutundum. Gözlerindeki o kıvılcımın her zerresine muhtaçtım. Çünkü öyle güzel bakıyordu ki. Sanki kendini tamamen bırakmış gibiydi. Kendini bırakmış ve bana gelmişti. Tamamen ellerime kalmıştı. 

Dayanamayarak oturduğum yerden kalktım ve onun yanına yürüyerek elinden tutup kaldırdım. Ve hemen sonrasında kollarımı beline dolayarak onu var gücümle sıktım. Başımı göğsüne, o her zaman olmak istediğim yere yasladım. 

Bir an için kaskatı kesilse de, daha sonra vücudu yavaş yavaş gevşedi ve beni sardı. Hem de nasıl sarmak.Yüzlerce kişi gelse kollarından alamayacakmış gibi bir sarıştı bu. Dünyaya karşıydı sanki. Bırakmazdı.

Mutluluk mu? 

Mutluydum.

Hiç olmadığım kadar.

*

Saatler sonra evimden içeriye girdiğimde içeriden gelen sesleri duyabiliyordum. Bahçede yeğenlerimle karşılaşmış ve hepsini tek tek öpmüştüm. Son zamanlarda onlarla ilgilenememiştim. Bundan büyük suçluluk duyuyordum. 

Yetişkinler ise içerideydi ve son günlerde olan şeylerden konuşuyorlardı. Benim geldiğimi görmüş olmalılardı. O yüzden konu ben değildim.

Salondan içeriye girdiğimde bütün başlar bana çevrildi. Efe hariç herkes oradaydı. Hepsi şöyle bir beni süzdü. Babamın gözlerinin içi gülüyordu. Annemin yüzünde şefkat vardı. Ablam, eniştem, kardeşlerim ve Leyla ile Mine de gülümseyerek bakıyorlardı bana.

Gözlerim doldu. 

Babam ayağa kalktı. "Ne zaman istemeye geliyormuş bu delikanlı?" diye sordu. Gülümsüyordu. "Kız evi naz evidir derler, en az iki kere gelip gitmesi gerek ona göre. Bunu söyle o Devrim Kuzgun'a."

"Baba!" diye haykırdım mutlulukla ve ona doğru koşup kollarına atıldım. Sıkı sıkı sarıldım varlığıma sebep olan adama. Daima bana kol kanat geren, ailesine kendini adayan adamın onay vermiş olması benim için o kadar önemliydi ki. 

Sevinç gözyaşları gözlerimden süzülürken, "Teşekkür ederim." dedim minnetle. "Teşekkür ederim baba." 

Onlarla konuşup onları ikna edeceğimi düşünmüş, eğer gönülsüz olurlarsa ne kadar üzüleceğimi bilerek girmiştim bu eve. Ama bu kadar kolay olmasını da beklememiştim. Sevdiğim adamla evlenirken ailemin de yanımda olacağını bilmek o kadar güzel bir şeydi ki. 

Herkesle tek tek sarılıp ağlaştıktan sonra Zeynep'e, "Efe nerede?"  diye sordum.

"Arka bahçede. Hamağın orada." Gülümsedi ve elimi tuttu. "Seni çok seviyor biliyorsun. Yoksa hiç bu kadar kızmazdı."

"Biliyorum," dedim gözlerim dolarken. 

Onları orada bıraktım ve dışarıya çıktım. Arka bahçeye yürürken içimdeki gerginliğin büyüdüğünü hissediyordum. Ona Devrim'e neden yumruk attığını sormayacaktım. Eğer o bunu gerekli gördüyse bir şey demeyecektim. Ondan Devrim'i anlamasını bekleyemezdim. Onu benim kadar kim anlayabilirdi ki zaten? Efe'den yalnızca beni anlamasını isteyecektim. 

Hamağın bulunduğu yere gelince kardeşimi gördüm. Sıkıntılı bir ifadeyle hamakta oturmuş biraz ötede çimlerin üzerinde birbirlerini kovalayan serçeleri izliyordu. Beni fark etti ve başını kaldırdı. Yüzünden sayısız ifade geçti ama en belirgin olanı rahatlamaydı. Bunu gözlerinde görebiliyordum. Ayağa kalktı. 

Hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. Sonra dayanamayarak koştum ve ona adeta çarptım. Beni yakaladı ve sımsıkı sarıldı. Ah şu Efe. Onda içimi dağlandıran bir sevgi vardı. O öyle bir severdi ki insanın içi giderdi. Bana verdiği değer benim için o kadar kıymetliydi ki. Ve benim kardeşim olduğu için de o kadar şanslıydım ki, dünyalara bedeldi. Böyle seviliyor olmak, onun tarafından seviliyor olmak harika bir şeydi. 

Benim canım ikizim tam bir sevgi adamıydı. Eğer o üzgünse gerçekten de üzgündür demekti. Kızgınsa kızgın, kırgınsa kırgın. Çünkü o daima sevmeyi bilirdi. Üzmeyi, kırmayı, yıkıp dökmeyi değil. Bu yüzden de onu ölümüne seven bir eşi ve çocukları vardı. Çünkü o çok iyi bir aile babasıydı.

"Mutluyum Efe'm," dedim gözlerim dolarken. Kokusunu içime çektim ve ellerimi saçlarının arasına daldırdım. Kardeşimin yüzünü öpücüklere boğdum. Ben insanın canını sıkı sıkı seviyordum. Neyse ki Efe de öyleydi. Onu sevmeme izin verdi. Gözyaşlarımı sildi. Onun da gözleri dolmuştu ve ağlıyordu. 

"Sen evlenecek misin şimdi?" diye fısıldadı. 

"Evleneceğim tabi!" diye haykırdım. "Gör bak, boy boy Gamze'ler doğuracağım."

"Vallahi yaparsın sen. Bir bakarsın ikiz doğurursun."

"Böyle bir şey mümkün tabii. Eğer oğlum olursa ismi Efe olacak." Elimle kıymetli gözyaşlarını sildim. "İki tane ismi olacak. Diğerine Devrim karar versin istiyorum ama ben ikinci ismini Efe koyacağım."

"Gamze.." diye fısıldadı ve alnımdan öptü. "Gamze'm." Bana sıkı sıkı sarıldı. Yarı gülerek yarı ağlayarak birbirimize birçok şey söyledik. O an ne söylediğimiz, ne konuştuğumuz önemli değildi. Yalnızca onunla böyle olabilmek önemliydi. Bütün kardeşlerim benim için özeldi. Ama Efe başkaydı. Ondan da izin aldığımı görmek beni rahatlattı. Devrim'e olan kızgınlığını benim için kenara bıraktı ve bana bir kez daha sarıldı. 

O gün hamakta oturup ona Devrim çiftliğe geldiğinde olan şeyleri anlattım. Dinledi, konuşmadı. Ben konuşmamı bitirdiğimde ise, "İstemeye üç kez gelecek ve her geldiğinde tuzlu kahveni içecek." dedi. "Yok öyle kolay kız almak. Birazcık kıvrandıralım onu."

Kahkaha atarak ona yaslandım. 

Belki bu Devrim'i korkutabilirdi ama onun çabalamaya çalıştığını biliyordum. O yüzden beni üç kere istemeye geleceğini de biliyordum.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu