Peri ve Kuzgun 45. Bölüm



Bölüm 45 : Sensiz Olmaz ❤

GAMZE

Kokusu öyle güzeldi ki, ona sarılmak, onun tarafından sarıp sarmalanmak o kadar güzeldi ki burada saatlerce kalabilirdim. Alnını alnıma yaslamışken, kalbim durmak üzereyken düşündüğüm tek şey buydu. Burada, onunla, saatlerce kalmak. Başka hiçbir isteğim yoktu. Delicesine aşık bir kadın başka ne isterdi ki? 

Buna hala inanamıyordum. Gerçekten de burada olduğuna ve bana teslim olduğuna inanamıyordum. Sanki çok güzel bir rüya görüyordum. Gözlerimi ona diktim. Rüya olamayacak kadar gerçekti. 

"Sen yalnızca benim yanımda ol," diye fısıldadım ona. Gözleri kapalıydı. Sıcacık alnı alnımı yakıyordu. Nefesim güçlükle çıkıyordu. Hemen yakınında olan dudaklarını öpmek istiyordum ama çekiniyordum. Neden şimdi böyle olmuştum? Cesaretim bir yerlere kaybolmuş gibiydi.

Elleri saçlarımın arasında kaybolurken alnını alnımdan ayırdı ve gözlerimin içine baktı. O her zamanki Devrim gibiydi ama bakışlarında yeni bir şey vardı, yeni bir ışık. Sanki o ışık daha önce hiç varolmamış gibiydi. 

Sanki yalnızca bana özel gibiydi. 

"Ne olursa olsun," diye mırıldandı. "...ne olursa olsun...kalacak mısın?" Bakışları tereddüt dolu bir hal aldı. Ona bu kadar yakın durmasam fark edemeyeceğim kadar üzüntüyle doldu. "Ne olursa olsun..." diye yineledi. Sesi kısılmıştı. 

Başımı hızlıca salladım. "Ne olursa olsun.. kalacağım." 

Bana uzun uzun baktı. Keder dolu, acı dolu bir bakıştı. Aynı zamanda hayranlık da vardı. Benim onu sevme ihtimalim bile onu deli gibi korkutuyordu. Ki o onu deliler gibi sevdiğimi biliyordu. Korkusunu anlayabiliyordum, en azından anlamaya çalışıyordum. İnsan sevdiğinin başına en ufak bir kötülük geldiğinde bile içinde onları bu kadar sevmemeyi dileyen bir yanıyla karşılaşıyordu. Eğer onları bu kadar sevmezse, onları kaybettiğinde acı çekmezdi.Ancak insan bu düşünceyle dünyada tek başına kalır ve sevginin o muhteşem büyüsünü hissetmeden ölüp giderdi.

 Devrim'in öyle yaşamasına izin vermeyecektim. Onu bütün sevgimle kucaklamayı düşünüyordum. Bu onu korkutsa bile bunu yapacaktım. Telafi edecek o kadar çok yılımız vardı ki.

Gözlerimiz birbirine kenetliyken, kalbim kendi bildiğini yapıyor ve göğüs kafesimi zorluyordu. Devrim öne doğru eğildiğinde durduğunu sandım. Öpeceğini düşünerek nefesimi tuttum ancak o elleriyle yüzümü kavrayıp dudaklarını dudaklarıma değil, alnıma değdirdiğinde tuttuğum nefesi bıraktım. Aynı anda hem heyecan hem de hayal kırıklığıyla sarsıldım çünkü beni öpmesini istiyordum. O çok güzel görünen dudaklarını öpmek istiyordum. 

Ben önce davransa mıydım? 

Ne yapacağıma karar vermeden, ani bir cesaretle o dudaklarını geri çekerken ona engel oldum ve yüzümü kaldırdım. Tam dudaklarımız birbirine değecekken başını çevirdi ve yanağını yanağıma sürttü. Sakalının keskin batma izleri kıpkırmızı kesilmiş yanağımı tahriş ederken, son nefesimi vermek üzere olduğumu düşündüm. 

Öpmeme izin vermemişti. 

Utançla kızararak gözlerimi yumdum ve onun yanağıma küçücük bir öpücük kondurduğunu sonra da burnunu saçlarımın arasına gömdüğünü hissettim. Derin bir şekilde kokladı ve sonra geri çekildi. Ben hala gözlerimi açamıyordum. Çok utanmıştım. O kadar utanmıştım ki, beni yanağımdan öptüğünün ve buna ayrı olarak sevinmem gerektiğinin farkında bile değildim. Bugüne kadar onu yanağından öpen hep ben olmuştum. 

Yanağımdan öptü!  

Göçüm! 

Sanki yanağıma bir öpücük değil de, dünyaları kondurmuş gibiydi. 

"Gözlerini aç," diyen sesini duyduğumda utançla kafamı iki yana salladım. Reddedilmenin acısı tazeydi. Ciğerimi yakıyordu. İçimden gülmek geldi. Duygularım o kadar karışıktı ki. 

Ellerinin baskısını yanağımda hissettiğimde gözlerim kendiliğinden açılıverdi. 

Bakışlarını gördüğümde kalbim titredi. Yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. Öyle bir bakıyordu ki, kızarmamak elde değildi. Sanki içimi görür gibiydi. Sanki zihnimden,kalbimden geçirdiğim her düşünceyi biliyormuş gibiydi. Bakışları deliciydi. Kıvranıyordum.

Bir eli yanağımdayken diğer elini kendi boynuna götürdü ve benim daha önce fark etmediğim bir kolyenin zincirini göz önüne çıkardı. Onun hangi kolyeye ait olduğunu fark edince kalbim durdu. 

Bu...benim kolyemdi!

Benimdi! 

Ucunda yüzüklerimizin olduğu, ona evlenme teklifi ettiğim gün düşürdüğüm kolyeydi!

Gözlerim irice açıldı.  Vücudum titremeye başladı. Yanağımdaki elini çekti ve iki elini de boynuna götürerek kolyeyi boynundan çıkardı. Sonra bir elimi tuttu, avucumu yukarıya bakacak şekilde çevirdi. Elimin titrediğini görebiliyor muydu? Kolyeyi avucumun içine bıraktı. 

Göçüm! 

Ve sonra başını kaldırdı ve bana baktı. Gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce benim gözlerim bir kez daha irice açıldı. Boğuk, acı dolu bir sesle, "Bunu o akşam düşürdün," diye fısıldadı. 

Başımı aşağı yukarı salladım. Dilim dönmüyordu. Konuşamayacak kadar şaşkındım. Aynı zamanda heyecandan kendimden geçmek üzereydim. 

"Düşürdün...ve ben senin gittiğini çok geç fark ettiğimden, onu düşürdüğünü de çok geç fark ettim."  

Kaşlarını çattı. "O akşam...iyi değildim Peri."

Titreyen ellerimle ellerini tuttum. Yüzük avuçlarımızda birleşti. "Biliyorum," diye fısıldadım. "Biliyorum. Üzerine çok geldiğimi de biliyorum."

Başını iki yana salladı. "Benim için sevmek hiçbir zaman kolay olmadı." Durdu ve derin bir nefes aldı. Gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Annemle babamı kaybettiğim o akşamdan sonra kendime bir söz verdim. Yemin ettim. Bir yuvanın yıkılışını izledim. Bir yuvanın daha yıkılışını izlemeyecektim. Bir yuva kurmayacağıma dair yemin ettim. Hiçbir kadını sevmeyeceğime, onun hayatını karartmayacağıma, ona çocuklar vermeyeceğime yemin ettim. Bir aile olmamaya yemin ettim. Daima yalnız kalmak ve yalnız ölmek istedim."

Sesindeki kararlılığı bütün iliklerimde hissediyordum. Onun sözünü kesmek ve ona yanıldığını söylemek istiyordum ama onu susturamazdım da. Bu kadar gönüllü konuşurken, ona engel olamazdım. Onu sıklıkla konuşurken görmek neredeyse mümkün değildi. Söyledikleri canımı yaksa da onu dinlemek zorundaydım. Eğer yapacağı şey yine buysa, o zaman neden buradaydı? Beni bir kez daha bırakırsa ne yapardım?

"O akşam ben de ölebilirdim. Beni vurduklarında-"

Dehşetli bir duygu seline kapılarak, "Vurulduğunda mı?" diye fısıldadım. "Sen vuruldun mu?!"

Bakışları beni buldu ve soğuk, kaskatı kesilmiş bir sesle, "Sırtımdan." dedi. "Üç kurşun." 

Ben yalnızca anne ve babasının vurularak öldürüldüğünü biliyordum. Onun vurulduğunu bilmiyordum. Hissettiğim öfkenin şiddeti o kadar büyüktü ki, belki de bir cinayet bile işleyebilirdim. Bunları onlara yapan herkesten hesap sorabilirdim. Devrim'in ailesini elinden alan herkesin karşısına çıkabilir ve onları bunu yaptıklarına pişman edebilirdim. Kendimi fitili ateşlenmiş bir dinamit gibi hissediyordum.

"Nasıl..nasıl kurtuldun?"  Yanağımdan sıcak bir damlanın süzüldüğünü hissedene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Elimin tersiyle yanağımı sildim. "Nasıl?"

İrkildi ve derin bir nefes aldı. Yüzü öyle bir şekle bürünmüştü ki, sanki içini kesiyorlardı. Sanki ona kıyıyorlar, onu acıyla sınıyorlar, onu ateşle dağlıyorlardı. Yüreğim onun için acı çekiyordu. Gözlerini kaçırmak istese de ben, gözlerinin içindeki o uçurumları gördüm. "Kurtuldum," diye konuşurken, aslında hiç de kurtulamadığını, hala o kurşunları sırtında taşıdığını gördüm.

"Kurtuldum işte." diye mırıldandı bir kez daha ve acıyla ekledi. "Buna kurtulmak denilirse eğer."

Hala birbirine kenetli halde duran ellerimizi tuttum. "Kurtuldun...buradasın. İyisin. İyi olacaksın."

"İyi olup olmayacağımı bilmiyorum Gamze. Bilmiyorum...sadece ..sadece artık kendimi bıraktım. Buraya geldim. Bundan sonra nasıl olacağını ben de bilmiyorum. Zor olacak...benim için zor olacak, senin için de zor olacak çünkü ben kendimi nasıl toparlayacağımı bilmiyorum." Elini ellerimden çekti ve doğrularak ayağa kalktı. "Ablamı bulduğumdan beri.. hayatımda yalnızca o vardı. Onun üzerine titredim. Onu korudum,kendimden bile korudum. Her şeyden korudum. Ancak onunla arama hep mesafe koydum. Bunu isteyerek yapmadım, bu kendiliğinden olan bir şeydi. Aramız eskisi gibi değildi. Ama yine de o yanımdaydı, yaşıyordu."

Çaresiz bir şekilde koltuğun etrafında voltalar atmaya başladı. Kalkıp yanına gitmek istedim ama ona engel olmak da istemiyordum. 

"Onu kendimden uzak tutuyorum...onu uzak tutuyorum.. böylece ben..böylece.."

"Kendini korumuş oluyorsun," diye tamamladım sözünü. "Ama böyle yaparak ablanı da kendini de üzüyorsun."

"Zordu..." diye mırıldandı ve sonra sırtını duvara vererek yere oturdu. Başını geriye yasladı ve gözlerini yumdu. "Ona sıkı sıkı sarılmamak, onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyememek. Ondan yaşadığı o iğrenç hayat için özür dileyememek. Defalarca kez ölmek istediğinde, onu yeniden hayata döndürdüğümde ona yaşamak için bir şeyler verememek."  Gözlerini açtı ve acı içindeki bakışları beni buldu. "Bunlar,o kadar zordu ki!"

Defalarca kez ölmek istediğinde mi? 

Tüylerim ürperdi ve dayanamayarak ayağa kalktım. Onun yanına gittim ve yere, yanına oturarak ben de sırtımı duvara yasladım. Avucumun içinde sıkı sıkıya tuttuğum kolyenin baskısını hissedebiliyordum. 

"Geç  değil," diye fısıldadım ona yandan bakarken. "Hiçbir şey için geç değil. Ablan seni çok seviyor."

"Biliyorum." Sesinde derin bir ızdırap vardı. 

Dışarıda yağmur bütün şiddetiyle yağmaya devam ediyordu.Ellerim titriyordu. Onun beni bırakıp gitmesini istemiyordum. Altından kalkabilirdim evet ama artık eski tadım olmazdı. O hayatımdan geçip öylece gidemezdi.

"Daha önce hayatımda hiç kadın olmadı." diye konuştuğunda sessizlik neredeyse beni çatlatıyordu.Ona baktım. Bakışları beni buldu ve aramızdaki bir şeyler çatırdadı. "Kimseye izin vermedim.Onlardan hep uzak durdum." 

Bunun benim için ne kadar özel olduğunu bir bilseydi. 

"Daha önce bir kadını öpmedim de..." diye fısıldadı kısık sesle. "...fırsat oldu..yani çevremde birçok kadın oldu ama ben..onları hayatıma dahil etmedim."

"Anlıyorum," diye mırıldandım. Kalbim küt küt atıyordu. Yanaklarımın ısındığını hissedebiliyordum. Sadece yanaklarım değil, kulaklarım, boynum da ısınıyordu ve kızarmaya başladığımdan o kadar emindim ki nemli saçlarım yanaklarımı ve boynumu gizlesin diye başımı öne eğmemek için kendimi zor tutuyordum. 

"Hayır anlamıyorsun... ben kendimi hayata kapattığımda yalnızca on beş yaşındaydım. Lisede kızlar vardı, ancak ben onlarla o kadar da yakın değildim. Yaşıtlarım gibi değildim daha doğrusu." 

"Anlıyorum," diye mırıldandım bir kez daha. "Benim de hayatımda birkaç kişi oldu..ama hiçbiri ile ciddi düşünmedim. Evlilikten uzak duruyordum.. benim de fırsatlarım oldu.. ama ...ama hiçbirini değerlendirmedim." Sonlara doğru sesim güçlükle çıkmıştı. Ona bakamıyordum. Neden böyle birden bire utangaç olmuştum? O esip gürleyen, sınırları zorlayan Gamze neredeydi?

"Beni öyle bir vurdun ki," diye fısıldadığında şaşkınlıkla ona baktım. Doğrudan karşıya bakıyordu ama yüz ifadesinden onun ne kadar zorlandığını görebiliyordum. İtiraf etmekte zorlanıyordu. Duygularını dökmekte zorlanıyordu. "Öyle bir vurdun ki Peri. Ömrüm boyunca o kurşunu taşıyacağımı biliyorum. Seninle ya da sensiz...o kurşunun hep benimle olacağını biliyorum."  Çenesi titredi ve o da dişlerini sıkarak çenesini sertleştirdi. Titremesini durdurdu. Sonra bakışları beni buldu. Gözleri buğuluydu. 

"Bensiz olmayı mı düşünüyorsun?" diye fısıldadım korkarak. "O zaman neden geldin?"

Başını iki yana salladı ve bana uzandı. Elimi tutup kendine çekti. Titreyerek bana sarılmasına karşılık verdim. Yüzünü saçlarımın arasına gömdü ve kolları belimde sıkı bir kilit oluşturdu. Dizlerimin üzerinde doğrulmuş ayrık bacaklarının arasındaydım, vücudum ona yaslıydı. Kollarım boynuna dolandı ve bu yakınlığın tadını çıkardı. Kolyeyi bilezik gibi bileğime geçirdim. Kalbim ona her sarıldığında tamamlanmış hissiyle havalara uçuyordu. Bir insan diğer yarısını nasıl hissederdi? Onu gördüğünde mi? Ona sarıldığında mı? Onunla bütünleştiğinde mi? 

O yanımdayken  bütün vücudumu saran ürpertinin nedeni neydi? Yoksa bu benim için bir işaret miydi? Onun ruh eşim olduğunu gösteren bir işaret. Öyleyse bile, bu sarılma da bir işaret sayılmalıydı. O beni kollarının arasında sararken sanki ruhumu da sarıyormuş gibi hissediyor olmamın başka bir anlamı olamazdı. O benim için doğru kişiydi. 

Bunu en başından beri biliyor olmam ne garipti. 

Hasretimizi dindirmek ister gibi birbirimize sıkı sıkı sarılırken onun beni ne olursa olsun bırakmayacağını anladım. 

"Sensiz olmaz," diye mırıldandı boğuk bir sesle ve başını geri çektiğinde ben de kollarımı gevşeterek onun yüzüne baktım. Gözleri dolu dolu olmuştu yine. Kaskatı kesilmiş bir yüz ifadesi ile gözlerimin içine baktı. "Sensiz nasıl olur bundan sonra?" 

Hayretle, şaşkınlıkla, küçük bir kalp krizinin eşiğine gelmişliğimle, "Devrim?" diye sordum. Gözlerim yanıyordu. "Bu ne demek?"

Yutkundu. Canının acısı, yüreğinin teslimiyeti gözlerinden okunuyordu. "O akşam..sorduğun soru," durdu ve bir kez daha yutkundu. "Dönme dolaptayken...sorduğun soru... cevap veremedim."

Bu sefer yutkunma sırası bendeydi. 

"Devrim.."

"Sana sonsuz mutlulukları vadedemem," diyerek sözümü kesti. Sesi sanki boğazında bir yumru varmış gibi güçlükle çıkmıştı. 

Gözlerimden yaşlar hızlı hızlı akmaya başladı. Hala benim için korkuyordu, hala beni üzeceğinden korkuyordu, oysa şu an beni dünyanın en mutlu kadını yaptığından habersizdi.

"Kolay olacağını da söyleyemem... bazen mesafe koyabilirim, kendimi kapatabilirim..ben..ben bunu daha önce hiç yaşamadım.. o yüzden senin bana rehberlik etmen gerekecek. Yolumu aydınlatman gerek Peri. O eşsiz ışıltınla.."

"Kendini bana bırak yeter," diye fısıldadım ve ona yaklaştım. Onu öpmek istiyordum. Az önce beni reddetmiş olmasa çoktan öperdim de. Kendimi güçlükle tuttum. 

Ellerimi yanağına koydum ve güzel gözlerini, elmacık kemiklerini, kirli sakallarla bezenmiş çenesini sevgiyle okşadım. O dokunuşumun tadını çıkarırken gerginliğinin biraz olsun azaldığını hissettim. "Sen nasıl bir insansın?" diye sordu gözlerime bakarken. "Nasıl bu kadar güzel olabiliyorsun? Kalbin o kadar..o kadar güzel ki..onu incitmekten çok korkuyorum. Yüzünden gülümseme hiç eksik olmasın istiyorum. Benim gibi zavallı bir adam için üzülme istiyorum. Benim yüzümden hiç üzülme istiyorum."

"Sen zavallı değilsin. Sen bir tanesin. Benim birtanem..."Dayanamayarak dudaklarımı elmacık kemiklerinin üzerine bastırdım, sonra göz kapaklarının üzerini öptüm. Onu içime sokmak, sıkı sıkı sarmak ve bir daha hiç bırakmamak istiyordum. Dudaklarımı yanağına bastırdım ve saniyeler boyunca geri çekilmedim. 

"O zaman bana cevap ver," diye fısıldadım burnumu burnuna sürterek. Titriyordu, hissedebiliyordum. Burnunun ucundan da öptüm. Neredeyse yalvarır gibi çıkan sesimle, bir kez daha, "Benimle evlenecek misin?" diye sordum. O gece ki kadar çaresiz hissetmiyordum, umutsuz hissetmiyordum. Aksine büyük bir coşkuyla doluydum. "Eğer bana evet dersen Devrim Kuzgun, bugünden itibaren bütün hayatını, kalbini, kendini benim ellerime teslim etmiş olacaksın. Seni öyle mutlu edeceğim ki."

Öpücüklerimden sarsılmış bir halde gözlerime derin derin bakarken yutkundu. Bir kadın onun gözlerinde kolaylıkla kaybolabilirdi. O kadar derin, o kadar yoğundu ki. Bakışlarıyla bana öyle güzel şeyler söylüyordu ki. Acaba o da bunun farkında mıydı? 

"Çocuklarımız olacak," diye bilgilendirdim onu. "...bir sürü çocuk istiyorum. Anne olmak istiyorum, eğer babası sen olacaksan."

Beni tutuşu sıkılaştı ve derin, şiddetli bir nefes aldı. Yutkunurken gözleri gözlerimi delip geçiyordu. Biraz korku, biraz hayretle, "Çocuklar?" diye sordu. "Hem de bir sürü?"

Hali o kadar tatlıydı ki kıkırdadım. Elimin tersi ile hala akmaya devam eden gözyaşlarımı sildim ve ona gülümsedim. "Kendini nasıl bir kaosun ortasına attığının farkında bile olmayacaksın Devrim Kuzgun." 

"Böyle söylediğinde..." diye mırıldandı boğuk bir sesle. "...arkama bakmadan kaçmak istiyorum."

Yine kıkırdadım çünkü bunu söylerken ciddi olmadığını biliyordum. Bana teslim olmuştu, artık hiçbir yere gidemezdi. Sadece ne kadar çok korktuğunu ifade etmeye çalışıyordu. Ancak korkmasına gerek yoktu. Ben sevgi dolu bir ailede büyümüştüm. Onu sevgiye boğacaktım. 

"Öyle güzel gülüyorsun ki.." diye konuştu ben hala gülümserken. Yanaklarım ısındı. O hayran hayran yüzümü incelerken kollarının arasında kıpırdandım. Hala dizlerimin üzerinde doğrulmuştum. Dizlerim ağrımıştı. "Öyle güzel gülüyorsun ki..." 

Kalbim titreyerek atarken, ben açık bacaklarının arasına oturdum ve ona döndüm. Ellerinden birini omuzuma doladım, diğerini de belime koydum ve kendi ellerimi de onun göğsüne yasladım. Hiç itiraz etmeden beni sıkıca kendine yaklaştırdığında heyecanlı bir nefes verdim. Başımı kaldırdım ve onun yüzüne baktım. 

"Ben de senin gülüşünü görmek istiyorum."

"Gülmek canımı yakıyor," diye mırıldandı. "...acı hatıraları getiriyor aklıma. Mutluluktan güldüğüm zamanları. İnsan mutlu değilse gülümseyebilir mi Peri?"

Kalbim sıkışırken, "Şimdi mutlu değil misin?" diye sordum. 

Başını eğdi ve çenesini saçlarıma yasladı. Ellerimin altında kalbinin nasıl da şiddetle attığını hissedebiliyordum. Sanki maraton koşmuş gibi, sanki hiç soluklanmamış gibi hızlıydı. Ama sakin görünüyordu. Bunu nasıl yapıyordu?

"Mutluyum Peri...ama buruk bir mutluluk bu. Mutluluklarım hep buruk...sen ve ablam dışında başka mutluluğum yok." 

Söyledikleri o kadar çok yakıyordu ki içimi, onun içi nasıldı kim bilir? Bütün yaralarına merhem olmak istiyordum fakat bunun mümkün olmayacağını da biliyordum. Ona kaybettiği yılları geri veremezdim, sadece bundan sonra artık acı içinde yaşamasına müsaade etmeyecektim.

"Bense çok mutluyum," diye mırıldandım ve ellerimle yanaklarını tutup onu kendime çektim. Biraz gerildi ancak yine de itiraz etmedi. Dudaklarımı eğilmiş alnına bastırdım. Sonra onu bıraktım. "Çok mutluyum. Beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin."

"Üzülmeni istemiyorum Peri. Hep mutlu olmanı istiyorum." 

Bileğimdeki kolyeyi çıkardım ve klipsini açarak yüzükleri avucuma aldım. Sonra onun gözlerine baktım. "Beni daha da mutlu edecek misin?" Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki, yutkunmak zorunda kaldım ve bir kez daha tekrar ettim. "Evlenecek misin benimle?"

Neredeyse kalp krizi geçirmeme neden olacak sonsuzluk kadar uzun gelen birkaç saniye sonra avucumdaki küçük alyansı aldı ve sonra boş elimi tutup dudaklarına götürdü. Sanki ruhundaki acıyı dindiren şey elimdeymiş gibi elimi yanağına bastırdı. Avucumun içini öptü ve titreyen parmağıyla yüzüğü parmağıma taktı. 

En az onunki kadar titreyen elimle avucumdaki ona ait olan yüzüğü aldım. Ve sonra onun elini yakalayıp tıpkı onun yaptığı gibi dudaklarıma götürdüm. Avucunun içini öptüm, güzel elini yanağıma sürttüm ve sonra da dayanamayarak kalbime bastırdım. Kalp atışlarımın elinin ayasında hayat bulduğuna yemin edebilirdim. Daha da hızlandığına, kendinden geçtiğine yemin edebilirdim. 

"Bu yüzüğü parmaklarına değil, kalbine, kalbime takıyorum.." Elini yeniden öptüm ve yüzüğü parmağına geçirdim. "Bunu hiç çıkarma olur mu?" 

Başını iki yana salladı, yüzü duygu yoğunluğuyla kaskatı kesilmişti. Omuzumdaki kolunu sıkılaştırdı ve beni göğsüne yasladı. Kolları etrafımda kilitlendi. Canımı, ruhumu, kalbimi sarsan heyecanın etkisiyle birkaç dakika boyunca birbirimize sarılı kaldık. Sonra o geri çekildi ve dudaklarını alnıma bastırdı. "Kanepeye geçelim Peri." diye mırıldandı ve ayağa kalkarken beni de kaldırdı. Birlikte kanepeye geçtik, önce onun oturmasını bekledim ama o beni nazikçe oturmam için yönlendirdi. Daha sonra uzağıma oturdu, itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki uzandı ve başını bacaklarımın üzerine koydu.

Tıpkı piknik yaptığımız zaman benim onun bacaklarına başımı koyduğum gibiydi. Bütün vücudum titredi. Kalbim sanki mümkünmüş gibi daha da hızlı atmaya başladı ve ellerim kendiliğinden saçlarına ve göğsüne gitti. Yumuşacık nemli saçlarını elimle tararken o yan döndü ve dizlerime sarıldı. 

Hiçbir şey söylemedi. Hiçbir şey söylemedim. Zaten ağzımı açsam ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Kalbimden coşup gelen şiddetli sevgiyle onu korkutmak istemiyordum. 

Dakikalar içinde derin bir uykuya daldı ve ben de onu izledim. Saçlarını usul usul okşarken ışığın altında parlayan alyansıma inanamayarak baktım. Bu adam, gerçekten de burada mıydı? Benimle miydi? Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki. 

Benimle evlenmeyi kabul etmişti. 'Evet' gibi kesin bir cevap vermemişti ama yüzüğü almış ve parmağıma takmıştı. Zor olacağı konusunda beni uyarmıştı. Ve bana, 'Sensiz olmaz' demişti. 

Ruhumu teslim etmem için bütün bunlar yeterliydi. Yüzüğe bakarken nefesimin hızlandığını hissettim. İki ay önce ne umutlarla aldığım yüzük şimdi parmağımdaydı. O gece, lunaparkta olduğumuz gece ona bu yüzüğü gösterirken bir yandan da içimdeki korkuyla baş etmeye çalışmıştım. O gece bu yüzüğü parmağıma takmamıştı.

Çünkü ayrılığa ihtiyacımız vardı. 

Birbirini kısa zamanda tanıyan iki insan olsak da, bu iki ay bizde derin sızılar bırakmıştı. Onun varlığını bildiğim andan itibaren yokluğunu çekmek ölüm gibi olmuştu. Devrim de benden iyi görünmüyordu. Hatta benden çok daha kötü durumdaydı. Canını sevdiğim canına iyi bakmamıştı. Onu kollarımın arasında tutup şefkatle sarmamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki. 

Bu iki ayın hasreti öyle bir geceyle bitmezdi. 

Rabbim bize ayrılık yazmıştı, acı çektirmişti ama hepsi onun kendine gelmesi içindi. Onun kendini teslim etmesi içindi. Bana dönmesi, benim olması içindi. Eğer sonucu böyle güzel olacaksa, bazı ayrılıklar yaşanmaya değmez miydi?  Özlemden ölse de insan onun geleceğini bilse buna katlanmaz mıydı? Katlanırdı. Değerdi. 

Şu an dizlerimde yatan, derin bir uykuya dalan bu adam için her şeyi yapabilirdim çünkü buna değerdi. O beni keyfinden değil, kendinden korumak istemişti. Kendini de benden korumak istemişti çünkü yüreği sevmeye korkuyordu. Bana beni sevdiğini söylememişti. Ama söylemesi de gerekmiyordu. Burada olması beni ne kadar çok sevdiğinin bir işaretiydi. Eğer beni sevmese o da bu kadar kötü olmaz, acı çekmez ve kendini bütün korkularına rağmen benim kollarıma atmazdı. Onun kadar güzel seven bir adam için her şeye değmez miydi? Eğer ödülüm bu adam olacaksa, çektiğim acının lafını bile edemezdim ki. 

Hem... o kadar güzel uyuyordu ki, gözlerimi ondan alamıyordum. Saçlarının her bir telini okşarken içimden, "Maşallah," deyip duruyordum. Adeta dilime pelesenk olmuştu. Allah her yarattığını çok güzel yaratıyordu ama, sanki onu bir başka yaratmıştı. Kaşları her zaman olduğu gibi çatık değildi. Uykunun verdiği rahatlık yüzüne yansımıştı. O kadar yakışıklı bir adamdı ki insan ona bakarken iç çekmeden edemiyordu. 

"Maşallah," diye fısıldadım bir kez daha. "Ne güzel bir adamsın sen böyle." 

Sesim kısıktı çünkü onun uyanmasını istemiyordum. Günlerdir uykusuz olduğu belliydi. Konuşacak daha çok şeyimiz vardı ama onun uyuması her şeyden dana önemliydi. Onun basit bir yatağı değil de, uyumak için dizlerimi seçmiş olması ise ayrı bir önem taşıyordu. 

Geldiğinden beri beni kollarının arasından ayırmamıştı. Onun bu sahiplenici yönünü hiç bilemediğim için her defasında şaşırmış ve mutluluktan havalara uçmuştum. İnsan sevdiği tarafından sıkı sıkı sarılıp sarmalanınca, müthiş bir mutluluk duyuyormuş meğer. Kucağımda uyuyan adam, ömrüme nasıl geldiğini bir bilseydi eğer, bütün endişelerinden sıyrılırdı belki. 

Belki onun söylediği kadar zor olmazdı hiçbir şey. Ama biliyordum, onun söylediği kadar zor olmayacaktı gerçekten de. Eğer buraya gelebilmiş ve bana sıkı sıkı sarılıp defalarcakez kokumu içine çekmişse, bundan sonra yaşayacağımız hiçbir şey zor olmayacaktı. Bir kere bana yakınlık göstermişti, sonra arkasını dönemez, aramıza mesafe koyamazdı. O Gamze ile tanışmamıştı daha. Bu yeni beni, ben bile tanımıyordum ancak tanıyacaktık ikimiz de. 

Onu bırakmaya da, aramıza mesafe koymaya da niyetim yoktu.

Beni öpmemiş olması aramıza mesafe koymak istemesinden değildi,helali olmamı beklediği içindi. Daha önce bir kadını öpmediğini söylemesi, bunu bana açıklamaya çalışması her şeyi anlaşılır kılıyordu.

O bir kadınla beraber olmayı bırak, öpmemişti bile. Bir ilişkisi bile olmamıştı. 

Benim için kıymetli bir armağandı. Onu o kadar güzel sevecektim ki, o bile şaşıracaktı. 

Ancak şimdi yalnızca uyumasına izin vermeliydim. Öyle tasasız bir uykudaydı ki ona iyi geldiğimi bilmek bana da iyi geldi. Biraz uzanarak kanepenin kolçağında duran ince battaniyeyi aldım. Fazla hareket etmemeye çalışarak katlanmış battaniyeyi açtım ve onun üzerine örttüm. Yeniden hasta olmasından çok korkuyordum. Hasta olmasını istemiyordum.

Bana lazımdı. Sonsuza kadar.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu