Peri ve Kuzgun 43. Bölüm



Bölüm 43 : O Kadar Özlemişti Ki

Bir şekilde iyi olacağını düşünmüştü. Eğer onu kendisinden uzak tutarsa, eğer ona hak ettiği yaşamı yaşamak için izin verirse iyi hissedeceğini düşünmüştü. Sonuçta o bir Peri'ydi. Işıltılı bir yaşama, mutluluk dolu bir hayata sahip olmalıydı. Güzel gözleri acıyla değil, mutlulukla parlamalıydı. İçinde taşıdığı bütün umutları tüketmeden onu kendi haline bırakmalıydı. Bırakmıştı da. Ama kendisini bırakamamıştı. 

Eğer kendini bırakmak, korumak bu oluyorsa Devrim hiç de iyi bir durumda değildi. İki ay. Koskoca iki ayda uyuyabildiği günlerin sayısı o kadar azdı ki, artık beyni çıldırma noktasına gelmişti. Uyumaktan korkuyordu. Gördüğü kabuslardan korkuyordu. 

Kabusları sürekli el değiştiriyordu. Ama neredeyse her kabusunda o akşamı görüyordu. Ablası Armağan ile birlikte restorandan çıkarken sokağa giren iki büyük jeepi görüyordu. Saniyeler içinde gerçekleşen bir dizi olay ona işkence edercesine her saniyesiyle zihninde dönüp duruyordu. 

Betona çarpan kafasını, babasının yalvarışlarını, ablasının yüksek sesle ağlayışını, annesinin hıçkırıklarını, kendisi yerden kalkıp adamların üzerine atlamak istediği her seferde onu yere yapıştıran ayağı hatırlıyor ve bütün bunları yeniden yeniden yaşıyordu.

Annesi Nefise Hanım'ın tatlı tatlı kokan kurabiyelerinin kokusu silinmiş yerine midesini bulandırmaya yetecek kadar yoğun şiddetli bir kan kokusu gelmişti. 

Devrim çoğu gece uyumak için uzandığı yataktan kan kokusunu alarak uyanıyor ve koşarak lavaboya zor yetişiyordu. Dışarıdan gören birisi onu güçlü, dağ gibi bir adam zannederdi ama o içten içe çürüyen kayadan başka bir şey değildi. İçi oyuklarla doluydu. Sevgiden, onun getireceği zayıflıktan o kadar çok korkuyordu ki nefes bile alamıyordu. 

Annesinin güzel saçlarına bulaşan kanı, babasının gözleri açık bir şekilde yerde yatışını hatırlıyordu. Sonrasında sırtına yediği kurşunları hatırlıyordu. O kurşunları yemeden önce ablasının çığlık attığını, adamların onu sürükleyerek götürdüğünü zar zor anımsıyordu. 

Gözlerini açtığında bir hastane odasındaydı. Her şey bulanıktı. 

Bir anda sevgi dolu bir ailesi, huzur dolu bir evi, mutlulukla dolu bir kalbi ve endişe edeceği çok az sorunu varken, mutsuz, ailesiz ve sevgisiz bir hayatı olmuştu. Üstelik birçok sorunu vardı. Kalacak bir yeri yoktu. Gidecek kimsesi yoktu. Ne teyzesine gitmek istemişti ne de başka birisine ancak bunun önemi yoktu. Sokaklarda yaşamıştı. Çalmıştı. Kimi zaman aç uyumuştu. Soğuk aylarında deli gibi titreyerek dolaşmıştı. Ama içi hep yanmıştı. 

Kimse onu anlayamazdı. Nasıl anlayabilirlerdi ki? Devrim otuz beş yaşına gelmiş olabilirdi ama hala o Yekta'ydı. Güçlü, mükemmel bir görünüşünün altında acı çekmekten yorulmuş bir çocuk vardı.

Amerika'da işleri yoluna koymuştu ve artık dönmeleri gerekiyordu fakat o kadar çok korkuyordu ki bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Gamze'yi çok merak ediyordu. Onu görmek istiyordu. Onun nasıl olduğunu çok merak ediyordu. Belki de onu merak etmeye bile hakkı yoktu ama ediyordu işte. 

O gece aklından hiç çıkmıyordu. Kabuslarının bir parçası da o geceydi. Gamze'nin dolan gözlerini, pes edişini ve oradan çekip gidişini hiç unutamıyordu. Devrim o kadar kendini kaybetmiş olmasaydı onun gittiğini geç fark etmezdi. 

Dönme dolabın içinde yalnız kaldığını anladığında o kadar kötü olmuştu ki güçlükle hareket edebilmişti. Gamze onu işte bu hale getiriyordu. Hiç olmak istemediği bir adam haline getiriyordu. Onu zayıf düşürüyordu. Onu acıyla kıvrandırıyordu. Varlığı hem çok güzel hem de çok kötüydü. 

Oradan Gamze'nin ona gösterdiği yüzükle ayrılmıştı. Yüzükler boynunda asılıydı. Gamze onu  düşürmüş olmalıydı, Devrim onları orada bırakamamıştı. Yapamamıştı. Yüzükleri yerden alıp avucunun içinde sıkmıştı. Ancak şimdi o yüzükler boynunda asılıydı. Bir şekilde kendisini Gamze'ye yakın hissediyordu. Ama aynı zamanda uzaktı da. Onu kırmıştı, biliyordu. Oysa Devrim sadece kendisi olmuştu. Ona birçok kez söylemesine rağmen Gamze onu bırakmamıştı. Devrim onu uyarmasına rağmen, Gamze ondan vazgeçmemişti. 

Yakıcı bir safra midesinden yükseldi ve genç adam yutkundu. Acı kor gibi yüreğini yakıyordu. 

"Burada böyle ne yapıyorsun?" 

Ablasının sesini duyunca irkildi ve başını çevirip kapıya baktı. İki aydır kaldıkları süit otel odasının kapısında durmuş kendisine bakıyordu. Saat gecenin üçüydü. Ve Devrim yine korkunç bir kabustan uyanmış ve salona geçip karanlıkta oturmaya başlamıştı.

"Uyuyamadım," diye mırıldandı. 

Armağan yanına gelmeden önce ışıkları yaktı ve ona şöyle bir baktı. Devrim yerinde kıpırdanmamak için kendisini zor tutuyordu. Şu sıralar Armağan onu uzun uzun inceliyor ve gördüklerini sert bir şekilde yorumluyordu. 

Onun, "Berbat görünüyorsun," diye mırıldandığını duydu. "Neden kendine bunu yapıyorsun?"

Devrim ablasına kısa bir bakış attı. "Kendime bir şey yaptığım yok. İyiyim."

"İyi misin?! Uyumuyorsun, yemiyorsun, ayakta zor duruyorsun. O kadar çok kilo kaybettin ki incecik oldun. Beni çok korkutuyorsun. Gözlerinin altındaki morluklar ödümü koparıyor. Ne zaman uyusan bağırarak uyanıyorsun. Sen bunun iyi olduğunu mu düşünüyorsun?"

Evet, Devrim bütün bunların farkındaydı. Bütün bunların farkında olmak sinirini bozuyordu ama farkındaydı. Şu iki aydır yaşadığı pek söylenemezdi. İyi değildi. Kalbi acıyla kıvranıyordu. Uykuları kabuslarla bölünüyordu. Bir Peri'nin hayalini düşündüğü her zaman içi daha çok acıyordu. 

Onu o kadar özlemişti ki. 

"Devrim. Bunu daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsun?" Armağan'ın sesi acı doluydu. Kardeşine ulaşamıyor olmak onu üzüyordu. "Neden bu kadar korkuyorsun?"

Neden mi? diye sormak istedi Devrim. Onu en iyi anlayanın ablası olması gerekirdi. Anne babaları ikisinin gözleri önünde öldürülmüştü. Ve Devrim kurşunlanırken Armağan götürülmüş, iğrenç karakterli adamların eğlencesi haline getirilmişti. Neden mi? diye sormak istedi bir kez daha. İçinden bağıra bağıra, 'Neden?' diye sormak geliyordu ama sessiz kaldı. 

İçinde bu  denli fırtınalar koparken konuşmak çok zor geliyordu.

"Neden o kıza da kendine de böyle acı çektiriyorsun? Sen bu haldeysen, o ne halde kim bilir...neden mutlu olmanıza izin vermiyorsun?" Armağan artık ağlamaya başlamıştı. 

Devrim dişlerini sıktı. Onun ne halde olabileceğini düşündükçe aklını kaybedecekmiş gibi oluyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve kalbinden sökülüp dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yuttu. 

Onu o kadar özlemişti ki. 

"Lütfen Türkiye'ye dönelim artık," diye fısıldadı Armağan. "Sen istemesen de ben Gamze'yi görmek istiyorum. Aramalarıma cevap vermiyor. Mesajlarımı artık görmezden geliyor. Onun iyi olmadığından endişe ediyorum Devrim."

Yakıcı bir zehir içine yayılmaya başladı. Güçlükle nefes alıyordu. Gamze iyi olmalıydı. Olmak zorundaydı. Çünkü Devrim onu kendine hapsolmaktan kurtarmıştı. Çünkü onu acı dolu bir hayattan kurtarmıştı. İyi olmak zorundaydı... ama...

"Şu geçmişi bırak ve kendine izin ver artık! Allah aşkına! Ben de aynı şeyleri yaşadım! Senden daha kötü durumlara maruz kaldım! Ama bak buradayım! Yaşamak için çabalıyorum. Artık fizik tedaviye de başladım! Ayağa kalkacak ve kendime birisini bulup evleneceğim! Bunu neden sen yapamıyorsun?"

Devrim ablasına şaşkınlıkla baktı. Evlenmeyi istediğini bilmiyordu. Fizik tedaviye başladığından da habersizdi. 

"Ne zaman başladın?" diye güçlükle konuştu. Kalbi zırhını delip geçmek istermiş gibi atıyordu. 

"Dün sabah Türkiye'deki özel bir hastaneyle konuştum. Türkiye'ye döner dönmez fizik tedaviye başlayacağım." Armağan elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Ben çabalıyorum artık. Evlenmek istiyorum. Belki çocuğum bile olur Devrim çünkü bunu çok istiyorum anladın mı? Gamze ne kadar güzel bir insan biliyor musun? Bu hayatta sevdiği adamı buldu, onunla evlenmek ve ondan çocuk sahibi olmak istiyor. Onu o kadar iyi anlıyorum ki. Sen de onu seviyorsun. Neden buna izin vermiyorsun? Onun sana iyi geleceğini biliyorsun. Gamze öyle bir insan ki, iyi gelmeyeceği kimse yok. Lütfen üzme artık..kendini de onu da."

Devrim titreyerek derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. "Nasıl olacağız abla...söylesene, nasıl olacağız? Ona kendimi verirsem artık geri alamamaktan korkuyorum. Ya onu kaybedersem? Ya bana dayanamazsa? Ben..ben artık sevmeyi bilmiyorum. Nasıl sevilir bilmiyorum. Ya onu üzersem?"

Armağan'ın gözleri sevgiyle parladı. "Devrim...Yekta'm," ona doğru ilerledi ve ellerini tutup sıktı. "Yüreği güzel kardeşim benim. Sen şu an ne halde olduğunun farkında değil misin?"

Devrim sessiz kaldı. Ablasının gözlerine bakamıyordu. 

"Ölüyorsun Devrim.. ölüyorsun... Gamze'siz ölüyorsun. Onun için ölüyorsun, ama onsuz ölüyorsun. Onsuz mu ölmek istiyorsun yoksa onunla ölmek mi?"

Genç adam kaskatı kesildi ve bakışlarını ablasının gözlerine çevirdi. Armağan ona derin bir anlayışla bakıyordu. Devrim'in içinde açtığı alev çukurundan haberi yokmuş gibiydi, ya da belki de vardı. 

"Hayatta ölüm denen gerçeği kimse geçemez kardeşim. Onu kimse görmezden gelemez. Ya sen ondan önce ölürsen? Bunu düşündün mü hiç? Ya sen onu geride bırakırsan?"

Devrim böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyordu çünkü Gamze'nin bu acıyı yaşamasını istemiyordu. Onun o güzel yüreğinin ölüm acısını yaşamasını istemiyordu. Babasının kalp krizi geçirdiği zaman nasıl ağladığını, nasıl kendinden geçtiğini görmüştü. Gamze bunu kolaylıkla kaldıramazdı. Devrim kaldırmıştı. Çocuk yaştayken bile bu acıyı kaldırabilmişti ama Gamze kaldıramazdı.

"Ayrıca sen onu her şeyden korursun. Biliyorum. Beni nasıl koruyorsan, onu da öyle korursun. Kimden korkuyorsun?"

Devrim başını iki yana salladı. "Kimseden.." Oysa kendisinden korkuyordu. Onu üzme ihtimali bile genç adamın kalbini ateş gibi yakıyordu. Ayrıca onun başına bir şey gelme ihtimali bile Devrim için arkasına bakmadan kaçıp gitme sebebiydi. Ama hayatta risk almak da gerekiyordu, öyle değil mi?

"Sen ona o kadar çok değer veriyorsun ki, ona bir şey olmasına izin vermezsin. Üzülmesin diye her şeyi yaparsın. Doğru mu?"

Devrim sessiz kaldı. Dili karıncalanıyordu. 

Armağan, "Doğru mu?" diye üsteledi. "Konuş artık! Ne hissediyorsun söyle! Bu kızı seviyor musun sevmiyor musun?"

Genç adam irkilerek ona baktı. Bu soru canını o kadar çok yakıyordu ki nasıl cevap vereceğini bile bilmiyordu. Ama cevabın ne olduğunu biliyordu. Uzun zamandan beri biliyordu. Ancak bunu dile getirmek çok zordu. Sadece başını öne eğdi.

Armağan'ın hafif bir çığlık attığını duydu ve hemen sonrasında ablasının kolları boynuna dolanmıştı. Kulağının dibinde, boğuk bir sevinçle haykırıyordu. "Ah! Biliyordum! Biliyordum! Onu sevdiğini biliyordum. Ah Yekta'm, ah Yekta'm...Mutlu olmanı istiyorum. Mutlu olmanı görmek istiyorum. Her şeyden çok istiyorum."

Devrim de ona sarıldı. "Ne yapacağımı bilmiyorum."

"Ben biliyorum," diye haykırdı Armağan ve geri çekilip kardeşinin yüzünü avuçlarının arasına aldı. Çoktan dolan gözlerini görünce sevgiyle genç adamın kirpiklerini sildi. "Ben biliyorum. Ona gideceksin. Ona gideceksin."

Devrim acı çeker gibi, "Abla.." dedi. "Yapamam...ya beni istemezse? Ya benden artık vazgeçmişse? Ya onu çok üzdüysem?"

"Sen de üzüldün!" diye bağırdı Armağan. "Şu haline baksana! Gamze orada acı çekerken sen burada sefa mı sürüyordun sanki? İkiniz de iyi değilsiniz Yekta. İkiniz de iyi değilsiniz. Ancak biraraya gelirseniz iyi olursunuz. Hem Gamze seni geri çevirmez. Seni o kadar çok seviyor ki, seni geri çeviremez. Çünkü senin onu neden bıraktığını biliyor. Biliyor inan bana."

Devrim içindeki yakıcı duyguların dışarıya dökülmesinden korkarak geri çekildi ve gözlerini yumdu. 

"Yarın Türkiye'ye dönüyoruz." diye fısıldadı. Zehir gibi olan yokluğu bitirmeye, kendini hem acıya hem de uzun zamandır tatmadığı mutluluğa teslim etmeye gidiyordu. Zor olacaktı. Hem de çok zor olacaktı. Ama bir şekilde olacaktı. Çünkü artık nasıl yaşanır bilemiyordu. Gamze olmadan bir şekilde hayatını sürdürüyordu ama artık Gamze vardı. Onun orada kendisi yüzünden acı çektiğini biliyorken yaşamak çok zordu. Üstelik ...üstelik her şey kendisinin elindeyken de yaşamak zordu. 

Ona o kadar çok karşı koymuştu ki, nasıl yapacağını hiç bilemiyordu. Nasıl olacaktı? Gamze onu görmek bile istemezse, nasıl olacaktı?

Uyuyamıyor, nefes alamıyor, ondan başka bir şey düşünemiyordu. Bütün korkuları gün yüzüne çıkmış her köşeden onu sıkıştırıyordu. Mutsuzluk, ölüm, huzursuzlukla dolu korkuları onu yok etmek ister gibi her gece uykularına musallat oluyordu.

Yani eskisinden daha da kötü bir durumdaydı ve bunun sebebi Peri'ydi. Onu kendisinden uzaklaştırdığı için oluyordu bunlar. Ondan uzak kaldığı için oluyordu. Onu bıraktığı için. Ondan kaçtığı için. Devrim onun getireceği mutluluktan öyle çok korkuyordu ki, elleri ayakları titriyordu. Dağ gibi bir adam, küçücük bir kadının getireceği mutluluktan korkar mıydı? Devrim'in uykuları kaçıyordu. 

Boğazındaki yumru, kalbindeki sıkışıklık hiç geçmiyordu. Gamze'nin bütün bunlara verecek bir cevabı olmalıydı.

Armağan'ın gözlerine baktığında ablası tarafından destek aldığını görmek içini ısıttı. Zor olacaktı. Çünkü ne yapacağını bilmiyordu. 

Onu o kadar çok özlemişti ki. 

*

İki gün sonra Devrim, Aslan'ların evinin kapısında durmuş içeriye girip girmemek arasında bir savaş veriyordu. Bitik bir haldeydi. Ruhundaki derin sızılar vücuduna da yansıyordu. Arabanın içinden çıkıp bahçe kapısının zilini çaldığında kaçıp gitmemek için kendini zor tutuyordu.

Bir an sonra Galip'in yüzünü gördü. Günlerden Cumartesi olduğundan okullar tatil olmalıydı. Galip onu görünce yüzünü buruşturdu hemen sonrasında otomatik zile basarak kapıyı onun için açtı.

Devrim arabayı dışarıda bırakarak bahçeye girdiğinde Galip de evden çıkıyordu. Çekingen adımlarla kendisine doğru gelirken, yüzündeki gergin ifadeyi neye yoracağını bilemedi Devrim.

Ilımlı olmaya çalışarak, "Merhaba Galip," dedi. "Nasılsın?"

Çocuk alçak bir sesle, "İyi." dedi. Ancak başka bir şey söylemedi. Devrim'i inceleyen bakışları kuşkuluydu. Garip bir şekilde onun orada olmasından hoşlanmamış gibiydi. 

"Herkes burada mı?" diye sordu Devrim. 

Çocuk başını salladı. "Ama Gamze abla yok."

Devrim'in kulakları dikkat kesildi. "Nasıl yok? Nerede peki? İşi mi var?"

"Gamze abla artık bizimle kalmayacak. İki gün önce gitti." Çocuğun sesindeki acı ton, Devrim'in kaskatı kesilmesine neden oldu. Gamze nereye gitmişti? Neden gitmişti? Ne oluyordu?

Yutkunarak, "Gamze ablan iyi mi?" diye sordu.

Galip başını iki yana salladı. "O hasta. Çok hasta. İyileşemedi bir türlü. Elif teyze iyi olacağını söyledi ama ben biliyorum, o çok hasta. Çok ağlıyor. Demek ki canı çok yanıyor. O da annem gibi hastanede kalmalı. Anneme orada iyi bakıyorlar, Gamze ablaya da iyi bakarlar eminim."

Devrim kocaman bir kamyon çarpmış gibi olduğu yerde sendeledi ve geriye doğru bir adım attı. Gamze iyi değildi. Gamze iyi değildi ve bunun sorumlusu Devrim'di. Genç adam dişlerini sıktı. Elleri yumruk şeklini aldı ve derin nefeslerle göğsündeki yangını sakinleştirmeye çalıştı. Ama boşunaydı. Gamze'nin ne durumda olduğunu düşünmek bile canını yakıyordu. 

"O nereye gitti peki biliyor musun?" diye sordu.

Galip ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki, sert, çok sert aynı zamanda aşırı kızgın bir ses, "Sen ne yapıyorsun burada?" diye homurdandı.

Devrim başını kaldırıp baktığında evin girişinde duran Efe'yi gördü. Gamze'nin ikizi. Yüzlerindeki benzerlik gerçekten inanılmazdı. İkisi de siyah saçlı ve koyu renk gözlere sahipti. Ona baktığında Gamze'den izler görmek o kadar sarsıcıydı ki Devrim bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı.

Efe'nin arkasından birkaç kişi daha çıktı. Devrim derin bir soluk alma sesi duydu ve başını kaldırıp baktığında kadınların şaşkınlıkla kendisine baktığını gördü. Efe'nin arkasında duruyorlardı. Gamze'nin ablası hayretle öne çıktı ve Devrim'e baktı.

"Sana soruyorum Devrim Kuzgun. Burada ne işin var?" Efe ellerini yumruk yapmış, kasılan çenesiyle ona dik dik bakıyordu. Devrim onun kendisini zor tuttuğunu görebiliyordu.

Boğuk bir sesle, "Gamze'yi görmek istiyorum." diye açıkladı.

Hemen ardından Efe neredeyse onun üzerine uçtu ve sert yumruğunu Devrim'in suratının ortasına indirdi. Hızını alamadan Devrim'i iki yakasından tuttu ve bir yumruk daha indirdi.

"Bu kardeşimi üzdüğün içindi!" diye bağırdı ve bir yumruk daha indirmeye hazırlanıyordu ki kadınlar onu tutarak Devrim'in üzerinden çekti. Efe onları şöyle bir silkeleyerek kurtuldu ve Devrim'in karşısına dikildi. 

Genç adam ağzının kenarından sızan kanın kokusunu duyabiliyordu ancak karşılık vermedi. Elinin tersiyle ağzını sildi ve Efe'ye baktı. "Gamze nerede?"

Efe'nin gözlerindeki ateş iyice harlandı. Adeta haykırarak, "Gamze artık senin muhatabın değil!" diye bağırdı. "Onunla hiçbir ilişkin olmayacak artık! Beni duyuyor musun?"

Devrim onu anlıyordu. Gamze'yi korumaya çalışıyordu ama anlayamadığı bir şey vardı. Devrim kararını çoktan vermişti. Ve Gamze'yi görmesi gerekiyordu.

Onu o kadar özlemişti ki. 

"Efe sakin ol artık!" Aslı kardeşinin göğsüne elini koyarak onu geri çekilmeye zorladı. Efe hırlıyordu. O kadar kızgın görünüyordu ki, Devrim, Gamze'nin ne halde olduğunu tahmin edebiliyor ve bu  da canını yakıyordu. 

"Neler oluyor burada?" diyen gür bir ses duyuldu ve hemen ardından kapının girişinde Ali Aslan belirdi. Sert bakışları şöyle bir Devrim'i süzdü. Hemen ardından oğluna baktı ve kaşlarını çattı. "Ne yaptın sen Efe?"

"Onu buradan gönderiyorum baba. Bir daha buraya gelmeyecek." Efe tükürür gibi konuşmuştu. 

Genç adamın karısı, kocasına doğru topallayarak geldi ve onun elini tutarak gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Yumuşak, sıcacık bir sesle, "Efe.. biraz sakinleş." diye fısıldadı. 

Efe'nin omuzları indi ve karısının doğal büyüsüne kapılarak onu kollarının arasına aldı, alnından öptü ve sonrasında Devrim'e baktı. "Git buradan. Gamze seninle görüşmeyecek."

Devrim hiçbir şey söylemedi. Sadece Gamze'nin babasına bakıyordu. Adam ona öyle bir bakıyordu ki genç adam çekip gitmemek için kendisini zor tutuyordu. Onun gözlerinde tıpkı oğlu gibi kızgınlık göreceğini sanmıştı. Ama adam ona büyük bir üzüntüyle bakıyordu. Kızgınlık da vardı ancak üzüntü kadar baskın değildi. 

"İyi misin Devrim?"  diye sordu.

Efe sinirle homurdandı. Karısı Zeynep elini onun göğsüne koyup yatıştırmak ister gibi okşayınca sustu. Dudakları karısının şakağındaydı ve sinirini ona sarılarak sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi Zeynep'i sıkı sıkı kucaklamıştı.

Devrim verecek bir cevap bulamadı. İyi değildi, hiçbir zaman iyi olmamıştı. Hiçbir zaman asla gerçekten öyle olduğunu hissederek, 'iyiyim' dememişti.

Başını iki yana salladı. İyi değildi, hem de hiç iyi değildi.

"Seninle konuşalım," diye buyurdu Ali ve sonra iki ay önce akşam yemeğine geldiklerinde konuştukları bahçeye gittiler. Hava aşırı derecede soğuktu ama Devrim soğuğu hissetmiyordu bile. 

Devrim, Efe'nin sert bakışlarına aldırış etmeden onun babasını takip etti. Kendine güvenen, her zaman her türlü zayıf duyguya karşı direnç gösteren birisi değildi sanki. Sanki bir şeyler kırılmıştı ve saklanmaya, bastırılmaya mahkum edilen her duygu patlak verip gün yüzüne çıkmak istiyordu.

"Nasıl bu hale geldin?" diye sordu adam.

Devrim ona uzun bir bakış attı. Nasıl bu hale geldiğini bilmiyordu, bildiği tek şey bu halde olduğuydu. İç çekerek elini ensesine koydu ve ensesinden başlayıp başına doğru ilerleyen ağrıyı sakinleştirmek istercesine ensesini sıktı.

"Onu görmek istiyorum," diye fısıldadı. "Nerede?"

"Onu yine üzmeyeceğini nereden bileceğim?" diye sordu Ali. "Açıkçası sana kızgındım Devrim ama bir yanım seni de anlıyordu fakat Gamze senin gidişini hiç iyi karşılayamadı. Onu ne kadar mutlu etmeye çalıştıysak kendini daha da kapattı. Şu an hiç iyi bir durumda değil. Seni görmek ona iyi gelecek mi emin değilim."

Onu görmek Devrim'e iyi gelecekti. Devrim bunu bütün benliğiyle biliyordu. Buna inanıyordu. Onu görmek Devrim'e iyi gelecekti. Ama onun acı çektiğini duymak genç adamı mahvediyordu. Her acıyı, her üzüntüyü kendisi yaşamıştı. Hepsine alışıktı. Gamze'nin bu duyguları yaşamasını hiç istemezdi ama bir yandan da onun kendisini unutacağını düşünmüştü. Ama Gamze onu unutmamıştı.

Devrim nasıl olduysa, bir Peri'yi kendine aşık etmeyi başarmıştı. Ve bu konuda ne yapacağını bilmiyordu bile. Sadece içgüdüleri ona Gamze'yi bulmasını söylüyordu. Onu görmesini ve ona sarılmasını. O hoş çiçek kokusunu içine çekmesini ve yüzünü saçlarının arasına gömüp derin derin nefesler almasını. 

Onu o kadar  özlemişti ki. 

"Efe'nin kızgınlığına bakma. Gamze'ye ilgilenen hep oydu. Hepimiz onunla ilgilenmeye çalıştık ama Gamze'yi her zaman en iyi anlayan Efe'ydi. Kardeşinin acısına yakından tanık oldu. Sana kızgın."

Devrim boğuk bir sesle, "Bana kızgın olmasını anlıyorum," dedi. "Ben de kendime kızgınım. Yapabilirim sandım. Uzak durabilirim, onu kendimden koruyabilirim, kendimi ondan koruyabilirim sandım. Yaşamaya devam edebilirim sandım. Ama olmadı. Yapamadım. Yapamadım Ali Bey! Anlıyor musunuz? Yapamadım." 

Ali derin bir şekilde iç çekti ve gözlerini genç adamın üzerinden ayırmadan başını salladı. Bakışları onu süzüyordu. İncecik kalmış bedenini, gözlerinin altındaki morlukları, kanayan dudağını, içten içe çökmüş vücudunu görebiliyordu. Devrim'in gözleri kan çanağı gibiydi. Bu onun günlerce uyuyamadığının en büyük belirtisiydi. Omuzları çökmüştü. Fark ettirmemeye çalışıyordu ama vücudu titriyordu.

"Onunla ne yapacaksın?" diye sordu. "Niyetin ne?"

Devrim gözlerini yumdu ve dayanamayarak yere çöktü. Ellerini saçlarının arasından geçirdi. Kalbi o kadar çok isyan ediyordu ki. YAPMA! diyordu. YAPMA! 

Ancak genç adam onu dinlemedi ve Ali'nin gözlerinin içine baktı. "Evleneceğim."

On dakika sonra Gamze'nin bulunduğu yerin adresini almış arabasına binip uzaklaşmıştı. Arkasından onu izleyen insanların neler söylediğinden habersizdi.

Gamze'nin ablası Aslı, acı dolu bir sesle, "Zavallı adam, ne kadar da kötüydü gördünüz mü?" diye sordu. 

Efe homurdandı. 

Zeynep kocasına anlayışla baktı ama kendi fikrini de belirtti. "O da çok acı çekmiş belli ki."

"Bırakıp gitti diye çok kızıyorduk, meğerse o da iyi bir halde değilmiş. Ne kadar zayıflamış. Onu en son bize akşam yemeğine geldiğinde görmüştük. O zaman ne kadar da iyiydi. Sanki üç beden birden incelmiş." Aslı dolan gözlerini sildi. Kocası Mehmet onu kollarının arasına çekti ve saçlarını öptü. "Şşşşt.."

"Zavallı adam, Gamze'ye olan aşkı gözlerinden okunuyordu. Onu bırakıp gittiği için çok pişman. Ah Gamze'm... nasıl bir sevdayla sınanıyorsun sen böyle?" 

Efe, "Gamze'nin çektiklerini unuttunuz mu?" diye çıkıştı. "O neler yaşadı-"

Ablası Aslı ona sert bir bakış attı. "Gamze'nin neler yaşadığını biliyoruz kardeşim. Ama Gamze bunu tek yaşamadı. Onunla birlikte yaşadı. Devrim'i korktuğu için suçlayabilir miyiz? Gamze'yi kendinden korumak istediği için onu suçlayabilir miyiz? Sen de adamın halini gördün. Az önce buradan çıkıp giden o adam, Gamze kadar kötü görünüyordu. Gamze bizim kardeşimiz, canımız ciğerimiz. Ama ya o adam? Onun da yaşadıkları yetmiyor mu artık? Babam geçen akşam neler söyledi unuttun mu? O adamın neler yaşadığını unuttun mu? Gamze bile biliyordu. Olmayacağını biliyordu ama yine de çabaladı. Ve eminim ki şu an Devrim'i suçlamıyordur bile. Çünkü onu anlıyor, korkularını, acısını anlıyor. Gamze onu anlıyorsa, bize Devrim'i eleştirmek düşmez."

Efe ağzını açıp bir şey diyecek gibi oldu ancak Zeynep ona yaslanarak onu susturdu. Sonra da kocasının gözlerinin içine baktı. "Sen aşkın için çırpındın Efe, bırak Gamze de çırpınsın." 

Efe karısının gözlerinin içine bakarken içindeki acıyı güçlükle bastırdı. "Ben senin için çırpındım Zeynep. Doğru, çok acı çektik ...mutlu olduk çok şükür. Ama Gamze'min acı çekmesini kaldıramıyorum. Onu o halde görmeyi kaldıramıyorum."

Ablası Aslı yeniden lafa girdi. "Devrim onu bulmaya gitti. Gamze artık mutlu olacak." Kocasının kollarının arasından çıktı ve kollarını açarak Efe'yi davet etti. "Buraya gel dev adam. Ablana inan. Gamze'miz hepimizden çok mutlu olacak. Çünkü aşkı hepimizden çok hak etti." 

Efe karısını usulca bıraktı ve iki adımda ablasını kollarının arasına alıp sıkı sıkı kucakladı. Uzun boyunun avantajıyla Aslı'nın ayaklarını yerden kesti ve onu bir dakika boyunca hiç bırakmadı. Ayrıldıklarında uzun uzun birbirlerine baktılar. Aslı elini uzatarak genç adamın önüne düşmüş saçlarını geriye doğru taradı ve mutlulukla fısıldadı. "Gamze iyi olacak." 

Hepsi bunu içtenlikle istiyordu.

Devrim'in onu bulmasını ve mutlu olmalarını istiyordu. Gamze yazlık eve geçmişti. Son olayın üzerinde biraz kafa dağıtmak için çiftlikle ilgileneceğini söylemişti. Moda evine Neşe bakıyordu. Gamze ise atlarla uğraşacaktı. Deniz kenarında dinlenecek, tek başına etrafında onun için endişelenen insanlar olmadan birkaç gün kafasını toparlayacaktı.

Efe başta buna şiddetle karşı çıkmıştı. Onun tek başına orada kalmasını istemiyordu. Ama Gamze tek değildi. Atlarla ilgilenen seyisler ve aileleri vardı. Ona göz kulak olurlardı fakat yine de genç adamın içi rahat etmemişti. Onu yazlık eve bıraktığında Gamze ona gülümsemiş ve iyi olacağını söylemişti. 

Efe o an ona inanmak istese de inanamamıştı. Bir yanı orada onunla kalmak istemişti ama sorumlulukları vardı. Eşi ve çocuklarını tek bırakamazdı. Üstelik o profesyonel bir basketbol oyuncusuydu. Gününün çoğu antrenman ve maçlarla geçiyordu. Sezonun bitmesine az kalmıştı.

Yine de Gamze'yi orada tek başına bırakıp eve geri döndüğünde içindeki sıkıntıdan bir türlü kurtulamamıştı. Gamze üç gündür oradaydı ve kısa mesajlar dışında kimseyle iletişim kurmuyordu. Aramalara cevap vermiyordu. Mesajlarda kısa ve net bir şekilde, 'İyiyim.' diyor ve susuyordu.

Onun iyi olması, her şeyden önemliydi. Çünkü Gamze ailelerinin bir tanesiydi. Bütün denge çarkının ortasında oturan oydu ve o mutlu değilse kimse mutlu olamazdı.

DEVAMI GELECEK!

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu