Peri ve Kuzgun 41. Bölüm



Bölüm 41 : Bize İnanıyorum

Arabamın içine binerken yüzümdeki aptal gülümsemeyi silemiyordum. Kafam yerinde değildi. Kalbim bu kadar hızlı atarken sağlıklı düşünmek çok zordu. Hemen yanımda oturuyordu ve benimle zaman geçirmeyi kabul etmişti. Yüzü asık olsa da burada benimle olması benim için çok önemliydi.

Arabayı çalıştırırken, "Nasılsın?" diye sordum neşeli bir sesle. Kendime engel olamıyordum. Belime fırfırlı bir etek geçirip romanlar gibi dans etmek istiyordum. Bu normal miydi? Ezici varlığı hemen yanımda oturuyor olmasına rağmen sanki bütün kişisel alanımı işgal etmiş gibi onu her yanımda hissediyordum.

Homurdanır gibi, "İyi." dedi.

Ah, aksiydi. Çok güzel. Onun bu haline vurulmuştum zaten.

Gülümsedim. "Ben de çok mutluyum."

"Görebiliyorum," diye mırıldandı. Dümdüz karşıya bakıyordu ve ben dikkatlice araba kullanırken başını bana hiç çevirmiyordu. Oysa ben yola zorlukla gözlerimi dikiyordum. Bütün ilgim ondaydı.

"Bu, gelecek haftaki doğum günüm için erken verilmiş bir hediye gibi."

Sessiz kaldı. Ancak çenesinin seğirdiğini görebiliyordum. Ellerinden birini bacaklarının üzerine diğerini ise pencereye yaslamıştı. Hafifçe camı indirdi ve dışarıyı izlemeye koyuldu. İsteksiz görünüyordu ama bu dışa yansıyan tutumuydu. İçini kim bilebilirdi ki?

Elim boynumdaki kolyeye gitti. Küçücük bir mutlulukla kolyemi tutup bu gecenin çok güzel geçmesini diledim. O pencereden dışarıya bakarken ara ara ben de onu izledim. Biliyorum biliyorum, yola dikkat etmeliydim ama o böyle yanımda otururken kim yola dikkat ederdi ki?

Sonunda gideceğimiz yere geldiğimizde Devrim'in şaşkınlıkla etrafı izlediğini gördüm. Bir park bahçesinde neden durduğumuzu merak ettiğini görebiliyordum.

Arabadan inmeden evvel, "İşte geldik," diye mırıldandım. "Gecemizin ilk durağı."

Kaşlarını çatarak arabadan indi ve kapıyı kapattı. Ben bagaja yönelirken o da yanıma geldi. "Ne yapacağız burada?" Sesi sıkıntılı gibiydi. Bu durumdan hiç hoşlanmadığını görebiliyordum. Ama ben bu durumdan çok hoşlanıyordum.

Bagajı açtım ve içinden büyük bir piknik sepeti çıkardım. Sepeti onun eline tutuşturduğumda yüzündeki ifade öyle komik bir hal aldı ki kıkırdamadan edemedim. Savunmasız küçük bir çocuk gibiydi. Ayaklarını yere vurarak isyan etmek istiyormuş gibi bir hali vardı ancak kendini tutuyordu.

Arabadan bir örtü aldım ve o içindekini görmeden bagajı kapattım.

Devrim'in dudakları düz bir hal almıştı. Gözlerini kısmış bir şekilde bana ve elimdeki örtüye bakıyordu.

"Akşam yemeği yiyeceğiz," diye açıkladım. "Ben açım. Sen?"

Homurdandı.

"Yani tok musun?" Ona sevimli bir şekilde baktım. "Bilemiyorum. Tok olsan bile yaptıklarımdan yiyeceksin. Ne derler bilirsin, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçermiş. Belki yemeklerimi beğenirsin."

Bana inanamıyormuş gibi baktı ve hemen sonra başını çevirerek bir kez daha homurdandı. Kendi kendine homurdandığı zamanlarda aklından ne geçtiğini o kadar çok merak ediyordum ki.

"Homurdanma," diye gülümsedim ve arabayı kilitlemeden önce çantamı aldım. Elimdeki örtüyle deniz kenarına yakın bir ağacın altına kadar yürüdüm. Devrim'in elinde piknik sepeti ile beni takip ediyor olması o kadar tuhafıma gidiyordu ki, seçtiğim yere tekrar gelmeden önce orayı beğenmemiş gibi yaparak geniş alanda Devrim'i epey bir yürüttüm.

Sonunda, "Bir yeri seç artık," diye söylendiğinde ona bakmadan sessiz bir kahkaha attım ve ilk başta beğendiğim yere tekrar döndüm. Elimdeki örtüyü geniş ağacın dibine serdim. Ağaçta yürüyen karıncalar var mı diye kontrol ettim. Temiz olduğunu görünce iç çekerek ayakkabılarımı çıkardım.

Devrim hala elinde piknik sepeti ile kenarda dikilirken ayakkabılarımı güzelce kenara bıraktım ve örtünün üzerine oturup eteklerimi topladım.

"Hadi durma orada öyle," diye seslendim Devrim'e. "Ayakkabılarını çıkar da gel."

Derin bir nefes alarak sepeti önüme bıraktı ve sonra örtünün etrafından dolanarak ayakkabılarını çıkarmadan oturdu. Ayaklarını örtünün dışına uzattı. Üzerindeki pahalı takım elbisesiyle hiç de buraya uymuyordu. Ve oldukça gergindi. Biraz ilerideki yürüme yolundan geçip giden insanlara gözünü dikti. Akşamın karanlığı her yere çökmüştü ancak sahil ışıl ışıldı. Biraz rüzgar vardı ve insanlar bu güzel havayı değerlendirmek için dışarıya çıkmış gibiydi.

Bizim bulunduğumuz alan biraz daha ıssızdı. Burayı özellikle seçmiştim çünkü çoğu insan yiyecek stantlarının olduğu tarafta çimenlere oturmuştu.

Devrim ile benim bulunduğum nokta yine sahil kenarındaydı ancak sessiz ve sakindi. İnsanların görüntüsü uzakta ve kendi halindeydi.

Piknik sepetini açarken, "Burası bana huzur veriyor," diye gülümsedim. "Sen nasıl hissediyorsun?"

Birazcık bir şeyler itiraf etse ölür müydü?

Alçak sesle, "İdare eder." dedi.

Hım. Bu da bir şeydi değil mi? Aksi takdirde, 'Kötüyüm' de diyebilirdi. Ancak dememişti.

Sepetin içinden yemekleri çıkarıp örtünün üzerine koyarken elim titriyordu. "Yemek seçer misin?" diye sordum.

"Hayır."

"Ah, iyi. İnşallah yemekleri beğenirsin."

Bakışlarını bana çevirdi ve gözlerimiz yarım dakika boyunca birbirine kenetlendi. O kadar yoğun, o kadar teşhir ediciydi ki gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Sanki ona bakarken nefesimi içine çekiyor gibi nefessiz kalıyordum. Bu normal miydi? İnsan bedeni nasıl bu kadar uç duyguları fiziksel bir tepkiyle hissedebiliyordu?

Paketleri açarken parmaklarım hala titriyordu. Bir iki kez bardakları devirince Devrim uzandı ve bardağı elimden alarak getirdiğim ayran şişesini açarak bardaklara doldurdu. Yanaklarımın ısındığını hissedebiliyordum.

"Bütün bu yemekleri sen mi yaptın?" diye sordu alçak bir sesle.

Örtünün üzerindeki çeşit çeşit yemeklere baktım. Sarma, börek ve daha birkaç yemeği yaparken hissettiğim aşkı düşündüm. Bütün bunları onun yiyecek olması onlar üzerinde daha fazla çalışmama neden olmuştu. Başımı sallayarak, "Evet," dedim. "Hepsini ben yaptım. Ve içine sevgimi kattım."

Elimde değildi. Ona sataşmadan, içimdeki duyguları açığa vurmadan yapamıyordum.

İsteksiz bir şekilde böreğe uzanırken duraksadı ve kaşlarını kaldırarak bana baktı. Hemen bakışlarımı kaçırdım ve ayranı kafama diktim.

Dudaklarımın köpük olduğunu hissediyordum. Piknik sepetinin içinden peçete çıkardım ve dudaklarımı sildim. Onun gibi ben de bir tane börek aldım. Isırırken onun tepkilerini gözlemliyordum. Yediği böreği beğenip beğenmediğine dair en ufak bir tepki göstermeyince somurtarak böreğimi yemeye devam ettim. Bana göre mükemmel olmuştu. O kadar mükemmel olmuştu ki, zevkle inleyebilirdim.

Yemeğimizi huzurlu bir sessizlik içinde yedik. İnsanların sesi, rüzgar, denizin dalgalarının sesi ve havada dolaşan mis gibi çimen ve tuz kokusunun arasında onunla bu ana hapsolup kalmış gibiydik. Benim için hiçbir sıkıntı yoktu ancak o hala gergin görünüyordu.

Kaskatı bir şekilde oturuyor ve çoğunlukla insanları izliyordu. Ben onu zorlamasam yemek bile yemeyecek gibiydi. Yemek yemediğini gördüğüm anlarda onu azarlıyor ve eğer yemezse kendim yedireceğimi söylüyordum. Bunu söylediğim her anda bana sert bir bakış atıyor ancak beni dinleyip küçük lokmalarla da olsa yemeye devam ediyordu.

Söylediğimi yapacağımı düşünüyordu. Nedense bu beni gülümsetti. Onun gözünde bunu yapabilecek bir kadın olmam, beni böyle görmesi hoşuma gitmişti. Karnımızı doyurduğumuzda ortalığı toparladım ve yeniden piknik sepetinin içine yerleştirdim. Sonra ona çantamdan diş macun aromalı sakız paketimden iki tane çıkarıp verdim.

İtiraz etmeden elimden alıp ağzına atınca gülümseyerek onu izledim.

Ben de kendime iki paket ayırdım ve geri kalanını çantama koydum. Sonra Devrim'e döndüm. "Rica etsem kalkabilir misin Devrim? Şu örtüyü bir silkeleyim. Bir şey dökmedik ama olsun."

Hemen ayağa kalktı ve ben de kalkarak çıplak ayak çimenlere bastım. Örtüyü kaldırıp güzelce silkeledim ve yeniden serdim. Üzerine geçip oturdum ve Devrim'in oturmasını bekledim.

"Eline sağlık." Kısık gözlerle beni süzdükten sonra, "Ben bir telefon edeceğim," diye mırıldandı ve cebinden telefonunu çıkararak uzaklaştı. Bu basit iltifat bile onu germiş gibiydi. Yemekleri beğenmiş olması güzeldi. Hülyalı hülyalı, sırıtarak arkasından onu izledim. Havalı bir yürüyüşü vardı. Attığı her adımda kalçası geriliyordu ve sıkı, kaslı bacakları belirginleşiyordu.

Göçüm!

Tam bir paketti. Onun spor yapıp yapmadığını merak ettim. Vücudu biçimliydi. O alışık olduğumuz Türk erkekleri gibi değildi. Kardeşlerim gibi kendisine bakıyor olmalıydı. Çoğu Türk erkeği uzun ve cılız olurdu ya da kısa ve kilolu. Ya da uzun ve kilolu, kısa ve cılız. Güçlü kemik yapısı olmasına rağmen kassız olurlardı. Üniversitede onlardan çok vardı. Devrim onlardan farklıydı. Uzun boyluydu, oldukça uzun olmalıydı çünkü ayağımda yüksek topuklu ayakkabılar varken bile çenesinin altından ona bakabiliyordum, gövdesi geniş ve kaslıydı.

Birlikte dans ederken beni kolaylıkla oradan oraya savurabiliyor olması beni çok etkilemişti. Sanki onun için hiçbir ağırlığım yokmuş gibi beni kucaklamıştı.

Vücudunu çıplak görmeyi çok istesem de bunun yakın zamanda gerçekleşmeyeceğini biliyordum. Gömleğinin üzerinden bile vücudunda gereksiz bir gram yağın olmadığını görebiliyordum.

Telefonu konuşmasını bitirdi ve bana doğru döndü. Bakışlarından aklından ne geçirdiğini anlamak güçtü ancak yine de tahmin etmeye çalıştım. Fakat bir tahminde bulunamadım. Ona gülümsedim ve elimle örtünün üzerine vurdum. Onu yanıma çağırıyordum.

Başını önüne eğerek bana yaklaşmaya başladı. Sonra yine ayaklarını dışarıda bırakacak şekilde oturdu ve bacaklarını uzattı.

"Yıldızlar çok güzel," diye fısıldadım.

Başını ilgisizce gökyüzüne kaldırdığında düşünmeden eğildim ve başımı üst bacaklarına koyarak uzandım.

"Gamze-" diye sert bir sesle uyarınca gözlerimi ona çevirdim ve öylece kalakaldım.Bakışlarındaki savunmasızlığı görmek içimi kabarttı. Ayaklarımı uzatarak elimle elbisenin eteklerini örtmeye çalıştım.

"Gamze lütfen, ben.."

Sözünü keserek yere dayadığı ellerinden birisini yakaladım iki elimin arasında sımsıkı tutarak kalbimin üzerine koydum. Gözlerindeki irkilmenin, bedenindeki gerilimin adeta somut bir duyguya dönüşmesini izledim. Seğiren çenesi, sıktığı dişleri ve acı dolu gözleriyle bakışlarını kaçırdığında onu izlemeye devam ettim. Çenesinin altından yutkunuşunu, derin nefesler alışını görebiliyordum. Onu çok mu zorluyordum?

"İyi misin?" diye fısıldadım onun için üzülerek. Elini tutup dudaklarıma götürdüm ve avucunun içini öptüm.

İrkildiğini bütün bedeninde hissettim.

Çatlak bir sesle, "Değilim," dedi. "Değilim."

Öyle olmamasına rağmen bana itiraz etmiyor,beni dizinden kaldırmıyor ya da elini ellerimin arasından çekmiyordu. Bana teslim olduğunu göremiyor muydu? Onun için her şeyi yapabilirdim. Onu o kadar çok seviyordum ki gözlerimin dolduğunu hissettim.

Elini yatıştırır gibi yeniden öptüm ve yanağıma yasladım. Eli büyüktü ve yanağımı kolaylıkla kavrayabiliyordu. Yanağımı eline bastırdım ve bileğini sıkı sıkı tutarak çekmesine izin vermedim. Çekmeye kalkmadı bile.

Bakışları beni buldu ve gözlerime baktı. Gözlerimdeki aşkı görebiliyor muydu? Ona aşktan başka hiçbir duyguyla bakamıyordum. Elimde değildi.

Yan dönerek ona döndüm. Bacakları sert ve sıcaktı ancak çok güzeldi. Rahattı. Rahat olmalıydı çünkü ben ondan başka hiçbir şeyi düşünemeyecek haldeydim. Elini bir yastık gibi sarıp sarmalamış ve göğsüme bastırmıştım. Yüzüm doğrudan ona dönmüştü, göğsünden, güçlü çenesinden, yakışıklı yüzünden ve o hassas gözlerinden başka hiçbir şeyi görmüyordum. İnatla bana bakmayı reddediyordu.

"Bir şeyler söylemek istiyorum,"diye fısıldadım.

Bana baktı. Kılını dahi kıpırdatmıyordu.

Gözlerinin güzelliğine kapılarak, "İçimden ne geliyorsa.." diye ekledim. "Hiçbir şey söylemen gerekmez. Yalnızca beni dinle...tamam mı?"

Eli gevşek bir şekilde ellerimin arasında duruyordu ve birden parmaklarımı sıkınca kalbim duracakmış gibi hissettim. Umutla, ışıl ışıl parlayan gözlerimle gözlerine baktım. 'Tamam' demişti. Elini yeniden gevşetti. Sanki kalbimi tutmuş gibi neden bu kadar heyecanlanmıştım ki? Titreyerek eline sarıldım.

"Çok mutluyum," diye fısıldadım. "Beni çok mutlu ettin."

Somurttu. "Benim yanımda değilken daha mutlu olacaksın Gamze."

Modumu bozmasına izin vermeyecektim. "Ama ben senin yanında değilken hiç de mutlu değilim. Seni özlüyorum. O çatık kaşlarını, sert çehreni, o tatlı homurdanmalarını, güzel gözlerini, o çok değerli korkak kalbini.."

İtiraz edecek gibi göründü ancak elini sıkarak ona engel oldum. "Sen hiçbir şeyden korkmayan bir adamsın biliyorum. Ben onu demek istemedim. Ben senin benden korktuğunu söylemek istedim. Ve haklı olduğumu biliyorum."

Yüzünü çevirdi ve denizi, insanları, rüzgarla birlikte ninni söyleyen ağaçları izlemeye başladı. "Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi?"

Gözlerini kapattığını gördüm. Sanki kelimelerim ağır bir darbe indirmiş gibiydi. Kelimelerimi sindirmeye ihtiyacı varmış gibiydi. Bekledim.

Gözlerini yeniden açtığında ve bana baktığında yutkundum. Gözler kalbin aynasıdır derlerdi, Devrim'in gözleri onun bütün ruhunu gösteriyordu. Onu sarıp sarmalamak istiyordum. Böyle anlar çok azdı. Çok azında gözlerini böyle açıyordu bana. Çünkü gözleri çoğu zaman ifadesiz, soğuk ve katıydı. Sanki hiç duyguları yokmuş gibiydi.

"Ben hayatımda hiç böyle hissetmedim," diye mırıldandım gözlerine bakarak. Bakışlarını çekmiyordu. Bu o kadar güzel bir şeydi ki. "Bu his öyle yoğun bir his ki onu tarif edecek hiçbir kelimem yok Devrim. Sadece...sadece sana gösterebilirim."

"Neden ben?" diye sordu kısık bir sesle. İnanamıyormuş gibiydi. "Neden? Neden bir başkası değil? Çok güzelsin, çok iyisin...seninle beraber olmak isteyen onlarca erkek olmuştur eminim. Neden onlardan birini sevmedin?"

Gözlerimi kırpıştırdım ve bu uzun cümlesini sindirmeye çalıştım. Güzel olduğumu söylemişti. Hayır, çok güzel olduğumu söylemişti. Beni beğendiğini biliyordum ama bunu onun ağzından duymak harika bir şeydi.

Neden hiç kimseye aşık olmadığımı düşündüm. Ailemdeki herkes aşk evliliği yapmasına rağmen aşka karşı olan güvensizliğimi düşündüm. Erkeklere olan güvensizliğimi düşündüm. Hiçbirini olgun bulmamıştım ama üniversite bittikten sonra bile tanıdığım birçok adamla ciddi bir ilişki kurabilecek olmama rağmen hiçbiriyle bu yola girmemiştim. Neden?

Bir yanım gizliden gizliye Devrim'i beklediğimi söylüyordu, büyük ihtimalle de öyleydi fakat diğer yanım ise hiç ciddi bir ilişkiye yanaşmak istememişti. Yapmacık ilişkileri sinir bozucu buluyordum. Ama şimdi garip bir şekilde eski düşüncelerimin yok olduğunu görüyordum. Hayatımı geçirmek istediğim adamı sonunda bulmuştum.

"Aslında ciddi denemeyecek ilişkilerim oldu.." diye başladım gülümseyerek. "Yani..benimle ileriye gitmek isteyenler oldu ancak ne zaman konuştuğum kişi bu niyetini açıklasa ondan ayrılıyordum."

Gözlerinde küçük bir kıvılcım mı vardı?

"Öyle mi?" diye sordu.

"Hı-hı. Evlilik güzel bir şey fakat ruh eşin olmadan nasıl mutlu olabilirsin ki? Hep yoğun duygular hissetmek istedim. Aşkı hissetmek istedim. Ve kimse bana bunu hissettirmedi. Hep bir kıvılcım eksikti. O kıvılcım olmadan nasıl onlarla evlenebilirdim ki?"

"Yani..." diye mırıldandı boğuk bir sesle. Bakışlarını kaçırdı. "...o kıvılcımı bende buldun. Öyle mi?"

Küçük bir kahkaha attım. Bu onun yeniden bana bakmasını sağladı. Büyülenmiş gibi bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Kıvılcım mı? Ah, Devrim. Hiçbir fikrin yok. Doğrudan yıldırım çarpmış gibi hissediyorum. Muhtemelen çok yüksek voltajda bir yıldırım." Ona tatlı tatlı baktım. "Ne demek istediğimi anlayabiliyor musun?"

Homurdandı ancak ne demek istediğimi anladığını biliyordum.

Dizine iyice sokularak gözlerimi yumdum. "Burada, böyle saatlerce kalabilirim. Günlerce...ve belki yıllarca."

Derin bir nefes aldığını duydum. Elini bir kez daha dudaklarıma götürdüm ve parmaklarının üzerini, avucunun içini öptüm. Öyle sıcaktı ki yanağıma yaslayıp üşüyen tenime sürttüm. Bir an sonra diğer elini saçlarımın üzerinde hissettim ve nefessiz kalarak gözlerimi açtım. Usulca elini saçlarımın üzerinde gezdirdi ve geriye doğru tarayarak bıraktı. Başımı hafifçe ona çevirip baktığımda elini geri çekti ve bakışlarını kaçırdı.

Bir süre öylece durduk. Ben dizlerine yatmış, bir eline sıkı sıkıya sarılmış bir halde uzanıyordum. O ise oturmuş sesini çıkarmadan çevreyi izliyordu.

Ürperdiğimi hissettiğim bir anda elini çekmek istedi. İnat ederek bırakmadım.

"Bir saniye.." diye mırıldandı.

Elini bıraktım ve o ceketini çıkardı. Sonra ceketini üzerime örttü. Üşüdüğümü hissetmiş miydi? Bu hareketi kalbimi eritti. İçim sıcacık bir şefkatle doldu ve o elini yanına indirmeye yeltenirken elini yakalayıp sarıldığımda iç çekti. Ağır ceketinin altında, vücudunun sıcaklığı üzerime sinmişti. Kokusu baş döndürücüydü. Titremem geçmişti.

Bir saat boyunca orada öylece uzandım. Gözlerim kendiliğinden kapanıyordu. Elimde değildi, ona böyle sokulmuşken uykuya dalıp gitmemek çok zordu. Bir saat sonra hafifçe kıpırdandım ve elini dudaklarıma götürdüm. Dudaklarımı avucunda gezdirdikten sonra hafifçe doğruldum. Vücudum tutulmuş gibiydi. Ceketine sarınarak oturdum ve onunla göz göze geldim. Bir saat boyunca sesini çıkarmamıştı.

Ben ona uykulu uykulu gülümserken o elini kaldırdı ve bana doğru uzattı. Gülümsemem yüzümde dondu kaldı. Kalbim mideme düşmüş gibi hissettim. Eli havada süzülüp gözlerimin önünde dalgalanan saç tutamına dokundu. Rüzgar o saç tutamını delicesine uçuruyordu.

Dikkatli bir şekilde saçımı aldı ve kulağımın arkasına sıkıştırdı. Sonra elini çekti.

Nefesimi tuttuğumda ancak derin bir nefes aldıktan sonra fark ettim. Garip bir sessizlik olunca heyecanlanarak ceketini ona uzattım ancak o başını iki yana salladı. "Üzerinde kalsın. Hava serin."

Minnetle ceketini giyerken dondurma yemeye gittiğimiz dün akşamı düşündüm. Ceketi omuzlarıma koymuş ve kulağıma, "İnanılmazsın peri," demişti.

"Hadi kalkalım," diye mırıldandım ve ayağa kalkmadan önce ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Onun da kalktığını görünce örtüyü güzelce katladım ve biraz ileride uçurtma uçuran çocuklara baktım.

"Uçurtma uçurmasını biliyor musun Devrim?"

Kaşlarını çatarak bana baktı. "Yıllardır uçurtma uçurmadım."

Ellerimi neşeyle çırptım. "Eh o zaman, beni burada bekle." Koşarak arabama doğru ilerledim ve arkamdan seslenişini duymazdan gelerek piknik sepetini, örtüyü arabanın bagajına yerleştirip bu gece için Efe'ye özellikle yaptırdığım uçurtmayı bagajdan çıkardım. D ve G harflerinin karalandığı süslü uçurtmayı özenle çıkardım. Bağlı olduğu makarayı da alarak bagajı kapattım.

Devrim'i gördüğümde onun yüzündeki şaşkınlık ifadesine bakarak sırıttım ve ayakkabılarımı yeniden çıkararak ona doğru ilerledim.

"Yüzündeki ifadeden deli olup olmadığımı sorguladığını anlayabiliyorum. Seni temin edeyim, sanırım birazcık deliyim." Kıkırdayarak makarayı uçurtmayı onun eline verdim ve makarayı elime aldım. "Uçurtma uçurmaya bayılıyorum," dedim o uçurtmanın üzerindeki D&G harflerine bakarken. Yoğun bakışlarını bana çevirince kıpırdandım.

Çıplak ayaklarımla çimenlerin üzerine basarak ondan uzaklaşmaya, rüzgara doğru yön almaya başladım.

"Biraz gevşe," diye kahkaha attım. "Ve uçurtmayı yukarıya kaldır, yoksa uçmaz." Onun boyuna güveniyordum.

Uçurtmayı yukarıya kaldırmaya son derece isteksiz bir şekilde somurttu ancak yine de kaldırdı. Uçurtma rüzgarda dalgalanmaya son derece hazırdı ancak benim biraz daha ip salmam gerekiyordu.

"Orada iyi misin?" diye bağırdım ondan uzaklaşırken.

Sesini çıkarmadı ancak yüzünden ne durumda olduğunu anlayabiliyordum. Deli bir kadınla uğraştığına inanamıyor gibiydi. Bu hali beni gülümsetti. Eski Devrim olsa anında çekip giderdi, hatta benimle buraya bile gelmezdi. Ne kadar değiştiğinin farkında mıydı acaba?

Aramızda yeteri kadar mesafe olduğuna kanaat getirdim. "Uçurtmayı bırak," diye bağırdım. Devrim bırakınca da koşmaya başladım. Arkama bakarak koşarken uçurtmanın havalandığını gördüm. Havalandı, havalandı, havalandı ve saldığım son ip de çekilince durdum. Artık gökyüzüne dokunan bir uçurtmamız vardı. Hevesle yerimde zıplayarak, "Devrim koş!" diye seslendim.

O ağır adımlarla bana doğru gelirken bir onu bir Devrim'i izliyordum. Yanımda durduğunda, "Onu daha yükseğe göndermek istiyorum," diye fısıldadım.

Alçak sesle, "İpi yavaş yavaş sal." dediğinde öyle yaptım. Uçurtma rüzgarla birlikte gökyüzünde süzülürken heyecanla ipi daha sıkı tuttum.

"Hayır, öyle değil," diyen Devrim'e döndüm. Uçurtmayı elimden almadan ellerini elimin üzerine koydu ve sıkı parmaklarımı gevşetti. "Böyle tutman gerek. Ben-"

Başını kaldırıp bana bakınca sustu. Elini geri çekti. Elimde değildi. Elini yakaladım ve uçurtmayı onun avuçlarına bıraktım.

"Gamze bu hiç iyi bir fikir değil." diye mırıldandı. Otuz beş yaşındaki bir adamın uçurtma uçurmaması gerektiğini düşünüyor gibiydi. Hiçbir şey bildiği yoktu. Yazlık evimizdeyken babam bile uçurtma uçuruyordu.

"Sen benden daha iyi biliyorsun." diye mırıldandım gülümseyerek. Aslında ben ondan daha iyi biliyordum ama itiraf etmeyecektim. Az önceki küçük hamlemle bana yardım etmesini sağlamıştım. Eli elime her değdiğinde ölecekmişim gibi hissediyordum ama yine de bu heyecanı yaşamaktan asla bıkmayacağımı biliyordum.

Elindeki uçurtmayla o kadar farklı görünüyordu ki elbisemin küçük el cebinden telefonumu çıkarıp dayanamayarak fotoğrafını çektim.

"Ne yapıyorsun?" dedi kaşları çatık bir şekilde. Uçurtmayı sadece tutuyordu ve onunla ne yapacağını bilemiyormuş gibi görünüyordu. Zavallı adam bu gece kesinlikle benim insafıma kalmıştı. İçimden kıkırdadım ve birkaç tane daha fotoğrafını çektim.

Telefonumda hatıra olarak kalacaklardı. Onları sonsuza dek saklayacaktım. Eve gider gitmez resimleri bütün teknolojik aletlerimin hepsine ekran resmi olarak ayarlayacaktım. Kopyalarını çoğaltacak ve birini bir şey olması durumunda diğerlerini güvenceye almış olacaktım.

Kendimden korkmaya başlıyordum.

Telefonu cebime koydum ve ona doğru yürüyerek elimi bileğine koydum. İrkilerek geri çekilmeye kalktığında bileğini daha sıkı tuttum ve uçurtmayı birlikte savurduk. Tepeden bana bakarken, o kadar savunmasız olanın o olması garipti. Oysa yanında kendimi küçücük hisseden bendim fakat ben ondan daha güçlüydüm.

Birkaç dakika boyunca uçurtmanın savrulduğu yerlere gittik. Çimenlerin üzerinde koştururken, gece gökyüzünde üzerindeki küçük ışıklandırmalarla karanlığı aydınlatan D&G harflerine baktım. Gökyüzünde öylesine güzel süzülüyorlardı ki duygulanmadan edemedim.

"İpi biraz daha sal," diye fısıldadım Devrim'e. O ipi saldıkça yükselen uçurtmaya baktım. Coşku dolu bir şekilde kendini rüzgara kaptırmış, tutmasak alıp başını gidecek kadar yükselmişti. Onunla bu deneyimi yaşamak o kadar güzeldi ki, kendimden geçmiştim. Aşk sarhoşu bir şekilde dolaştığımdan emindim. Acaba o ne hissediyordu?

Yarım saat kadar daha uçurduktan sonra, "Onu serbest bırak," diye fısıldadım. Hemen yanımda bütün kuvvetiyle dururken, omuzlarının gergin kısımlarının biraz rahatladığını fark ettim. Gecenin burada bittiğini düşünmüş olmalıydı, ama hiçbir fikri yoktu.

Elimi elinin üzerine koyarak geriye kalan küçük ipi kopardım ve uçurtmayı serbest bıraktık. Rüzgar onu alıp götürürken ikimizde sessiz dakikalar boyunca onu izledik. Zamanın ne kadar çabuk geçip gittiğine inanamayarak kolumdaki saate baktım. Gece yarısına yaklaşıyordu. Onu bırakmayı hiç istemiyordum. O yüzden bugün için planladığım son yere gitmek üzere yola çıktık.

Yarım saat sonrasında büyük lunaparkın otoparkına girdiğimde Devrim sessizliğini bozdu. "Burada ne işimiz var Gamze? Lunapark kapanmış."

"Hayır kapanmadı," diye mırıldandım arabanın kapısını açarken.

O da arabadan indi ve kaşlarını çatarak boş olan büyük parka gözlerini dikti. Yine boş olan otoparkta tek araba benimkiydi. Arabayı kilitledikten sonra onun ceketine sıkı sıkı sarılarak lunaparkın girişindeki güvenliğe doğru yöneldim. Onula önceden konuşmuş ve gece yarısına doğru geleceğimizi söylemiştim. Bizim için dönme dolabı çalıştıracaktı. Armağan, Devrim'in en son on beş yaşındayken dönme dolaba bindiğini söylemişti. Devrim en son o zaman çok eğlenmişti.

Ona yeni bir anı vermek istiyordum. Kalbim duracakmış gibi hızlı hızlı atarken onun sorularını,sinirli homurdanmalarını duymazdan gelerek dönme dolaba doğru yürüdüm. Beni takip ettiğini biliyordum çünkü başka çaresi yoktu.

İç çektim ve görevli önde ben arkada yürürken gergindim. Ya binmek istemezse? Ya ısrarlarıma rağmen çekip giderse? Ne yapardım?

Adamla daha önceden konuştuğumuz için ne yapacağını biliyordu. Dönme dolap bir iki kez döndükten sonra en tepede durdurulacaktı. Devrim'i köşeye kıstırmış olacağımı biliyordum, ama elimden başka bir şey gelmiyordu.

Durdum ve Devrim'e yalvaran gözlerle baktım. "Bunu istiyorum," diye fısıldadım. "Birlikte."

Bir dakika boyunca gözlerimin içine sert sert baktı. Kaygısı, korkusu, endişesi, kırılganlığı ...bütün duyguları yüzünden okunuyordu. Yüzünü acı çekiyormuş gibi buruşturmuştu. Çok ileriye gittiğimi düşünerek eğer istemezse yapmak zorunda olmayacağını söyleyecektim ki hiçbir şey söylemeden dönme dolabın kabinlerinden birine geçti.

Şaşkınlık, heyecan, çarpıntı derken, bir dakika boyunca orada öylece dikildim. Daha sonra adama dönerek başımı salladım ve ben de Devrim'in yanına geçip oturdum. Karşısına değil, yanına. Gergindi. Çok gergindi. Bütün akşam olduğundan çok daha gergin. Bunu yaydığı enerjiden hissedebiliyordum. Dönme dolap hareket etmeye başladığında elleri yumruk haline geldi. İçim acıyarak uzandım ve ellerini tuttum. Buz gibiydi. Daha bu akşam tuttuğum sıcacık elleri buz kesmişti.

Hayretle yüzüne baktım ve onun, dönme dolaba binmekten hiç de mutlu olmadığını gördüm. Acı çekiyordu. Acı çekiyordu. Ellerini daha da sıkarak ona doğru yanaştım. "Devrim.."

Başını iki yana salladı ve başını çevirdi. Bana bakmıyordu. Yüreğim parçalandı. Bu kadar mı korkuyordu? Bu kadar mı acı çekiyordu? Aklından ne geçiriyordu? Yüreği yara içinde olmalıydı. Onun için üzülerek bir kez daha, "Devrim?" diye fısıldadım. "Bak bana."

Direndi.

Dönme dolap en yüksekte durdu. Devrim başını kaldırdı ve etrafı izledi. Şehir parlak ışıklar altındaydı. Rüzgar tepede daha da sertti. Araba seslerinin altında, ortamda derin bir sessizlik vardı. Devrim'in elleri ellerimin arasında titriyordu.

"Özür dilerim," diye fısıldadım ona. Hemen yanında oturuyor, ona yakından bakıyordum ama sanki aramızda kilometrelerce mesafe varmış gibi hissediyordum bir yandan da.

Cevap vermedi.

"Armağan ile buraya geldiğimizde," diye başladım konuşmaya. "...bana senin burada çok mutlu olduğunu söylemişti. Eğlendiğini.. hayat dolu olduğunu. Seni mutlu etmek istedim."

İçinde büyük bir kırılganlıkla dolu olan gözlerini bana çevirdi. Yüzlerimizin arasındaki mesafe çok kısaydı. Başımı omuzuna yaslamayı çok istiyordum ama vereceği tepkiden de emin olamıyordum. O delici bakışlarına hapsoldum. "Sana iyi gelmek istedim." Fısıltı gibi çıkmıştı sesim. Rüzgar saçlarımı uçurup görüş alanımı kapatınca elini tutan ellerimden birini çektim ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Seni üzmek istemedim Devrim. Seni üzmeyi hiç istemem... Aksine ben...ben..." Tıkanarak sustum ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak yeniden gözlerimi açtım. Hala bana bakıyordu. Benim bakışlarımsa yanağına kaydı. İç çekerek, "Aksine ben..o gamzeyi görmek için uğraşıyorum. Armağan bana senin gülümsediğinde yanağında beliren bir gamzeden bahsetti. Onu görmeyi çok istiyorum."

"Artık gülmeyi bilmiyorum," dedi çatlak bir sesle ve bakışlarını kaçırdı. Sesi sertti ama bana karşı değil. Kendi duygularına karşı sertti. Bana bakarken gözleri o kadar çok güzel bir hal alıyordu ki onu gözlerinden öpmek istiyordum.

"Ben sana öğretebilirim," diye fısıldadım hevesle. "Ben sana her şeyi öğretebilirim Devrim." Elini sıktım. "Ben sana-"

Gözlerini yeniden bana çevirince sustum. Kararlı bir duruşla, "Anlamıyorsun değil mi?" diye sordu. "Ben yaşayan ölü bir adamım. Kalbim yok benim. Ruhum yok. Bu gördüğün beden boş bir kabuktan ibaret."

Şiddetle başımı iki yana salladım. "Asla inanmam buna. Asla! Sen muhteşem bir kalbi olan adamsın. Muhteşem bir ruhu olan, inanılmaz güzel bir adamsın. Bunu görebiliyorum Devrim. Bunu görebiliyorum. Sen neden göremiyorsun?" Sesimdeki zayıflıktan hoşlanmamıştım. Ağlamak üzereydim.

"Ben ölüyüm," diye mırıldandı bir kez daha. "Yıllar önce öldüm ben."

Onun o acı dolu günden bahsettiğini biliyordum. Babamın anlattıklarını hatırlayınca dayanamayarak ağlamaya başladım. Devrim'in bakışları akan gözyaşlarımı takip ediyordu. Karanlık, acı dolu bir sesle,"Biliyor musun?" diye sordu.

Başımı evet anlamında sallarken hıçkırdım ve elimi kaldırıp onun yanağına koydum.

"Biliyor musun?" diye sordu bir kez daha ve yanağını elime yasladı. "Bilmiyorsun Gamze.. bilmiyorsun." Sesi acıdan boğuklaşmıştı. Yüzü yanıyordu. Sanki o anları yeniden yaşıyormuş gibi titriyordu. "Onları o halde görmedin...onları...onlar.."

"Biliyorum," dedim iç çekerek. Yanağını sevdim özenle. Sonra elimi indirdim ve elini tuttum tekrar. "Babam anlattı. Beni senden vazgeçirmek istedi belki bilmiyorum. Seni tanımamı istemiş de olabilir..neden böyle olduğunu anlamamı sağlamak istemiş de olabilir.. ama biliyorum. Ve ben.."

"Ve sen?" diye üsteledi.

Gözlerinin içine bakarken, "Ve ben..senden asla vazgeçmeyeceğim." diye fısıldadım. "Vazgeçemem. Seni kendi haline bırakamam."

Gözlerini sertçe yumdu. Ruhu acı çekiyordu sanki. O kadar çok gergindi ki öne doğru eğilerek alnımı alnına yasladım. İrkildiyse bile belli etmedi. Nefesinin sıcaklığı yüzüme vururken ben de gözlerimi yumdum. "Annenle baban için çok üzgünüm. Armağan için de. Keşke böyle olmasaydı. Keşke bunları yaşamak zorunda kalmasaydın." Hıçkırdım ve elimi yeniden yanağına koydum.

Gözlerimi açıp da ona baktığımda hala gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Ellerimle yanağını okşadım. Onu sakinleştirmek, onu yatıştırmak ister gibiydi parmaklarım. "Seni seviyorum Devrim. Her şeyinle seviyorum. Her şeyinle. Acılarınla, korkularınla. Umutsuzluklarınla. Beni duyuyor musun?"

Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Ona bu kadar yakın olmak o kadar güzeldi ki. Alnı alnımda, eli ellerimde. Nefesi hemen yüzüme vururken. Rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu ve tutamlar aramıza giriyordu. Onları yeniden kulağımın arkasına iteledim. Burada, yüksekte, gökyüzüne bu kadar yakınken, onunla bu anı paylaşırken dünyanın en mutlu kadınının ben olduğumu düşündüm.

Gözlerimde gözyaşları varken bile...

"Ben bize inanıyorum." diye fısıldadım.

Gözlerini açtı ve hemen dibindeki gözlerimin içine baktı. "Nereden çıktın sen karşıma?" Bakışları acı doluydu. Acıdan kıpkırmızı olmuşlardı.

Gülümsedim. "Kendimi arabanın önüne attım."

Gülümsemesini bekledim ama yüzündeki ciddi ifade hala yerindeydi. "Nasıl olduğunu anlamadım."

"Ben de anlamadım. Bir baktım ki yerdeyim." Sırıttım.

"Nasıl olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım Peri."

"Dedim ya," diye direttim. Bana bir kez daha, 'Peri' dediği için kalp krizinden ölmek üzereydim. "Taksi çağıracaktım sonra senin arabanı görmeden yola çıktım. Sonra da sen bana çarptın."

Bana öyle bir bakıyordu ki oturduğum yerde kıvrandım. Aynı şeyden mi bahsediyorduk? Neyi anlamayacaktı? Halbuki çok basitti. Ben dikkat etmeden kendimi arabasının önüne atmıştım ve-

O bana bakarken aklıma dank etti!

Neredeyse boğulacakmışım gibi hissederek, "Neyi anlamayacaksın?"diye sordum. Belli ki o farklı bir şeyden bahsediyordu.

Gözlerini yumdu ve alnını alnımdan uzaklaştırdı. Bakışlarını yüzümde, saçlarımda gezdirdi. "Bana nasıl çarptığını.." diye mırıldandı boğuk bir sesle. Sonra sertçe başını iki yana sallayarak gözlerini kırpıştırdı. "Ah Çakal."

"Çakal da kim?" diye sordum.

Bana yoğun bir şekilde baktı. "Çok değer verdiğim bir insandı."

"Öldü mü?"

"Maalesef." diye mırıldandı. Yutkundu. Kendi içinde derin bir savaş veriyormuş gibi derin derin nefeslar aldı.

"Başın sağolsun."Keşke onu sakinleştirebilseydim.

"Bana yıllar önce dört tane kart çektirmişti." Delici bakışları içime işliyordu. "Maça 8, Karo Papazı, Kupa 9 ve Sinek Papazı."

Bunların hiçbirinin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ona öylece baktım.

İç çekti. "Kartlar benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. O yüzden hiç önemsemedim." Kaşları çatıldı ve başını iki yana salladı. Sanki buna inanamıyormuş gibiydi. Sanki vurulmuş da doğrulmaya çalışıyormuş gibiydi. İfadesi o kadar acıklıydı ki içim ürperdi. Hiç kimse böyle derinden bir acıyla sarsılmamalıydı.

Neden şimdi kartlardan bahsediyordu?

"Kartlarda yazan her şey gerçekleşti. Statü sahibi oldum, Çakal bana rehberlik etti, dileğim gerçekleşti, tehlikeler hep etrafımdaydı - bir kısmıyla hala baş etmeye çalışıyorum. Sadece bir tanesi gerçek olmamıştı."

"Kartlardan mı?" diye sordum.

Durdu ve derin bir nefes alarak başını eğdi. Cevap vermedi.

"Neydi o?" diye üsteledim. "Kartlar ne anlama geliyor?"

Başını iki yana salladı ve acı çeker gibi bir sesle, "Bu seninle son görüşmemiz olacak Gamze." diye fısıldadı. "Böyle olmak zorunda. Senin iyiliğin için."

Öfkeyle, "Kartlarda bu mu yazıyor yani?" diye fısıldadım. "Bu yüzden mi kendine izin vermiyorsun? Bu yüzden mi benden kaçıyorsun?" Eğer bir kart yüzündense onu dönme dolaptan aşağıya atabilirdim. Gözümü bile kırpmadan. Çünkü gerçekten öfkelenmiştim.

"Hayır,hayır," diye mırıldandı. "Kartları unut. Kartlar önemsiz." Başını şiddetle iki yana salladı. Gözleri kan çanağına dönmüştü.

Ama nedense bana önemliymiş gibi geliyordu. Kartlarda bazı anlamlar gizli olmalıydı. Bana bahsetmesinin bir nedeni olmalıydı.

"Amerika'ya gittiğimde ve sen beni görmediğinde-"

"Ne sanıyorsun?" diye çıkıştım sinirlenerek. "Seni görmeyince unutacağımı mı?"

Acıyla bana baktı. "Ben seni mutlu edemem Peri. Ben kendim bile mutluluğun nasıl bir şey olduğunu unutmuşken, seni mutlu edemem."

"Ama ben seni edebilirim," diye karşı çıktım. "Ben seni mutlu ederim."

Bakışlarını kaçırdı ve üzgün bir şekilde ellerini ellerimden çekti. Ellerimi kendime sakladım. Boynumdaki kolyenin ucuna dokundum ve gözlerimi kapattım.

"Sen benden ölmemi istiyorsun," diye fısıldadı acı içinde. "Ölmemi ve yok olmamı. Bir kez daha."

"Aşk, sevgi seni öldürecek mi?" diye sordum.

"Bir kez daha kaybedemem." Acıyla fısıldadı. Bir şeyler onu kahrediyordu. "Bir kez daha her şeyimin yok olmasını izleyemem. Anlamıyorsun Peri. Ben..ben.."

"Seni bırakmamı mı istiyorsun?" diye sordum acıyla. "Başka biriyle evlenmemi? Başkasından çocuk sahibi olmamı? Bunu mu istiyorsun?"

"Sus," dedi sertçe. Başını ellerinin arasına alarak öne doğru eğildi ve dirseklerini dizine yasladı. Ona aldırış etmedim.

"Seni bu kadar çok severken, başka bir adamı nasıl mutlu edebilirim söylesene? Ben seni bu kadar çok severken başka bir adam beni nasıl mutlu edebilir? Ben seninle bu kadar doluyken, nasıl olur da sen hiç yokmuşsun gibi yaşayabilirim? Anlamıyor musun Devrim? Ölürüm. Biterim. Asıl ben yok olurum...asıl ben giderim."

Başını kaldırdı ve vahşi denilebilecek bir duygu karışımıyla gözlerini gözlerime dikti. Çenesi kaskatı kesilmişti. Derin derin soluklar alıyordu. Titriyordu. Bütün bedeni titriyordu. Hayretle ona baktım. Bu saf an o kadar çok enerjiyle yüklüydü ki yutkunmadan edemedim. Söylediklerim onu derinden sarsmış gibiydi.

Sert bakışları yüzümün her yanında dolaşırken gözlerinin birinden küçük bir damla yanağına doğru süzüldü. Gözlerim irice açıldı ve o damlaya bakakaldım. Hayır, yine ağlıyordu! Onu ağlatmak istemiyordum. Ama ağlıyordu. Ona onu sevdiğim gece de olduğu gibi.

Sanki canı yanıyormuş gibi ağzından küçük bir inleme kaçtı. Yutkundu ve çenesi kilitlendi. Koskoca bedeni sarsılıyordu.

Hala kolyemin ucunu tuttuğum elimi boynuma götürdüm. Zinciri yavaşça çekerek elbisemin içinden çıkardım ve ucundaki yüzükleri ona gösterdim. Bu benim son umudumdu. O yüzükleri dün almıştım. Dayanamamış, Armağan'dan, Devrim'in parmağının ölçüsünü almasını istemiştim. Eski bir yüzükle bana gelmişti. Bu yüzüğü onunla birlikte seçmiştik. Benim alyansım küçük küçük taşlardan oluşuyordu. Devrim'in ki sadeydi ve içinde benim adım yazıyordu. 'Peri'

Benim yüzüğümün içinde ise, 'Yekta' yazıyordu.

Bu kadar duygusal olduğumu ben bile bilmiyordum. Devrim'in bakışları elimdeki yüzüklere kaydı ve sarsıldı. İçine sert bir nefes çekti ve yüzü acıdan daha da beter bir duyguyla buruştu. Az önceki ifadesi şimdi ki ifadesinin yanında sönük kalırdı. Sanki ölüyormuş gibiydi. Sanki boğazını sıkan bir el var gibi nefes almakta güçlük çekiyordu. Elini göğsüne bastırdı ve bedeni büküldü.

Yanağından bir damla yaş daha süzüldü. Bu anda, benim yanımda, o kendini gizlediği sert maskenin altındaki adamı açık açık gösteriyordu. Acı içindeki adamı. Mutsuz adamı. Korkan adamı. Kırılgan adamı. Ruhu acıdan başka hiçbir şeyle yoğurulmamış olan adamı. Her şeyiyle işte karşımdaydı ve bana ölmek üzereymiş gibi derin bir acı içinde kıvranarak bakıyordu.

Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Hıçkırır gibi, "Benimle evlenir misin?" diye fısıldadım.

Cesaret edebilecek son şeyim buydu. Sınırım buydu. Artık daha fazla üzerine gidemezdim. Artık daha fazla onu zorlayamazdım. Artık daha fazla kendimi de onu da yoramazdım. Ama..ama eğer hayır derse.. eğer hayır derse ..ömrümün geri kalanında nasıl yaşayacağımı düşünüyor ve korkuyordum.

Eğer hayır derse...öleceğimi, yok olacağımı biliyordum.

Ama eğer...evet derse?

DEVAMI GELECEK!

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu