Peri ve Kuzgun 40. Bölüm


Bölüm 40 : Karmaşık

Turgut, Devrim'e doğru ilerlerken gergince onları izledim. Samimi olmayan bir kucaklaşmadan sonra ikisi de bana  döndüğünde ne diyeceğimi bilemeyerek ikisine baktım. 

"Hanımefendiyle görüşsen iyi olur Devrim. Ben nasıl olsa biraz daha buradayım. Sonra konuşabiliriz." 

Devrim başını olur anlamında sallarken ben de hafifçe gülümsedim. Turgut bana doğru yürüdü. "Gitmeden bir kahve içer miyiz Gamze Hanım? Modacı olduğunuzu duydum. Şöyle güzel bir tasarım takım elbisesi sipariş etmek istiyorum. Eğer sizin için de bir sakıncası olmazsa elbette?"

Modacı olduğumu mu duymuştu? Nereden duymuştu ki? Asasörde ismimi söylediğimde yüzünde beliren o küçük şaşkınlığı hayal etmemiştim o halde. 

"Tabii, elbette. Memnun olurum.  Kahveyi moda evine geldiğinizde içeriz. Bugün yapacak çok işim var maalesef. Bir saniye size kartımı vereyim." Çantamı açtım ve moda evinin kartlarından yanımda taşıdığım küçük bir desteden ona da bir tane verdim. "Üzerinde adres ve telefon numaraları yazılı. Her zaman bekleriz." Gümüş ve siyah parlak renklerle işlenmiş fazla havalı görünen kartı ceketinin iç cebine yerleştirmeden önce gülümsedi. Sonra elini uzattı ve elimi tuttu. 

Dudaklarına götürüp öperken muzip gözlerle beni süzüyordu. "Yarın o halde?" 

"Tabii," diye mırıldandım elimi çekerken. Devrim'in önünde gerçekleşen bu sahneden rahatsız olmuştum. Onun kıskanması elbette hoşuma giderdi ama kıskanmasını istemiyordum. Zaten güvensizdi, en azından bana olan güvenini sarsmayacaktım. 

Turgut asansöre doğru ilerlerken hala bana bakmakta olan Devrim'e döndüm ve hafifçe gülümsedim. Keşke aklından ne geçirdiğini bilebilseydim. Ona doğru yürüdüm ve tam önünde durdum. Asansörün kapıları kapandığında Devrim kaşlarını çattı ve, "Neden buradasın?" diye sordu.

İç çektim. "Ben de seni gördüğüme sevindim." 

"Gamze," diye uyardı. 

"Tamam tamam. Dün akşam yemeğinde bana satın alacağım binanın sahibiyle beni görüştüreceğini söylemiştin." 

Yüzünü buruşturdu, ancak hemen sonra başını salladı. "Tamam. Ancak biraz işlerim var. Yarım saat bekleyebilir misin?"

"Bekleyebilirim evet." 

"O zaman otelin kafesinde buluşuruz. İşlerimi halleder halletmez geleceğim." 

Bana karşı bu kadar ılımlı olmasına şaşırarak başımı salladım. "Tamam." 

Başını eğdi ve odasına  döndü. Bana burada beklememi de söyleyebilirdi ama istememişti. O yüzden küçük bir hayal kırıklığı hissederek döndüm ve asansörlere yürüdüm. Aşağıya indiğimde kafe bölümüne geçtim ve en yakın masaya oturmadan önce bol sütlü bir kahve söyledim. Yanına da Devrim'i beklerken yemek için poğaça istedim. 

Siparişlerim beş dakika içinde geldi ve ben de yemeye başladım. Tam karşımdaki sandalye çekilince başımı istemsizce kaldırdım ve Turgut ile göz göze geldim. 

"Sizi burada görünce şaşırdım Gamze Hanım." Elindeki kahve kupasını masanın üzerine bıraktı ve elini kaldırıp garsona işaret etti. "Devrim ile görüşmeniz bitti mi?"

"Hayır, sadece halletmesi gereken bir işi varmış. Yirmi dakika sonra gelecek. Onu beklemek için buraya indim." Hafifçe gülümsedim ve poğaçamı bitirmeye odaklandım. Adamın bana karşı ilgili olduğunu anlamıştım. Bunu belli etmekten o çapkın erkeklere benziyordu. Onlarla o kadar çok rastlamıştım ki artık midem bulanıyordu. Yine de bu adama karşı kaba olmak istemiyordum çünkü açıkça bir saygısızlık yapmamıştı. 

Garson geldi ve ondan iki tane yabanmersinli kek istedi. Garson siparişini hazırlamak üzere bizi yalnız bıraktı.

"Bir yere mi gideceksiniz?" Tek kaşını hafifçe kaldırdı ve bana meraklı bir ifadeyle baktı. 

"Aslında evet," diye açıkladım. "Halletmemiz gereken küçük bir iş vardı." Devrim'i sevdiğimi anlamalıydı. Açık bir kapı bıraktığımı düşünmemeliydi. 

"Açık sözlülüğümü maruz görün," diyerek araya girdi. "Haddim olmadığını bilsem de yine de sormak zorundayım. Kuzenim biraz ketumdur o yüzden ona sorsam da bana cevap vermeyecektir."

Kaşlarımı çatarak, "Ne soracaksınız?" dedim.

"Siz ikiniz..ımm.. yani beraber misiniz?" 

Ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Şaşkın bakışlarımı görmüş olacak ki, "Pardon," dedi. "Burnumu sokmamalıydım ancak burada oturmuş sizinle kahve içiyorum. O yüzden bir sıkıntı olsun istemem. Eğer beraberseniz elbette?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır, hayır. Beraber değiliz ama evet bunu sormak haddiniz değil." Biraz sert çıkıştım. "Ancak...ben ona karşı boş değilim. O yüzden bunu bilmenizi isterim." 

İki elini de havaya kaldırarak teslim olurmuş gibi gülümsedi. "Tamamdır. O zaman sınırı geçmeyeceğim. Kusura bakmayın normalde asla böyle cüretkar değilimdir ancak sizden etkilendim sanırım."

"Önemli değil," diye mırıldandım ve poğaçayı tabağa bırakıp kahvemi içmeye başladım. Garson elinde iki tane yabanmersinli kek ile geri geldi ve Turgut'un önüne bıraktı. 

Turgut kekin birini bana uzattı ancak reddettim. Kahvemi içerken Devrim'in olduğundan erken gelmesini umuyordum. Bizi burada kahve içerken görmesini istemiyordum da ancak yapabileceğim bir şey yoktu. 

On dakika boyunca Turgut ile işlerden konuştuk. Bana moda evimle ilgili sorular sordu ben de memnuniyetle cevapladım. Ona moda evini taşıma fikrimden bahsettim ve Devrim ile o mekanın sahibini görmeye gideceğimizi söyledim. Sohbeti oldukça hoştu ve sanki ona Devrim'e karşı duygularımın olduğunu söyledikten sonra aramızdaki gerilim ortadan kalkmış gibiydi. Onu daha ne kadar tanıyordum ki? Yarım saattir mi? Bir insan yarım saatte birinden etkilenebilir miydi? Demek ki Turgut benden etkilenmişti. 

Girişte bir hareketlilik dikkatimi çekince oraya baktım ve Devrim'i gördüm. Ceketini üzerine geçirmiş gözleriyle etrafı tarıyordu. Bakışları beni fark etti sonra Turgut'u gördü. İfadesiz bir yüzle bize doğru ilerledi. 

"Artık gidebiliriz," diye mırıldandı ve Turgut'a baktı. "Turgut seninle akşam görüşürüz."

"Tamamdır kuzen. Sen nasıl istersen." Turgut gülümsedi ve ben çantamı alıp içinden aldıklarım için para çıkarmaya hazırlanırken Devrim, "Para yok Gamze." diye uyardı. 

Kaşlarımı çatarak, "Ama-" demiştim ki bana öyle bir bakış attı ki susmak zorunda kaldım. 

"Peki," diye mırıldandım ve çantamı omuzuma astım. Turgut'a, dönerek hafifçe elimi kaldırdım ve ona el salladım.

"Görüşürüz Gamze Hanım." diye gülümsediğinde ben de gülümsedim ve başımı salladım. Devrim'e döndüm ve o kaşlarını çatarak önümde yürürken ben de onu takip ettim. Birlikte otelden çıktığımızda valenin Devrim'in arabasını getirdiğini gördüm. 

"Benim arabamı da getirebilir misiniz?" diye rica ettim. 

Devrim sıkıntılı bir nefes verdiğinde ona döndüm. "Sen iyi misin?"

Kaşlarını çatarak, "Evet." dedi. Soğuk bir şekilde, "Neden?" diye sordu. 

"Bilmem. Bugün ayrı bir keyifsiz gibisin." Dikkatle onu inceledim. "Turgut yüzünden değil, değil mi?" Cüretime inanamıyordum. Birisi beni çimdiklemeliydi. Kendi kendime kuruntu yapıyordum resmen. 

"Turgut yüzünden mi? Neden onun yüzünden keyifsiz olacağım ki?" Soruyu aksi bir şekilde sormuştu. 

Susmak, cevap vermemek istedim ancak içimdeki dürtüye engel de olamıyordum. "Bana karşı ilgili gibi duruyordu. Bana seninle beraber olup olmadığımızı sordu." 

Çenesini gerdiğini gördüğümde mutlak bir sevinç hissettim. Bakışlarını benden kaçırdı ve yoldan geçip giden arabalara sertçe baktı. Gergindi. Neden? Gerçekten kızmış mıydı? Beni kıskanmış mıydı?

Yerimde zıplamamak için verdiğim çabayı kimse görüyor muydu? 

Özellikle ona sarılmamak için verdiğim çabayı?

"Bir şey söylemeyecek misin?" dedim hevesle. 

Kurşun gibi sert bakışlarını bana çevirdi ancak bu hiç de beni korkutmuyordu. Yüzüne karşı aptal aptal sırıtırken elimi ağzıma bastırdım. "Sen kıskandın mı beni?"

"Gamze-" dedi sert bir sesle uyarır gibi.

"Hadi söyle!"  diye yalvardım neşeyle. Ona biraz daha yaklaştım ve tam çenesinin altından yüzüne bakmaya başladım. Gözlerini kaçıramıyordu bile. "Kıskandın mı?"

Sinirli bir nefes aldı ve sessiz kaldı. "Ama o senin kuzenin," dedim. 

Yine cevap vermedi. Bakışlarını çevirdi. Hareket ederek bakışların karşısına geçtim. "Ama söyle...hadi, hadi, hadi! Bilmek istiyorum."

"Neyi bilmek istiyorsun?" diye sordu soğuk bir şekilde. 

Gözlerimi kısarak onu süzdüm. "Beni kıskandın mı kıskanmadın mı?" 

"Böyle bir şey mümkün de-"

Sözünü keserek, "İnkar etme!" dedim. Arsızca sırıtarak ekledim. "Görüyorum çünkü. Yaydığın gerilimden anlayabiliyorum bunu. Kıskandın sen beni." 

"Gülmeyi kes," diye homurdandı sinir bozucu bir şekilde. "Ve arabana binip beni takip et."

Arabasına doğru yönelince önünü keserek onu durdurdum. Bana dik dik bakıyorken ayaklarımın ucunda yükseldim ve o daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarımı sıcacık yanağına bastırdım. Bedeninden destek almak için ellerimi kollarına koydum ve geri çekilmeden önce burnumu yanağına sürttüm. 

Sonra geri çekilip yüzüne bile bakmadan yanından hızlıca ayrılıp arabamı getiren valenin yanına koştum. Anahtarımı alıp ona teşekkür ederek arabaya bindim ve Devrim'i beklemeye bekledim. 

Arabanın tam yanında duruyordu ve başımı çevirsem onu görebilecektim ama yapmadım. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu. Belki de küçük bir kriz bile geçirmiş olabilirdim. Derin derin nefesler almaya çalıştım.

Bunu yaptığıma inanamıyordum. Ancak yaptığım için pişman değildim. Dudaklarımın altındaki sıcacık teninin, sakallarının belli belirsiz batışının keyfini daha çok sürmek isterdim ancak onu şaşırttığım kadar ben de şaşırmış ve hemen sonra ikimizi de daha fazla dehşete düşürmeden kendimi geri çekmiştim. 

Göz ucuyla Devrim'in arabasına doğru ilerleyişini izledim. Benim olduğum tarafa bir kez bile bakmadan yanımdan geçip gidince arabayı çalıştırdım ve onu takip etmeye başladım. Ellerim o kadar çok terlemişti ki konsoldaki mendil kutusundan üç tane alıp avuçlarımı sildim. Kulaklarımın yandığını da hissedebiliyordum. 

Sonra aklıma gelen şeyle derin bir nefes aldım ve çantamın içini tek elle karıştırıp telefonumu çıkardım. Devrim'in numarasını buldum ve mesaj ekranını açtım. Ne yazacağımı kısa bir şekilde toparladım. 

"Ben yalnızca bir adamı seviyorum. Ömrüm boyunca da onu seveceğim."

Vermek istediğim mesajı anlamasını umarak mesajı gönderdim. Kalbim küt küt atarken bir yandan da onu gözden kaçırmamak için çok dikkatli bir şekilde araba kullanıyordum. Arabasının arkasından onun ne yaptığını göremiyordum. Ancak mesajı mutlaka okumuş olmalı diye düşünüyordum. Elbette bir cevap beklemiyordum. 

O önde ben arkada bir şekilde yarım saat kadar yol aldık. Sonra bir balıkçının önünde durduk. Çantamı alıp arabadan inerken gergin bir şekilde ona doğru yürüdüm. 

Bir elinde telefonunu diğer elinde arabasının anahtarlarını tutarken bana baktı ve başını eğerek gözlerini kaçırdı. Orta yolda buluşurken alçak sesle, "Sahibinin ismi Sedat." diye mırıldandı. "Sedat benim bir tanıdığım. Daha önce mekanı bir kadının alacağından bahsediyordu. Onun sen olduğunu tahmin ettim. Eğer anlaşırsanız satın aldığı fiyattan sana verebilir."

Başımı salladım. 

"Bir balıkçıda mı konuşacağız?" diye mırıldandım. 

"Sedat deniz ürünleri yemeyi sever. Aradığımda burada olduğunu söyledi. O yüzden buraya geldik."

Yüzümü buruşturdum.

"Ne oldu?" diye sordu. "Balık sevmez misin?"

"Daha çok Efe sever. Tam bir balık hastasıdır... ama ben pek sevmem." Kişisel bir soru sorduğu için biraz şaşkındım o yüzden gülümsedim. 

"Yemek yemek zorunda değiliz. Konuşuruz, anlaşırsanız çıkarız."

Başımı salladım. "Tamam."

*

Balıkçıdan ayrılırken yüzümde geniş bir gülümseme vardı. O kadar mutluydum ki yerimde zıplamak istiyordum. Devrim'in yardımları ile -adam Devrim'in ikna yeteneği karşısında lal olmuştu- sonunda o mekan üzerinde anlaşmaya varmıştık. Ertesi gün hemen satış işlemleri başlatılacaktı ve mekan üzerinde istediğim gibi tadilatlar yapıldıktan sonra bir aya kalmaz moda evini oraya taşıyacaktık. 

Eskiden beri hayalini kurduğum şeye sonunda kavuşacaktım. Büyük bir mekan. Büyülü bir bir şato. 

Ve bunların hepsi yanımda yürüyen şu yakışıklı adam sayesindeydi. Gönlümün prensi...

"Teşekkür ederim," dedim onun arabasının yanına vardığımızda. 

"Bir şey yapmadım."

"Hayır, çok şey yaptın. O mekanı almak benim için zor olacaktı, bağlantıların sayesinde inşallah alacağım."

Bakışlarını kaçırdı ve düz bir ifadeyle, "Tebrik ederim." dedi. 

"Mesajımı okudun mu?" diye sordum tebriği için teşekkür ettikten sonra. 

Çenesi seğirdi. Arabasına doğru yürüyüp sürücü koltuğunun kapısını açtı ve bana bakmadan, "İyi günler." diyerek arabaya bindi. 

İç çektim ve o kapıyı kapatmadan tutup yakaladım. "Yarın," dedim emir verir gibi. "Biz satış işlerini hallettikten sonra yarın gününü bana ayıracaksın." 

Kaşlarını çattı. Ancak bir şey söylemedi. 

"İşlerini ona göre ayarlasan iyi edersin Kuzgun. Yarın seni almak için otele geleceğim. Anlaşılmayan bir şey?"

Homurdandı ve kapıya uzanarak elimden kurtarıp çekti. Sonra da arabayı çalıştırıp çekip gitti. Arkasında yüzünde aptal bir gülümsemeyle duran Gamze'yi ne kadar sevindirdiğini bilseydi, eminim daha çok homurdanırdı. Nedense kendi kendine homurdanıyor olması bana çok tatlı geliyordu. Normal bir insanın korkup geri sinmesi gerekirken bu durum bende tam tersi bir davranış tarzı oluşturuyordu. Ondan çekilmek yerine, ona çekiliyordum sanki. 

Ah, hayat! Sen ne kadar da güzelsin diye bağırmak geldi içimden. Aşkı insanın hücrelerine kadar hissettiriyordu. Yoksa bu kadar kendimden geçmemin sebebi ne olabilirdi? 

Arabama binip oradan uzaklaşırken öyle mutluydum ki, yarının Devrim'i günlerce göremeyeceğim gerçeğinden önce onunla birlikte geçireceğim son gün olduğunu unutmuştum bile.


Genç adam gergindi. Her zaman olduğu gibi. Ama bu her zamanki gerginliğine benzemiyordu. Bu durum kontrol edilemezdi. Bu durum onu korkutuyordu. Hem de çok korkutuyordu. O kadar çok korkutuyordu ki hastaymış gibi hissediyordu. 

Gamze ona mesaj atmış ve birazdan onu almaya geleceğini söylemişti. Devrim bunu neden yapıyordu? Bunun olmasına nasıl izin vermişti? Onunla bir gün geçirmeyi nasıl kabul etmişti? Kolundaki saat öğleden sonra ikiyi gösteriyordu ve genç adam dün geceden beri uyumamıştı bile. Sabah kahvaltı da yapmamıştı.

Hatta ablasıyla kavga bile etmişti. Sinirleri gerilmiş bir şekilde dolaşıyordu.

Bunun tek sebebi ise Gamze'ydi. Gülümseyerek gözlerinin içine baktığı her anda ondan bir şeyler koparıyordu. 

Bakışları Devrim'in kalbini asit gibi yakıyordu. O kadar ki genç adam çoğu zaman onun gözlerine bakamıyordu bile. 

Telefonu gelen bildirimle titreşti ve Devrim telefonu eline alıp gelen mesaja baktı. 

"Aşağıdayım."

Bu mesaj ve kendisini almaya geleceğini söyleyen mesajın hemen üzerindeki mesajı silememişti. Arabadayken o mesajı açıp okuduğunda ne düşüneceğini bile bilememişti. Devrim onunla ne yapacaktı? 

Ceketini, cüzdanını aldı ve ofisten çıktı. Ona doğru attığı her adımda kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Bunu kontrol edememek onu üzüyordu. 

Asansörler lobiye açıldığında onu gördü. Dışarıda, otelin giriş kapısının önünde durmuş kalabalık caddeyi izliyordu. Üzerinde beyaz dantelli, sade bir elbise vardı. Saçlarını açık bırakmıştı. Küçük çantasını omuzuna asmış, spor ayakkabılarının üzerinde ileri geri gidip oyalanıyordu. 

Peri gibi, diye düşündü içinden. Sonra yüzünü astı. Derin bir nefes aldı ve kapıları geçerek dışarıya çıktı. Gamze onu gördüğü an yüzünde müthiş bir gülümseme belirdi ve Devrim kalbinin ortasında kocaman bir göçüğün açıldığını hissetti. 

Boğazını temizleyerek başını hafifçe eğdi ve onu selamladı. Gamze küçük bir genç kız gibi yerinde zıplamaya hazır görünüyordu. Devrim ona şaşırıyordu çünkü Gamze yanındayken çok heyecanlı görünüyordu. Oysa Devrim hiç de heyecan verici bir insan değildi. Gamze onu sevdiğini söylerken ne düşünüyordu? Devrim'i nasıl seviyordu? Neyini seviyordu?

"Her zamanki gibi görünüyorsun," diye konuştu Gamze gülümseyerek.

Devrim merak etmeden edemedi. "Nasıl?"

Genç kadın dudaklarını büzerek onu taklit etti. O güzel suratı Devrim'in hareketlerini yaparak şekilden şekile girerken Devrim hiçbir şey yapamayarak sadece onu izledi.

"Huysuz, aksi, soğuk."

Evet, Devrim bütün bunların onun üzerine yapışıp kaldığını biliyordu. On beş yaşından beri bu haldeydi. Artık bu maske onun ayrılmaz bir parçası olmuştu. En son ne zaman güldüğünü bile hatırlamıyordu.

"Bizi nereye götürüyorsun?" diye sordu soğuk bir sesle. 

Gamze arabasını işaret etti. "Gidince göreceksin."

Devrim onunla bir yere gidebilecek kadar ona güvenemiyordu. Karşısında dururken bütünüyle onu ele geçirmeye hazırmış gibi görünüyordu ve onun yanındayken kalbi de mantığı da güvende değilmiş gibi hissediyordu.

Sıkıntılı bir sesle, "Aslında benim şu an çalışıyor olmam lazım,"  diye mırıldandı. Gamze'nin yüzü düşünce Devrim bakışlarını kaçırmamak için kendisini zor tuttu. "Gerçekten yığınla birikmiş işlerim var Gamze. İnan boş zamanım hiç yok. İki gündür uyumadım bile."

Genç kadın kırgın bakışlarla kendisini izliyordu. "Şu anda benimle gelmemek için bahane arıyorsun. Sadece yarım gün. Yarım günde batacak mısın?"

Devrim sertçe nefesini verdi. Bir parçası doğruydu, işleri vardı, her zaman işleri olurdu ama bir parçası da Gamze'ye hak vermeden yapamıyordu. Onunla gitmemek için bahane arıyordu. En azından yarım gün yerine birkaç saat geçirebileceklerini düşünerek, "Akşam sekizde?" diye önerdi.

"İşlerimi o zamana kadar toparlamış olurum." diye ekledi. 

Gamze mesaj attığında ona bunu söylemeliydi ama onu görmezken idare edebilirim diye düşünmüştü ama şimdi onun gözlerinin içine bakınca bunu yapamayacağını anlamıştı. 

Gamze itiraz etmek ister gibi göründü ama sonrasında başını hafifçe eğdi. "Akşam sekizde burada olacağım ve sen başka hiçbir bahane sunmayacaksın."

Hiçbir şey demeden arkasını döndü ve Devrim'i  derin bir suçluluk hissinin içinde bırakarak arabasına bindi. Arabasını çalıştırıp yola çıktığında Devrim hala arkasından bakıyordu. 

İç çekti ve otele geri  döndü. Bunu yapmak doğru olmamıştı biliyordu fakat kendine engel olamıyordu. Ona umut vermek istemiyordu. Otelin girişinde durdu ve biraz hava almak için yeniden dışarıya çıktı. Deniz kenarına gidip oturmak istiyordu. Ancak kalabalığın içinde rahat etmeyecekti. O yüzden arabasına bindi ve ilçeden çıkarak sessiz sakin bir sahile kenarına geldi. Yatların, kırık teknelerin sıra sıra dizildiği iskeleye baktı, bir yerde arabasını park etti ve sessiz sessiz hareket eden denizi izlemek için en yakındaki banklardan birisine oturdu. Martıların sesleri bütün sessizliği yutarken Devrim dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. 

Gamze'nin kırgın bir şekilde gidişi, gözlerindeki o hayal kırıklığı gözlerinin önünden bir türlü gitmiyordu. Onu incitmek istemezken onu  daha da çok incittiğini fark etmek Devrim'in canını sıkıyordu.

Sesli bir şekilde iç çekti. 

"Bu kadar dertli dertli iç çektiğine göre, derdin de büyük olmalı evlat."

Devrim hızla başını sesin geldiği yöne çevirdi ve biraz ileride, kırık bir teknenin üzerindeki yeşil brandanın altından çıkan yaşlı adamı gördü. Adamın üstü başı kir içindeydi ve sakalı da sanki aylarca kesilmemiş gibi uzun ve karışıktı. Yaşlı adam ona gülümsedi ve derin bir nefes alarak brandayı kenara çekti. Uyguladığı kuvvetle yorulmuş bir şekilde küçük teknenin içine oturuverdi. 

Devrim sessizce bekledi.

Yaşlı adam ayağa kalkarak tekneden çıktı ve iskeleye geçti. Ağır adımlarla Devrim'e doğru geliyordu. Genç adam kenara kayarak oturması için ona yer açtı.

"Bugün midem biraz kötü," diye şikayet etti adam. "Her zaman böyle değildir. Uyuduğum zaman geçerdi ama şimdi uyandım ve hala geçmiyor."

"Bir doktora gittiniz mi?" diye sordu Devrim. 

Adam başını iki yana salladı. "Benim yaşıma gelmiş birinin doktorla işi olmaz. Yalnızca emaneti teslim etmeyi bekler. Bu saatten sonra iyi olmayı beklemiyordum zaten." Bakışları Devrim'e döndü ve uzun uzun onu inceledi. "Sen de pek iyi görünmüyorsun."

"Ben hasta değilim," diye açıkladı genç adam ve denize baktı. Ama öyle hissediyorum, diye düşündü. Başka bir açıklaması var mıydı ki bu durumun?

"Evet hasta değilsin," diye onayladı adam. Sonra da ekledi. "Henüz. Bu illetin o kadar çok aşaması var ki..."

Genç adam oturduğu yerde kıpırdandı. "Neyden bahsediyorsun?"

"Asırlardır geçilmeyen tek sınırdan, dillere düşmüş, hastalar etmiş ama aynı zamanda hastalar iyileştirmiş bir şeyden.." 

Devrim ona sadece bakmakla yetindi. 

Yaşlı adam güldü ve sonra elini karnına bastırarak yüzünü buruşturdu. 

"Neden o teknenin içinde uyuyorsun?" diye sordu Devrim. "Bir evin yok mu?"

"Yok."

"Bir barınak aramak yerine neden o teknenin içinde kalıyorsun? Dalgalar yükseldikçe sular içeriye sıçrıyordur."

"Evet öyle," Adam iç çekti. "Aslında ben bunu seviyorum. Denizin üzerinde olmayı, uyurken bir beşikteymiş gibi sallanmayı. Tuz kokusunu. Gece suların üzerine vuran yakamozu."

Devrim yine sessiz kaldı.

"Belediye gelip beni buradan almak istedi ama her defasında reddettim."

Genç adam, "Neden?" diye sordu.

"Çünkü burada olmayı istiyorum. Burada olmak benim seçimim. Eğer barınak arasaydım giderdim ama ben burada olmaktan dolayı mutluyum."

"Anlıyorum." 

Adam gülümsedi. "Eee senin hikayen ne genç adam? Günün bu saatinde burada ne işin var?"

"Sadece oturuyordum." 

"Bu ıssız, sessiz sakin yer sana da huzur veriyor demek."

Devrim biraz sertçe, "Huzur bulduğum söylenemez." dedi. Sonra bakışlarını birbirleriyle yarış içindeymiş gibi uçuşan martılara çevirdi. Ne kadar da güzel görünüyorlardı. Onlardan birisi olmayı ne çok isterdi. Basit bir şekilde yaşar ve ölürdü. Bir insan olmak o kadar ağır geliyordu ki.

"Mesele bir kadın mı?" diye sordu adam. 

Devrim cevap vermedi. 

"Sana teslim olmuyor mu, yoksa sen mi ona teslim olmuyorsun?"

Genç adam alçak sesle, "İkincisi," diye mırıldandı. Bunu itiraf etmek sinirlerini germişti. 

"Neden?" 

"Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum." diye kibarca konuştu Devrim. "Lütfen." 

Yaşlı adam gülümsedi. "Aslında tam da bu konu hakkında konuşmak istiyorsun, sadece farkında değilsin. Benim anladığıma göre kadın seni seviyor ancak sen onunla bir gelecek düşünmüyorsun? Doğru mu?"

Devrim sertçe başını salladı. Fakat konuşmayacaktı.

"Belki kendi geçerli sebeplerin vardır ama önemli olan bu değildir. Hiçbir zaman bu olmaz. Önemli olan karşı tarafın ne kadar cesaretli olduğudur." Adam elini yine karnına bastırdı. "Bu kadın...cesaretli mi?"

Devrim, Gamze'yi  düşündü. Çırpınışlarını, ona bakarken gözlerinin gülüşünü, onunla vakit geçirmek için istekle ona yalvarmasını düşündü. Ona, bizim için savaşacağım demişti. 

Cevap olarak yine başını salladı ancak sonra ekledi. "Cesaretli olması hiçbir şeyi değiştirmez. Eğer benimle olursa üzülecek. O çok istediği çocuklarla dolu bir yuvası olamayacak."

"Neden?"  diye sordu yaşlı adam. "Kısır mısın yoksa?"

Devrim, "Hayır," dedi. "Ancak bir aile kurmaya niyetim yok. Ona bunu anlatmama rağmen..." Sert bir soluk alarak sustu. Burun delikleri genişlemişti. Kalbinin ortasındaki göçük daha da büyürken konuşmak çok zordu.

Bir müddet sessizlik oldu. 

Devrim, adamın söyleyecek bir şeyinin olmadığını tahmin etti ve içten içe buna sevindi. Şu an sessizlikten başka hiçbir şey istemiyordu. 

"Az önce teknede yaşamanın benim seçimim olduğunu söylemiştim, hatırlıyor musun? Bana çok daha iyi bir yaşam koşulu sağlanacaktı ancak ben o imkanın arasında asla burada olduğum gibi mutlu olamayacaktım. Soğukta uyuyorum evet. Ve evet bazen gerçekten çok zorlanıyorum ama bu zorluk beni daha da dinç kılıyor. Ölmeden önce daha cesaretli olmayı öğretiyor bana. Kendi seçimimi yaşıyorum evlat. Sen de kendi seçimini yaşadığı için bir kadına kızamazsın. Onu kendinden uzaklaştıramazsın da."

"Üzülmesini istemiyorum." Bir fısıltı gibi çıkmıştı sesi. Kendi yüzünden onun kadar iyi bir insanın üzülmesini istemiyordu.

"O seninle mutlu olacağını düşünüyorsa, senin ne düşündüğünün ne önemi var?" 

Kalbinin ortasındaki göçük daha da büyürken Devrim, adama baktı. Yaşlı adam denizi izliyordu. Devrim'in içinde başlattığı büyük sıkıntıdan habersizdi.

GAMZE

Akşamın sekizinde otelin önüne arabamı yine park ederken gergin bir şekilde arabadan indim ve Devrim'e mesaj atıp yine aşağıda olduğumu bildirdim. Bu sefer hangi bahaneyle geleceğini merak ederek arabama yaslandım. İçimdeki sıkıntıdan bir türlü kurtulamıyordum.

Bu akşamdan ölesiye korkuyordum. Devrim'i sonsuza dek kaybetmekten çok korkuyordum. Ancak bu sabah fark etmiştim ki ben küçük adımlarla ona yaklaştıkça o daha da geriye çekiliyordu. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Benden kaçmak mı istiyordu? Bu geceden sonra bunu yapabilirdi. Bu geceden sonra onu serbest bırakmaya karar vermiştim. Ondan vazgeçmiş değildim sadece artık daha fazla üzerine gitmeyecektim.

Amerika'ya gideceği için bunu kolaylıkla yapabilecektim. Ancak çekeceğim acıya kendimi bir türlü hazırlayamıyordum.

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım ve havanın bulutlarla kaplı olduğunu gördüm. Bu akşam yağmurun yağmamasını diledim. Yoksa planladığım şeyi yapamayacaktım.

Derin bir nefes aldım ve otelin girişine baktım. Devrim'in asansörden çıktığını görünce göğsümde küçük bir çarpıntı hissettim ve elimi saçlarıma götürüp düzgün görünüp görünmediklerini merak ederek saçlarımı düzelttim. 

Kendi kendime, "Sakin ol, sakin ol, sakin ol," diye mırıldandım. 

Kapıya çıkıp bana doğru geldiğinde ona takılmadan edemedim. "Bu sefer ne söyleyeceksin?"

Çenesinin seğirdiğini gördüm. Dik dik bakarak, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.

Göğsümdeki küçük çarpıntı yerini büyük bir çarpıntıya bıraktı ve ona bakakaldım.

"Benim arabamla gideceğiz." Ona yolcu koltuğunu gösterdim. 

"Kendi arabamla seni takip ederim," diye mırıldandı.

"O zaman ne eğlencesi kalırdı ki?" diye sırıttım ve homurdandı.

Ağır ağır yolcu koltuğu tarafına yönelirken inanamayarak onu izledim. 

Bu gece gerçekten de benimle geliyordu. Ne yapsaydım? Onu kaçırsa mıydım? Alıkoyup onu sonsuza dek kendime mi saklasaydım? Güldüm ve o kapıyı açıp arabaya binmeden önce dik dik bana bakınca hemen yüzümdeki gülümsemeyi sildim.

Birazcık daha sabır, diye geçirdim içimden. 


Daha yeni Daha eski

İletişim Formu