Peri ve Kuzgun 39. Bölüm


Bölüm 39 : A-ha, Kim O?

Bazı anlardın içine hapsolmak ister ve o anın hiç bitmemesini istersiniz ya, işte ben de bu gecenin bitmemesini istiyordum. Bu anla  birlikte, bu gecenin bitmemesini, sonsuza dek sürmesini, bana hep böyle bakmasını, kendime iyi bakmadığım için beni azarlamasını, beni tehlikeli adamlardan korumak için benim ve yeğenlerimle birlikte dondurma yemeye gelmesini istiyordum. 

Çok şey mi istiyordum? Onunla geçireceğim vaktin her saniyesine ihtiyacım vardı.Amerika'ya gittiğinde ne yapacaktım? Aynı şehirde olup da onu görememek başkaydı. İnsan aynı havayı soluduğu için bile çok mutlu oluyordu ama Devrim Amerika'da olduğunda ben nasıl nefes alacaktım?

 Aylar sürebileceğinden bahsetmişti, içimden bir ses bunu benden kaçmak için söylediğini söylüyordu. Sanki gözümü korkutmak istermiş gibiydi. Sanki beni vazgeçirmeye çalışıyormuş gibiydi. İyi de ben liseli genç bir kız değildim ki. Hissettiğim her şey çok ciddiydi ve değişmeyecekti. 

O da bunun farkında olduğu için bu kadar korkuyordu. 

Ellerimle ceketine dokunarak kollarımı örttüm ve dudaklarıma yerleşen gülümsemeye engel olamayarak külahlara dondurma koyup çocuklara dondurmalarını veren görevliye baktım. Galip sade dordurmasını sos koymadan alıp yemeye başladığında ona gülümseyerek saçlarını okşadım. 

"Çok mu üşüyorsun Gamze abla?" diye sordu. "Ben de ceketimi verebilirim."

 "Artık üşümüyorum canım," Devrim'e kaçamak bir bakış attım. Yerdeki küçük bir taşı tekmelediğini görünce aptal aptal sırıttım.  Galip'e, "Teşekkür ederim."dedim. Ancak bunu Devrim'e nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum.

Çocuklar dondurmasını alırken ben de ceketi omuzumdan aldım ve kollarımı geçirerek ceketi giydim. O kadar sıcaktı ki kedi gibi mırıldanmadan edemedim. Ceket üzerime birkaç beden büyük geldiği için içinde kayboluyordum. Kollarımı iki kez katladım. Çocuklar bana bakıp kıkır kıkır gülerken ben de onlara gülümsedim.

"Çok komik oldun teyze!" 

"Ceket sana çok büyük oldu."

"İçinde kayboldun resmen." 

Çocuklar kahkahalarla gülerken Devrim'in tepkisini görmek için ona baktım. Düz bir ifadeyle beni süzdüğünü görünce ona gülümsedim. Bakışlarını kaçırıp yola çevirince iç çektim.

"Herkes dondurmasını aldı mı?" 

Çocukların hepsi birden elini kaldırıp dondurmasını gösterdi. "Isırarak yemek yok ona göre. Eridikçe yiyeceksiniz. Sakın ısırayım demeyin. Anlaştık mı?"

Hep bir ağızdan, "Evet." dediklerinde yeniden Devrim'e döndüm. Orada öylece durmuş bize göz kulak olurken o kadar savunmasız görünüyordu ki ona sarılmak istedim. Sanki aile babasıydı ve ailesini dondurma yemeye getirmişti. 

Kendi dondurmamı alırken görevliye aynısından bir tane daha vermesini söyledim. O dondurmayı hazırlarken Devrim'in kasaya yöneldiğini gördüm. Cebindeki cüzdandan kağıt para çıkardı ve tezgahın üzerine bıraktı. Sonra dönüp bana baktı. Elimde iki tane dondurmayla orada durmuş onu izliyordum. 

"Hazırsanız?" diye mırıldandı ve başıyla ileriyi, sahildeki geniş bankları gösterdi. 

Başımı salladım ve ona doğru yürüdüm. Gözleriyle beni takip ediyordu. Elimdeki dondurmalardan birisini ona uzattım. 

Başını iki yana salladı. 

Ben ısrarla ona uzatmaya devam edince, uyarır gibi, "Gamze.." dedi. 

"Geri çevirme işte," diye mırıldandım. "Lütfen."

Homurdandı ancak yine de elini uzatıp dondurmayı elimden aldı. Onun dondurma yediğini görürsem sanki bana büyük bir ödül vereceklerdi. Ben dikkatle ona bakmaya devam edince rahatsızlıkla kaşlarını çattı. 

"Ne?"

Başımı iki yana salladım. "Hiç, hiç." Ancak o dondurmayı ağzına götürüp dondurmadan koca bir ısırık alınca gülümsemeden edemedim. 

"Hasta olacaksın yine," dedim. Bir fısıltıdan farksızdı sesim. 

Bakışlarını kaçırdı ve hiçbir şey söylemedi. Çocukları aramıza alarak yolun karşısına geçtik ve sahile indik. Çocuklar o kadar neşeliydi ki onların yerinde olmayı istedim. Küçücük kalplerindeki o sevinç belki de bu küçücük gezi içindi ama bu sevinç onlar için çok önemliydi. Dondurma yerlerken aralarında konuşuyorlar, kim daha önce bitirecek yarışı yapıyorlardı. Devrim ise sanki külah bir silahmış gibi kendinden uzak tutuyor, arada bir koca ısırıklar alıyordu.

Onun en son ne zaman böyle dondurma yediğini merak ediyordum. Muhtemelen yıllar önceydi.

Yıllar önce. 

Dondurmamı yerken bir yandan da çocuklara göz kulak oluyordum. Ağır adımlarla Devrim'e doğru yürüdüm. 

Omuzlarının gerilişinden bana bakmasa da bütün dikkatimin farkında olduğunu görebiliyordum. Gülümseyerek tam yanında durdum ve iç çekerek denizin güzel görüntüsüne baktım. 

"Çok güzel bir akşam değil mi? Bizimle geldiğin için teşekkür ederim."

Homurdandı ancak cevap vermedi. 

Denizin tuzlu kokusunu içime çektim. Hafif serin bir hava yüzüme vururken gözlerimi kapattım ve onun kokusunu almak için bütün havayı soludum. 

"Çok mutluyum," diye fısıldadım. "Neden bilmek ister misin?"

Bilmek istemeyeceğini biliyordum bu yüzden, o kısa ve net bir şekilde, "Evet?" diye sorunca şaşırdım. Gözlerimi kırpıştırarak açtım ve ona baktım. Gözlerimiz kesişince yine gözlerini kaçırmaya niyetlendiği gördüm ama bu sefer yapmadı. 

"Çünkü buradasın," Gözlerinin en derinine bakıyordum. "Benim yanımda."

"Gamze-"

"Dünyanın herhangi bir yerinde olabilecekken, işte buradasın." Bunun benim için ne kadar büyük bir anlamının olduğunu bilseydi. 

"Yalnızca güvende olmanız için.." dedi ve sustu. 

"Çocukları kendim de koruyabilirdim," diye açıkladım. "Sana dedim, göz yaşartıcı spreyim var."

"Gamze, birden fazla adam olsa hepsiyle nasıl baş etmeyi düşünüyordun? Numaralarını da çok net gösterdin." Ah, yine kızgın görünüyordu. 

"İyi de yanında bu kadar çocuk olan bir kadına ne yapabilirler ki?" 

Bana inanamıyormuş gibi baktı. Homurdanarak bir şeyler söyledi ancak anlaşılmadı. Tek başına gecenin bu saatinde dışarıya çocukları da alarak çıktığım için bana kızıyordu. Tehlike altında olmamı istemiyordu. Bu akşam da bu yüzden buraya gelmişti. 

Eğer çocuklar olmasaydı ona sarılırdım. Çocuklara dua etsindi. 

Çocukların daha sonra konuşacağını, bu garip coşku dolu sarılmayı kırk kere bizimkilere anlatmayacağını bilsem çoktan sarılmıştım. Hatta öpmüştüm bile. Ah onu öpmek. Son zamanlarda neden bunu bu kadar düşünüyordum? 

Sert bir şekilde büzdüğü dudaklarına bakınca içim kıpır kıpır oldu ve bakışlarımı kaçırdım. 

"Teyze dondurman düştü!" diyen Mirza'nın sesiyle sıçradım ve elimdeki boş külaha bakakaldım. Sonra ayaklarımın dibine baktığımda dondurmamın çoğunun tam da ayakkabılarımın önüne düştüğünü gördüm ve hayal kırıklığıyla iç çektim. 

İşte! Ayıplı şeyler düşündüğüm için cezalandırılmıştım. 

Dudaklarımı büzerek elimdeki külahı ısırmaya başladım.

Mirza elindeki dondurmayı uzattı. "Teyze benimkini yiyebilirsin."

Başımı iki yana salladım. "Hayır kuzum sen dondurmanı ye." Külahın hepsini yedikten sonra sabırla beni izleyen Devrim'e baktım. Bakışlarındaki ifadeyi anlamlandıramadım. Yutkundum. 

"Amerika'da ne yapacaksın?" 

Kaşlarını çattığını gördüm. "İşlerim var."

"İşlerini buradan halledemez misin?"

"Halledemem."

"Halledemez misin yoksa halletmez misin?"

"Aradaki fark ne?" diye sordu dik dik bakarak. 

"Aradaki fark şu. Halletmezsen bu senin elinde olan bir şeydir, yani işlerini buradan halledersin ama halledemem dediğinde buna mecbur olduğun anlamına gelir. İlle de Amerika'ya gerektiği anlamına gelir. O yüzden halletmez misin yoksa halledemez misin?"

Cevaplayacağı sorudan deli gibi korkarak baktım gözlerinin içine. 

"Halledemem," dediğinde nedense rahatladım. Keyfi değildi gidişinin sebebi. Gerçi benden kaçmak için de gittiğini biliyordum ama hiç değilse işlerinin olduğunu bilmek beni biraz olsun rahatlatıyordu. En azından gitmek zorunda olduğu için gittiğini bilmek...

Bir kez daha, "Gitmeni istemiyorum.." dedim. 

"Gamze-"

"Gamze deme. İstemiyorum işte. Gitmeni istemiyorum. Gideceğini düşündükçe çok üzülüyorum."

Hiçbir şey söylemedi. Zaten söylemesini de beklemiyordum. İç çektim ve çocukların yanına dönmeden önce ona, "Bana bir gün borçlusun," dedim. "Söz verdin unutma."

Ne tepki verdiğini görmeden çocukların arasına geçip oturdum ve Devrim biraz ötede ayakta durmuş denizi izlerken ben de yeğenlerimle sohbet ettim. Derslerinin nasıl olduklarını sordum. Arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle ilişkilerinin nasıl olduğunu sordum. Hevesle hepsini dinlerken göz ucuyla Devrim'in bize doğru geldiğini gördüm. 

"Artık gidelim mi?" diye sordu alçak bir sesle. "Çocukların erkenden uyuması gerekmiyor mu?"

"Teyze! Gitmeyelim. Gitmeyelim. Lütfen. Lütfen!" 

"Başka bir akşam yine geliriz Nisan'cım, Devrim ağabeyiniz haklı. Erkenden uyumanız lazım. Hem annenler bizi bekliyordur." Ayağa kalktım. 

Hep birlikte arabayı bıraktığımız yere doğru yürüdük. Bu akşamın hiç bitmemesini istiyordum. Ancak Devrim'i daha fazla benimle kalması için zorlayamazdım. Onun üzerine fazla gittiğimi biliyordum. Kendime biraz olsun engel olmalıydım. Çocukları arabaya bindirdikten sonra ben de ön koltuğa geçtim ve Devrim'i izlemeye koyuldum. Arabayı çalıştırıp yola çıktığında derin bir nefes aldım ve başımı cama yasladım.

Arabanın içi şaşırtıcı derecede sessizdi. Çocuklar mayışmış olmalıydı. Yol boyunca kimseden tek bir ses çıkmadı. Nedense üzerime garip bir hüzün çökmüştü. Eve vardığımızda ondan ayrılacağımı bilmek mi beni böyle yapıyordu?

Gözlerimi kapatarak bu saplantılı duygudan kurtulmaya çalıştım. 

Ancak eve vardığımızda daha da hüzünlü olmaya başlamıştım. Çocukları tek tek arabadan indirdim ve evin kapısını açtım. Onlar bahçe kapısından içeriye koşarken ben de üzerimdeki ceketi hiç istemeye istemeye çıkardım ve Devrim'e uzattım. "Teşekkür ederim.. iyi geldi."

Başını eğerek ceketi aldı ve koluna yasladı. Onu yeniden giymesini beklediğim için deli miydim? Benim kokumun cekete sinip sinmediğini merak ettim. 

Keşke ona vermeden önce koklasaydım. 

Rahatsız bir şekilde kıpırdandığını görünce ona daha fazla işkence etmekten vazgeçerek, "Bu gece geldiğin için teşekkür ederim." diye mırıldandım. "Hem akşam yemeğine, hem de dondurma yemeye."

Cevap alamadım ama sıkıntı değildi. Onun konuşmayı pek sevmeyen bir adam olduğunu anlamıştım. 

Geriye doğru bir adım attım. Ona bir şeyler daha söylemek istiyordum ama ne diyeceğimi bilemiyordum. 

"İyi geceler Gamze." 

"İyi geceler Devrim." 

Arabasına doğru giderken, "İçeriye gir." dedi. 

"Gitmeni bekleyeceğim." diye cevap verdim. 

Hiçbir şey söylemedi ve arabaya binip çalıştırdı. Sonra da gitti. 

Ellerimi çaprazlayarak kollarıma sardım ve eve doğru yürümeye başladım. Kalbimin ortasında oluşmaya başlayan boşluğa düştüğümü hissediyordum. Onun hep yanımda olmasını istiyordum. Bu gece gitmesini değil kalmasını istiyordum. Yanımdan bir an olsun ayrılmasın istiyordum.

Bahçe kapısını örttüm ve ablamların toparlandıklarını gördüm. Onlara doğru yürüdüm.

"İyi misin Gamze?" 

Ablama sarılıp onu öperken, "İyiyim," dedim. "Alışkın değilim sadece."

Bana anlayışlı bir gülümsemeyle baktığında iç çektim. Bir zamanlar onun da ne acılar çektiğini bilirdim, o yüzden beni çok iyi anladığını da biliyordum. Aşk öyle acı verici bir şeydi ki. 

Çocuklara sarılıp öptükten sonra hepsini uğurladık. Geriye annem babam ben ve Galip kaldık. Galip'i kolumun altına alarak annemle babama döndüm. "Galip'i yatırıp geliyorum."

Babam başını salladı ve annemin elini tutarak içeriye girdi. Biz de Galip ile birlikte yukarıya çıktık. Onu odasına geçirdim ve ben de içeriye girdim. 

"Devrim ağabey çok iyi bir insan." 

Gülümseyerek dolabından gece yatarken giymesi için pijama takımını çıkardım. "Öyle evet. Onu sevdin mi?" 

"Çok sevdim,"  diye cevap verdi. "Annemle bana o da yardım etmek istedi."

"Evet kuzum, o da yardım etmek istedi. Edecek de. Annen tamamen iyileştiği zaman size ait bir eviniz olacak. O evi Devrim ağabeyin alacak."

Duygulanmış gibiydi. Bir süre sessiz kaldı. Sonra derin bakışlarını bana çevirdi. "Onunla evlenecek misin Gamze abla?"

"Bunu da nereden çıkardın?" diye sordum geceliğini ona uzatırken. Usulca elimden aldı ve ben de yanına, yatağın üzerine oturdum. 

"Mirza söyledi. Sen onu seviyormuşsun. O da seni seviyor mu?"

Artık Devrim'in bile bildiği bir şeyi neden saklayaydım ki? Başımı salladım. "Evet seviyorum ama o beni sevmiyor gibi."

"Bence o da seni seviyor."

"Öyle mi?" diye sordum heyecanlanarak. Benden hoşlandığını daha doğrusu bana kapıldığını biliyordum ama...sevmek, çok başka bir duyguydu.

"Evet. Elif teyzeden duydum. Ona göre Devrim ağabey seni seviyormuş ama acı çekiyormuş. Neden acı çekiyor Gamze abla?"

Dalgınlıkla, "Acı çekmiyor canım," dedim. "Sadece ...o evlenemeyecek kadar meşgul birisi. Yani birini sevemeyecek kadar meşgul. Çok çalışıyor."

Galip kaşlarını çattı. "Ben büyüyünce çok da çalışmayacağım. Annemi hep seveceğim. Seni hep seveceğim."

"Ah canım benim, senin güzel yüreğini yesinler! Gel bakalım buraya." Kollarımı açtım ve o bana sarılırken ben de onu sıkı sıkı kucakladım. Aslında bu çocuk sayesinde Devrim ile tanışmıştım. Bu çocuk sayesinde onun karşısına çıkmıştım. Bunu şimdi fark ediyor olmak çok garip bir duyguydu. Eğer Galip benim çantamı çalmasaydı ben de onun peşinden koşmayacaktım. Sonra da kendimi Devrim'in arabasının önünde bulmayacaktım.

O yüzden bu çocukla birbirimizin hayatlarını iyileştirmiştik ve ben bu güzel karşılaşmamızdan dolayı çok mutluydum. 

Galip'e dişlerini fırçalamasını söyledikten sonra ona iyi geceler dileyerek odasından çıktım. Annemlerin uyumadan önce benimle konuşmak isteyeceklerini bildiğim için aşağıya indim. Onlara geleceğimi söylemiştim ancak ben söylemesem de onların beni bekleyeceğini biliyordum.

Salondan içeriye girdim ve karşılarına geçip oturdum. Gergindim ve Devrim'in yanından ayrıldığımdan beri devam eden hüznün arttığını hissediyordum. 

"İyi misin kızım?" diyen babama gülümsemeye çalıştım.

"Evet baba. Neden?"

"Giderken olduğu gibi neşeli görünmedin gözüme. Bir şey mi oldu yoksa?" 

Başımı iki yana salladım. "Yo hayır bir şey olmadı. Çocuklara dondurma yedirdik o kadar." Belki yarım saat bile sürmemişti. Sürmüş müydü? 

Annem, "Devrim Amerika'ya gideceğini söylemiş babana Gamze." dedi. Sesinde benim için üzüldüğünü belli eden bir ton vardı ve bakışları sıcacık bir ilgiyle parlıyordu. Ah anne, demek ve ona sarılmak istedim ancak kendimi bırakamazdım. 

"Evet. Bana da söyledi. Aylar sürebilirmiş."

Babam kaşlarını çatarak, "Aylar mı?" diye sordu. "Bana yalnızca iki hafta dedi."

Bu sefer kaşlarını çatma sırası bendeydi. "İki hafta mı? Sana yalnızca iki haftalığına gideceğini mi söyledi?"

"Evet. İki haftalık bir iş programı varmış. Daha sonrasında kalacaksa bilemem tabii."

Dişlerimi sıkarak derin bir nefes aldım. Bana aylar sürebileceğini söylemişti. Açıkça beni korkutmuştu. Vazgeçeceğimi, onu beklemeyeceğimi sanıyordu. Ama o Gamze'yi daha tanımıyordu. 

"Biz bir şeyi fark ettik," dedi annem araya girerek. 

Kaşlarımı çatarak, "Neyi?" diye sordum. 

Babamla ikisi buruk bir şekilde gülümsedi. "Devrim'in de seni sevdiğini. Az önce babanla bunu konuşuyorduk Gamze. Güzel kızım, her zaman senin arkandayız. Onun da seni sevdiğini görebiliyoruz ama bu senin üzülmeyeceğin anlamına gelmiyor. Buna rağmen onunla olmak istiyor musun?"

Gözyaşlarımın gözlerimi yaktığını hissederken hızlıca başımı salladım. "Evet." Burnumu çektim ve anneme baktım. "Nasıl beni sevdiğinden emin oldunuz? Bana hiç belli etmiyor."

"Sen ona bakmadığın zamanlarda gözü hep senin üzerinde. Kardeşlerin masada senin günlüklerinden bahsedip eğlenirken o sürekli senin tepkilerine bakıyordu. Kaşlarını çattığında kaşlarını çatıyordu. Sanki sen üzüldüğün için üzülüyordu."

"Anne ya," diyerek gözlerimi devirdim. "Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz ki." 

Babam boğazını temizledi. "Onunla konuşan benim Gamze. Seninle bir yuva kurmaya niyeti yok güzel kızım. Ancak bu seni sevmediği anlamına gelmiyor. Seni kendisinden korumak istiyor. Mutsuz olacağından endişe ediyor ve üzülmeni istemiyor. Senin için en iyisini diliyor. Ve senin için o en kötüsü."

"Ama baba-" diye itiraz edecek oldum ancak elini kaldırdı ve beni susturdu.

"Bu onun düşüncesi. Gördüğüm kadarıyla şunu söylemeliyim ki, senin için birçok şey yapmaya hazır. Sırf sen ondan uzaklaş diye. Bu Amerika'ya kaçmayı gerektirse bile bunu yapacak."

Birkaç damla yaşın yanaklarımdan süzüldüğünü hissettim. Elimin tersiyle yaşları sildim. "Ben ne yapacağım baba?" 

Sesimin çok çaresiz çıkmadığını umuyordum. Yine de sesimin yansıttığından daha çaresizdim. Daha önce hiç aşık olmamıştım. Ne yapacaktım?

"Ona biraz zaman ver Gamze. Fazla üzerine gitme."

"Öyle mi yapayım?" Kararsızdım. Zaten o Amerika'ya gitmeden önce ondan yalnızca bir gün istemiştim. Şimdi o günden de vazgeçemezdim. Onu götüreceğim yeri bile düşünmüştüm. 

"Amerika'ya gidip geldikten sonra duruma göre karar verirsin güzel Gamze'm. Bir insan ne kadar severse sevsin, eğer bir yuva kurmaya ya da en basit haliyle bir ilişki kurmaya niyetli değilse onu daha fazla zorlayamazsın. Kendi haline bırak."

"Ama baba," diye itiraz ettim. "Ben ne olacağım? Hissettiklerim ne olacak? Onu nasıl bırakacağım?" Annemin saçlarımı okşadığını hissedebiliyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kalbimde böylesi bir aşk varken onu göz göre göre nasıl yok sayabilirdim? Bırak demesi kolayda ama bunu kalbime nasıl anlatabilirdim? Zorla güzellik olmayacağını ben de biliyordum. Ama onun bana karşı zayıf olduğunu hissedebiliyordum. 

Bana umut veren, peşinde koşmamı sağlayan o ışığı onda görmüştüm. 

"Yalnızca zaman," diye mırıldanıp alnımı öpen babama gülümsemeye çalıştım. Zaman. Zaman kelimesinden nefret ediyordum. Her şeyi zamana bırakmaktan da nefret ediyordum. Neden hiçbir şey anında düzelmiyordu ki? 

"Senin üzülmeni istemiyoruz Gamze. Sen üzülürsen biz de üzülürüz."

"Ben de üzülmek istemiyorum," diye iç çektim. "Üzülmemek için çaba harcıyorum." İç çektim ve derin bir nefes aldıktan sonra yeniden konuştum. "Ben gidip uyuyacağım. Yarın şu bina sahibiyle yeniden görüşeceğim." 

"Devrim sizi tanıştıracaktı?"  diye sordu annem.

"Bilemiyorum. Yarın onu arar sorarım." Ayağa kalktım ve ikisinin de yanaklarından öpüp onlara iyi geceler diledim. Odama çıkarken gergindim. Aynı zamanda bitkin ve hüzünlüydüm de. Ne yapacağımı ne düşüneceğimi şaşırmış bir halde üzerimdeki elbiseyi çıkardım ve kirli sepete koydum. Ilık bir duşun ardından saçlarımı kurutarak ışıkları kapatıp yatağa girdim. Hiçbir şeyin sonsuza dek uzun sürmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden Devrim'in de benden sonsuza dek kaçması mümkün değildi.

Her şeyin güzel olmasını umarak dua ettim ve gözlerimi kapattım.

*

Ertesi sabah saat dokuzda uyandım. Gece yatağımda dönüp durduğum için geç saate kadar uyuyamamıştım. Uykumu almıştım ancak başım çatlayacak derece ağrıdığı için kendimi iyi hissetmiyordum. Banyoya geçip soğuk suyla yüzümü yıkayınca biraz rahatladım.

Kahvaltıya inmeden önce üzerimi değiştirip mavi kot bir elbise giydim. Saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra çantamı da hazırlayıp mutfağa geçtim. Annemlerin çoktan kahvaltı ettiklerini fark ederek dolaptan peynir alarak kendime küçük bir ekmek arası sandviç yaptım ve bir bardak meyve suyuyla kahvaltımı yaptım.

Annemle babamın seslerini takip ederek evin yan bahçesine geçtim ve onları bahçeye çiçek ekerken gördüm.

"Ben gidiyorum," diye seslendim. 

"Tamam kızım. Anlaşmada bir sorun çıkarsa ara. Parayı dert etme, sen istiyorsan o binayı alacağız."

"Sağol baba," diye gülümsedim ve arabama binip evden ayrıldım.

Parayı dert etmiyordum, en azından bir süredir etmiyordum. Binayı kendi kazancımla almak istediğim için bu kadar zora girmiştim. Babamın yardımıyla o binadan çok daha fazlasını alabileceğimi biliyordum ama ben kendi paramla orayı satın almak istemiştim. 

Yine de adamla görüşmemin olumlu geçeceğini düşünmek istiyordum.

Ancak bundan önce Devrim'in yanına uğramalıydım. Onu aramadan iş yerine gitmem doğru değildi belki de ama nedense ararsam beni geçiştireceğini düşündüğümden onu aramaktan vazgeçmiştim. İç çekerek radyoyu açtım ve yabancı müzik dinlemeye başladım. 

On beş dakika sonra otelin önünde arabayı durdurdum ve çantamı alıp arabadan inerken anahtarları valeye teslim ettim. 

Geniş lobiden içeriye girerek doğrudan resepsiyona yöneldim. 

"Merhabalar, Devrim Kuzgun bugün otelde mi acaba?"

"Randevunuz var mıydı hanımefendi?" 

"Hayır yoktu ama eğer oteldeyse onu görmek istiyorum. Dün bugün görüşeceğimizi konuşmuştuk." Kadına tatlı tatlı gülümsedim. 

"Pekala, Devrim Bey otelde. Ancak bize rahatsız edilmek istemediğine dair bir not bırakmış. İsterseniz arayıp-?"

"Gerek yok," diyerek sözünü kestim. "Ben ofisini biliyorum. Bilgilendirme için teşekkürler." Ona aldırış etmeden arkamı dönerek asansörlere yöneldim. Onun telefona sarılıp Devrim'i haberdar edeceğini biliyordum ancak umursamadım. 

Asansörün kapıları açılınca benimle aynı anda asansöre adım atan bir adamı fark ettim ve başımı kaldırıp onunla göz göze geldim. Uzun boylu, siyah takım elbise giymiş normal görünümlü bu adam beni görünce kibarca gülümsedi ve eliyle önce benim geçmem için işaret etti. Teşekkür ederek  başımı eğdim ve içeriye doğru bir adım attım. Kapılar kapanırken prova yaparken defalarcakez girdiğim kat numarasını bir kez daha girdim ve asansörün hızla yükselmesini gösterge panelinden izlemeye başladım. Adam da benimle aynı kata gidiyor olmalı ki gösterge paneline dokunmamıştı. 

Yoksa Devrim'i görmeye mi gidiyordu?

"Devrim'le mi görüşeceksiniz?" diye sorduğunda kalakaldım. Demek o da benim düşündüğüm şeyi düşünüyordu.

Boğazımı temizleyerek ,"Evet." dedim. "Siz?"

Gülümsedi. "Evet ben de." 

Bir iş görüşmesine mani olmak istemezdim. O yüzden şimdi haber vermeden geldiğim için kendimi biraz kötü hissediyordum. 

"Devrim'i nereden tanıyorsunuz?" 

Kaşlarımı kaldırarak, "Neden sordunuz?" dedim. 

"Sadece merak. Sizi daha önce hiç görmemiştim."

"Ben de sizi görmedim." Omuz silktim. 

Gülümsedi. "Ah,pardon. Kendimi tanıtmadım. Ben Turgut. Turgut Kara. Devrim'in kuzeniyim. Siz?"

Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Devrim'in kuzeni mi? Devrim'in kuzeni miydi? Neden bu kadar şaşırmıştım ki? 

"Şaşırmış gibisiniz," diye kibarlıkla gülümsedi. İlk kez ona bu kadar dikkat ederek baktım. Yakışıklı bir yüzü vardı. Buğday tenli, kumral saçlı bir adamdı ve oldukça uzun boyluydu. 

"Pardon," diyerek gülümsedim. "Şaşırdım evet. Daha önce onun kuzeni ile tanışmıştım.. galiba ismi Deniz idi."

Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. "Evet. O benim kız kardeşim." 

İki kat daha da şaşırarak ona bakakaldım. 

Artık nasıl görünüyorsam yüzündeki gülümsemeyi bir türlü silemiyor gibiydi. "Adınızı söylemediniz?"

"Gamze." diye konuştum aceleyle. "Gamze Aslan."

"Hım..." diyerek iç çekti ve sonra uzanıp elimi tutarak dudaklarına götürdü. Hayretle onu izlerken, "Tanıştığıma çok memnun oldum Gamze Hanım." diye fısıldadı. 

Tam o sırada asansörün kapıları açıldı ve gayriihtiyari başımı çevirip bakınca Devrim'i ofisinin kapısında gördüm. Ellerini ceplerine sokmuş gevşek bir duruşla bize bakıyordu. Kaşları her zamanki gibi çatılmıştı. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Turgut elimi bırakırken ona belli belirsiz bir gülümseme gönderdim ve asansörden çıktım.

"Devrim, kuzenim! Bak asansörde bu güzel hanımefendi ile karşılaştım. O da sana geliyormuş?" 

Neden bilmiyorum ama kızararak adama gülümsedim ve sonra Devrim'in ne tepki vereceğini merak ederek ona döndüm. 

Dik bakışlarını üzerime çevirmiş olduğunu görünce yutkundum.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu