Peri ve Kuzgun 35. Bölüm



Bölüm 35 : Ya Hep, Ya Hiç

GAMZE

Devrim gittikten sonra Armağan'ın bütün ısrarlarına rağmen orada daha fazla kalamayarak kendi evime geçtim. Kapıdan içeriye girer girmez annemle karşılaştık ve sonra kendimi yatağımda buldum. 

Devrim'i iyileştirmeye çalışırken bu sefer ben hasta olmuştum. Bunun bu kadar çabuk olmasına inanamıyordum. Bunun olmasına bile inanamıyordum. Ama bedenimin son zamanlarda yoğun çalışmaktan dolayı bitkin düştüğünü hissedebiliyordum. İnsanı halsiz bırakan bu hastalığa karşı savunmasız olduğumun farkındaydım. Ama düşünmeden de edemiyordum. İnsan aşktan hastalanır mıydı? Devrim'in benim yüzümden hastalandığı kesindi ama ben neden böyle halsiz düşmüştüm? Bu durumu sadece yorgunluğumla açıklayabilir miydim?

Başım çatlayacak gibi ağrırken, annemin hazırladığı bir karışımla kendimi uykuya bıraktım.

Uyandığımda havanın karardığını fark ettim ve hemen komidinin üzerinde duran masa saatine baktığımda gece yarısını geçtiğini gördüm. Vücuduma iğne gibi batan sızılarla yüzümü buruşturarak yataktan kalktım. Acıkmıştım. 

Çıplak ayaklarımı yere değdirdiğimde bir an için soğuk zemin yüzünden irkildim. Hemen terliklerimi giydim ve ayağa kalkarak masanın üzerinde duran telefonuma yürüdüm. Tamamen dağılmış gibi hissediyordum. Aynaya bakmaya korkuyordum. 

Telefonumu aldım ve arayan ya da mesaj gönderen birisi var mı diye büyük bir beklentiyle kilidi açtım. 

Hiçbir bildirim görmeyince yüzümü asarak telefonu yeniden masanın üzerine koydum. Elimi karnıma bastırarak banyoya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Yanağımdaki yastık izini, şişmiş gözaltlarımı, uykudan mahmurlaşmış gözlerimi uzun uzun süzdüm. Açık saçlarımı tarayarak tepemde bir topuz yaptım ve odadan çıkıp, mutfağa indim.

Mutfağın ışıklarını yaktım ve doğrudan buzdolabına yöneldim. Domates, marul çıkardım ve ekmek sepetinden kendime bir sandviç ekmeği çıkardım. Domatesi ince ince dilimleyip marulla birlikte ekmeğin arasına koydum ve üzerine biraz da peynir ekledim.

Sonra su ısıtıcısını çalıştırıp kendime bir kahve hazırladım. Yemeğimi oturup bahçeye vuran ay ışığını izleyerek yedim. Allak bullak olmuş düşüncelerimi bir türlü toparlayamıyordum. Bu sabah olanlar sanki çok uzak bir zamanda yaşanmış gibiydi. Devrim'in iyi olmasını umuyordum. Onu yarın arayacaktım.

Ancak Armağan'ın beni aramamasına şaşırmıştım. 

Evlerinden ayrılırken hiç iyi görünmediğimi söylemişti ama yine de oradan ayrılmıştım. Beni merak edip sormamasını yadırgamıştım. Ama fazla üzerinde durmadım. 

Kahvemi yavaş yavaş içmeye devam ettim.

"Küçük kuş uyanmış demek ki."

Babamın sesiyle yerimden sıçrayarak mutfağın kapısına baktım. Üzerinde pijamaları ile içeriye giren, uykulu bir gülümsemeyle beni izleyen adamı görünce içimden akıp geçen sıcacık hislere engel olamadım. 

"Babacığım," dedim sevgiyle. "Uyku tutmadı mı?"

"Acıktım," dedi karnını ovalayarak ve dönüp buzdolabına yönelmeden önce yanıma geldi. Yüzümü ellerinin arasına alarak eğildi ve yanaklarımdan, sonra da alnımdan öptü. Onun sevgisi benim omurgam gibiydi. O olmadan nasıl ayakta durabilirdim bilmiyordum.

"Annen hastalandığını söyleyince çok korktum." Geri çekildi ve bana baktı. "Kendine dikkat etmiyor musun kızım?"

Biraz suçlu hissederek, "Ediyorum baba." dedim. Bana inanmayarak baktığında, "Gerçekten ediyorum." dedim.

"Öğünlerini düzenli olarak yiyor musun?" 

Dudağımı ısırarak, "Bazen." dedim. "Ama aç kalmıyorum asla."

"Aç kalmıyor olabilirsin Gamze." Kaşlarını çattı. "Günde üç öğün yemek yemek zorundasın. Böylelikle bedenin daha dirençli olabilir. Aç kalmamak, sağlıklı beslenmek değildir. İki öğün kaçırıp da son öğünde bütün öğünlerin payını yiyemezsin."

Babam kızdığında kendimi küçücük hissediyordum. 

"Meyve yiyor musun?" diye sordu.

Meyveyle pek aram olmamasına rağmen yine de arada sırada yiyordum. 

Suskunluğumla kaşları daha da çatıldı. "Bundan sonra bana rapor vereceksin. Ne yediğini, ne yemediğini söyleyeceksin. Gerekirse bir beslenme programı hazırla kendine. Hastalığa karşı savunmasız olmanı istemiyorum."

Dolaba doğru yürüdü ve buzdolabını açtı. "Bak baban günde üç öğün yiyor ama yine de acıkıyor. Çünkü annen son zamanlarda sebzeleri daha çok pişirmeye başladı." Evde sık sık yemek yiyemediğim için bunu pek bilmiyordum.

Gülümseyerek, "Ama bu gerekli baba." dedim. "Yakın zamanda kalp krizi geçirdin. Sen de en az benim kadar yediklerine dikkat etmelisin."

Homurdandı ve dolaptan acılı sos çıkardı. İki tane yumurta da aldı ve küçük bir tava çıkarıp yağın içine acılı sosu koyduktan sonra yumurtaları kırdı. Yeşil soğanı da aldığında ayağa kalktım ve onun için soğanları temizleyip, taze portakal suyu sıktım. 

"Çay olsaydı daha iyiydi," diye huysuzca mırıldandı. Portakal suyunu seviyordu ama belli ki hazırladığı yumurtanın yanında sıcak bir şeyler istiyordu.

"Sallama çay ister misin?" diye sordum. Bir dakikada onun için hazırlayabilirdim.

Başını iki yana salladı. "Sallama çaydan hiçbir tat alamıyorum." Oturdu ve yumurtasını yemeye başladı. O kadar acıkmış görünüyordu ki gülümsedim. Ayrıca daha az önce yemek yemiş olmama rağmen, yumurtanın kokusu yüzünden iştahımın yeniden kabardığını hissettim. 

"Orada öyle durma. Buraya gel, birlikte yiyelim."

"Aç değilim baba. Afiyet olsun."

Homurdandı ama hiçbir şey söylemedi. Benim iyiliğimi düşündüğünü biliyordum ve kaç yaşında olursak olalım hala onun küçük kızı olduğumu da biliyordum. Bu durumdan rahatsız olabilecek bir sürü kişinin aksine ben halimden oldukça memnundum. Babamın söylediği hiçbir şeyin benim kötülüğüm için olmayacağını biliyordum. Bu hayatta gözüm kapalı güvendiğim bir adamdı o. 

"Biraz daha toparlandın mı?" diye sorana kadar onu büyük bir sevgiyle izledim.

Hala kırık hissediyordum ama sabah saatlerinde olduğu gibi  değildi. "Biraz daha iyiyim."

"Bir günde bu hale nasıl geldin? Senin ve Efe'nin hastalık süreci günler öncesinden başlardı." 

Haklıydı. Gülümseyerek, "Efe de halsizmiş bugün." dedim. 

Babam bunu bilmiyor olacaktı ki kaşlarını çattı. "Onunla konuştuğumuzda öyle bir şey söylemedi. Sesi iyi geliyordu."

"O bir erkek." diye hatırlattım gülerek. 

O da gülümsedi.

"Bu arada Devrim'in ablası Armağan aradı. Senin iyi olup olmadığını sordu." Babam başını kaldırdı ve bakışlarımız kesişti. "Dört kere."

Yanaklarımın ısındığını hissederek, "Gerçekten mi?" dedim. 

"Evet. Hasta olduğunu nereden biliyordu? Sen bu sabah işe gitmedin mi? Annen eve geldiğinde üzerinde geceliğinin olduğunu söyledi." Bakışlarının o hipnoz edici etkisinden kaçamıyordum ne yazık ki. Yalan söylesem babam anında anlardı. Annemin söylediğine göre birçok kez popomu bezlemişti. Beni benden daha iyi tanıyordu. 

"Sabah onlara gitmiştim," dedim fısıldayarak. 

Gayet sakin bir şekilde, "Neden?" diye sordu. 

Ben cesur bir insandım ve bugüne kadar babamla birçok konuda konuşmuş, ona birçok şey söyleme cesaretini bum ama söz konusu Devrim olduğunda çok çekiniyordum. Ancak yine de artık otuz iki buçuk yaşındaydım, hatta otuz üçü tam anlamıyla doldurmama yalnızca bir hafta vardı. Haftaya Efe'yle benim doğum günümdü. 

İç çektim. Bu yüzden artık yetişkin bir kadın olarak babamla bu konuyu çekinmeden konuşabilmeliydim.

"Sabah Armağan aramıştı," diye açıklamaya başladım. "Devrim hastaymış. Ne yapacağını bilmediğini söyledi ve benden yardım istedi. İkinci bir kez düşünmedim. Gittim."

Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı. "Galip de hastaydı ve sen sabaha kadar uyumamıştın, öyle değil mi?"

"Bir iki saat dinlenebildim baba." 

"Buna rağmen gittin?"

"Evet."

Çatalını bıraktı ve ağzını peçete ile silerek bana uzun uzun baktı. Bakışlarının altında kıvrandığımı hissettim. Böyle şeyler söz konusu olunca neden bu kadar çekindiğimi anlamıyordum. O sonuçta babamdı. Beni çok iyi tanırdı. Belki  de sırf bu yüzden bu kadar çekiniyordum. İnsan babasının karşısında nasıl rahat olabilirdi ki?

"Aklında ne var kızım?" 

"Ne gibi baba?"

Gülümsedi. "Ne yapmayı düşünüyorsun diye soruyorum. Kalbindeki bu duygularla?"

Yutkundum. Cesur bir kadın rolünü oynadığımı söylemenin doğru zaman olup olmadığını düşündüm. Devrim'i zorlayarak, onun sınırlarına saygı duyarak ama o sınırları aşmak için her şeyi yapacağıma karar verdiğimi söylemeli miydim?

"Anlıyorum," dedi ciddi bir sesle, oysa hiçbir şey söylememiştim. Ayağa kalktı ve bulaşıkları mutfak tezgahına bıraktı. Sonra bana döndü ve gelip karşıma oturdu. "Ona söyledin mi?" 

Utanarak başımı salladım. 

"Ne tepki verdi?"

Kaçmıştı. Ama öncesinde konuşmama izin vermemişti. Sanki konuşmamı istemiyormuş gibi, susmam için bağırmıştı. Sanki kelimelerim ona işkence ediyormuş gibi kulaklarını kapamıştı.

"Yüzünden verdiği tepkiyi anlayabiliyorum,"  dedi babam ve iç çekti. "Peki onun sana karşı bir hissi var mı?" 

Kafam karmakarışıktı. "Bilmiyorum," dedim dürüstçe ve ekledim. "Ama benden hoşlandığını düşünüyorum baba." 

"Devrim gibi bir adam hoşlanmaz," diyerek sözümü kesti. "Öylesi bir adam ya hep ya hiç yaşar aşkı. Hayatı da öyledir. Ya hep, ya hiç.

Bir şekilde bunun doğru olduğuna inanıyordum. Çünkü Devrim tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. Hep soğuk, hep uzak ve hep tepkisizdi. Aşık olabilecek bir adam mıydı? Hem de sonuna kadar ancak kendisine izin vermiyordu.

Sevdiği insanların ölümünden sonra bu kadar katı birisi haline dönüşmüş olması bile onun sevgisinin sınırlarını gösteren en büyük örnekti. Babamın da dediği gibi ya hep, ya hiç yaşıyordu hayatı. Onun sınırlarını esnetebilen bir tek ablası vardı.Söz konusu o olunca Devrim bir şekilde yumuşuyordu. Artık onun gibi bir adam, ne kadar yumuşayabilirse.

"Endişeleniyorum çünkü kendini üzmeni istemiyorum Gamze."

"Baba bunu göze aldım," dedim derin bir fısıltıyla. "Bu yaşıma kadar kardeşlerimin, ablamın evliliğine şahit oldum. Annemle senin arandaki aşka şahit oldum. Üniversitede gerçek aşkı bulup hayatını yarıda bırakan arkadaşlarım oldu ama mutlulardı ve bundan daha güzel bir şey yoktu. Ancak ben öyle birisini hiç bulamadım. Sizin yaşadığınız aşkı ne kadar yaşamak istesem de hiçbir zaman karşıma çıkan hiçbir adam asla yeterli olamadı baba." İç çektim ve içimdeki duyguları nasıl anlatabileceğimi  düşünerek derin bir nefes aldım. "Bugüne kadar kendime hep evliliği istemediğimi söyledim. Hepiniz benim evde kalmamdan, mutsuz olmamdan endişelendiniz, inat ettiğimi düşündünüz. Ama şimdi anlıyorum ki sorun evlilik düşüncesinde değildi, sorun o evliliği paylaşacağım doğru kişinin olmamasındaydı."

"Doğru kişi Devrim mi?" diye sordu büyük bir ilgiyle. Kızmıyordu, yargılamıyordu. Beni dinliyor ve anlamaya çalışıyordu. Ali Aslan'ı işte bu yüzden seviyordum. O hiçbir babaya benzemiyordu. Ömrünü bizi mutlu etmeye adamıştı. Annemi bir gün bile kırmamıştı. Bizi bir gün bile hayal kırıklığa uğratmamıştı. 

"Ona karşı hissettiklerim doğru baba. Çünkü senin anneme karşı hissettiğin şeyin aynısını hissediyorum. Kardeşlerimin eşlerine karşı hissettiği aynı şeyi hissediyorum. Daha önce bunu hissetmeyi bekledim ama olmadı. Ama şimdi hissettiklerimden uyuyamıyorum, sağlıklı düşünemiyorum. Tek istediğim amaca ulaşmak ve annemle senin, kardeşlerimle eşleri gibi bir yuva kurmak. Artık çalışan bekar bir kadın olmak istemiyorum baba. Herkes bunun çok havalı olduğunu düşünüyor ama hiç de öyle değil. İnsan anne olmaya ihtiyaç duyuyor, bir eş olmaya ihtiyaç duyuyor. Nereye kadar yeğenlerimi seveceğim? Artık kendi çocuklarım olsun istiyorum. Ve çocuklarımın babası olabilecek adamı hayal ettiğimde, Devrim'den başka kimseyi düşünemiyorum." İşte. Yeteri kadar açık olmuş ve çekingenliğimi üzerimden atmıştım.

Bir kadın olarak artık bir anne, bir eş olmak istiyordum. Bütün bekarlığa yemin etmiş kadınların da zamanı geldiğinde benim hissettiğim bu yoksunluğu hissedeceğini biliyordum. Çok geç kalmadan kendi ailemi kurmak istiyordum. Yıllar öyle hızlı akıp geçiyordu ki, hayret ediyordum.

Konuşmamı bitirdiğimde babamdan beni haklı bulduğuna dair bir şeyler söylemesini bekledim. Ancak öyle bir şey yapmadı. Ayağa kalktı ve yanıma geldi. Başımı tuttu ve dudaklarını başıma bastırdı. 

Sonra, "Onu ve ablasını yarın, akşam yemeğine davet et." dedi. 

Kalbim durdu. 

O geri çekilirken şaşkınlıkla, "Baba?" dedim.

Gülümsedi. "Davet et. Eğer itiraz ederse ona, onu davet edenin ben olduğumu söyle. Geri çevirmeyecektir."

Kekeleyerek, "Ama?" dedim. "Onu neden akşam yemeğine davet ediyorsun? Bunu neden yaptığını merak edecektir."

"Muhtemelen neden yaptığımı biliyor olacak güzel kızım."

Şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki düzenli nefesler alamıyordum. "Bunu neden yapıyorsun baba?"

Mutfağın kapısına doğru yürüdü ve sonra durup arkasını döndü. Bakışları sevgi doluydu. Sanki az önce söylediklerim onu mutlu etmiş gibiydi. Anlayamıyordum. 

"Onu senin yanındayken görmek istiyorum," dedi. "Dans ederken gördüm elbette ama o başkaydı. Onunla en son konuştuğumda küçücük bir gençti. Bakalım nasıl bir adama dönüşmüş." Ve sonra mutfaktan çıkıp gitti.

Elimi kalbime bastırdım ve derin nefesler almaya çalıştım. Aman Allah'ım, Devrim'i evimizde ağırlayacaktık. Muhtemelen Devrim çıldırırdı. Belki de gelmezdi bile ama bunu ona söyleyecek ve gelmesini sağlayacaktım. Babamın onunla benim ilişkimi onaylamasına ihtiyacım vardı. Ailemin arkamda olduğunu bilirsem daha güçlü olacaktım. Çünkü Devrim'in, bizim için savaşmayacağını biliyordum.

O gece sabaha kadar uyuyamadım ve ertesi akşamın nasıl geçeceğini düşündükçe yerimde kıvranıp durdum. Bir an önce sabah olmasını ve Armağan'la konuşmayı bekliyordum. 

*

Kahvaltıda babam konuyu açtığında annemin üzerime gözlerini diken bakışlarından kaçınarak ikisini de hızla yanaklarından öptüm ve evden ayrıldım. Galip'e de pencereden el sallayarak arabaya bindim ve doğrudan moda evine geçtim. Kapıdan içeriye girer girmez kızlara günaydın diyerek odama geçtim ve telefonumu çantadan çıkarıp Armağan'ı aradım.

Onun uyanmış olmasını umuyordum.

Telefon birkaç kere çaldıktan sonra açıldığında derin bir nefes alıp, o konuşmadan, "Armağan, günaydın..seni uyandırdım mı?" diye sordum.

Derin, boğuk bir ses, "Aslında evet, ablam hala uyuyor." dediğinde, kaburgalarımın altındaki organın kelebek kanatlarıyla havalandığını hissettim ve gözlerimi yumarak sesini içime çektim.

"Günaydın Devrim."

İstemeye istemeye, "Günaydın." diye cevap verince gülümsedim.

"Nasılsın? Toparlanabildin mi biraz?"

Kısa ve öz bir şekilde, "İyiyim." dedi. 

Ne diyeceğimi bilemeyerek dudağımı ısırdım. Ancak ben konuşmadan o konuşarak beni şaşırttı. Boğazını temizleyerek, "Sen?" diye sordu. 

Şaşkınlıkla telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve telefona baktım. Hemen sonra telefonu yeniden kulağıma dayadım ve küçük bir kalp krizi geçirmeden önce, "Ah, ben de iyiyim. Teşekkürler." dedim. Nasıl olduğumu merak etmişti. Ah, o kadar tatlıydı ki! Ondan düzinelerce çocuk sahibi olacaktım. Ne de olsa kadınlar kafalarına koydukları şeyleri yapardı. 

"Ablam hala uyuyor. Ona aradığını söylerim."

Telefonu kapatacağını anlayınca, "Dur," dedim. "Seninle konuşsam da olur."

Telefonun ucundan iç çektiğini duydum.

"Dün akşam babam benden seni ve ablanı bu akşam, yemeğe davet etmemi istedi." Durdum ve ardından gelebilecek saldırıyı bekledim. Bağırıp, çağırmasını, bana ne yapmaya çalışıyorsun sen diye sormasını bekledim ancak hiç ses çıkarmayınca, "Devrim?" diye üsteledim. "Ne dediğimi duydun mu?"

Birkaç kalp atışı kadar süre geçtikten sonra, "Bu nereden çıktı?" diye sordu. 

Ona tamamen dürüst olmalıydım. Sonuçta niyetimi biliyordu. 

"Dün akşam babamla biraz konuştuk. Ona gelecekle ilgili planlarımdan ve senden bahsettim."

Telefonun ucunda homurdandı ve benim yüzüme aptal aşık gibi görünmeme neden olan bir gülümseme yerleşti. 

"Sonra bana onu akşam yemeğine davet et dedi. Eğer itiraz ederse  de ona kendisinin davet ettiğini ve geri çeviremeyeceğini hatırlatmamı istedi."

Derin bir sessizlikten sonra, "Akşam saat kaçta?" diye sordu. 

Yerimde tepinmeden hemen önce, "Yedide!" diye coşkuyla haykırdım ve hemen sonrasında elimi ağzımla kapatarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Şey, pardon." dedim fısıldayarak. "Kabul edeceğini düşünmemiştim." 

Yine bir homurdanmayla ödüllendirildim ve hemen ardından, "Ben seninle ne yapacağım?" diyen sert sesini duydum. Ağzımı açıp akıllıca bir cevap verecektim ki telefonun kapandığını fark ettim ve telefona bakakaldım. Olsun! dedim kendi kendime. Kısa da olsa telefonda bir sohbet yapmıştık neticede. Telefonu yüzüme kapatarak beni delirttiği zamanları hatırladım ve sırıttım. 

Hülyalı bir şekilde telefonu masanın üzerine bıraktım. İç çekerek sandalyemde arkaya yaslandım ve sokaktan geçip giden insanları, arabaları izledim. Mutluluğun içimi ılık ılık sardığını hissederken, onu bu kadar kolay ikna edebilmiş olmama inanamıyordum. Üstelik ona karşı dürüst olmuş ve neden akşam yemeğine çağrıldığını da açıkça söylemiştim. 

Bu durumda arkasına bakmadan kaçması gereken bir adamın, babamın daveti bizzat kendisinin yaptığını öğrenince ikiletmeden daveti kabul etmesi, beni şaşırtmıştı. 

Armağan'ın gönüllü olmasını diliyordum. 

Bu akşamın kusursuz geçmesini istiyordum ama endişelenmeden de edemiyordum. Babamın ya da ailemin, Devrim'in üzerine giderek tatlı imalarla onu köşeye sıkıştırıp korkutmasını hiç istemiyordum. Bunu yapmazlardı elbette ama Devrim neden orada olduğunu bildiğinden, eminim ki sürekli tetikte olacaktı. O her zaman tetikteydi gerçi. Hayata asla sırtını dönmüyordu.

İç çekerek gözlerimi yumdum ve babamı arayıp geleceklerini haber vermeden önce biraz kestirmek isteyerek kendimi bıraktım.

Daldığım uykudan içeriye giren Neşe'nin coşkulu sesiyle sıyrıldım. 

"Uykunu alamadın mı uykucu? Günaydın."

Ellerimle gözlerimi ovuşturarak sandalyemde doğruldum ve kısık bir sesle, "Günaydın." dedim. "Sabaha kadar yatakta dönüp durdum."

"Hala kendini halsiz hissediyor musun?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Ama çok uykum var." Esneyerek telefonu elime aldım ve babama da anneme de ortak bir mesaj bıraktım. Aramaktan vazgeçmiştim. Neşe'nin şimdi beni tutmasını istemiyordum. 

"Ben biraz kestirsem olur mu Neşe?" diye mırıldandım. 

Onun odaya ne için geldiğini bile sormamıştım. Küçücük bir dalgınlıktan sonra üzerime çöken uykusuzlukla mücadele etmeye gücüm yoktu. Bir iki saat kestirdikten sonra eve dönecek ve akşam yemeği için anneme yardım edecektim. 

*

Üç saat kestirdikten sonra eve döndüm ve mutfakta küçük bir koşturmacanın içine girmiş olan ablamla anneme baktım. Elimdeki çantayı mutfak tezgahının üzerine koyduktan sonra, "Ablama mı haber verdin?" diye sordum anneme. "Ben yardıma gelmiştim."

Ablam dönüp bana baktı ve gülümsedi. "Leyla ile Zeynep de gelecek. Çocukları okula bıraktıktan sonra." 

Ah, Aman Allah'ım. İç çektim ve yanaklarımın ısındığını hissettim. "Herkes akşam burada yani?" Devrim'in kalabalık ailemi gördüğünde küçük bir kalp krizi geçirmemesini umdum.

"Herkes burada." 

"Devrim aklını kaybedecek," diye gülümsedim ve annemle ablama baktım. "Üzerimi değiştirip hemen geliyorum."

*

Her şey tamamen hazır olduğunda kızlar odama geldi ve akşam ne giyeceğimi sordular. Onlara çoktan karar verdiğim koyu yeşil elbisemi gösterdim. Elbise kalın askılı bir elbiseydi ve son derece sadeydi. Omuzlarında fır fır detayı vardı. Elbisenin üzerinden ince bir dantel işlenmişti ve harika görünüyordu. Neşe çok iyi iş çıkarmıştı. Bazı çizimler kumaşlara döküldüğünde, kağıt üzerinde durduğundan çok  daha güzel bir şekile bürünürdü. Bu elbise de onlardan bir tanesiydi.

Ablam Aslı, elbiseye bakarak, "Bu çok güzelmiş." dedi. "Senin tasarımlarından mı?"

"Daha çok tasarım ekibindeki kızlardan birisinin tasarımı diyebiliriz abla." Gülümsedim.

Zeynep, "Bundan bir tane istiyorum." dedi.

Leyla, "Evet sana çok yakışacaktır." diyerek onu onayladı. "Göz rengini ortaya çıkarır. Kızıl saçlarınla harika olur bu elbise."

"Ve kardeşim de mutluluktan delirir," diye takıldım.

Zeynep'in yanakları anında kızardı ama bozuntuya vermedi. "Ben de onun için deliriyorum."

Hep birlikte, "Voaaaaaav!" diye bağırdığımızda Zeynep daha da kızardı ve tatlı tatlı kahkahalar attı. O kadar güzel bir kızdı ki. Rabbim korusun, özene bözene yaratılmış sözünün karşılığı gibiydi. Kardeşim turnayı gözünden vurmuştu. 

Sırıttım ve kızları odadan çıkarmak için elimle onları kışkışladım ancak gitmeye hiç niyetleri yoktu.

Ablam Aslı, "Mehmet ağabeyin Devrim'i sıkıştırmak istiyor." diye yumurtladı. 

Gözlerim irice açılmış ona bakarken Zeynep kıkırdadı. "Efe de aynı fikirde. Biraz onu terletmenin hiçbir zararı olmayacağını söyledi. Sonra da aynen şöyle ekledi. 'O cadı zamanında bize az etmediğini bırakmamıştı. Bizde damada kurdeşen döktüreceğiz' Ve Gamze, Efe çok kararlı görünüyordu."

Hissettiğim panik ölçülemezdi. "Siz delirdiniz mi?" diye çıkıştım telaşla. "Bu sadece bir akşam yemeği. Devrim buraya damat adayı olarak gelmiyor, sadece babamın davetini geri çeviremeyeceği için geliyor o kadar." Ablamla Zeynep'e parmak salladım. En çok onların çocukları vardı. "Kocalarınıza söyleyin, Devrim'in üzerine gitmesinler yoksa özel günlerde çocuklarınıza bakmam."

Zeynep de ablam da kahkaha atarak odadan çıktı. 

Sinirden titreyerek elbiseyi giydim ve saçlarımı tarayarak açık bıraktım. Hafif bir makyajdan sonra telefonumu elime alıp aşağıya indiğimde bütün ailem salonda oturuyordu. 

İçeriye girdim ve gergin bir şekilde, "Çok heyecanlıyım." diye duyurdum. Sanki istemeye geliyorlarmış gibi hissediyordum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, babamın yanına doğru ilerledim ve oturdum.

Ellerimi elinin arasına alan babama baktım. Sevgiyle beni süzüyordu. 

Sonra babam kardeşlerime ve eşlerine baktı. "Devrim'in üzerine gitmek yok," diye uyardı. 

Kızardım.

"O ve ablası yalnızca misafir." Babam başını bana çevirdi ve ekledi. "Şimdilik akrabamız değiller."

"Baba," diyerek ellerimi yanaklarıma bastırdım ve sımsıcak olan yanaklarımı soğuk elerimle serinlettim. Ailemin bir araya gelerek bana destek oluşuna bayılıyordum ama aynı zamanda utanıyordum da. Her zaman bu tür heyecanları yaşayan kardeşlerim olmuştu ve onlara destek olan, onlarla dalga geçen, onlara takılıp şakalar yapan kişiydim hep. Bu sefer bütün ilginin odağında ben vardım ve sevdiğim adam ise bu ilginin küçücük bir parçasını görse kaçacak bir adamdı.

Onun bu geceden çok sıkılmamasını umdum. 

Kapının zili çalınca yerimde sıçradım ve ayağa kalktım. Hep birlikte ayağa kalktık ve kapıya doğru ilerledik. Kardeşim Efe bahçe kapısının otomatiğine bastı ve biraz sonra içeriye giren arabanın sesini duyduk. 

Kalbim kulaklarımda uğulduyordu. 

Kapıyı usulca açtım ve arkamda kalan ailemi geride bırakarak dışarıya çıktım.

Devrim'in koyu siyah arabası durdu ve karanlığın içinde oturan adam başını çevirip o puslu gözlerini bana çevirdi. Beni baştan aşağıya süzdü ve çenesini oynatarak bakışlarını kaçırdı. Arabanın kapısını açtıktan sonra arka tarafa geçti ve bagajdan Armağan'ın akülü sandalyesini çıkardı. 

Ona yardım etmek için hemen harekete geçtim ancak benden önce kardeşim Efe davrandı ve Devrim'in elinden akülü sandalyeyi alıp ayarladı. Devrim başını eğdi ve ablasını arabanın önünden alıp akülü sandalyeye yerleştirdi. Birlikte bana doğru geldiler.

Armağan'ın yüzünde müthiş bir gülümseme vardı ve kucağında kocaman bir gül buketi tutuyordu. Rengarenk güller öyle güzel görünüyordu ki gözlerim kamaştı. Devrim biraz gerideydi. Bakışları arkamda kalan kalabalıktaydı. 

Korkmuş gibi bir hali yoktu ama yine de gergin olduğunu tahmin edebiliyordum.

Eğilip Armağan'ın yanaklarından öptüm ve kulağına, "Nasıldı?" diye sordum.

Gülümseyerek diğer yanağıma doğru yanağını çevirdi ve kulağıma, "Huysuz ve harika." diye konuştu. Kahkaha atarak geri çekildim. 

Devrim ailemle selamlaşıyordu. Babam onun elini tuttu ve kuvvetle sıktı. Sonra diğer elini omuzuna koyup onu içeriye davet etti. Armağan'ı da çok güzel bir şekilde karşıladılar ve birlikte içeriye girdik. Herkes içeriye geçerken, kuzu gibi en arkada sessizce onları takip ettim.

Bu gecenin nasıl geçeceğini ancak hayal edebilirdim.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu