Peri ve Kuzgun 34. Bölüm



Bölüm 34 : Kalp Hastalanmadan

GAMZE

Devrim banyonun kapısını gürültülü bir şekilde çarparak içeriye girdiğinde Armağan'a döndüm ve gülümsedim. "Sanırım onu kızdırıyoruz."

"Kardeşimi tanırım, muhtemelen kızdırmaktan da ötesini yapıyoruz ama sesini çıkaramıyor. Sanırım gerçekten de çok hasta. Yoksa Devrim bizimle savaşmadan bile bizi yenebilirdi."

Üzgün bir şekilde başımı salladım. Onu böyle görmek canımı yakmıştı. Hiç böyle üzüleceğimi tahmin etmemiştim. 

"Sen de iyi görünmüyorsun," dedi Armağan. Bakışlarımı ona çevirdiğimde sıcacık bir gülümsemeyle beni incelediğini fark ettim. 

Deyim yerindeyse yataktan çıktığım gibi gelmiştim. Dün gece pek uyuyamamıştım. Devrim'e gönderdiğim mesajlardan sonra uykuya dalmak üzereydim ki odamın kapısı tıklatılmıştı. Kalkıp baktığımda ateşler içindeki Galip'i görünce her şeyi unutmuştum. Sabaha kadar annemle birlikte onunla ilgilenmiştik ve sabaha karşı ben uykuya dalmış yalnızca bir buçuk saat uyuyabilmiştim. 

Armağan'ın telefonu geldiğinde ve Devrim'in hasta olduğunu söylediğinde ne yapacağımı bilememiştim. Panik olmuştum. Ona hemen geleceğimi söyleyerek telefonu kapatmış ve çantamı, arabamın anahtarlarını alarak evden öyle çıkmıştım. Saçlarımın durumundan bile bihaberdim.

"Nasıl görünüyorum?" diye sordum. Bir yandan da Devrim'in girdiği banyoya bakıyordum.          

"Uykusuz, yorgun." Gülümsedi. "Dağınık ama çok tatlı. Yanağında hala yastık izi var."

Elimi yanağıma götürdüğümde gülerek, "Diğerinde." dedi. 

Elimi diğer yanağıma dayadım ve yanağımı ovaladım. "Aslında tam da söylediğin gibi hissediyorum. Galip de hastalanmıştı. Sabaha kadar onunla uğraştım. Ancak bir buçuk saat uyuyabildim." Baş ağrısı da cabasıydı. 

Armağan'ın yüzü üzüntüyle buruştu. "Seni aradığım için kusura bakma canım, eğer bilseydim-"

"Hayır, hayır sorun yok. Beni iyi ki aradın. Ona kendim bakmayı çok isterim. İyi olduğunu gördükten sonra gideceğim." Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum ama neyseki Armağan bu konuda bir yorum yapmadı. Komidinin üzerinde duran tepsiyi kucağına koydu. 

"Ben bunları götüreyim o halde."

Başımı salladım.  O odadan çıkarken ben de banyoya baktım. İçeriye gireli beş dakikadan fazla olmuştu ama hala çıkmamıştı. Acaba düşüp kalmış mıydı? Bu düşünceyle birlikte telaşlanarak ayağa kalktım ve banyo kapısına doğru ilerledim. Kalbim küt küt atıyordu. Onun kötü olmasını istemiyordum. Onun iyi olmasını istiyordum. Onu öyle halsiz bir halde görmek beni sarsmıştı. Benimle savaşamayacak kadar güçsüz görünüyordu.

Elimi kaldırıp kapıya koydum ve, "Devrim?" diye seslendim. İyi miydi? 

Ses gelmeyince kapıya tıkladım ve bir kez daha seslendim. "Devrim, iyi misin?"

İçimdeki panik artıyordu. Ona bir şey olduğu düşüncesi içimi kemiriyordu. Kapıyı bir kez daha tıkladım. Canım sıkılmıştı. Onun hasta olmasını istemiyordum. İçimdeki sıkıntıya da engel olamıyordum.

Kapıyı bir kez daha tıkladım. Ancak bu sefer tüm gücümü kullanmıştım. Kapı içeriye doğru açılınca şaşkınlıkla aralık kapıya baktım ve içeriye bakıp bakmamanın doğru olup olmadığını düşündüm. 

Bir kez daha, "Devrim?" diye seslendim. 

Ancak yine bir cevap alamayınca kapıyı yavaşça elimle ittim. 

Kapı aralandıkça görebildiğim alanlara baktım ve en sonunda onu lavabonun önünde durmuş, ellerini tezgaha yaslamış bir şekilde aynaya baktığını gördüm.

Düşüp kalmadığı, başını bir yerlere çarpmadığı ya da onu çıplak bir şekilde yakalamadığım için rahatlayarak derin bir nefes aldım. Sonra da kızdım.

Kapıyı tam olarak araladım ve içeriye girdim. "Sana sesleniyorum, duymuyor musun?"

Aynaya baktım. Bakışlarımız aynada buluşunca yutkundum. Yüzünü yıkamıştı. Kirpiklerinden, alnının ucundaki saçlarından damlayan su damlaları yüzünün her bir yanını dolaşıp lavaboya düşüyorlardı. 

İç çekerek, "İyi misin?" diye sordum.

"Beni yalnız bırak," diye fısıldadı ve bakışını gözlerimden çekti. Kaşları yorgun bir şekilde düştü ve iri bedenini doğrulttu. Çok bitkin görünüyordu. Yüzü kızarmıştı. 

Dayanamayarak o bana dönüp yanımdan geçip gidecekken önünü kestim ve elimi kaldırıp alnına koydum. Soğuk elimi yakan kavurucu ateşini hissedince telaşlanarak gözlerine baktım. Ne yaptığımı idrak etmeye çalışıyormuş gibi derin soluklar alarak bana bakan gözlerini içime çektim. 

"Hala ateşin var," diye fısıldadım üzüntüyle. 

Kolunu kaldırıp alnındaki elimi tuttu ve alnından uzaklaştırdı. Sonra kolunu aşağıya indirip elimi bıraktı. O tutuşu ta kalbimin derinliklerinde hissetmiştim. Beni kendisinden uzağa itişini görmezden geldim ve elini yakaladım.

Sonra onu çekiştirmeye başladım. 

Bir gıdım bile oynatamadığımda ona dönüp, "İnat etme," diye çıkıştım. "Ateşin var hala."

Bakışlarındaki sertlikten bir an bile etkilenmeyerek onu bir kez daha çekiştirdim. Bu sefer peşimden geldiğinde gizli gizli gülümsedim. Elleri öyle sıcak, öyle güzeldi ki onları sonsuza dek tutmak istedim. Parmaklarımı parmaklarından geçirdim ve elini sıktım. 

Homurdandığında gülümsememi bastıramadım. 

"Hiç de homurdanmayın Devrim Bey. Bu eller öyle kolay kolay ayrılamayacak."

Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde bana dik dik baktığını gördüm ve sırıttım. Öyle tatlıydı ki. Uzanıp onu yanaklarından öpmek istiyordum.

"Bakışların ne tatlı," diyerek gülümsedim ve çarşafları kaldırıp elini hiç istemeyerek de olsa bıraktım. "Uzan bakalım." 

"Gamze bak-" 

Konuşmasına izin vermeyerek onu omuzlarından tuttum ve yatağa doğru geri geri yürümesini sağlayarak şekilde onu ittim. Bana karşı koymaya çalışıyordu ancak ben tüm gücümle onu ittiğim için pek de başarılı olamıyordu. 

"Gamze-"

"Efendim?" dedim tatlılıkla. Yatağın ucuna geldiğimizde onu yatağa devrilmesi için biraz daha sert ittim. O geriye doğru düşerken ayakları ayaklarıma dolandı ve ne olduğunu anlayamadan ben de onun üzerine düştüm. 

Ah! Hayır! Hayır. Hayır. Hayır. 

Vücudunun üzerine boylu boyuna  düşerken ellerimi belinin kenarından yatağın üzerine bastırdım ve tam yüzümü göğsüne çarpacağım zaman durdum.

Adeta zaman donmuş gibi başımı kaldırıp onun gözlerinin içine baktım. Kaskatı kesilen yüzünden onun bu durumu hiç de tasvip etmediğini anladım. Ona o kadar yakındım ki nefesimin kesildiğini hissederek gözlerimi kırpıştırdım. Bütün kanın yanaklarıma toplandığını hissedebiliyordum. Kıpkırmızı kesilmiş olmalıydım. 

Nefes nefese, "Pardon," diye fısıldadım ve onun üzerinden kalkmaya çalıştım. Dizlerimden biri onun bacaklarının arasındaydı, diğer dizim ise bir bacağının kenarında ona yaslıydı. Kalçamı kaldırarak üzerinden kalktım ve bu kadar heyecan yaptığım için kendimi tokatlamak istedim.

Yutkunarak ellerimi dağınık topuzumdan kaçan firari tutamlara geçirerek onları kulağımın arkasına ittim ve Devrim'e baktım. Sert bir çehreyle yatakta uzanıp üzerine çarşafı çekerken bana bakmadığını fark ettim. Onun benim kadar etkilenmediğini düşünerek iç çektim. 

Oysa ben kalp krizinin eşiğinden dönmüş gibi hissediyordum.

Biraz fazla yüksek bir sesle, "Ateşini düşürmeliyiz."  dedim. Armağan'ın getirdiği tasa doğru ilerledim ve yanında getirdiği bezi de alarak suya batırıp sıktım. Bezi katlayarak Devrim'e döndüm. Gözlerini kapattığını, kendini uykuya bıraktığını görünce hayranlıkla onu süzdüm. O kadar yakışıklı bir adamdı ki, onu uzun uzun izleyebilirdim. 

Kızacağını bilerek bezi yavaşça alnına serdim. Aniden gözleri açıldı. Ellerimi alnındaki beze bastırdım. Sessizce beni izliyordu. Hiçbir şey söylemiyor oluşu çok tatlıydı. Acaba ne söyleyeceğini mi bilemiyordu.

Onu biraz konuşturmayı deneyerek, "Hediye ettiğim kaktüsü girişte göremedim." dedim. Umursamıyormuş gibi görünmeye çalışıyordum ama aslında çok üzülmüştüm. "Onu ne yaptın?" Onu atmadığını duymak istiyordum. Onu atmasın istiyordum. Eğer onu attıysa bana gerçekten kızmış olduğunu anlayabilirdim.

"Gözümün önünden kaldırdım."

Kaşlarımı çatarak, "Gözünün önünden kaldırdın mı?" diye sordum.

Ayakta dikilmekten belimin ağrıyacağını bildiğim için yanına, yatağa oturdum. Çarşafları göğsüne kadar çekmişti, ellerini ise göğsüne koymuştu. Çarşafı biraz aşağıya çektim. Onu ısıtmak değil, serinletmek istiyordum.

"Evet."

Tek kaşımı kaldırarak, "Çöpe mi attın?" diye sordum.

"Hayır."

"Peki ne yaptın?"

"Dedim ya, gözümün önünden kaldırdım."

İç çekerek gülümsedim. "Sen insanı delirtirsin," diye mırıldandım. "Şu anda kaktüs nerede Devrim?"

Sert bakışlarını gözlerime çevirdi. Bir kalp atışı kadar zaman sonra, "İkinci ana salonda." dedi.

Rahatlayarak sırıttım.

"Bu seni mutlu mu etti?" diye sordu.

Alnındaki bezin diğer tarafını çevirmek için elimi uzatırken, "Evet, çok mutlu etti."  dedim. "En azından onu çöpe atmadın. Sakladın."

Homurdandı. Ve bu benim daha çok gülmeme neden oldu. Ah onu seviyordum. Eğilip sinirle bükülen dudaklarından ıslak bir öpücük almak istiyordum. Ama onu korkutmak da istemiyordum. Eğer aramızda bir öpüşme gerçekleşecekse, ki ben onunla çok daha fazla şeylerin hayalini kuruyordum, bu öpüşmeyi ben başlatacaktım. Sadece doğru an ve doğru zamanı bulmalıydım.

"Ne düşünüyorsun?"

Düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım. "Hiç," dedim tatlı tatlı. 

"Hayır, bir şeyler düşünüyorsun. Kendi kendine gülüyorsun çünkü."

Ona onu öpmek istediğimi söylese miydim? Çok mu fazla ileri gitmiş olurdum? Galiba gerçekten de sınırları bu kez zorlamış olurdum. Söylemesem de ima etmeliydim.

"Aslında evet, çok güzel bir şey düşünüyordum." Gülümsedim.

Çenesini oynatarak, "Bilmek istemiyorum." dedi. 

"Ama ne düşündüğümü sordun?"

"Unut gitsin," diye fısıldadı. "Şu alnımdaki bezi al artık. Otele gidemeyeceksem rahat bırak da uyuyayım."

"Olmaz!" diye itiraz ettim. "Ateşini düşürmeden gitmeyeceğim. Birazdan koltukaltlarına da bezler koyacağız Devrim Bey." Ona sataşmayı çok seviyordum.

Homurdanarak, "Tabi," dedi ve arkasını dönmek için hareket etmişti ki elimi karnına koydum. Sert kaslarının altındaki sıcaklığı kucaklayan avucumu ona bastırarak dönmesine engel oldum.

"Alnında bez varken yan yatmamalısın."

"Neden? Annem ben yan yatarken de alnıma bez koyabilirdi," dedi ve yüzü anında kaskatı kesildi. Sanki ne dediğini söyledikten sonra fark etmiş gibi canı sıkıldı ve karnına bastıran elime rağmen bana arkasını döndü. Alnındaki bezi alıp bana uzattı. "Beni rahat bırak. Uyuyacağım." Çarşafı üzerine örtmeye çalıştı.

Annesini hatırlamıştı. Bu onun geçmiş zamanına ait bir anıydı. Muhtemelen çok güzel bir anıydı, hasta olmasına rağmen. Annesi ona bakmıştı. Sevgisiyle onu sarmıştı. Devrim o anları hatırlamıştı ve canı yanmıştı. Çünkü o can acısı ta göğsümün ortasında şiddetli bir şekilde hissedebiliyordum. Ne kadar acıydı! Aşk böyle bir şey miydi? Ona aşık olduğumu söylememe rağmen ben bile aşkın nasıl bir şey olduğunu yeni yeni öğreniyordum. Üzüldüğünde hissedebiliyordum. Çünkü ben de üzülüyordum. Kendini hasta hissettiğinde ben de kendimi garip hissediyordum. 

Bunun Efe'ye benim aramda bir şey olduğunu sanıyordum. İnsanın ruh eşiyle arasında böyel bir telepati olacağını hiç düşünmemiştim. Yoksa onu böyle gördüğüm için mi etkilenmiştim? Bilemiyordum. 

Gözlerimin dolduğunu hissederek bezi aldım ve tasın içine bıraktım. 

"Ara ara gelip seni kontrol edeceğim," diye mırıldandım. 

Cevap vereceğini düşünmemiştim. O yüzden cevap vermeyince de pek üzerinde durmadım. Derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Birkaç adım attıktan sonra arkamı dönüp ona baktım. Onun gibi güçlü, ulaşılmaz bir adamın söyle savunmasız bir şekilde yatakta uzanıyor olması içime dokunmuştu. Onun da bu halde olmak istemediğini çok iyi biliyordum. Bu halde olmak istemediği gibi, benim onu bu halde görmemi istemediğini tahmin edebiliyordum.

İç çekerek odasından çıktım ve kapıyı usulca kapattım. Devasa, modern evin içinde merdivenleri inerken etrafa bakındım. Armağan'ı salonda bulunca ona doğru yürümeye başladım.

"Başında beklememe izin vermedi," dedim gülümseyerek.

"Çok bile dayanmıştı." Sırıttı ve yanına oturmam için eliyle kanepeye vurdu. O akülü sandalyede oturuyordu. Onu ne zaman görsem hep akülü sandalyedeydi. Acaba hiç kanepeye ya da bir koltuğa oturmuyor muydu?

Başım çatlayacak derecede ağrıyordu. 

"Birlikte kahvaltı edelim," dedi ben otururken. "Yardımcımız geldi. Mutfakta kahvaltı hazırlıyor. Hiç iyi görünmüyorsun."

Öyle hissediyordum da. Baş ağrısını saymazsak uykusuz ve yorgundum. Sadece kanepeye uzanıp uyumak istiyordum. 

"Eğer istersen yukarıdaki misafir odalarından birisinde uyuyabilirsin Gamze."

Başımı iki yana salladım. Gülümsemeye çalışarak, "Hayır, iyiyim." dedim. İnandırıcı olduğumu umuyordum. "Sadece biraz başım ağrıyor o kadar. Devrim'in ateşi düştüğünde gideceğim."

Yüzüne baktığımda endişeyle beni izlediğini gördüm ve bakışlarımı kaçırdım. O kadar mı kötü görünüyordum? Elimi alnıma götürdüm ve avucumu yakan sıcaklığı hissettim. Yaz ayındayız diye düşündüm. Ekim de bir yaz ayı sayılmalıydı sonuçta çünkü kavurucu sıcaklar yeteri kadar azalmamıştı. Sıcaklamış olmalıydım.

Ellerimi kollarımda gezdirdim. 

Bir an sonra mutfaktan çıkan bir kadını fark ettim. Bize kahvaltının hazır olduğunu söylediğinde yerimden kalkmak istemediğimi fark ettim. İç çekerek Armağan'ı takip ettim ve mutfaktaki sandalyeden birisine otururken yardımcının başımda dikildiğini gördüm.

"Kahve mi alırsınız, çay mı?"

Halsiz bir şekilde, "Açık çay." dedim.  O çayımı doldururken bekledim. Taze ekmeğin kokusu midemi guruldattı. Dilimlenmiş salatalık ve domateslere baktım. Gerçekten de acıkmış olmalıydım çünkü bir an sonra Armağan'ın başlayıp başladığını umursamadan yemeye başlamıştım.

Aradan yirmi dakika geçmişti ki doymuştum ancak kendimi daha da bitkin hissediyordum. 

"Gamze eğer iyi değilsen söyle, rengin gittikçe soluyor sanki."

Armağan'a baktım ve kısık bir sesle, "Sanırım biraz halsiz hissediyorum." diye itiraf ettim.  Devrim'den sonra şimdi de ben miydim? 

Telefonum çalınca irkildim ve elimi eşofmanımın cebine götürüp arayan kişiye baktım. 

"İkizim?" diye açtım telefonu. 

"Günaydın cadı. Sen iyi misin?" 

"İyiyim," diyerek kaşlarımı çattım. "Neden? Ne oldu?"

"Bu sabah erkenden antrenmanımız vardı ama son bir saate yakın kendimi  halsiz hissediyorum. Aklıma sen geldin. İyi misin?"

Aramızdaki bu duruma çoğu zaman bayılıyordum. İkiz olduğumuz için bazı şeyleri birlikte hissedebiliyor olmak çok güzeldi ve ben buna mucize gözüyle bakıyordum. Efe uzaktan benim  bitkinliğimi hissetmişti ve o da halsiz hissediyordu. Bazı zamanlar bu durum hoş olmasa da genel olarak ikizim arasındaki bu bağı çok seviyordum.

"Biraz halsizim evet," diye mırıldandım. "Sen proteinini ve ilaçlarını al. Benim kılımı kıpırdatacak halim yok." İç çektim.

"Ne ara hasta oldun canım? Doktora gidelim mi? Annem sana bir çorba yapsın da iç. Eğer gidemeyecek durumdaysan gelip götüreyim seni?"

Gülümseyerek, "Sen de iyi hissetmiyorsun Efe." dedim. "Beni nasıl götüreceksin?"

"Ben erkeğim kızım. O kadar da değil. Sadece bir kırıklık var üzerimde o kadar. Evde misin sen? Bu halde moda evine gitmedin inşallah?"

Dudağımı ısırdım. "Iıı..şey, evde değilim ama moda evinde de değilim." 

"Nerede-"

Sözünü keserek, "Merak etme canım kardeşim," dedim. Devrim'in yanında olduğumu söylemek istememiştim o an. "Birazdan eve geçer dinlenirim. Bir şeyim kalmaz."

"Bak eğer çok kötüysen-"

"İyiyim dedim ya Efe!" dedim gülerek. Onu canımdan çok seviyordum. "Seni seviyorum."

"O kadar mı kötüsün?" diye takıldı bana. "Hay Allah, içim rahat etmedi şimdi. Gelip seni alayım en iyisi."

"Dalga geçme benimle," diye sataştım. "Ne var içimden geldi. Geri alıyorum tamam. Sevmiyorum seni."

Telefonun ucundan gürültülü kahkahasını işittim. "Kaç gündür görmüyorum seni. Burnumda tütüyorsun cadı."

Anında kedi gibi kıvrılıp mutluluktan ölmek istedim. Kardeşlerim benim için o kadar değerliydi ki. Beni sevdiklerini bilmek de beni dünyanın en mutlu kadını yapabilirdi. Ancak yukarıda, yatağında uyuyan adam da beni severse işte o zaman dünyanın en mutlu kadını kesinlikle ben olabilirdim.

Birbirimize hoşçakal dedikten sonra telefonlarımızı kapattık.

"İkizinle aranızdaki ilişkiye bayılıyorum," dedi Armağan gülümseyerek. "Nazar değmesin. Sizi senin tasarımlarının gösterildiği lansmanda da görmüştüm. Birbirinizi çok seviyorsunuz."

Efe'yi düşünerek iç çektim. "Evet, birbirimizi çok seviyoruz." Göz kırptım. "Gerçi beşikteyken birbirimizi çok tekmelemişiz ama olsun. Hala birbirimizi çok seviyoruz. Efe çok iyi bir insandır. Kardeşim diye söylemiyorum bunu ama belki de dünyanın en yumuşak kalpli insanı odur. Ailesine, eşine, çocuklarına karşı o kadar sevgi dolu ki. Onu kurduğu yuvanın içinde bir görsen imrenmeden yapamazsın. Onun için çok mutluyum. Çok sevdiği, kendisinden bile çok sevdiği bir eşi ve çocukları var. Çok mutlu. O mutlu olduğu için ben de çok mutluyum."

"Maşallah." Sevgiyle göz kırptı. "Neden aramış seni?"

"İyi hissetmediğimi anlamış. İyi miyim diye sormak için aramış." Küçük bir kahkaha attım. "Efe ile ben çocukluktan beri bazen birbirimizin acılarını, hislerini ya da ruh hallerini hissedebiliyoruz. İkiz olduğumuzdan herhalde. Böyle şeyleri hep duyuyorum. O yüzden kardeşlerim içinde en çok Efe ile anlaşıyorum. Ben daha ne olduğunu söylemeden o benim ruh halimi anlayabiliyor."

"Bu çok güzel. Size verilmiş çok büyük bir armağan." Kaşları merakla havalandı. "O da halsiz mi hissediyormuş yoksa?"

Başımı sallayarak gülümsedim. "Evet. Bu yüzden ona proteinini ve ilaçlarını almasını söyledim. Kardeşim profesyonel bir basketbolcudur. Dolayısıyla bir beslenme listesi var."

"Şu beslenme listesine bir ben sahip olamadım," dedi Armağan ve güldü. "Hiçbir zaman diyet listesini uygulayabilen bir insan olamadım. Ya da bir beslenme listesini."

Ben de aynı durumdaydım. 

"İhtiyacın yok gibi ama?" 

"Evet ihtiyacım yok ama bir zamanlar biraz kilom vardı. O zamanlar diyet uygulayamazdım." Gözleri buğulandı ve bakışlarını masadaki tabaklara çevirdi.

Devrim de o da konu bir şekilde geçmişe geldiğinde dalıp gidiyorlardı. Sebebini şimdi daha iyi anlıyordum. Neden bu kadar puslu davrandıklarını, acılarını en içlerinde yaşadıklarını şimdi anlayabiliyordum. 

Armağan'ın çok daha zorlu bir hayatı olmuştu. Bir kadın olarak geçirebileceği en zor hayatı yaşamıştı. Onun için çok üzülüyordum. 

"İstersen yukarıya çıkıp dinlenebilirsin?"

Yavaşça masadan kalktım. "Teşekkür ederim. Ben bir Devrim'e bakacağım."

Gülümseyerek onay verdiğinde başımı eğerek mutfaktan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Devrim'in odasının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve kapının kulpuna yavaşça bastırdım. İçeriye, doğrudan yatağa baktım ve onun bıraktığım gibi uyuduğunu gördüm.

İçeriye girip kapıyı usulca kapattım ve ona doğru yavaşça yaklaştım. 

Bir melek gibi uyuduğunu görünce kalbimin çarpıntısına engel olamadım. O kadar güzeldi ki. Uyurken daha genç görünüyordu. Kaşları çatılmamış, çenesini kasmamıştı. Kirpikleri çok güzeldi. Onlara dokunmuş, onları öpmüştüm.  Derin bir nefes daha alarak ona yaklaştım ve hala ateşinin olup olmadığını anlamak için elimi uzatıp alnına dokundum. Aslında dereyi yeniden kulağına koymalıydım ama onu uyandırmak da istemiyordum.

Ateşinin biraz olsun düştüğünü hissettim. Teni önceki gibi yanmıyordu ama yine de onun yarım saat içinde iyileşeceğini düşünerek kendimi kandırmamalıydım. 

Elimi yanağına bastırdım.

Birden onun, "Anne.." diye acıyla fısıldadığını işittim ve elinin havalanıp elimi tutuşunu, yanağına bastırışını hayretle izledim.

"Devrim," diye fısıldadım. Elimi o kadar sıkı tutuyordu ki ona doğru eğilmek zorunda kalmıştım. 

"Anne..."

"Şştt." Yüzünün karşısına, yatağın yanına, yere diz çöktüm ve onun yanağını okşadım sevgiyle. "İyisin. İyisin."

Elime daha sıkı sarıldı ve bir an sonra elimi dudaklarına götürüp avuç içimden öptü. Yüreğim sarsıldı. Gözlerimden yaşlar hızlı hızlı akarken o anda, onun annesi olabilmeyi diledim. Sırf bir anlığına da olsa anne hasretini dindirebilsin diye ona sarılmak istedim. Saçlarını sevmek ve onu kucaklamak istedim. Ben annemin yokluğunu bile düşünemezken bu yüreği yaralı, canımdan bile çok sevdiğim adam annesinin yokluğunu yaşıyordu. Ve annesi öyle eceliyle göçüp gitmemişti bu hayattan. Hastalıktan ölmemişti, ya da karşıdan karşıya geçerken ona araba çarpmamıştı, düşüp de başını bir yerlere vurmamıştı. Acı bir şekilde öldürmüşlerdi onu.

Babamın anlattıkları kulaklarımdan silinmiyordu. 

Boşta kalan elimle hızlı hızlı sildim gözyaşlarımı ve Devrim elimi ağzına dayamış bir şekilde avucuma, "Anne, anne," diye fısıldarken yüreğimde büyük bir acıyla onu izledim. 

Başımı yatağa yasladım ve onun elini sıkı sıkı tutarak onu izledim. Bir süre sonra dayanamayarak uykuya daldım.

*

Genç adam istemsizce uyanıp gözlerini açtığında hemen dibinde başını yatağa koymuş, uykuya dalan Gamze'nin yüzüyle karşılaştı. Kirpikleri gözlerini örtmüştü. Uzun ve ıslaktı. Islak? Ağlamış mıydı?

Ve neden burada, Devrim'in yatağına yaslanmış bir şekilde yerde uyuyordu? 

Uykudan yavaş yavaş sıyrılmaya başlayınca onun elini sıkı sıkıya tutmuş olduğunu fark etti ve sanki ateşe dokunmuş da yanmış gibi ellerinin arasındaki narin eli birden bırakıverdi. Hızla doğruldu ve Gamze'nin iki büklüm bir şekilde uyuduğunu gördü. 

Rüyasında annesini görmüş ve onun elini sıkı sıkı tutup öpmüştü. O kadar güzel bir rüyaydı ki hiç uyanmak istememişti. Ona seslenmişti. Annesi ise onu sakinleştirerek konuşmuş, ona iyi olacağını söylemişti. 

Devrim, Gamze'ye bakarken kalbinde bir rahatsızlık hissetti ve iç geçirdi. Yataktan kalktı ve Gamze'nin yanında, ayakta durdu. Onunla ne yapacaktı? Burada böyle durmasına izin vermeli miydi?

Yoksa onu uyandırmalı mıydı?

İkinci seçenek daha mantıklı durmuyordu. Gamze uyandığı zaman onun üzerine gelecek ve genç adamı köşeye sıkıştıracaktı. 

Üzerinde daha fazla düşünmeyerek eğildi ve bir kolunu onun bacaklarının altına, diğerini de beline koydu. Gamze küçük bir itiraz sesi çıkardı ancak uyanmadı. Devrim'in kalbi o kısacık anda durdu. Onu kaldırdığında, kollarının arasında olmasının garip bir duygu olduğunu fark etti ve yatağına usulca yatırdı. Elini belinden çekerken eli yanlışlıkla yanağına değdiğinde yanağının çok sıcak olduğunu fark etti. 

Elini uzatıp yanağına, alnına dokundu ve ateşinin yükseldiğini gördü. Küçük bir panikle, hastalığını ona bulaştırdığını düşünerek iç çekti. Tam o sırada Gamze elini yakalayıp elleriyle yanağının altına dayayarak, yan döndü ve uyumaya devam etti. Hayır.

Genç adam kalbini ele geçirmeye başlayan paniği hissederek elini yavaşça çekti ve tam o sırada Gamze gözlerini açtı. Gözlerini kırpıştırarak genç adama baktı.

Nasıl da güzel bakıyor, diye düşündü genç adam ve hemen sonra kendisini toparlayarak doğruldu.

Gamze de onunla birlikte doğruldu ve, "Devrim!" diye seslendi. 

Genç adam durdu. Onun da hastalandığını tahmin ediyordu. Ancak onun başında bekleyecek gücü kendisinde bulamıyordu. 

Seslenişini duymazdan gelerek odadan çıktı ve aşağıya indiğinde ablasının meraklı bakışlarına karşılık vererek, "İyiyim." dedi. Yardımcısının mutfakta olduğunu duyduğunda onu da çağırdı. 

"Gamze iyi değil gibi. Onunla ilgilenin abla. Olmazsa doktor çağırın." 

Armağan'ın şaşkınlık dolu bakışlarını görmezden gelerek anahtarlarını, telefonunu alarak evden çıktı. Üzerini bile değiştirmemişti. Sadece bir an önce bu evden ayrılmak istiyordu. Kalbindeki ağır yükten kurtulmak istiyordu. Onu da hasta etmişti. Teni o kadar solgun görünüyordu ki genç adam onu getirdiği hale bakarak kendisinden nefret etti. Gamze o kadar inatçı bir kadındı ki, Devrim onu sarsmak istiyordu. Onu iyileştireceğim derken kendi sağlığını tehlikeye atmıştı.

Arabasına bindiğinde aklının ucunda kıvranan sözü gözlerini kapatarak hatırladı.

İnsanın kalbi hastalığa düşmeden, vücudu düşmüyordu. 

Devrim kalbinin hastalandığını hissedebiliyordu. 

Gamze ona sarılıp, "Özledim!" dediği anda son vuruşu yaşamıştı. Artık kurtuluşunun olduğundan emin değildi. Emin olduğu tek şey onu kendisinden uzak tutmaktı. 

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu