Peri ve Kuzgun 33. Bölüm



Bölüm 33 : Aşk Hastalığı

Genç adam evinin kapısından içeriye girer girmez, Gamze'nin hediye ettiği, daha doğrusu hakaret olarak gönderdiği kaktüsü görünce yüzünü sıkıntıyla buruşturdu. Yol boyunca bastırmaya çalıştığı karmakarışık duyguları yeniden gün yüzüne çıkmaya çalışınca dayanamayarak kaktüsü aldı ve onun göremeyeceği, en azından sıklıkla göremeyeceği bir yer olan ikinci ana salona bıraktı. Ağırdı, çok fazla yer kaplıyordu. Sanki sahibinin yokluğunu ezici varlığıyla doldurmak istiyormuş gibiydi.

Devrim kaktüsü salonun en ücra köşesine bıraktı ve ağır adımlarla arkasına bakmadan salondan çıktı. Düşünmemek sadece uyumak ve yarın kalktığında da her şeyi unutmuş olarak uyanmak istiyordu.

Ama ne yazık ki bu mümkün değildi.

Armağan'a bakındı ancak onu göremedi. Rahatlayarak odasına doğru çıkan merdivenlere yöneldi. Işıkları söndürmediğini fark etti ancak umursamadı. Bir elektrik faturasından daha büyük endişeleri vardı. Peri gibi.

Ona karşı bu kadar açık olduğuna inanamıyordu. Kendisine öyle çok kızıyordu ki bir yerlere yumruk atmak, öfkesini dindirmek istiyordu. Gamze ondan hiç beklenmeyecek bir şekilde kollarını boynuna dolayıp ona sıkı sıkı sarıldığında Devrim adeta şoka girmişti. Kalbinde birden yükselen bir basınçla nefessiz kaldığını hissetmiş ve ne yapacağını bilemeyerek öylece durmuştu.

Şimdi düşününce ona sert bir tepki veremediğini fark ediyordu.

Odasına yöneldi ve ceketini aksi bir tavırla çıkarıp kenara koydu. İçki içmeye ihtiyaç duyuyordu ama hayır içmeyecekti.

Gamze kendisine çarptığında az kalsın düşecekti çünkü hazırlıksız yakalanmıştı. Aralarındaki çizgiyi hiçbir zaman geçen olmamıştı. O dans dışında yakınlaştıkları hiçbir an yoktu ama Gamze o çizgiyi geçmekle kalmamış, o çizgiyi adeta yok etmişti.

Genç adam düşündükçe içini kavuran duygulardan sıyrılmak ister gibi başını iki yana sallıyordu. Gömleğinin düğmelerini hızlı hızlı çözmeye başladı.

Gamze ona sarıldığı anda Devrim onu tutmak için ellerini beline koymuştu. Parmak uçlarından başlayan ve bütün vücudunu saran sıcaklığı hissettiğinde ellerini geri çekmek istemişti ama yapamamıştı. O, kendisini dehşete düşüren, kabuslarının arasına sızan, geceleri onu uyutmayan şeytanların arasında küçük, cılız bir ışık gibi havayı dolduran kokusunu yine duymuştu. Bu sefer burnunun dibindeydi. Saçları genç adamın yüzüne yapışmıştı. Devrim her nefesinde onun kokusunu içine çekiyordu.

Gözlerini istemsizce kapatmış ve cennette olup olmadığını düşünmüştü. Kalbini saran uyuşuk bir hissin tadını çıkarırken boynuna sokulan ve dudaklarını boynuna bastıran kadının varlığıyla adeta şaşkına dönmüştü.

Gömleğini çıkardı ve üstü çıplak bir şekilde banyoya geçti. Pantolonunu da çıkarırken aynada kendisine bakmamaya çalıştı.

Onun gözyaşlarını hala hissedebiliyordu. Ve korktuğu şey olmuştu. Gamze ona aşık olmuştu. Hem de öyle bir aşık olmuştu ki, genç kadın o çizgiyi geçmiş ve kendisini belli etmek zorunda kalmıştı çünkü Devrim çelik gibi bir adamdı.

İç çekti ve sıcak suyu ayarladıktan sonra altına girdi. Bedenini yakan ısıya kendisini teslim etti. Acı içini kurt gibi kemiriyordu. Sevginin bahsi bile onu acılar içinde kıvrandırmaya yetmişti.

Gamze'ye çoktan karanlığını aşılamaya başladığını fark etmişti. Ve acı içinde fark ettiği bir diğer şey ise onun aydınlığıyla bir an dahi olsa kendini bırakabilmiş ve ağlamıştı. Ağlamıştı!

Devrim en son ablasının son kez intihar ettiği, kendisini gözlerinin önünde çatıdan attığı zaman ağlamıştı. Gamze'ye sıkı sıkı sarılmış bir şekilde dururken ağladığına inanamıyordu. Onu neyin tetiklediğini de bilmiyordu.

Gamze başını geriye doğru çekmiş ve güzel gözleri dolu bir şekilde, "Özledim..." demişti. Devrim o an içini kızgın bir ateş gibi yakan kavurucu acıyı hissetmişti. Sonra Gamze eklemişti. "Çok uzun sürdü..."

Gariptir ki o da öyle hissediyordu. Ablası ile birlikte çekildiği bu inziva bir türlü bitmek bilmemişti. Sürekli işleri ve Gamze'yi düşünmüştü. Tabi kendisine izin verdiği o nadir zamanlarda. Ne zaman Gamze'nin düşüncesi geçse düşüncelerini sert bir şekilde kesiyordu.

Ellerini duvara dayadı ve öne doğru eğilerek suyun sırtından aşağıya akmasına izin verdi. Gözlerini kapattı. Küçük bedeniyle kendi iri bedenini sıkı sıkı sarıp sarmalayan o kadını hissetti.

Devrim içinden kopup gelen bir ihtiyaçla onu sarmıştı. Bunu yaptığına hala inanamıyordu ama neden yaptığını kendisi de bilmiyordu. Normalde hayatta böyle bir şey yapmazdı. Bir kadını asla böyle sarmamıştı. Yüzünü onun saçlarına gömüp uzun uzun koklamamıştı. Elini saçlarının arasına geçirip göğsüne, boynuna bastırarak orada kalmasını sağlamamıştı.

Onu sıkı sıkı sardığında ruhunu ele geçirmeye çalışan o sihirli ışığı adeta görmüştü. Bütün uzuvlarında hissetmişti. Vücuduna bir titreme gelmişti ve sonrasında da ağlamaya başlamıştı. İstemsizce. Gözyaşları sessizce gözlerinden dökülüyordu. Onu neyin tetiklediğini bilmiyordu ama neden ağladığını biliyordu. Gamze'yi çoktan etkilediği için ağlıyordu. Onu kendisinden uzak tutmaya çalışmış ama başaramamıştı. Gamze ona geri dönülemez bir şekilde aşık olmuştu.

Devrim bundan öyle çok korkuyordu ki.

Onu mahvedeceğini bilmekten, o eşiğin geçildiğini görmekten.

"Bizim için savaşacağım."

Elini büküp duvara yumruk attı. Sızlayan parmak boğumlarını umursamadan defalarca yaptı bunu. Devrim'in her şeyle savaşacak gücü vardı ama onunla yoktu. Ona baktığında kalbinde derin bir acı hissediyordu. Ona acıdan başka bir şey veremeyeceğini biliyordu. Kıyamıyordu ona. Güzel gözlerine, güzel bakışlarına. Sevgisine. Güzel kalbine kıyamıyordu. Ama Gamze kendini düşünmüyordu.

Yumruk atmayı bıraktı ve derin bir nefes alarak banyodan çıktı. Suları kapattı ve havluyu vücuduna dolayarak yatak odasına geçti. İç çamaşırı ve eşofman altı giydikten sonra ışıkları söndürdü ve yatağa geçti.

Kafasında dönüp duran düşünceler yüzünden bu gece uyuyabileceğini zannetmiyordu ama umuyordu.

Gözlerini tavana dikerek kolunu alnına koydu.

"Duydun mu beni? Seni seviyorum."

"Sana güveniyorum. Yalnızca izin ver.. izin ver bizim için savaşayım."


"Aklımdasın, kalbimdesin... özlüyorum. Görememek, sesini duyamamak...gözlerinin içine bakamamak."


"Seni seviyorum!"

Devrim hissettiği acıyla yatakta doğruldu ve elini göğsüne bastırdı. Gamze'nin söylediği her söz aklına ateşle kazınmış gibiydi. Sanki derisini dağlamıştı. Zihninden, kalbinden gitmiyor, silinmiyordu. Gözlerini sıkı sıkı yumdu.

O sözleri yok etmeye çalıştı. Hatırlamamak için direndi.

"Özledim. Çok uzun sürdü."


"Ne halde olduğumu görebiliyor musun? Ben hiç böyle olmamıştım..."


"Bilmeni istiyorum. Korkmamanı istiyorum. Bizim için savaşacağımı bilmeni istiyorum."


"Sen zavallı ya da yalnız değilsin. Eğer izin verirsen istemediğin kadar kalabalık olacaksın!"


Burada ona evlilikten ve çocuklardan bahsettiğini biliyordu. Düşüncesi bile Devrim'in kalp krizi geçirmesine neden olabilirdi. Gamze ile kurulacak bir yuvanın başına nasıl dertler açacağını çok iyi biliyordu ama Devrim bir yuva kurmayacaktı. Günün birinde elinden alınacak bir yuvayı değil kurmak, düşlememişti bile.

"Seni göreceğim. Sen istemesen de seni göreceğim."


Genç adam ellerini başına koydu ve kafasının içinde dönüp duran cümleleri düşünmemek için başında bir acı yaratmaya çalıştı. Ama mümkünatı yoktu. Gamze bütün sihriyle onu ele geçirmişti. Cümleler beyninde yankılanıyordu.

"Kaçıyorsun! Kaçma ve mertçe yüzleş benimle. Ben bir kadın olarak senden bile daha mert olabiliyorsam, pekala sen de olabilirsin."


Kesinlikle öyleydi. Ama bunun mertlikle alakası yoktu. Bunun hiçbir zaman korkaklıkla alakası olmamıştı. Onun korktuğu tek şey Gamze'nin hayatını mahvetmekti. Korktuğu tek şey birini sevdiği zaman yine onu kaybetmekti.

"Ya benim aydınlığım, senin karanlığını yıkarsa?"


Bu cümlesi onu adeta sarsmıştı. Bunu ablasına Devrim söylemişti ve Gamze de bunu biliyordu. Bilmesi o kadar da önemli değildi ama cümleyi söylerken ki ses tonu, buna olan inancı genç adamı sarsmıştı. Gamze ona körü körüne bağlanmıştı. Başına neler geleceğini umursamadan. Devrim'in iyileşebilecek bir yaralı olduğunu düşünerek hareket ediyordu. Devrim'de iyileşecek tek bir parça bile kalmamıştı.

"Bu yaşıma kadar evlenmediysem eğer, demek ki karşıma sen çıkacağın içinmiş."


Bu doğru muydu? Gamze gerçekten de onu mu beklemişti? Devrim inançsız bir adam değildi ama Allah ile arasındaki bağ yıllar önce kopmuş gibi hissediyordu. Artık hiç dua etmiyordu. Sadece bir gün öleceğini bilerek yaşıyordu ve karşılaşacağı cehennem onu korkutmuyordu. Vücudu acılardan oluşmuş gibiydi. Fakat Gamze inançlı olmasının yanında Devrim'in de tahmin ettiği gibi hayatını inançlarla yönlendiren kişiydi. Allah'ın varlığına inanıyordu elbette ve hayattaki birçok şeyi inancıyla yorumlayabiliyordu. Bu kadar yıl beklemesini ise Devrim'e yormuştu. Çünkü Allah'ın planları vardı. Onun ve Gamze için planları. Gamze buna inanıyordu. Devrim ise acıyla kıvranmaktan başka bir şey düşünemiyordu.

Fiziksel bir acı değildi hissettiği, gerçi bazen fiziksel olarak da acı hissettiği zamanlar oluyordu. Asıl acı ruhundaydı. Ruhu acı çekiyordu.

"Seni bırakmaya hiç niyetim yok Devrim Kuzgun."


Devrim bunun olacağını biliyordu. Gamze çok kararlı görünüyordu. O kadar kararlı görünüyordu ki Devrim onu incitmek istemişti. Kollarından tutup sarsmak istemişti. Neden bu kadar inatçı olduğunu sormak istemişti. Eğer onu incitirse kendisini bırakacağını düşünüyordu ama onu nasıl incitecekti? Ona nasıl kıyacaktı? Yapamazdı.

"Beni etrafında görmeye alışsan iyi edersin Kuzgun. Çünkü seni peri sihrimle her zaman takip ediyor olacağım. Sen istemesen bile."


O etrafındayken Devrim kendini nasıl tutacaktı? Onu üzmemeye çalışırken aynı zamanda onu kendisinden uzak tutmak zorunda kalacaktı. Gamze'nin gözlerine baktığında onun nasıl kararlı olduğunu hatırladıkça kalbi burkuluyordu.

Daha önce hiç böyle hissetmemişti. Hiçbir kadına karşı böyle zayıf hissetmemişti kendisini. Bir zaaf olmamıştı hiçbir kadın. Ablası dışında. Şimdi Gamze bütün varlığıyla onu tehdit ediyordu. Devrim iç çekti. Derin bir nefes aldı.

Uyuyamıyordu.

Uyuyamıyordu.

Telefonu bildirim sesiyle titreyince dikkatini telefonuna verdi ve uzanıp telefonu aldı.

Mesaj, Gamze'den gelmişti. Anlaşılan bu akşam Devrim'le işini bitirmemişti. Genç adam kalbinde ani bir basınç hissetti yine ve gelen mesajı açtı.

"İyi geceler Devrim Kuzgun. Benim gecem kesinlikle çok iyi, senin nasıl olduğunu merak ediyorum?"

Kesinlikle deliydi. Ve gecesi çok kötü geçiyordu. Gamze bunun bir inat, bir yarış olduğunu düşünüyor gibiydi ama durup Devrim'i anlamayı düşünmemişti. Devrim eğer uyursa göreceği kabuslardan korkarken, Gamze neşeli bir şekilde ona nasıl olduğunu soran bir mesaj atıyordu.

Nasıl mıydı? Karanlığın içinde artık daha çok boğuluyordu. Kalbi hiç bilmediği duygular yüzünden acıyla kavruluyordu. Uyuyamıyordu ama uyusa bile güzel rüyalar görmeyeceğini biliyordu.

Mesaja cevap vermedi.

Telefonu yatağa, yanına koydu ve yeniden uzandı. Bedeni uyuşmuş gibiydi. Hiç iyi şeyler hissetmiyordu ve Gamze onu sürekli köşeye sıkıştırıyordu.

Beş dakika sonra bir mesaj daha geldi. Devrim bakmaya cesaret edemedi. On dakika sonra telefonu yeniden öttü. Devrim gözlerini sıkı sıkı kapadı. O mesajlara bakarsa aklını kaybedeceğinden endişe ediyordu.

Bir mesaj daha geldi. Genç adam dayanamayarak telefonun sesini kıstı ve komidinin üzerine koyarak yataktan kalktı. O mesajlara bakmamaya kararlıydı. Yarın hepsini okumadan sohbeti silmiş olacaktı.

Yatak odasından çıktı ve spor salonuna geçti. Işıkları yakıp ışıklandırmayı ayarladı. İçerisi loş bir aydınlıkta kalana dek düğmelere dokundu ve sonra koşu bandını çalıştırıp koşmaya başladı. Ter içinde kalana, yorulana kadar koştu. Artık bütün kasları itiraz ediyordu ama aldırış etmedi. Eğer yeteri kadar yorulursa uyuyabileceğini, kabus göremeyeceğini düşünüyordu. Bu akşam çok fazla şey yaşanmıştı. Hayaletlerin onu pusuda beklediğini hissedebiliyordu.

Koşu bandından ağırlık kaldırmaya geçti. Kolları yorulana kadar devam etti. Vücudu isyan içindeydi. Gözleri kapanıyordu ama bütün bunlara rağmen beyni ve kalbi hala Gamze'deydi.

Üç saatin sonunda kendisini duşa güçlükle attı ve sıcak bir duş aldıktan sonra yatağa uzandı. Telefonun köşesindeki o küçük nokta bildirim ışıklarıyla yanıp yanıp sönüyordu. O küçük ışığın yanıp söndüğü nokta Devrim'in beynine adeta çekiçle vuruyordu.

Genç adam dayanamayarak telefonu eline aldı ve saatin sabahın üçü olduğunu gördü. Gamze'den gelen on mesaj vardı.

Kendisine işkence ederek mesajları açtı.

"İyi geceler?"

"Mesajı okuyor cevap vermiyor musun yoksa telefonunu bir köşeye mi attın?"

"Devrim?"

"Söylediklerimin ağır olduğunu mu düşünüyorsun? Oysa ben sana daha hiçbir şey anlatamamışım gibi hissediyorum. Yavaş yavaş."

"Senin gibi bir iş adamının telefonunun başından ayrılmayacağını tahmin ediyorum. Öyleyse bu sessizlik niye?"

"Seni korkutuyor muyum?"

"Eğer üzerine çok fazla geliyorsam özür dilerim ama bildiğim tek yöntem bu. Daha önce hiç aşık olmadım. Ve senin bana gelmeni beklersem muhtemelen mezarda da beklemeye devam ederim."

"Son mesajımı gülerek yazdığımı bil. Aslında bana komik bile geldi. Fakat düşününce ruh eşleri diğer tarafta da birbirlerini buluyorlarmış bu yüzden seni mezarda da bekleyebilirim."

"Kesinlikle benden başka bir ruh eşin olmayacak. Her zaman bir insanın hayatı boyunca aşık olduğu kişilerden hangisinin öbür tarafta yanına geleceğini merak etmişimdir. Senin için diğer kadınlarla elbetteki savaşırım ama buna gerek yok. Senin beni seçeceğini biliyorum. Bunu gözlerinde gördüm. Aşkın artık nasıl bir şey olduğunu biliyorum sonuçta. :)"

"Tamam. Artık komik olmaya başladım. Burada durmuş cevap alamadığım mesajlar yazıyorum. Sorun değil. Bunları okuduğunu biliyorum. Ve mutlu rüyalar görmeyi dileyerek şimdi uyuyacağım. İyi geceler."

Devrim telefonu usulca bıraktı ve kendisine hiçbir şeyi düşünme izni vermeden derin bir uykuya daldı. Ve sabaha kadar gördüğü kabuslar yüzünden sırılsıklam bir şekilde defalarcakez uyanıp, tekrar uyudu.

*

Ertesi gün tamamen bitkin bir halde mutfağa girdiğinde, ablası ona şöyle bir baktı ve yüzü endişeyle gerildi. "Devrim? Ne oldu sana böyle?"

Genç adam dalgın bir şekilde elini yanağına bastırdı ve elini yakan sıcaklığı hissetti. "Ne olmuş?" diye sordu kısık bir sesle. Sabaha kadar uyuyamamıştı ve kendisini çok zorlu bir savaştan çıkmış gibi yıkık ve bitkin hissediyordu. Sadece soğuk bir su içmek istiyordu. Dolaba doğru yürürken Armağan önüne çıktı. "Eğil bakalım." Avucunu açtı ve bekledi.

Devrim gözlerini devirmek istedi ama yine de eğildi. Armağan elini onun alnına bastırdı, yanağına sürttü. "Yanıyorsun sen," dedi dehşetle. "Ne oldu sana böyle?" Kaşları endişeyle çatılmıştı. Devrim'e geri dönüşü olmayan bir hastalığa yakalanmış gibi bakıyordu.

Devrim vücuduna iğne gibi batan sızıları hissediyordu ama ayaktaydı ve iyiydi. O kolay kolay yataklara düşecek bir şekilde hastalık geçirmezdi. Muhtemelen ablası biraz abartıyordu.

"Abla iyiyim ben. Bir duş alırım şimdi." Buzdolabını açtı ve cam şişe çıkarıp suyu kafasına dikti. Sanki içi yanmış gibiydi ama su boğazından akarken de boğazını acıtarak gitmişti. Şişeyi bıraktı ve derin bir nefes aldı.

"Sen hiç iyi görünmüyorsun," dedi Armağan. "Hasta oluyorsun. İnsan bu mevsimde hasta mı olur? Hiç kendine dikkat etmiyorsun, hiç!"

Devrim kendine oldukça dikkat ediyordu. Ancak dün yaptığı saatler süren sporun da hastalığında büyük bir etkisinin olduğunu tahmin ediyordu. Ama içten içe içindeki sıkıntının buna sebep olduğunu düşünüyordu. İç çekti ve, "İyiyim ben." dedi. "Birazdan otele geçeceğim. Sen ne yapacaksın bugün? İstersen sen de gel, kahvaltıyı orada yapalım."

Armağan, "Otele falan gitmiyorsun." dedi. "Yukarıya çık ve ılık bir duş al. Ben de sana çorba yapacağım."

Devrim, ablasının çorba yapamayacağını biliyordu. Belki de yapabilirdi evet ama oldukça zorlanacağını tahmin ediyordu. "Abla sabah sabah çorba içmeyeceğim. Duşumu aldıktan sonra otele gidiyoruz." Mutfaktan çıkmaya yeltendi.

Armağan arkasından, "İtiraz istemiyorum!" diye bağırdı. "Duş alıp mutfağa iniyorsun. Ben halledeceğim."

Devrim sesini çıkarmayarak yukarıya çıktı. Ablasına belli etmemeye çalışıyordu ama gerçekten de çok bitkin hissediyordu. Bütün kemikleri ağrıyormuş gibiydi. Bir gecede nasıl bu hale düştüğünü bir türlü anlayamıyordu. Daha önce de kendini çok zorlayarak saatlerce spor yaptığı olmuştu ama hiç hastalanmamıştı. Beyninin içinde küçücük bir ses, Gamze yüzünden böyle olduğunu söylüyordu. Devrim o sesi duymazdan geldi.

Duş kabinine girdi ve ılık bir duş aldı. Ancak yere düşüp kalacağından korkarak aceleyle kurulanıp çıktı. Aşağıya inmeye üşenerek yatağın üzerine uzandı. Belki de ablası haklıydı. Hastalanıyordu ve nedenini bilmiyordu bile. Daha önce hiç böyle olmamıştı.

Yatağa uzandığı an gözleri kapandı. Bedenine hakim olabilen bir adamdı ancak şimdi yatağın üzerine yığılan bedenine söz geçiremiyordu. Canı yanarak gözlerini kapadı. Ablasının onu anlayacağını düşündü. Şu an da çorba içebileceğini zannetmiyordu.

Gözleri uykuya dalmıştı ki boğuk konuşma sesleri duydu. Kaşlarını çatarak gözlerini yeniden yumdu. Sesler gittikçe yaklaşıyordu ve Devrim sesleri ayırt edemiyordu. Boğuk bir konuşma sesiydi. Oldukça hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Sonra alnında buz gibi bir dokunuş hissetti.

İnleyerek elini kaldırıp alnına dokunan eli yakaladı ve alnına bastırdı. Çekmemesini istedi. Hararetle yanıyordu ve bu soğuk dokunuş ona çok iyi gelmişti.

Ablasının ona seslendiğini duyabiliyordu ama cevap veremeyecek kadar yorgundu. Alnındaki eli sıkıca kavradı. Ablasının elleri her zaman soğuk olurdu. Devrim onun için endişelenirdi. Ancak şimdi o soğukluğa ihtiyacı vardı. Ekim ayının başlarında olmalarına rağmen hava kararsız bir şekilde hala sıcaktı.

"Devrim, iyi misin? Ah Gamze. Çok korkuyorum. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim."

Gamze mi? Gamze de mi buradaydı? Devrim yüzünü buruşturdu ve alnındaki eli bıraktı. Gözlerini açmaya çalıştı ve tam üzerine eğilmiş ona elini uzatmış bir şekilde duran Gamze ile karşılaştı. Son derece dağılmış bir şekilde duruyordu. Saçları gelişigüzel bir şekilde topuz yapılmıştı ancak yataktan yeni kalkıp gelmiş gibi darmadağınıktı. Genç adam ona şöyle bir bakınca üzerinde bir eşofman altı ile kısa basit bir tişört giydiğini gördü.

Ve ona endişeli bir şekilde bakıyordu.

"İyi misin?"

Ablasının onu aradığına inanamıyordu. Bunu nasıl yapardı? Her hastalandığında artık onu mu arayacaktı? Gamze olmadan önceki hayatları nasılsa şimdi de öyle davranabilirdi. Gamze'yi aramasına ne gerek vardı? Bakışlarını ablasının endişeli bakışlarına çevirdi ve ona dik dik baktı.

Bu durumda bile dik dik bakabiliyor olması, hastalıktan ölmeyeceğinin işaretiydi. Kalkıp doğrulmak istedi. Ancak vücudunu doğrulttuğu an iki küçük el göğsüne dokundu ve onu yatağa doğru ittirdi. "Lütfen kalkma."

Ona doğru eğilmiş, çok yakınında duran güzel yüzüne baktı. Uykusuzluk gözlerine yansımıştı. Devrim bir an için acaba o da benim gibi uyuyamadı mı diye düşündü ancak bu düşünceyi kafasından attı.

Kaşlarını çatarak, "Ben iyiyim." dedi. "Otele gideceğim. Yapacağım işler var."

Gamze sert bir sesle, "Eğer bugün gitmezsen," diye çıkıştı. "...batmazsın. Hiç de iyi değilsin. O yüzden uzanacaksın ve sana yaptığım çorbayı içeceksin."

Devrim, "Çorba mı?" diye sordu. "Ben çorba içmem."

"Yazık," Gamze onun yanına oturdu ve komidine uzanıp tepsinin içine koyduğu bir kaseyi eline aldı.

Devrim hayretle ona baktı. Ne kadar zamandır uyuyordu? Gamze gelmiş ve ona çorba yapmıştı.

"Alnına sirke koyacak mıyız?" diye sordu Armağan. "Belki bir aspirin getirmeliyim. Ne yapacağımı bilmiyorum." Telaşla Gamze'ye bakıyordu. "Onu daha önce hiç böyle görmedim."

"Abla ölecekmişim gibi konuşmasana. Alt tarafı halsizim o kadar. Ve o çorbayı içmeyeceğim." Ablasına tehditkar bir bakış attı. "Sirkeyi söylememe bile gerek yok."

Yataktan kalkmaya çalıştı. "Otele gittiğimde kahvaltı yapar ve bir aspirin alırım. Bu kadar büyütmenize gerek yok."

Yataktan aşağıya ayaklarını sarkıtmıştı ki, hemen yanındaki kadın küçük bir çocuğu azarlar gibi, "Sen ne inatçı bir adamsın!" diye çıkıştı. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Telefonuna ve arabanın anahtarlarına el koydum." Kadın küçük sinirli bir nefes aldı ve Armağan'a döndü. "Sen onu dinleme. Bir aspirin ile küçük bir kabın içine soğuk su koyup getir. Ve tabiki bir de temiz bir bez. Ben bu hastalıkla iyi baş ederim çünkü sayamayacağım kadar kardeş ve yeğene sahibim."

Armağan gülümseyerek odadan çıkarken Devrim yüzünde en ufak bir yumuşama olmaksızın ona bakıyordu. Yan yana oturmuşlardı, Gamze ona dönüktü ama Devrim yataktan kalkmaya hazırdı.

Armağan odadan çıkar çıkmaz Gamze, Devrim'e döndü. "Beni zorlama Devrim Kuzgun. Çorbayı kendin mi içersin yoksa ben mi içireyim?"

Genç adam dişlerini sıkarak, "Neden buradasın?" diye sordu. Yataktan kalkmış ve hemen arabasına atlayıp gelmiş gibi görünüyordu.

"Armağan aradı ve çok hasta olduğunu, ne yapacağını bilemediğini söyledi. Ben de geldim."

"Neden?" diye sordu Devrim. Bariz bir kızgınlıkla ona bakıyordu. Dün bütün gece onu zihninden uzaklaştırmak için çaba harcamıştı ama yapamamıştı. İşte ertesi gün karşısındaydı ve bütün güzelliği ile ona bakıyordu. Ondan nasıl kurtulacaktı?

Gamze sanki ona iki artı ikinin üç yüz altı olduğunu söylemiş gibi hayretle bakıyordu. "Neden mi Dün gece yeterince neden saydığımı hatırlıyorum. Ama eğer yine istersen-"

Devrim sözünü keserek, "Çorbayı içersem gidecek misin?" diye sordu. Yeniden o kelimeleri duymak istemiyordu.

Gamze iç çekti ve ona birkaç saniye boyunca yalnızca dik dik baktı. "Sen iyi olduğun zaman gideceğim." Bakışları 'hadi itiraz et' der gibi meydan okuyordu ancak Devrim'in hali yoktu. Kucağında tuttuğu çorbaya baktı.

"Bu kadar kısa bir zamanda o çorbayı nasıl yaptın?" diye sordu.

Gamze, "Dün yapmıştım," dedi. "Akşam eve geldiğimde Galip de senin gibi halsizdi. Gece geç saatlere kadar onun başındaydım. Çorba ona iyi geldi. Sana da iyi gelecektir eminim."

Devrim onun bu odadan çıkmasını istiyordu ama iyi olmadan gitmeyeceğini söylüyordu. Uzanıp kaseyi almaya çalıştı ancak eli titreyince Gamze kaseyi geri çekti. "Ben içireceğim."

"Hayır."

Genç adamın itirazı çok netti. Buz gibi bakışlarla onu süzdü ve kaseyi elinden alıp içmeye başladı. Sıcaktı ve lezzetliydi. Gamze onun için ekmeği küçük parçalara ayırmaya başlayınca bakışlarını ona çevirdi ve, "Ben yaparım." dedi.

Gamze sesini çıkarmadan ekmekleri küçük lokmalar haline getirdi ve Devrim'in yemeğini yemesi için biraz geri çekildi. Genç adam onun önünde, onun yaptığı çorbayı içiyordu ve bu durum hiç ama hiç hoşuna gitmiyordu. Onunla her zamanki irade savaşını sürdürecek gücü kendisinde bulamıyordu.

Çorbayı yavaş yavaş içerken Gamze de sessizce yanında duruyordu. Armağan bir türlü gelememişti. Devrim, onun bilerek Gamze ile kendisini yalnız bıraktığından emindi.

"Nasıl oldu da bu kadar hasta olabildin?" diye sordu Gamze. "Ateşin neredeyse kırka çıkmıştı."

Devrim sessiz kaldı. Konuşmak istemiyordu.

"Ekmekleri de ye."

Genç adam ona sert bir bakış attı.

Gamze, "Hiç öyle tatlı tatlı bakma," diye konuştu. "O ekmekler yenecek. Sonra ilacını içeceksin ve uzanacaksın. Üstünü örtmeyeceksin."

O konuştukça bir şeyler Devrim'in boğazını sıkıyordu. Bir yanı da sesinin ne güzel olduğunu düşünmeden edemiyordu. Sabahın bu saatinde işte, odasındaydı ve onun için endişeliydi. Bunu konuşmasından da anlayabiliyordu genç adam. Gamze her zamanki umursamazlığından daha fazla umursamaz olmuştu. Devrim onu hiç korkutamıyordu.

"Bir keresinde kardeşim Efe çok fena hasta olmuştu. O zamanlar da basketbol oynuyordu ama şimdiki gibi profesyonel değildi. Yediğine içtiğine çok dikkat ediyordu. Hasta olduğunda bir hafta boyunca yatakta yatmıştı. İnatçıydı, aksiydi, hiç çekilmezdi. Etrafında kimseyi istemiyordu."

Devrim homurdandı.

Bu homurdanmanın Efe ile aynı fikirde olduğu anlamına geldiğini Gamze'nin bildiğini biliyordu. Genç kadın tatlı bir şekilde gülümseyince Devrim bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı. Onun gülümsemesinde öyle bir şey vardı ki, uzun uzun bakamıyordu.

"Dolayısıyla Efe'nin bütün itirazlarını görmezden geldim ve onun başından hiç ayrılmadım."

Genç adam, "Çorbamı içiyorum," dedi. Açıkça ona, Efe'nin başında beklediği gibi kendisinin de başında beklememesini söylüyordu. Ekmek de yedi ve çorbayı bitirdiğinde onun için koyulan bir bardak suyu da içti.

Armağan da o sırada geldi. Kucağında küçük bir tas tutuyordu.

Devrim ona, neden bu kadar geciktiğini sormak istedi ancak kendisini tuttu. Uzattığı aspirini içti ve sonra ayağa kalktı.

İki kadın da, "Nereye?" diye bağırdı.

Çileden çıkmış bir şekilde, "Dişlerimi fırçalayacağım." diye mırıldandı ve ağır adımlarla banyoya geçip kapıyı gürültüyle kapattı.
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu