Peri ve Kuzgun 32. Bölüm



Bölüm 32 : Peri Gibisin

Özlem. Hissettiğim şey derin bir özlemdi. Onu gördüğüm anda içimden geçen ona sadece sarılmak ve sıcaklığını hissetmekti. Onun ne tepki vereceğini, ne düşüneceğini, bana nasıl bir tavır sergileyeceğini hiç düşünmemiş sadece ve sadece günler sonra onu görmenin mutluluğu ile arkasından koşmuştum.

Şarkı söylerken ve şarkıyı ona ithaf ederken onun orada olduğunu bilseydim birkaç söz daha söylerdim. Beni o haldeyken gördüğünü bilmek nefesimin kesilmesine neden oluyordu. İtiraf etmem gerekirse biraz da utanmıştım. Beni o halde görmesini ister miydim emin değildim. Platformdan inerken onun da kalabalığın arkasında ikinci katın merdivenlerinden aşağıya indiğini görünce az kalsın düşecektim. Kalbimin durduğunu hissetmiştim. Kısacık bir an nefes alamamış ve sonrasında mutlulukla dolmuştum. Dönmüştü! Acaba ne zaman dönmüştü?

Onunla aynı mekandaydık ve benim bundan geç haberim oluyordu. Buraya kiminle gelmişti? Onun burada ne işi vardı? Göz göze geldiğimiz ilk andan sonra hemen aklımdan geçenler bunlardı. O beni görmezden gelerek çıkışa doğru yürümeye başladığında panik içimi kuşatmıştı.

Barda oturan Neşe'yi unutarak peşinden ilerlemeye çalışmıştım.

Onun hızlı ama sakin adımlarla bardan uzaklaştığını görünce topuklu ayakkabılarımın üzerinde daha hızlı ilerlemeye başlamıştım. Onu nasıl durduracağımı, ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadece onunla konuşmaya, onun gözlerine bakmaya duyduğum ihtiyaçla kavruluyordum. Gözlerimin istemsizce dolduğunu hissederek arkasından koştum.

Omuzlarının gerginliği benim hissettiğim gerginlikle boy ölçüşüyordu. Ama özlemim bütün duygulardan ağır basıyordu. Artık içimde tutamayacak, ondan saklamayacaktım. Bununla yüzleşmesi gerekiyordu.

Benim bu durumla yüzleşmem kolay olmuştu. Onun ne tepki vereceği ise belirsizdi ve bu belirsizlik beni endişelendiriyordu.

Avazım çıktığı kadar "Devrim!" diye bağırdığımda durdu. O durunca benim de kalbim durdu. Ona doğru hızlı hızlı ilerlerken o sakin bir yavaşlıkla döndü ve bana baktı. Kaşlarını çatmıştı. Açıkça rahatsızlığını belli ediyordu.

Sanırım beni görmekten hoşlanmamıştı. Ya da hoşlanmıştı ama belli etmek ve bu durumu kabullenmek istemiyordu. Bütün kalbimle ikincisinin olmasını diliyordum.

Rahatsız görünse bile onu gördüğüm için o kadar mutluydum ki gülümsemeden edemiyordum. Hiçbir şey düşünmeden ayaklarımın üzerinde zıpladım. İçimde duyduğum ihtiyaç ve kuvvetle kollarımı kaldırdım ve bedenimi onun bedenine çarptım. Beni yakalamak için anında ellerini belime koydu ve geriye doğru sendeledi. Kollarımı boynuna sıkı sıkıya doladım ve yüzümü boynuna gömdüm.

O mis gibi tıraş losyonunun kokusunu içime çektim. Teninin sıcaklığına sokuldum ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim.

Ah!

İşte dinmişti özlemim! Hasretim! Yoksunluğum...

Kendimi tanıyamaz olmuştum.

Bu kadar derin bir duyguyu hissedemeyeceğimi sanıyordum. Oysa şimdi hepsi sanki o yokluğu hissetmemişim gibi yok olmuştu. Varlığı, kokusu, sıcaklığı bütün yokluğu parça parça dolduruyordu.

Geriye doğru sendeledi ancak durdu. Belimi tutan ellerinin varlığını hissedebiliyordum. İnce elbisemin altından sıcak parmaklarının ısısını hissedebiliyordum. Sert göğsü yumuşak göğüslerimi ağrıtıyordu çünkü kendimi ona sıkı sıkı yaslamıştım. Varlığını özümsemek istiyordum. O yokken zihnime depoladığım varlığına sarılmak ve hasretimi öyle dindirmek istiyordum. Çünkü aşk öyle bir kördüğümdü ki. İnsan dünyada yarım kalan eşini bulduğu zaman büyük bir ihtiyaçla onu görmek, ona tutunmak, ona sarılmak ve onun tarafından sevilip sayılmak istiyordu.

Aşık olduğunu söyleyip de özleme dayanabilen insanları anlayamıyordum o yüzden.

Yoksa bu benim deliliğim miydi? Aşırı mı seviyordum? Ama aşk zaten aşırı sevmek değil miydi? Bir sınırı yoktu, varsa bile kendimi o sınırda hissediyordum.

Ellerimi geniş omuzlarına yaydım ve sırtındaki gergin kasları okşadım. Saniyeler geçmesine rağmen hala ona sarılı vaziyette duruyordum. Ve anlam veremediğim bir şekilde ağlıyordum da. Boynu gözyaşlarımla ıslanıyordu. Hızlı hızlı alıp verdiği nefesi duyabiliyordum. Göğsüme değen göğsünün hızlı hızlı inip alçalmasından kalp atışlarının hızını da anlayabiliyordum.

Öyle güzel atıyordu ki. Sanki korkuyor, sanki etkileniyor, sanki geriliyor gibiydi. Bunların hepsinin olmasını istiyordum.

Konuşmak, ona bir şeyler söylemek için ağzımı açtım. Ancak diyecek hiçbir şey bulamadım. Aramızdaki çizgiyi hiç bu kadar net bir şekilde aşan olmamıştı daha önce. Onu korkuttuğumu, şaşırttığımı biliyordum.

Gözlerimi yumdum ve kokusunu içime çektim. Ellerinin hala belimde olduğunu hissedebiliyordum. Ne sarılıyordu ne de kollarını oynatıyordu. Sadece beni dengede tutmak için elleri oradaydı.

Dayanamayarak yüzümü kaldırdım ve hafifçe geriye çekip gözlerinin içine bakacak cesareti kendimde buldum.

O kadar kaybolmuş görünüyordu ki, onun için korktum.

TIKLA! Sıfırdan Başlama, Başladığın Yolu Devam Ettir

Güzel yüzünü süzdüm. Gecenin karanlığında sokak ışıklarının altında parıl parıl parlayan gözlerinin içine baktım. Rahatsızlıkla büktüğü dudağına, dişlerini sıktıkça oynayan çene kaslarını hayranlıkla izledim. Hala onun boynuna doladığım kollarımdan birisini sürüyerek elimi kirli sakalının üzerine, yanağına bastırdım. Gözle görülür bir şekilde gerilmesine rağmen kendini geri çekmedi.

İçimden gelen kuvvetli bir duyguyla, "Özledim." diye fısıldadım. Gözyaşlarımdan onu zorlukla görebiliyordum. Elimin tersiyle gözlerimi sildim ve yeniden yanağına dokundum. "Çok uzun sürdü..."

Acı çekiyormuş gibi görünerek, "Gamze.." diye fısıldadı ancak sustu.

Ona o kadar yakındım ki ılık nefesini hissedebiliyordum.

"Görebiliyor musun?" diye fısıldadım. Sesim boğuk boğuk çıkıyordu. "Ne halde olduğumu görebiliyor musun? Ben hiç böyle olmamıştım..." Hıçkırmamak için derin derin nefesler aldım ve ona yeniden sarıldım. Yüzümü boynuna gömdüm ve kokusunu içime çektim.

Onun da bir iç çektiğini duyduktan sonra kollarının beni sıkı sıkı sardığını hissettim. Kalbim tekledi. Bir an için onun kokusunda boğuldum ve sonra vücudum ona doğru çekildi. Adeta sarsıldım. Kollarının sıkılığında kendimi kaybettim. Sanki ruhum tamamlanmış gibi hissettiğim için deli miydim? Beni sıkı sıkı saracağını nereden bilmiştim?

Yüzünü saçlarımın arasında hissedince titredim. Bütün hücrelerimde sanki hiç yaşam yokmuş, onun bir dokunuşu, bir sarılışıyla yeniden hayat bulmuş gibiydim.

Saçlarımı ezen dokunuşunu hissettim. Arasına girmeye çalışan yüzünü, derin bir nefes alışını sonra kollarıyla beni daha sıkı sarışını sanki başka bir dünyada yaşıyor gibiydim. İmkansızlıkların imkan bulduğu bir dünyada.

Gözyaşlarım hızını arttırdı. İnanamayarak ona daha çok sokuldum.

Sonra konuştu.

"Bunu neden yapıyorsun?" Sesi acı çeker gibiydi. Sanki canını yakıyormuşum gibi güçlükle nefes alıyordu. Ancak beni öyle bir sarıyordu ki, sarsılıyordum.

Boynuna doğru, "Sen bana ne yapıyorsun asıl?" diye fısıldadım. "Aklımdasın, kalbimdesin... özlüyorum. Görememek, sesini duyamamak...gözlerinin içine bakamamak." Geriye doğru çekilip yüzüne bakmak istedim ama buna izin vermedi. Elini saçlarımın arasına soktu ve can havliyle saçlarıma tutundu. Beni boynunun girintisine bastırdı. Ruhum, kalbim, dizlerim ..her yerim titriyordu.

"Bana ne yapıyorsun?" diye inledi bir kez daha. "Neden benden uzak durmuyorsun?"

Yüzünü saçlarıma sürdü. "Neden peşimi bırakmıyorsun? Neden anlamak istemiyorsun?"

Bu sefer beni ne kadar sıkı tutuyor olursa olsun başımı kaldırdım ve onun yüzüne baktım. Gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce söyleyeceğim ne varsa unuttum. Acıyla, kalbimde beliren merhametle, "Devrim.." diye fısıldadım ve iki elimi de kaldırıp yanaklarını avuçlarımın içine aldım. Parmak uçlarımla gözlerinin altına dokundum. Bir yaşam iksiri gibi değerli olan gözyaşlarına dokundum.

Ağladığını görmemem için kendisine çekip sıkı sıkı sarılan bu adamın kalbinde nasıl sevgi olmazdı ki? Göremiyor muydu? En içten sarsıldığının, bu dünyaya sevgiyi yaşamak için geldiğini göremiyor muydu?

İncinmiş, kırılmış, paramparça olmuş bir acıyla bakıyordu gözlerime. Sessiz sessiz ağlıyordu. Onun gözyaşlarını görünce daha da çok akmaya başladı gözümdeki yaşlar. Onun gözyaşlarını görünce içimde bir parça koptu. Ben onu kıyamazken eller ona kıymıştı. Kollarıyla beni sıkı sıkı saran bu adam, acılarla dolu bir beden taşıyordu yalnızca.

"Devrim," diye fısıldadım bir kez daha ve sonra dayanamayarak yükseldim ayak uçlarımda. Dudaklarını değil, gözlerini öptüm.

Derin bir iç çekti ve gözlerini kapattı. Kolları vücuduma sıkı sıkı sarılıydı.

O sırada sokaktan geçen bir araba tam aşağıda durdu. Gürültülü bir müzik çalıyordu ama ben bu şarkıyı bir yerlerden duymuştum. Sezen Aksu, Her Şeyi Yak.

Sürücü kimseye, polislere bile aldırmadan son ses müzik dinliyordu. Sezen'in insanın içini sızlatan sözlerinin arasında Devrim'in kirpiklerine dokundum parmak uçlarımla. Şu an, bütün savunmasını kırdığımı biliyordum ama yine biliyordum ki onu bıraktığım an kendi kabuğuna çekilecekti.

Kirpikleri titriyordu. Parmak uçlarımla gözlerinin çevresine dokundum ve sonra elimi yayarak saçlarını taradım. Sonra dayanamayarak başını aşağıya çektim ve alınlarımızı birleştirdim.

"Söylemek istiyorum," diye fısıldadım gözlerimi kapatarak. "Sana duygularımı anlatmak istiyorum."

"Hayır," diye itiraz etti çatlak bir sesle ve eli yeniden saçlarımın arasına girdi. Başımı hafifçe çevirdi. Alnını, yüzünü saçlarıma sürttü. Kokumu soluyor gibiydi. Sanki doyamıyor gibiydi. Parmakları beni öyle sahiplenici bir şekilde tutuyordu ki, titriyordum. Sokak ortasında olmamız umurumda bile değildi. Ona böyle sarılı bir şekilde kalmak istiyordum. Geçen günler önemsizdi. Onunla burada, böyle olmak harikaydı.

"Hiçbir şey söyleme." Sesi titriyordu. Çenesini şakağıma dayadı. Gözlerimi yumdum.

Daha önce hiçbir erkekle böyle hissetmemiştim. Hem bu kadar güçlü hem de zayıf. Biraz çaresiz ve tamamiyle gerçek bir duyguyu paylaşmamıştım hiç. Bu adam bütün dengemi altüst etmişti.

"Ama bilmeni istiyorum," dedim hıçkırır gibi. "Bilmeni istiyorum. Korkmamanı istiyorum. Bizim için savaşacağımı bilmeni istiyorum."

"Sus Gamze.. sus!"

"Ama susmak istemiyorum. Beni her zaman böyle sıkı sıkı saracağını biliyorum, sana güveniyorum. Yalnızca izin ver.. izin ver bizim için savaşayım."

Bunları söylerken yüzüne bakmak istiyordum ama onun gözlerime bakacak cesaretinin olmadığını bildiğimden öylece duruyordum. Dolu gözlerini gördüğüm an hissettiğim duyguyu bir daha yaşamayı istemiyordum. Sanki göğsümü parçalamışlar gibi derin bir sızıyla sarsılmıştım.

"Sus. Sadece sus."

"Devrim... seni sevi-"

Sözümü bitirmeme izin vermeden birden beni bırakınca dengemi kaybettim ve geriye doğru savruldum. Beni kendinden öyle bir uzaklaştırmıştı ki, şaşkınlıkla yere düşmemek için kendimi iki ayağımın üzerinde tutmaya çalıştım.

Sonra onun dehşetle açılmış gözlerine baktım. Yanaklarından aşağıya inmiş ve ışıkların altında parıl parıl olan ıslaklıkları görünce dayanamayarak ona doğru bir adım attım ama o elini kaldırıp aramıza koyunca yapamadım.

"Dur," diye fısıldadı boğuk bir sesle. "Dur artık!"

Birkaç saniye boyunca onun beni reddedişini, yeniden kabuğuna çekilişini izledim. Sonra arkasını dönüp gitmeye kalktı ve bağırdım.

"Seni seviyorum!"

Sanki ona vurmuşum gibi sarsıldı ve ellerini kaldırıp kulaklarını kapattı. Hızla yürüyerek önüne geçtim ve gözlerinin içine baktım. Heceleyerek, yarı hıçkırık yarı fısıltı dolu bir sesle, "Duydun mu beni?" diye sordum. "Se-ni se-vi-yo-rum!"

Ellerini daha sıkı bastırmaya çalıştı ama ben uzanıp ellerini kulaklarından çektim. Burnunun dibine girerek yüzümü yukarıya kaldırdım ve gözlerinin içine en yakından baktım. "Ne yaparsan yap, bunu söylememi engelleyemezsin."

Gözlerini kapattı ve sanki söylediğim şeyi sindirmeye ihtiyaç duyuyormuş gibi derin bir nefes aldı.

Sonra ne olduğunu anlayamadan bir elini kaldırdı ve beni ensemden tutup kendine çekti. Alınlarımızı birleştirdi.

"Peri gibisin," diye fısıldadı gözleri kapanırken. Yüreğimi hoplattığının farkında değilmiş gibiydi. "Peri gibisin...Peri. Işıltılı. Güzel ve iyi. Ve sevgi dolu. Ve beni seviyorsun. Mühim bir şey bu. Çok mühim. Çok mühim Peri."

Kalbimi tutmuş gibi heyecanla kapalı gözlerine baktım. "O zaman izin ver," diye fısıldadım yüzüne. "Bu kadar mühimse, izin ver.."

"Olmaz," dedi itiraz ederek. Canını yakmışım gibi çıkmıştı sesi. "Olmaz! Anlamıyor musun Peri? Anlamıyor musun? Olmaz!"

"Neden olmaz?" dedim onun göğsüne ellerimi koyarak, ondan destek alarak. Başımın arkasında duran elini çekmesini istemiyordum. "Neden olmaz? Niye olmasın? Bana izin ver ve ben-"

"Peri...Peri...Peri...sus, sus. Sus. Sus. Sus. Git. Yalnızca git. Beni zavallılığım ve yalnızlığımla tek başına bırak. Senin, sevmek için yaratılmış yüreğine, azaptan başka bir şey veremem. İşte ben buyum. Sadece git."

"Kes şunu," diye haykırdım göğsüne vurarak. "Sen zavallı ya da yalnız değilsin. Eğer izin verirsen istemediğin kadar kalabalık olacaksın!"

Gözlerini açtı ve gözlerimin içine baktı.

Ona ne demek istediğimi anlamış olmalıydı. Doğrudan dile getirmesem de onunla evlenmek istediğimi anlamış olmalıydı. Ve ondan düzinelerce çocuk istediğimi, onunla kalabalık bir yuva kurmak istediğimi anlamış olmalıydı.

Bakışlarında gördüğüm şey korkuydu. Onun gibi bir adam sevgiden ve aşktan nasıl bu kadar korkardı? Yaşadıkları şey normal değildi ama insan ölene kadar böyle kalmayı nasıl isterdi?

"Beni burada bekle, içeriden çantamı alıp geleyim," dedim gözlerinin içine bakarak. "Bir yerlere gidelim ve konuşalım. Lütfen." Elimi göğsünden kaldırıp yanağına koymak istedim. Ancak alınlarımızı ayırıp geriye doğru çekilince elim havada kaldı. Ensemdeki elini de çekti ve beni yine yalnız bıraktı.

Başını iki yana salladı.

Ona doğru bir adım attım ama o geriye doğru bir adım atarak benden uzaklaştı. Aklındaki puslu düşünceleri dağıtmak istermiş gibi sürekli kafasını iki yana sallıyordu. Üzücüydü. Onu böyle görmek üzücüydü. Gözyaşlarım yeniden akmak için gözlerimi yakıyordu.

Derin bir sızı göğsümün ortasında dönüp duruyordu.

"Bundan sonra," diye mırıldandı gözlerini kaçırarak. "Birbirimizi görmeyeceğiz. Görsek bile-"

"Bu mümkün bile değil," dedim sinirlenerek. "Seni göreceğim. Sen istemesen de seni göreceğim. Kaçıyorsun! Kaçma ve mertçe yüzleş benimle. Ben bir kadın olarak senden bile daha mert olabiliyorsam, pekala sen de olabilirsin." Ona dik dik baktım. Yakasına yapışmak ve onu sarsmak istiyordum. Kendine getirilmeye ihtiyacı vardı.

Bakışları beni buldu ve sessizce baktı gözlerime. Sessizliği sokaktan geçen arabaların sesini bile bastırabiliyordu. Sokağın kenarına park etmiş, son ses müzik dinleyen o serserinin sesini bile. Şimdi başka bir Sezen şarkısı çalıyordu. Sen de Benim Kadar Gerçekleri Biliyorsun.

Yitip giden sözlerin arasında Devrim'den ve kendimden bir parça vardı sanki. Anlaması için ona uzun uzun baktım.

Devrim de baktı. Sessizliğimiz bizim yerimize konuştu. Bana bunun bir sonu yok demek istiyordu.

Kaçmayı, savaşmamayı tercih ediyordu çünkü o artık ölü bir adamdı. Çünkü o benim aydınlığımı yok ederdi.

Hiç düşünmeden, "Ya benim aydınlığım, senin karanlığını yıkarsa?" dedim adeta çıkışır gibi.

Armağan'ın bana söylediği gibi. Dişlerini sıktı ve bakışlarını yeniden kaçırdı. Kızgınlıkla, "Abla..." diye kendi kendine mırıldandı.

"Ona kızma," diye karşı çıktım. "Sen benden kaçıyorsun."

İnanamayarak bana döndü ve bir iki adımda hemen önümdeydi. "Ne istiyorsun?" diye fısıldadı sert, çok sert bir sesle. "Ne?"

Bana bu kadar yakınken aklımdan sadece onu öpmek geçiyordu ama kalbine bir zarar gelsin istemiyordum. Henüz onunla işim bitmemişti. Az önce ağlayan o adamdan eser kalmamıştı sanki. Kabuklarını yeniden oluşturuyordu. Aramıza daha da geçilmez duvarlar örüyordu.

"Bana hala bu soruyu mu soruyorsun?" dedim gözlerinin içine bakarken. "Anlayamıyor musun ne istediğimi?"

"Sana veremeyeceğim bir şeyi istiyorsun." Göğsü hızla inip kalkıyordu. "Sana asla veremeyeceğim bir şeyi istemeye devam ediyorsun!"

"Aşk kolay kazanılmıyor zaten," diye fısıldadım. "Benim de kolay olanı seçmeye niyetim yok. Bu yaşıma kadar evlenmediysem eğer, demek ki karşıma sen çıkacağın içinmiş." Çenesini oynattı ve bariz bir öfkeyle süzdü yüzümü. Ancak ondan etkilenmeyerek devam ettim. Çünkü nihayet ona içimdekileri anlatabiliyor olmak önemliydi. "Seni bırakmaya hiç niyetim yok Devrim Kuzgun. Sen bir kuzgun olabilirsin, karanlığın içinde kendini kaybolmuş gibi hissedebilirsin ama bana az önce söyledin. Bana Peri dedin. Işıltılı olduğumu söyledin ve karanlık küçücük bir ışıltıdan öylesine çok korkar ki, senin karanlığın da benden korkacak. Ve seni zor bırakacak. Ama ben seni oradan çekip alacağım." Elimi kaldırdım ve işaret parmağımla göğsünü dürttüm. "Bundan sonra... gerçekten ama gerçekten beni etrafında görmeye alışsan iyi edersin Kuzgun. Çünkü seni peri sihrimle her zaman takip ediyor olacağım. Sen istemesen bile."

Konuşmasına fırsat vermeden ayaklarımın ucunda yükseldim, ellerimi kollarına koydum ve tir tir titreyen dudaklarımı onun alev alev yanan yanağına bastırdım. Gözlerimi kapattım ve yumuşacık tenini içimden geldiği gibi doyasıya öptüm. Onu sarstığımı, onu derininden yakaladığımı biliyordum ve şu an için bu bile bana yetiyordu. Onu seviyordum.

Dudaklarımı yanağında uzun süre tuttum ve sonra teması hafifçe kesip gözlerine baktım. Kopkoyu olan bakışlarında kendi yansımamı gördüm. İç çekerek, "Hoşçakal." diye fısıldadım ve ellerimi kollarından çektim.

Arkama bakmadan yeniden kulübe doğru yürümeye başladım. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde dengede durabildiğime şaşırıyordum çünkü onun yüzünden, tamamen onun yüzünden sarhoş olmuşum gibi hissediyordum. Arkama bakmamak için direnerek kulübün kapısına vardığımda duraksadım.

Sadece, "Dön bak," diye fısıldadım kendi kendime. "Dön ve bak. Eğer hala oradaysa seni gerçekten seviyordur ama değilse korkup kaçmıştır."

Dönüp kendi biçtiğim sonuçla yüzleşmek istemiyordum ama orada durmuş benim gitmemi izleyip izlemediğini merak ediyordum. Orada durup beni izlediğini görmek istiyordum ama bir yandan da eğer gitmişse hissedeceğim hayal kırıklığını kaldıramayacağımdan korkuyordum.

"Hanımefendi içeriye girecek misiniz?" Kulübün girişinde duran müdavimlerden birisinin sesiyle olduğum yerde sıçradım ve dayanamayarak arkama baktım.

Devrim'i, onu bıraktığım gibi,çaresiz bir şekilde beni izlerken bulunca hissettiğim rahatlığa inanamadım. Elimi duvara yaslayarak derin bir nefes aldım ve ona son bir kez baktıktan sonra içeriye girdim. Kalabalığın arasından sıyrılarak Neşe'nin oturduğu yere doğru ilerledim. Onu barmenle sohbet ederken buldum.

Hiç aram olmamasına rağmen deli gibi içki içmek istiyordum. Kendimi güçlükle Neşe'nin yanına attım ve dirseklerimi bara yaslayarak kafamı ellerimin arasına aldım. Bütün dünya küçülmüş de her şey üstüme gelmiş gibi hissediyordum. Ama bir yandan da ona duygularımı açıkladığım için mutluydum. Ona sarıldığım, özlemimi biraz olsun dindirdiğim için de mutluydum.

"Gamze? Ne oldu? Fırtına gibi gittin. Kavga mı ettiniz yoksa?"

"Onu gördün mü?" diye iç çektim.

"Evet. Yoksa peşinden gelirdim. Ne oldu? Seni üzdü mü?"

"Ah Neşe!" diye inledim karmakarışık olmuş duygularımla. "Ne hissedeceğimi bilmiyorum. Ama onu kırdım. Bir parça da olsa açılmasını sağladım. Artık sadece..."

Cümlemi nasıl tamamlayacağımı bilemeden öylece sustum ve arkadaşımın yüzüne baktım.

"Artık sadece, ne?"

Ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baktım. "Bilmiyorum. Az önce onun yanındayken çok mutluydum. Bana karşı koymasına rağmen çok mutluydum. Ama şimdi kendimi yalnız hissediyorum. Göğsümün ortasında bir boşluk var Neşe. Sanki onun yanında olmazsam beni unutacakmış gibi hissediyorum. Ne kadar çocukça bir şey halbuki bu hissettiğim."

Elini kaldırdı ve sırtıma koydu. Kalbim kaynıyordu.

"Ah güzel arkadaşım. Çocukça değil. Sevdanın tadına bakan herkes yaşar bu telaşları. Acaba beni düşünüyor mu der, acaba ben yanında değilken beni unutuyor mu der. Oysa kalp hiç unutmaz. Unuttum dese bile unutmaz." Sırtımı sıvazladı. "Sen anlat bakalım neler oldu buradan çıkınca?"

Ona her şeyi anlattım. Aklım allak bullak olmasına rağmen her şeyi detaylandırdım. Söylediği şeyleri, bana nasıl sarıldığını, ensemden tutup nasıl kendine çektiğini ve alnını alnıma yasladığını, kollarının arasında nasıl da mutlu olduğumu. Gürültülü müziğe rağmen sesimi ona duyurabildim ve kısa bir an için de olsa sanki onun yanındaymışım gibi o anıları yeniden yaşıyormuşum gibi hissettim.

Aşkımı da uzun uzun anlattığım konuşmam bitince Neşe'ye baktım.

Ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu ve ben utangaç bir gülümseme ile omuz silktim.

"Dışarıda bir fırtına esmiş resmen," diye bağırdı.

"Sana demiştim: eğer onu fırtınalı bir aşk değiştirecekse o fırtınayı ben başlatacağım." Kararlı bir şekilde başımı salladım. "Gurur ya da onur... bunları umursamıyorum. Çünkü ben aşkım için savaşıyorum. Devrim'in bana aşık olabileceğini biliyorum Neşe. Bana kapıldığını hissettim. Bunu hareketleri ile de o kadar belli etti ki," İşaret parmağım ile baş parmağımı bir araya getirdim. "İçimde şu kadarcık bir şüphe kaldıysa bile artık yok. Onun da beni istediğini biliyorum. Onun bizim için savaşacak gücü yok, ama benim var. O yüzden savaşacağım."

Neşe'nin gülümseyen yüzüne baktım ve ekledim. "Ben evlenmek istiyorum arkadaş! Öyle yoldan geçen sümsük birini mi bulacaktım? Devrim olsun istiyorum.Ondan çocuklarım olsun istiyorum. Belki üçüz doğururum? Belki ikiz? Onunla bir yuva kurmayı o kadar çok istiyorum ki kendime bile şaşırıyorum. İçimde beni yönlendiren bir kişi var sanki."

"Aşk," diye bağırdı Neşe. "Seni yönlendiren şey aşk. Ve kabul et Gamze, bu aşk seni mutlu ettiği kadar acıyla da boğacak."

Bilmiyor muydum sanki? Bunu sevdiğim adamın gözyaşlarında görmüştüm. Hissetmiştim. O gözyaşlarını öpmüştüm. Aşkın mutluluk kadar çok beter bir acıyı da getirdiğini biliyordum. Bunu kabullenerek o adama bir söz vermiştim.

Madem bana Peri demişti, ki bunu öyle güzel söylemişti ki içim erimişti, o zaman onun dediği gibi Peri ışıltımı onun güzel yüreğine saçacak ve bir fidan gibi içinde yetişmeyi bekleyecektim.

Onu seviyordum. Bütün mesele de buydu.
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu