Peri ve Kuzgun 31. Bölüm


Bölüm 31 : Kendini Bana Ver

Bir hafta sonunda kafayı sıyırmak üzereydim. Bu yeni beni tanıyamıyordum. İçimdeki şiddetli özleme de bir anlam veremiyordum. Onu neredeyse bir haftadan fazladır görmüyordum. Armağan ile birlikte şehirden ayrıldıklarından beri. Geri dönüp dönmediklerini de bilmiyordum çünkü Armağan'ı arayıp rahatsız etmek istemiyordum. Aksi gibi o da beni aramamıştı. Devrim'in beni aramasını zaten beklemiyordum.

Ancak onu görmemin üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti. İnsan özlüyordu. Şimdi kardeşlerimi daha iyi anlıyordum. Efe'nin, Zeynep bakım evindeyken sürekli onun yanına gidişine bir anlam veremediğim zamanları düşünüyor kendime kızıyordum.

İnsan anlayamayacağı bir şeyi zorla anlamaya çalışıp, üzerine bir de kendince bir yorum katınca yapabileceği en aptalca şeyi yapmış oluyordu.

Onunla çok fazla anımız yoktu. Bütün anılarımızda da benden kaçmanın bir yolunu bulmuştu. Anılarımız gözümün önünden geçerken gülümsemeden edemedim. Her defasında beni çıldırtmanın yolunu bulmuştu ama defile gecesi yaşadıklarımızı unutamıyordum.

Park ettiğim arabama arkadan gelip çarpan adamın durumunu öğrenmek için hastaneye beni o götürmüştü. Tek başına taksi durağında beklememem için o da gelip benimle beklemişti. Ama ondan önce arabasında oturarak beni gözetmemişti. Sonrasında yanıma gelip benim gibi bir bardak çay içmişti.

"Kedi görmüş ciğer gibi ne gülümsüyorsun öyle?"

Düşüncelerimden sıyrılmama neden olan Leyla'ya kaçamak bir bakış attım ve iç çektim. Ekim ayının hafif serin akşamında odamın terasında sallanan koltuğa oturmuş gökyüzünü izliyordum. Telefonumu özellikle içeride, kendimden uzak tutuyordum ki Devrim'i ya da Armağan'ı arayarak kendimi küçük durumuna düşürmeyeyim.

"Son günlerde bir garipsin." Gülümseyerek yanıma oturan Leyla'ya baktım.

Dalgın dalgın, "Öyle mi?" diye sordum.

Leyla ile küçüklükten beri birbirimizi tanırdık. Ailelerimiz yakın olduğu için çocukluğumuz hep beraber geçmişti. Bunun dışında onunla çok iyi iki arkadaştık. Yaşlarımızın yakın olmasından dolayı sürekli beraberdik. Birbirimizin her türlü sırrını bilirdik. Aramızda güçlü bir bağ vardı ve ben son zamanlarda, hissettiğim karışık duyguları birilerine anlatmak için ölüyordum. Leyla'ya bir kısmını anlatmıştım da, ama ona ne kadar vurulduğumdan haberi yoktu hala.

"İyi misin güzelim?"

Gözlerimi kapattım ve iyi olup olmadığımı düşündüm. Biraz umutsuzdum, biraz özlemiştim, biraz da kaygılıydım. Bir iş kadını olarak halletmem gereken şeyler vardı - bir kısmını da halletmiş sayılırdım ama aklımı kurcalayan erkek yüzünden hayatıma odaklanamıyordum.

"Biraz karışığım," diye mırıldandım gözlerimi açarak. Gülümseyerek ekledim. "Biraz da vurulmuş gibiyim."

"Vurulmak acıtıyor mu peki?" diye sordu yüzünde aynı gülümsemeyle.

"Tuhaf," diye açıkladım. "Bazen acıtıyor, bazen de bütün yaşam enerjisini içinde taşıyormuşsun gibi hissettiriyor."

"Evet, o duyguyu iyi biliyorum." Sırıttı. "Kardeşin Demir de beni az delirtmedi sonuçta."

"Ama onlar kolaydı," diye konuştum. "Kardeşlerim her zaman kolaydı. Ablam ve benim dışımda hiç kimse aşkı bu kadar beklememişti." Ablamın yıllarca aşkını saklayarak yaşamış olması çok acıydı. Neyseki eşi Mehmet ağabey, Leyla'nın ağabeyi de ablamı çok seviyordu. Şimdi muhteşem bir yuvaya sahiplerdi. Birbirinden güzel yeğenlerim vardı.

Onlara imreniyordum. Kardeşlerime imreniyordum. Devrim'i tanıyana kadar evliliği hiç bu kadar düşünür olmamıştım. Ondan önce de artık anne olmak istediğimi fark etmiştim. Artık boş günlerimde yeğenlerime bakan hala ya da teyze olmak istemiyordum. Bundan şikayet etmiyordum da, ama kendi çocuklarımın olmasını o kadar çok ister olmuştum ki, kardeşlerim çocuklarına bakabilir miyim diye rica ettiğinde az biraz hayal kırıklığı duyar olmuştum.

"Ben ki, bugüne kadar evlenmenin e'sini düşünen bir insan değildim biliyorsun," diye fısıldadım. "Ama şimdi evlilikten başka bir şey düşünemiyorum Leyla. Daha doğrusu, O'nunla evlilikten başka bir şeyi düşünemiyorum."

"Adam senden kaçıyor dememiş miydin? Seninle evlenmez ki."

"Ama benden etkileniyor, biliyorum. Belli etmemeye çalışıyor ama anlayabiliyorum."

"Nasıl anlayabiliyorsun kuzum? Anlattığına göre kapalı kutunun teki. Onu sadece dans ederken gördüm seninle ve gördüğüm kadarıyla bile ulaşılmaz birisine benziyor. Neden gidip ona aşık oldun ki?"

"Ben istemedim." Başımı iki yana salladım. "Ona nasıl aşık olduğumu bile anlayamadım Leyla. Sanki çok çabuk oluvermiş gibi hissettim. Onunla güzel anım hiç yok ..ve ben onun nesine aşık oldum bilmiyorum."

"Ben biliyorum," diye mırıldandı ukala arkadaşım. "Sana da söylediği gibi onun yaralı tarafına çekildin. Onun bu kadar katı olmasına neden olan şeyi merak ettin ve öğrendiğinde de artık kendini frenleyemedin. Biliyor musun Gamze? İçten içe senin hep böyle bir adama aşık olacağını biliyordum. Kolay olmayacak."

Yutkundum. Birden üşümüşüm gibi hissettim ve yanıma aldığım poları üzerime örttüm.

"Sanırım onu özledim." diye iç çektim.

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde şaşkınlıkla gözlerimi kırptım ve yanaklarımdan süzülen yaşlara hayret ettim. Bir an sonra yanağımda sıcak elleri fark ettim.

"Ağlama Gamze... neden ağlıyorsun?"

"Bilmiyorum," dedim gözyaşlarım hızlı hızlı akarken. "Bilmiyorum. Ama onu özlediğimi biliyorum Leyla. Çok garip bir duygu bu. Çok garip. İnsanlar aşık olduğunu söylüyorlar ama yaşamlarına devam edebiliyorlar. Ben edemiyorum. O yanımda değilken, onun gözlerinin içine bakamıyorken yürüyen bir hayalet gibiyim. Sürekli üzgünüm, sürekli surat asmak istiyorum. Yemek yemek istemiyorum. Kalbimi ele geçiren üzüntüden kurtulamıyorum. Uyumak istiyorum çünkü uyuyunca onunla güzel hayaller kurabiliyorum. Müzikler dinliyorum Leyla. Benim için bugüne kadar hiçbir anlamı olmayan müziklerde anlam arıyorum."

"Vah arkadaşım," diye inledi kollarını bana dolarken. "Çok fena aşık olmuşsun sen. Çok fena."

"Nasıl diyorlardı?" diye dalga geçtim bir yandan da ağlarken. "Sırılsıklam. Sırılsıklam aşık olmuşum Leyla ben. Sırılsıklam. Neden şimdi aşk adına bu kadar acılar çekiliyor, neden bu kadar mutsuz insan var şimdi anlayabiliyorum. Neden şairler bugün bu kadar kıymetli anlayabiliyorum. Aşkın feleğinden geçmiş bir parça yürek, bir bakışa, bir kokuya ölesiye hasret kalabiliyormuş meğer."

Leyla bana sarılırken gözlerimi yumdum ve Devrim'in kokusunu hayal etmeye çalıştım. Evlerindeyken mutfağa girdiğinde odayı saran tıraş losyonunun kokusunu dünmüş gibi hatırlıyordum. O zaman kendimi güçlükle durdurmuştum çünkü boynuna sarılıp kokusunu içime çekmeme çok az bir sınır kalmıştı. O sınırı geçtiğim anda...neler olacağını tahmin bile edemiyordum.

"Çok güzel kokuyordu," diye fısıldadım Leyla'ya. "Tam bir erkek gibi. İnsanı mest eden bir kokusu var. Tıraş losyonunun kokusu onun kendine has kokusuna çok yakışıyor. İnsan burnunu boynunun kıvrımına sokmak ve hep orada kalmak istiyor Leyla."

"Adam kalpten gider o zaman," diyerek güldü Leyla.

Ben de güldüm. O geri çekildi ancak beni bırakmadı. İkimizi de arkaya yaslayarak beni kucağına yatırdı. Dizlerine başımı koyduğum anda açık saçlarımı okşamaya başladı.

Ben de ona Devrim'i anlattım.

"Çocukluğunu nasıl geçirdiğini merak ediyorum," diye mırıldandım gözyaşlarımı silerken. "Babam onun çok kötü zamanlar geçirdiğini söyledi Leyla. Çok kötü zamanlar."

"Anlatmak ister misin?" diye sordu.

"I-hıh," dedim itiraz ederek. "Anlatırsam kendimi durduramam. Telefona gider ve onu ararım. Belki başka bir zaman.."

"Tamam kuzum. O zaman bana ondan bahset. Seni gördüğünde ne yapıyor mesela?"

Gülümsedim. "Kaçıyor." Önceden canımı yakan bu düşüncenin şimdi hoşuma gitmesi ne kadar garipti. "Yaydığı gerilimi hissedebiliyorum. Başta bunu öylesine yapıyordu, beni gerçekten de umursamıyordu ama sonra benden kurtulamayacağını anlamış olacak ki daha da kararlı olmaya başladı."

"Erkeklerin aşktan kaçmadığı bir zaman var mı gerçekten?" diye yorum yaptı.

"Var," dedim gülerek. "Kocan Demir, kardeşim Efe, Güney...ve bazı arkadaşlarım. Aşktan kaçmayan daha çok aşkı kovalayan o kadar çok erkek var ki. Bana da aşktan kaçanı düştü işte. Ne yapalım?" İç çektim.

Leyla kıkır kıkır güldü. "Haklısın. Ama belki de asıl aşkların en büyüğü sizin yaşayacağınız aşk olacak?"

"Öyle mi dersin?" derken yüzümdeki sırıtmaya engel olamıyordum. Yılın aşkı bizim aşkımız olacaksa, hissedeceğim mutluluğu hayal bile edemiyordum. Mutluluğa eş acının da geleceğini biliyordum ama ne olursa olsun onu bırakmayacaktım.

"Öyle. Öyle. Çocuklarınıza anlatacağınız güzel anılarınız olacak gibi."

"Muhtemelen çocuklarımıza babalarının korkak, annelerinin ise cesur olduğunu anlatacağım." Hayali bile o kadar güzeldi ki. "Sonra onlara annelerinin cesurluğunun, babalarının korkaklığını yerle bir ettiğini anlatmak da zevkli olacak."

Ondan bir çocuk. Üzerine düşününce yutkundum. Bu ulaşılması güç bir hayal gibi görünüyordu ama çok güzel bir hayal olduğu mükemmel bir gerçekti. Onun gibi bir oğlum olsun istiyordum. Uzun boylu, heybetli, yakışıklı, bakışlarıyla bile insana iç çektiren bir oğul. Devrim'i baba olarak hayal ettiğimde kalbimde başlayan çarpıntıya da engel olamadım. Gözlerimi kapattım ve onu çocuğumuzla oynarken hayal ettim.

Devrim'in gülümsemesini hiç görmemiştim. Nasıl gülümsüyordu? Eminim ki ona gülümseme çok yakışırdı. Hayallerimde hep gülümsüyordu. Ona baktığımda hep gülümsüyordu. Çocuklarını kucağına aldığında hep gülümsüyordu.

Ona karşı duyduğum aşk, nasıl bir şeydi böyle? Nasıl bu kadar şiddetli olabiliyordu?

"Burada mısın?"

Saçlarımı okşayan eller burnumu sıktı.

"Sümük bulaşmasın istiyorsan elini bir daha burnuma sürtmezsin," dedim gülerek.

"Iyyyy," diyerek elini çekti.

Kahkaha attım.

"Sadece onun nasıl bir baba olacağını hayal ediyordum Leyla. Ondan o kadar iyi bir baba olurdu ki."

Gülümsediğini duyabiliyordum. Saçlarımı okşayan ellerinin altında uykuya dalmamak için savaş veriyordum. Henüz uyumak istemiyordum. O'na olan özlemim o kadar derindi ki, onunla hayallerimde buluşmak istiyordum.

"Bir kadın evlilik ve aşka ne zaman evrilir biliyor musun Gamze?"

"Hım?" diye cevap verdim.

"Bir adamı baba olarak hayal etmeye başladığı zaman. Ondan bir çocuğunun olmasını istediği zaman."

Gözlerimi kapattım ve bu fikre sıkı sıkıya tutundum. Hep aklı bir karış havada ama ayakları sağlam yere basan, bekar, özgür bir kadın olarak bilinmiştim. Benim için bir sorun değildi bu. Öyle olmayı seviyordum. Ama artık bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyuyordum. Devrim'i gördüğüm her an buna daha çok emin oluyordum.

"Az önce şarkılar dinliyorum dedin ya," Leyla kıkırdadı.

"Eee?"

"Aklıma tam sana uygun bir şarkı geldi. Belki dinlemesi için Devrim'e göndermelisin. Ya da sen şarkıyı söyle ben de seni kaydedeyim, şarkıyı öyle gönderelim."

İyice meraklanarak doğruldum ve onun gülen gözlerine baktım. Tek kaşımı kaldırarak, "Hangi şarkıymış bu?" diye sordum.

"Hadi birlikte söyleyelim," dedi ve ayağa kalktı.

Sesimin güzel olduğu bilinen bir şeydi ve ailem de dahil olmak üzere beni tanıyan yakın olduğum kişiler arada sırada bana sürekli şarkı söylettirirlerdi. Canlı müziğin olduğu bir bara gidildiğinde oradan bir şarkı söylemeden ayrılamazdım. Benim için sorun değildi. Şarkı söylemeyi seviyordum.

Leyla kendini toparladı ve pantolonun cebinden telefonunu çıkarıp ses kaydetme tuşunu açtı. Ve elini kolunu sallayarak şarkıyı söylemeye başladı. İlk sözü duyduğum andan itibaren yüzümü müthiş bir gülümseme sardı. Yasemin Mori'nin Kendini Bana Ver! şarkısıydı. Leyla haklıydı. Bu şarkı tam bana göreydi, Devrim'e göndersem kalbine inerdi.

Ben de elimi yumruk yaptım, tıpkı bir mikrofon gibi ağzıma götürdüm ve ayağa kalktım.

Birlikte yeniden başladık.

Bir adım atsan bana doğru..

Görüversen sonra beni..

Ne hali varsa yalnızlığın..

O da bunu görse bari!

...

Şarkıyı söylerken o kadar çılgındık ki. Saçlarımızı savurarak dans ediyor, yüksek sesle bağırıyor, bazen sırt sırta veriyor ve kendimizden geçercesine haykırıyorduk. Kimsenin duyup duymaması önemli değildi. Vücudumuz delirmiş gibi hareket ediyordu. Leyla gülerek telefonu ikimizin arasında tutuyor ve beni daha yüksek sesle söylemeye teşvik ediyordu.

Teşvik olmaya ihtiyacım yoktu. Şarkı o kadar çok bana uyuyordu ki ister istemez sanki ben yazmışım gibi coşuyordum. Ellerimi, kalçamı sallayarak, gözlerimi kapatıp Devrim'i hayal ederek şarkıyı söylemeye devam ettik.

Üçüncü kez yeniden başladığımızda aşağıdan alkış tutulduğunu fark ettik ve Leyla ile birlikte terastan aşağıya baktık. Bütün ailem aşağıda durmuş bizi dinliyordu. Babamla annem birbirine sokulmuş gülümsüyordu ancak kardeşlerim ve gelinleri çıldırmış gibi alkışlıyordu. Leyla ile biraz utanarak, biraz da cesaretlenerek kahkaha attık ve konsere devam ettik.

"Nolur! Nolur! Nolur!"

Gece sona erdiğinde yüzümde buruk bir gülümseme, kalbimde ise derin bir hasret vardı. Rüyamda görmek için dua ederek gözlerimi kapadım. Ancak göremedim.

*

Ertesi gün aynı şarkıyı söyleyerek moda evine geçtim. Leyla yüzünden dilime pelesenk olan şarkıyı duyan Neşe, gülümseyerek bana eşlik etmeye başladı. Sırıtarak odama geçtim ve işe koyuldum. Yetiştirmem gereken birkaç tasarım vardı.

Devrim'i düşünmemek için kendimi işime verdim. Akşam işten çıkar çıkmaz Neşe ile birlikte bir kulübe gidecektik. Uzun bir aradan sonra nihayet baş başa çıkabilecektik. Biraz olsun kafamın dağılmasını istiyordum. Biraz olsun onu düşünmemeyi, özlemden delirmemeyi umuyordum.

Çünkü hissettiğim boşluk öyle büyüktü ki. Onunla konuşmasam bile onu görmenin hasretime yeteceğini biliyordum. Varlığına ihtiyaç duyuyordum. Armağan'ın arayıp sormamasına da ayrıca bozuluyordum ama yine de üzerinde düşünmek istemiyordum. Belki telefonlarını kapatmışlardı? Belki kimsenin onları rahatsız etmemesini istiyorlardı? Sürekli beni arayıp rapor vereceğini mi sanıyordum? Böyle bir şey mümkün olsaydı çok güzel olurdu elbette.

Ondan her an haber alabiliyor olmak, onun ne yaptığını, ne yediğini ne içtiğini biliyor olmak büyük bir ayrıcalık olurdu.

Normalde ilişkilerde aklı başında olan kişi yalnızca ben olurdum. Canım, cicim ya da sevgiliye karşı söylenen hiçbir güzel sözü söylemez birlikte olduğum kişiye yalnızca adıyla hitap ederdim. Bu konuda biraz 'odun' olduğum söylenebilirdi de. Ama söz konusu Devrim olunca içimden ona öyle güzel şeyler söylemek geliyordu ki kendime inanamıyordum.

Bugüne kadar yapış yapış ilişkilerden nefret eden ben, Devrim ile tam da öyle bir ilişki yaşamak istiyordum. Mesela ona 'Canım' demek istiyordum. Mesela onun yemek yediğinden emin olmak için günde üç öğün onu uyarmak istiyordum. Toplum içinde de olsak ellerini sıkı sıkı sarmak, kollarının arasına girip göğsüne başımı koyup ona sarılmak istiyordum. Mesela uzun uzun gözlerinin içine bakmak istiyordum.

Daha önce bunu yapan sevgililere uzun süre bakamayan birisi olarak şimdi bunları yapmak istiyor olmak o kadar tuhaftı ki kendimi tanıyamıyordum.

Bu yeni beni anlamakta güçlük çekiyordum.

*

Neşe ile birlikte sürekli gittiğimiz mini kulübe gittik yine. Burası yasal olmayan hiçbir şeyin olmadığı bir yerdi. Gayet sofistike, uygunsuz durumların olmadığı bir eğlence mekanıydı. Canlı müzik bile vardı. Bir önceki gece Leyla'yla verdiğimiz mini konserden sonra kendimi cömert hissetmiyordum ama Neşe zorlarsa söyleyeceğim parçayı şimdiden biliyordum.

İçeriye girer girmez her zamanki masamızın dolu olup olmadığını kontrol ettik. Dolu olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradık ve bara geçtik. Tabureleri çekerek çantalarımızı bara koyduk ve karşılıklı duracak şekilde tabureye çıkıp oturduk.

Bir kadın ve bir erkeğin Gökhan Türkmen'den, Yan Sen'i seslendirdiği canlı müziğin olduğu yere döndük.

"Kızın sesi güzelmiş,"dedi Neşe. "Ama erkekte iş yok."

"Aynen," diye mırıldandım.

İki dakika sonra kolları dövmelerle dolu bir barmen gelip ne içeceğimizi sordu. İçki kullanmadığım için, "Meyveli kokteyl, alkolsüz." dedim. "Atıştırmalık da alalım."

"Aslında önce yemeğe mi gitseydik?" dedi Neşe. "Moda evinde yedik bir şeyler ama ben hala aç gibiyim sanki."

"Atıştırmalıkları yiyelim bir saat sonra falan pizza yemeye gideriz olur mu?" derken gülümsüyordum.

Gözleri ışıl ışıl parladı. "Bol peynirli olsun," dedi.

Dilimi çıkarıp dudaklarımı yalamamak için kendimi zor tuttum. "Ve bol domatesli."

"Karnımın guruldadığını duyabiliyorum Gamze. Acaba şimdi mi gitsek?"

Başımı iki yana salladım. "Buraya geldik bile, eğer buradan çıkıp gidersek bir daha gelmem. Yorgun hissediyorum zaten."

"Mızıkçı," diye dudak büktü, ben de onun bu haline kahkaha attım.

Alkolsüz meyve kokteyllerimiz geldi. Yanında atıştırmalık çerez ve mini kekler de verildi. Keklerden bol bol istedik. Alacağımız kiloları o akşam için umursamıyorduk. Neşe ile birlikte canlı müzik dinleyip doyasıya sohbet ettik.




"İçki içmeyecek misin gerçekten?"

Devrim başını iki yana sallayarak Dinçer'e, "Hayır," dedi. Aslında içkiden nefret ederdi, ancak bazı zamanlar onu içmek zorunda kalıyordu. Bu akşam o zamanlardan birisi değildi. Ablası Armağan ile planladığından uzun süren tatillerinden yeni dönmüşlerdi. Kendini bir kapana kısılmış gibi hissetmişti. Aklını meşgul eden bir iş olmayınca kendisiyle ve ablasıyla baş başa kalmış ve geçen günlere nasıl ayak uyduracağını bilememişti.

Bunu Armağan için kabul etmişti. Onun yeniden intihara meyilli hale gelmesini istemiyordu. Atlattığı olayın şokuyla canını sıkmasını ve kötü bir şey yapmasını hiç istemiyordu. Bu yüzden ona vakit ayırarak kimsenin bilmediği bir yazlık kulübeye götürmüştü onu. Kalacakları zaman boyunca ihtiyaç duyabilecekleri her şeyi almıştı.

Birlikte olsalar da çoğu zaman yalnız başınaydılar.

Gündüzleri bahçede oturmuş, Devrim kitap okumuş, Armağan ise sadece öylece sessizliği dinlemişti. Devrim onun konuşmasını, kendisine bir şeyler söylemesini beklemişti. Hatta oraya gittikleri ilk akşam onun Gamze ile ilgili bir şey söyleyeceğine o kadar emindi ki Armağan böyle bir şey yapmayınca çok şaşırmıştı.

Armağan bunu şehire dönecekleri gün, yani bugün yapmıştı. Ve onu sarsan bir gerçeği itiraf etmişti.

Gamze onu seviyordu.

Devrim o an vücudu nasıl kasıldıysa, ablasından saatler önce ayrılmasından sonra vücudunun hala o şekilde kaldığını fark ettiğinde Dinçer telefon etmiş ve bir şeyler içmeyi teklif etmişti. O aradığında Devrim otelde, işlere gömülmüş durumdaydı.

Armağan'ın söylediğine göre, Gamze onu seviyordu. Devrim ona, bunu Gamze'nin mi söylediğini sormamıştı. Armağan da, bunu kendisinin gördüğünü söylemişti. Genç adam biraz rahatlamıştı.

Eğer Gamze söylemiş olsaydı neler olacağından pek emin değildi. Sadece onun daha çok üzüleceğini biliyordu.

Dişlerini sıkarak Dinçer'in onu getirdiği mekanı gözleriyle taradı. İkisi de ikinci katta, ışıkları kısılmış özel köşe koltuklarından birisinde oturuyordu.

Kendilerinin bulunduğu bölge karanlıkta kalıyordu. Bulundukları yerden her yeri görebiliyorlardı. Aşağıda dans eden insanlar, canlı müziğe eşlik eden üniversite öğrencilerinin oluşturduğu gürültülü kalabalık Devrim'in buradan başka her yerde olmak istemesinin nedenlerinden bazılarıydı. Üstelik bir çift inanılmaz berbat bir sesle şarkı söylüyordu.

Dinçer'in boğazını sıkmamak için kendisini zor tutuyordu. Buradan başka pekala gidebilecek yerler bulabilirlerdi. Kafasının içi yeterince gürültülüydü. Artık en ufak bir sese tepki gösterir hale gelmişti.

"Ne düşünüyorsun?"

"Hiçbir şey," diye yanıtladı düz bir sesle. "Neden buraya geldik?"

Dinçer'in gülümsediğini duydu. Gürültülü müziğe rağmen duyulabiliyordu! "Normal insanlar gibi vakit geçirmeye. Bilirsin, normal bir insanlar bu gibi yerlerde vakit geçirir, sohbet eder ve eğlenirler."

"Sana normal olduğumu düşündüren ne?" diye sordu Devrim buz gibi bir sesle. "Burası beni boğuyor."

"Çünkü kendini çok fazla kasıyorsun. Kendine izin versen ve tadını çıkarmaya baksan, aslında çok iyi bir şey olduğunu göreceksin."

Devrim cevap vermedi. Yıllardır bu tür cümleleri çok duymuştu bir şekilde alışmıştı da ama kafası çok dolu olduğu zamanlar duymak istemiyordu.

Sıkıntıyla iç çekti ve bakışları bara takıldı. Tanıdık bir silüet gördüğünü düşünerek gözlerini kıstı. Uzun siyah dalgalı saça sahip bir kadın tabureyi çekip oturdu ve kalabalığa kısmen bir bakış attığında Devrim kaskatı kesildi.

Gamze.

Harika, kadın burada da karşısına çıkmıştı. İç çekerek buz gibi bir bardak su içti ve ona bakmak istemese de gözlerini ona çevirmeden de edemiyordu. Demek Dinçer'in dediği gibi normal insanlar olarak arkadaşıyla birlikte eğlenmeye gelmişti. Üzerinde askılı bir elbise vardı. Elbise haki yeşiliydi ve ayaklarında da krem rengi topuklu bir ayakkabı vardı.

"Bu o kadın mı?" diye sorduğunu duydu Dinçer'in.

Kaşlarını çatarak ona döndü. "Hangi kadın?" Eğer bir şey ima ederse kalkıp gidecekti.

"Dans ettiğin kadın. Armağan'ın yanında duran." Olayın yaşandığı geceden bahsediyordu.

Keyifsiz bir şekilde başımı salladı.

Dinçer, "Güzel kadın."dedi.

İlgisiz bir şekilde sessiz kaldı.

Bu konu hakkında konuşmak istemiyordu.

İkram edilen yiyeceklerden acıkmış gibi yiyorlardı. Belki de acıkmışlardı.

Aradan bir saat geçtikten sonra arkadaşı, Gamze'yi yerinden kalkmaya zorladı. Devrim kaşlarını çattı.

"Sanırım onu şarkı söylemeye zorluyor," dedi Dinçer.

Devrim o an, sesinin nasıl olduğunu merak etti ve hemen bu düşünceyi defetti.

Gamze arkadaşına kötü kötü bakarak saçlarını düzeltti ve canlı müziğin yapıldığı bölüme gitmeden önce içkisinden bir yudum aldı.

"Sanırım şarkı söyleyecek," dedi Dinçer.

Devrim dişlerini sıkarak Dinçer'e baktı. Her hareketini yorumlayan futbol yorumcuları gibiydi. Dinçer onun bu bakışından habersiz Gamze'yi izliyordu.

Gamze şarkı bittikten sonra mikrofonu eline aldı. Orkestraya döndü ve bir şeyler söyledi.

Devrim çıkıp gitmek istiyordu. Gamze seyirciye döndü ve mikrofonu ağzına yaklaştırdı.

"İyi akşamlar! Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Arkadaşım Neşe'nin ısrarlarıyla buradayım. Şarkıyı söylerken bana eşlik ederseniz memnun olurum." Durdu ve derin bir nefes aldı. Nefesinin sesi mekanda yankılandı.

"Ve bu şarkı, O'na ait."

Kalabalıktan gürültülü bir alkış koptu. Herkes imalı bir şekilde ıslık çaldı ve Devrim, Gamze'nin utanarak gülümseyişini izledi. Arkadaşı Neşe oturduğu yerden arkadaşına tezahürat yapıyordu.

Müzik başladı. Hareketli bir müzikti.

Bir adım atsan bana doğru..

Görüversen sonra beni..

Ne hali varsa yalnızlığın..

O da bunu görse bari!


Bir kere olsun n'olur n'olur

Göz göze gelsek senle,

sonra dursa biranda tüm yalanlar

Unutsak neymiş dünya hali!


Esas söylediğim

Bak ben zır deliyim!

Ya benimsin ya da ölüsün!

Budur tek söylediğim!


Nolur nolur nolur!

Bu suç belki af bulur!

Nolur nolur nolur

Kendini bana ver!

Gözden çıkardım yari

Yalnız ölmesem bari!

Nolur nolur nolur!

Kendini bana ver..

Müziği söylerken öyle hareketliydi ki. Topuklu ayakkabılarının üzerinde müzikle uyumlu olarak dans ediyor, ona eşlik eden kalabalığa doğru eğilip bükülüyordu. Dalgalı siyah saçları havalanıp iniyordu.

Dinçer onu büyük bir merakla izliyordu. Devrim ise tepkisizdi.

Sadece kalkıp gitmek istiyordu.

Gamze hala sahnedeyken ayağa kalktı ve Dinçer'in meraklı bakışlarına kaşlarını çatarak baktı. "Ben gidiyorum."

"Nereye daha geleli iki saat olmadı?"

"Yeterince olmuş," dedi ve başıyla selam verip aşağı kata inen merdivenlere yöneldi.

Merdivenlerden inerken bakışları yeniden Gamze'nin olduğu alana kaydı. O da alçak platformlu sahneden iniyordu. Bakışları kalabalığı gezerken başını biraz daha yukarı kaldırdı ve Devrim'i fark etti.

Siyah gözleri irice açıldı. Devrim'i gördüğüne o kadar çok şaşırmıştı ki, bunu yüz ifadesinden okuyabiliyordu genç adam. Onu görmezden gelerek merdivenlerden indi ve göz temasını keserek direkt çıkışa yöneldi. Dans eden insanların arasından sıyrılıp çıkışa vardı.

Arabasını mekanın hemen yan sokağındaki otoparkta bırakmıştı. Dinçer'in zaten kendi arabası vardı. Mekandan dışarıya çıktığında arka sokağa doğru yürümeye başladı. Onu görmemesi gerekiyordu. Onu görmemeliydi. Gamze'nin kendisini fark etmemesini dilerdi.

Onu neredeyse iki haftadır görmüyordu. Ve aklından bir olsun çıkmamıştı. Şimdi görmüş olmak, onun şarkı söylebilecek kadar yetenekli olduğunu görmek, kendisini bulan bakışlarının şaşkınlıkla parladığına şahit olmak ve bütün bunların üzerine ablasının yorumunu düşünmek Devrim'i allak bullak etmişti. Ekim akşamının biraz serin biraz kavruk sıcağında kalabalıktan uzaklaşarak köşeyi dönmüştü ki, onun seslendiğini duydu.

"Devrim!"

Durdu. Onun koşarak geldiğini duyabiliyordu çünkü topuklu ayakkabısının sesleri Devrim'in beyninde yankılanıyordu.

Yavaşça arkasını döndü.

Gamze biraz koşarak biraz da yürüyerek hızlı bir tempoda ona doğru geliyordu. O yürüdükçe saçları arkasından dalgalanıyordu. Genç adam dişlerini sıkarak bekledi.

Gamze ona yaklaşıyordu. Yüzünde özlem dolu bir ifade vardı. Gülümsemesi büyüktü.

Devrim onu bu kadar mutlu eden şeyin ne olduğunu merak ederek kaşlarını çattı.

Tam o sırada Gamze ona yetişti ve hiçbir uyarı vermeden ayaklarının üzerinde zıplayarak vücudunu genç adamın vücuduna çarptı, kollarını Devrim'in boynuna doladı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Genç adam hiç beklemediği için kolları otomatikman havaya kalktı ve onun beline dokundu. Onu tuttu. Çarpışının etkisiyle geriye doğru sendeledi ama düşmedi.

Burnuna iki haftadır ona musallat olan o koku geldi.

TIKLA! Tartrazin Nedir? Ne Amaçla Kullanılır? Tartrazin İçeren Gıdalar - Zararları Nelerdir? Tavsiyeler!
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu