Peri ve Kuzgun - 29. Bölüm


Bölüm 29 : Merhaba

Denizin sakinliğine baktıkça içimdeki sıkıntının biraz da olsa hafiflediğini hissediyordum. Serin bir eylül akşamıydı. Ay ışığının altında, sahil kenarına koyulan belediye banklarında oturmuş Efe'nin bizim için yiyecek bir şeyler getirmesini bekliyordum.

Bir şeyler yiyecek içecek durumda değildim çünkü hala içimi kavurup duran acıyla baş etmeye çalışıyordum. Devrim'i, Armağan'ı düşündükçe içime oturan sıkıntıya engel olamıyordum. Normal bir insan da benim kadar etkilenir miydi yoksa ben Devrim'e aşık olduğum için mi daha çok acı çekiyordum?

Devrim'e aşık olmak.

Keyifsizce güldüm.

"Neye gülüyorsun öyle ikiz?"

Başımı çevirdim ve elinde sıcak çayla ve birer tane tostla yanıma oturan Efe'ye baktım.

"Bilmek istemezsin," diye mırıldandım ve bana uzattığı tostu aldım. Çayı aramıza koydu ve ben tostumdan küçük bir ısırık aldım. Eğer yemezsem Efe'nin bana zorla yedireceğinden emin olduğum için küçük ısırıklarla yemeye karar verdim.

"Tam tersi, bilmek isterim." Tostundan büyük bir ısırık aldı ve dikkatlice beni süzdü. "Önce ağladın, sonra da gülüyorsun. Babam ne anlattı da bu kadar etkilendin sen?"

Ağzıma aldığım lokmayı güçlükle yuttum. Yeniden ağlamak istemiyordum. Çayımdan bir yudum aldım ve Efe'ye kaçamak bir bakış attım.

"Benim hakkımda ettiğiniz beddualar yerini buldu," diye fısıldadım.

Kaşlarını çatarak, "Sana ne beddua etmişiz?" diye sordu.

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Aşıksınız diye size takıldığım o zamanlarda hep aynısını yaşamam için beddualar edip durdunuz. Duygusal zayıflıklarınıza laflar söylediğim o günleri hatırlıyorum şimdi."

"Bana aşık olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun Gamze?"

Gözlerimi kapattım ve onunla, Zeynep'le diğer kardeşlerim ve eşleriyle alay ettiğim zamanları hatırladım. Çok heyecanlandıklarında, birbirlerinin gözlerinin içine bakamadıklarında ya da tartıştıklarında hep onların yanında olmuş, hep onlara destek olmuştum ama yeri geldiğinde de okkalı laflar etmiştim. Bazen dalga geçmiştim. Aşkın varlığına inanıyordum elbette ama onları çift olarak gördüğüm her zaman da onlara takılmadan edemiyordum.

Çoğu zaman kardeşlerimin sinirini bozmuş, evlilik arifesinde hepsinin cebini soymuştum. Gelinleri görmesinler diye onlara türlü eziyetler etmiştim. Düğünden önce kapıdan, pencereden, bacadan bile girmeye çalıştıklarında karşılarına her zaman ben çıkmıştım.

Her defasında da, "Seninle görüşeceğiz!" diye yorumlar almıştım. Aşkın varlığına inanan ama günün birinde onu yaşamayacağımı düşünen ben kolaylıkla onları geçiştirmiştim.

Oysa şimdi, gerçekten de "günümü görüyordum", aşık olduğumu hissediyor ve korkuyordum.

Efe'nin meraklı bakışlarına karşılık vererek iç çektim. "Aşk insanın canını çok yakıyor mu Efe?"

"Ov," diyerek elindeki çayı bıraktı ve bana odaklandı. "Durum ciddi diyorsun yani. Tahmin ettiğim kişi mi?"

Tahmin ettiği kişinin kim olduğunu sormayacaktım. Başımı hafifçe salladım.

"Tahmin ettiğim gibi," dedi keyifsiz bir sesle. "Ah be kızım! O kadar yıl durdun durdun gittin Devrim'i mi buldun?"

"Sen Zeynep'e isteyerek mi aşık oldun?" diye sordum ona bakmadan.

Verecek bir cevabı yoktu biliyordum. Aşkın en kötü yanı buydu işte. İnsanın iradesi, onun üzerinde hükümsüzdü. Geliyor, gidiyor, yıkıyor geçiyordu. Sen hiçbir şey yapamıyordun. Bunları bilmeme rağmen yaşamak çok daha farklıydı. Eğer seçme şansım olsaydı, Devrim'e aşık olmayı seçer miydim?

"Nasıl oldu da aşık oldun ona? Sen demiyor muydun senden vebalıymışsın gibi kaçıyor diye?"

Ben de anlayabilseydim keşke. Keşke ben de bir anlam verebilseydim.

"Zor olacağını biliyordum," diye fısıldadım çayımdan bir yudum aldıktan sonra. "Çünkü bu yaşıma kadar o kadar çok erteledim ki..."

"Aşk ertelenmez," diye araya girdi Efe. "Sen hiç aşık olmadın şimdiye kadar. Sen sadece evliliği erteledin."

"Aşık olmadığım bir insanla evlenmek istemedim. Güvenmediğim bir insanla evlenmek istemedim."

"Al bak, aşık oldun. Şimdi onunla evlenmek istiyor musun? Ona bu kadar güveniyor musun?"

İki elimi de kaldırarak ona, "Dur!" dedim. Evlilik fikrini hiç düşünmemiştim ve gerçek bana ağır bir darbe ile çarptığı için nefes almakta güçlük çekiyordum. "Dur..."

Durduğunda ellerimi indirdim ve banktan kalkarak denize doğru yürüdüm. Gözlerimi kapatarak mis gibi kokusunu içime çektim. İnsanların sesleri kulaklarıma çalınırken gümbür gümbür atan kalbimi duymazdan geldim. Devrim'e güveniyor muydum?

Ben bugüne kadar erkeklerin kadınları aldattığını, onları gerçekten sevmediğini, hiçbir erkeğe yüzde yüz olarak güvenmemek gerektiğini düşünüyor ve bu düşünceye de sıkı sıkıya tutunuyordum. Üniversitede, moda sektöründe ya da bağlantılarımızın olduğu geniş çevrede tanıştığım, gördüğüm her erkeğin odağında bir kadın olmuştum ama onlara baktığım anda bile onlara bir türlü güvenemiyordum.

Bir gün beni bırakacaklarını, gerçekten aşık olamayacaklarını düşünüyor ve aşkın beraberinde getirdiği acıları da yaşamamak için ciddi bir ilişkiden her zaman uzak duruyordum. Oysa şimdi kendime sorma izni verdiğim sorunun karşılığında aldığım cevap beni yine korkutuyordu. Ona güveniyordum. Ona koşulsuz bir şekilde güveniyordum.

Ona kalbimin sorduğu sorulara cevap olduğu için koşulsuz bir şekilde güveniyordum. Beni aldatmayacağını biliyordum, benimle asla oyunlar oynamayacağını biliyordum - ki beni sürekli kendisinden uzak tutarak korumaya çalışması da buna örnek olarak gösterilebilirdi.

Eğer beni severse - bu mümkün bile görünmüyordu, çok katı duvarları vardı, sonsuza kadar seveceğine inanıyordum. Yüreğinde sağlam bir duruş sakladığını biliyordum. Sarsılmaz duruşuna şimdi hikayesini bildiğim için inanılmaz bir hayranlık duyuyordum.

Onu bir kez daha zorlamamak için kendime söz verdim. En azından karşısına çıkıp sürekli hesap sormaktan vazgeçmeye karar vermiştim. Ama onu başka bir şekilde köşeye sıkıştırmayı düşünüyordum. Ona aşık olduğumun farkına vardığım an da düşündüğüm gibi artık ondan uzak kalamazdım. Bunu istesem de yapamazdım. Baktığı her yerde olmak zorundaydım. Belki de bir kadın olarak ondan kaçmam uzak durmam gerekirdi ama artık kendimi geri çekemezdim.

Onu hayata bağlayacak olan şey fırtınalı bir aşk olacaksa eğer, o fırtınayı ben başlatmalıydım.

O dansı sadece ben hayal etmiş olamazdım. O dansta onun nefesini, sıcaklığını, aldığı solukların sayısını bile hissetmiştim. Bana bakan gözlerindeki ifadeleri bir bir ezberlemiştim. Onları ben hayal etmemiştim. Dansın sonrasında alnını alnıma dayayıp da, "Ne yapıyorsun?" diye soruşunu ise hiç unutamıyordum. Bütün bunların bu akşam gerçekleşmiş olması şaşırtıcıydı çünkü sanki üzerinden günler geçmiş gibi hissediyordum.

"Buraya gel de tostunu bitir, çayını iç."

Gözlerimi açtım.

Arkamı döndüm ve kardeşime baktım.

"Yüzündeki ifadeden korkmalı mıyım?"

Tek kaşımı kaldırarak, "Neden?" diye sordum. "Nasıl bir ifade varmış yüzümde?"

Sahte bir endişeyle, "Bilmiyorum ama ürktüm." dediğinde gülümsedim. Yanına gidip tekrar oturdum.

"Onun için savaşmak istiyorum," diye fısıldadım. "Onun için bu dünyayı güzelleştirmek istiyorum. Onun kalbindeki acıları yok edemesem de her gün onlarla yaşamasına izin vermeyecek kadar onu mutluluğa boğmak istiyorum."

"Yavaş, yavaş, yavaş.." diyerek bu sefer elini o kaldırdı ve bana inanamayan gözlerle baktı. "Ne diyorsun sen şimdi? Az önce ağlıyordun? Ne oldu da bu hale geldin?"

Derin bir nefes aldım ve ona babamın bana anlattıklarını en baştan zorlanarak, yutkunarak anlattım. Boğazım düğümlense de sonunda bitirdiğimde Efe'nin de moralinin bozulduğunu gördüm. Kısa bir sessizliğin ardından sadece, "Üzüldüm," diye mırıldandı. Başını çevirdi ve denize baktı.

Onun ne hissettiğini çok iyi anlayabiliyordum. İnsan böyle bir hikayeyi duyduktan sonra hayata karşı öfke duyuyordu. O kötü insanların hala ortalarda gezdiğini bilmek, insanı delirtiyordu. O insanlar bugün Armağan'ı alıkoymuşlardı. Yanağındaki iz gözlerimin önünden gitmiyordu. Devrim'in ne kadar çok korktuğunu şimdi daha iyi anlayabiliyordum.

Gözünü bile kırpmadan ailesini katleden insanların isteseler Armağan'a da zarar vereceğini biliyordu. O kısacık zamanda ablasını kaybedecek olmanın düşüncesi bile onu mahvetmiş olmalıydı.

"Ona aşığım.." diye mırıldandım denizin sakin karanlığına bakarken. Ay ve sahil ışıklarının altında o kadar parlak ve güzel görünüyordu ki hayran olmamak imkansızdı. İnsanın ruhunu sakinleştiren bir şeyler vardı. "Bunca yıl sanki bunu bekliyormuşum gibi hissediyorum Efe. Sanki bunca yıl onu beklemişim gibi."

Babamla konuştuğumdan beri gerçekten de böyle hissediyordum. Karşıma birçok insan çıkmıştı ama hiçbirisine şans vermemiştim. Delicesine aşık olan çiftlerle tatlı tatlı dalga geçmiştim. Hepsine öyle sözler söylemiştim ki, şimdi durup düşününce aşkın ne kadar belası varsa hepsini üzerime çekmiş gibi görünüyordum.

"Ne yapacaksın?"

Başımı iki yana sallayarak Efe'ye baktım. "Bilmiyorum. Ama onun elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim."

"İyi de söylediğin gibi adam senden uzak durmak için her şeyi yapıyor. Bunu nasıl yapacaksın?"

"Hiçbir fikrim yok," diye itiraf ettim. Onu nasıl etkileyeceğimi, nasıl da kalbine gireceğimi bilemiyordum. Fazla ileriye giderek onu korkutmak istemiyordum ama beni de unutmasın istiyordum.

"Dansımızı izledin mi?" diye sordum ikizime. Sanki büyülü bir an yaşamışım gibi etkisinden bir türlü çıkamıyordum.

"Ona dans denilebilirse tabi," dedi gülerek. Yanaklarımın ısındığını hissettim. "Bir danstan çok her şeye benziyordu. Herkes nefesini tutmuş sizi izliyordu. Biz de o kadar şaşırdık ki ne tepki vereceğimizi şaşırdık. Özellikle ben, gösteriden sonra sana ulaşmak istedim. Çok etkilenmiş görünüyordun."

Her zaman ne hissettiğimi çok iyi anlayan kardeşime buruk bir şekilde gülümsedim. Boğulmuştum, şaşkındım, Devrim'in hiç beklemediğim tavrı karşısında afallamıştım. Biraz nefes almak, onunla tıkılıp kaldığım o büyülü andan uzaklaşmak için hızla oradan uzaklaşmak istemiştim. Ancak şimdi deniz kenarında bankta oturmuş, kardeşimle çay içiyor, simit yiyordum.

O kadar tuhaf bir akşam olmuştu ki kendime bir türlü gelemiyordum.

Ama yenilenmiş hissediyordum. Danstan sonraki ruh halim tamamen kaybolmuştu. Devrim'in neden böyle olduğuna bir türlü anlam veremeyen ben, sonunda artık onu tamamen tanımışım gibi hissediyordum. Onu bütün yönleriyle görmüşüm gibi hissediyor ve bundan garip bir hoşnutluk duyuyordum.

Yaşadığı, yaşamak zorunda kaldığı hayattan ben de nefret ediyordum. Ama artık Armağan'ın eskiden anlattığı o küçük çocuğu hayalimde canlandırabiliyordum. Düşününce, o sevgi dolu çocuk gözlerimin önünde beliriveriyordu. Onun hayatını bilmeden önce onun sevgi dolu bir çocuk olduğuna inanmak o kadar güçtü ki.

"Artık eve gidelim mi?"

"Biraz daha kalmak istiyorum," diye mırıldandım. "Eğer istersen sen gidebilirsin."

"Tabi," dedi sinirli bir şekilde. "Sanki seni bırakabilirmişim gibi."

Gülümsedim.

Ve birlikte bir çay daha içtik.

O gece allak bullak olmuş bir şekilde başımı yastığa koyduğumda telefonu kendimden uzat tutmak için kapatmış ve çekmeceme koymuştum. Ona bir mesaj atmamak için bu önlemi almak zorundaydım. Bir yanım Devrim ve Armağan için delice üzgünken, diğer yanım ise hissettiğim sevgi sayesinde huzur doluydu.

Bütün gece rüyamda bir Kuzgun kuşu gördüm. O kadar güzel bir kuştu ki, simsiyah parlak tüylerine dokunmak istedim. Ancak parmaklarımı ona uzattığım anda ellerimi gagaladı. Bir rüyada olduğumu hissetmeme rağmen kendimi o kuşa dokunmaktan alıkoyamıyordum. Ona ulaşmaya çalıştığım her defasında ellerimi gagaladı. Ellerime baktığımda kan içinde olduklarını gördüm.

Sabah uyanıp da Galip ile birlikte kahvaltı yaptıktan sonra moda evine gitmek için yola çıktığımda da yol boyunca gördüğüm rüyayı düşündüm. İçten içe bu rüyanın bana iletilen büyük bir mesaj olduğunu biliyordum. Ama kendime engel olamıyordum. Ona ulaşmaya çalıştığım her defasında beni yaralayacağını, kendisinden uzaklaştıracağını biliyordum. Ve bunu bilerek ona yaklaşacaktım.

Moda evine nihayet geldiğimde, kapıdan içeriye girdiğim anda büyük bir alkış ile karşılandım. Ne olduğunu anlayamayarak kızlara baktığımda yaşadığım hayretin yüzümden okunduğuna adım gibi emindim. Neşe ağır adımlarla gülerek bana yaklaştığında ve kollarını açıp bana sarıldığında ona karşılık verdim.

"Neler oluyor?"

"Dün geceki performansından ötürü bugün seni kutlamak istedik." Gözlerinde muzip pırıltılarla bana bakan Neşe'ye gözlerimi kısarak baktım.

Kızların tebriklerini kabul ederken kızardığımı hissediyordum. Devrim ile yaptığımız dans o kadar güzelmiş ki, nefeslerini tutarak izlemişler. O kadar çok beğenmişler ki, kendilerinden geçmişler.

Hepsine teşekkür etmekten, tatlı imaları geçiştirmekten başka bir şey söyleyemeyince Neşe beni kolumdan tutup odama götürdü. Çantamı elimden kapıp koltuğun üzerine fırlattı ve beni de hemen çantamın yanına oturttu.

Heyecanı o kadar inanılmazdı ki kendimi ona aptal aptal sırıtırken buldum.

"Ne oluyor Neşe?"

"Olan biten sende kızım. Dün gece danstan sonra nereye kayboldunuz? Ne sen, ne de Devrim ortalarda görünmedi. Meraktan kudurdum. Hemen bana neler oldu anlatıyorsun. Perdeler kapandıktan sonra ne oldu? Birbirinize sarılmıştınız, nasıl ayrıldınız? Bir şey söyledi mi?"

"Dur, dur!" diyerek güldüm. Nedense garip bir şekilde mutluydum. "Tek tek sor. Yorgunum, uykusuzum..allak bullak bir haldeyim o yüzden odaklanamıyorum."

Kıkırdayarak,"Tamam." dedi. "O zaman ilk soru: Dün perdeler kapandıktan sonra ne oldu?"

O anları hatırlayarak iç çektim ve hızlanan kalbime sakinleşmesini söyledim. Kokusunu, nefesini yakınımda, alnını alnımda hissetmek beni o kadar sarsmıştı ki sanki hala onları hissedebiliyordum. Kollarının dokunuşunu, bakışlarının beni sarsıp geçişini, ruhumun en derinlerine kadar dokunan o sözlerini de hiç unutamıyordum. "Perdeler kapanmadan önce nasılsak, perdeler kapandıktan sonra da bir süre öyle kaldık. Alnını alnıma yasladı Neşe ve ben...ve ben..." Heyecanlanınca derin bir nefes alarak sustum.

Parıl parıl gözlerle havada çırpınan ellerimi tuttu. "Ve sen?"

"Bana, 'Ne yapıyorsun?' diye sordu Neşe." Ellerimi ellerinden çektim ve kendi yanaklarıma koydum. "Elleri yanaklarımı ve saçlarımı kavramıştı. Tam böyle." Ona Devrim'in beni nasıl tuttuğunu gösterdim. Sanki dokunuşunu canlı olarak hissedebiliyor gibiydim. "Benim ellerimse onun bileklerindeydi. Bana öyle bir bakıyordu ki..."

"Ah!" diyerek hülyalı bir şekilde iç çekti Neşe. "Ne kadar romantik!"

Gerçekten de öyleydi. Şimdi bu anları anlatmak kolaydı ama o sırada kalp krizi geçirmek üzereydim.

"Ona, 'Ne yapıyorum?' diye sordum ama cevap vermedi. Birden beni bıraktı ve arkasını dönüp gitti. Ne olduğunu hiç anlayamadım. Öylece kalakaldım."

Hissettiğim hayal kırıklı hala tazeydi. Çekip gitmesine çok sinirlenmiştim. Beni öyle bıraktığı için çok sinirlenmiştim ama şimdi düşününce onun gitmek için acelesi olduğunu biliyordum. Armağan'a gitmişti. Aklı ondaydı.

Ancak yine de soruma cevap vermemişti.

Sevginin acımasızlığından bahsederken gözlerindeki duyguya anlam verememiştim. Korku muydu? Nefret miydi?

Ancak şimdi anlayabiliyordum. Çaresizlikti gözlerinde gördüğüm şey. Çaresizlikti. Ne korkuydu, ne nefret. Çaresizlikti. Çünkü sevgi insanı çaresiz bırakıyordu. Bir insan günün birinde yaşayacağı çaresizliği göze alarak aşık oluyordu. Devrim o çaresizliği göze almak istemiyordu.

"Ah adam çoktan çarpılmış."

Neşe'nin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Ne?"

"Bu adam sana çoktan vurulmuş desene kızım! Baksana! Sana, 'Ne yapıyorsun?' demiş. Bir erkek bir kadına bu soruyu sorduğu zaman, tamam! işi bitmiş demektir! Ah ne güzel! Yontulmaz odun yontulmaya başlamış. Aralardan tatlı çam sakızı fışkırıyor!"

Yaptığı benzetme karşısında gözlerimi devirerek güldüm. "Delisin sen," dedim elimi gelişigüzel bir şekilde sallayarak. "Saçmalıyorsun....belki de öylesine bir soruydu! Hem o bugüne kadar beni hep kendisinden uzak tuttu."

Kimi ikna etmeye çalıştığımı bilmiyordum. Ben de tıpkı Neşe gibi düşünüyordum. Ama dışarıdan birinin düşüncesine ihtiyacım vardı.

"Kesinlikle saçmalamıyorum. Devrim senden etkilenmiş. Hatta vurulmuş diyorum sana. Çarpılmış, çırpılmış. Adına ne dersen de! O adam hamurunu biraz da olsa yumuşatmış. Şimdi sen onu bir güzel şekillendireceksin."

Neşe konuştukça kalbim ağzıma geliyordu. Keşke söylenildiği kadar kolay olsaydı.

"Senin sandığın gibi değil Neşe," dedim üzüntü içinde. "O öyle bir adam değil. Değiştirilemez. Değişemez. Hem bir insan neden değişsin ki? Onu sadece..sadece sevmeye ikna edeceğim. Sadece cesaretli olması için onu teşvik edeceğim. Ondan değişmesini asla beklemiyorum. Bana sadece kendini açsın yeter... bir parça bile olsa.."

Ona gecenin geri kalanını anlatmadım. Armağan'ı ve diğer şeyleri. Devrim'in hayatını. Bunu benim bilmem bile aslında biraz canımı sıkıyordu ama diğer yandan da bildiğim için mesuttum. Devrim bunları öğrenmemi kesinlikle istemezdi.

Ben olsam ben de istemezdim.

"Bu dediğin şey kendini değiştirmek oluyor. Eğer adam bugüne değin hayatına hiçbir kadını almamışsa ve sen onu zorlayarak, 'kendini kabul ettirmeye' çalışırsan, onu değişmeye zorlamış olmuyor musun?"

Bu bir parça doğruydu ama asıl inandığım doğru farklıydı. Onu değiştirmeyi asla düşünmüyordum. Sadece içindeki sevgiyi ortaya çıkarmak istiyordum. Saklamaya çalıştığı, özenle koruduğu, bir çaresizlik olarak gördüğü sevgiyi ortaya çıkarmak istiyordum. Bunu yapabileceğimi biliyordum. İnanıyordum. Bunu gözlerinde görmüştüm. Bir insan ne kadar katı olursa olsun içinde bir parça da olsa sevgi taşımalıydı. En duygusuz insanın bile mutlaka sevdiği bir şey vardı.

"Hayır onu değiştirmiş olmuyorum," diye fısıldadım dalgın bir biçimde. "Sadece ona bu dünyada çok güzel şeylerin hala var olduğunu hatırlatacağım o kadar."

"Umarım mutlu olursun, Gamze. Bu kadar zaman bekledin ve sonunda mutsuz olmanı hiç istemiyorum."

Bunu ben de istemiyordum ama korkuyordum da. İnsan bu yaştan sonra aşkı bulduğu zaman daha kırılgan oluyordu. Kalbim sürekli korku içinde olacaktı ama ailemin genlerinde olan mücadeleci tarafım asla pes etmeyecekti. Aşk, onu hak etmek için çaba harcarsan sana mutluluk veriyordu. Öyle olmasa adı 'aşk' olur muydu?

"Bugün erken çıkabilirim." Hafifçe omuz silktim. "Burayı idare edersin değil mi?"

"Nereye gideceksin?"

Sıkıntıyla iç çektim. "Aslında şu taşınacağımız binanın yeni sahibiyle görüşmeye gidecektim ama o işi yarına bırakacağım. Şimdi bir arkadaşı görmeye gideceğim. Oradan da Galip'in annesine uğrayacağım."

"O nasıl?"

Bu sabahı düşünerek gülümsedim. "Çok iyi. Keyfi de yerinde. Sabah birlikte kahvaltı yaptık. Akşam onu görememiştim o da beni merak etmiş. Çok şükür iyi. Biraz kilo da aldı. Efe öğretmenleriyle görüşüyor, okula çok çabuk uyum sağlamış. Eve gelen öğretmenleri de ondan çok memnun."

"Çocuğa yeni bir hayat verdin ya, Allah da seni mutlu eder inşallah."

Mahcup bir şekilde gülümsedim. "Kahvaltı yaptım ama kızlardan birisine söylesene sıcak poğaçalar alsın getirsin."

"Bak şimdi benim de canım çekti." Sırıtarak ayağa kalktı ve odadan çıkarken bana göz kırptı. Sanırım bu konuşmaya ihtiyacım vardı. İçimdeki kadın biraz daha emin olmuştu. Mutlulukla gülümseyerek çantamı aldım ve masamın başına geçtim. Öğlene kadar biraz çalışacak sonra da Armağan'ı görmeye gidecektim.

Bu sırada Devrim'i de görmeyi umut ediyordum.

*

Saat on ikiye geldiğinde moda evinden çıktım ve arabama geçtim. Armağan'ın otelde olmayacağını düşünerek Devrim ile birlikte kaldıkları eve doğru yöneldim. Eve daha önce kaktüs gönderdiğim için adresini biliyordum.

Bir kaktüs!

Şimdi düşününce o kadar saçma geliyordu ki kendime kızıyordum. Bir adamın evine kaktüs gönderirken ne düşünüyordum? Ona kızdığım için bunu yapmıştım ama kızgınlıkla yapılabilecek o kadar çok şey varken, tutup da evine kaktüs göndermeyi nereden düşünmüştüm? İlginç bir insan olduğumu söyleyen kardeşlerimi sürekli doğruluyordum.

Oturdukları eve yaklaştıkça direksiyonda ritim tutmaya başladım. Gergindim. Onun otelde olacağını tahmin ediyordum ama içten içe evde olmasını diliyordum. Gördüğüm zaman ona sarılmak isteyecek ve kendimi tutarken de çok sıkıntı çekecektim. Ama kendimi tutmak zorundaydım.

Habersiz geldiğim için Armağan'ın bana kızmayacağını ümit ediyordum. On beş dakika sonra büyük villanın bahçe kapısına geldim ve arabadan inip kilitli otomatik kapının ziline bastım. Bir dakika sonra megafondan Armağan'ın sesini duydum.

"Gamze? Hoşgeldin!"

Habersiz geldiğim için çekinerek, "Hoşbulduk Armağan." dedim. "Müsait miydin? Böyle haber vermeden geldim ama..."

Beni nereden gördüğünü merak ederek etrafıma bakındım ve kapının üzerinde de olmak üzere bahçenin belli yerlerindeki kameraları gördüm. Kapının üzerindekine çekinik bir şekilde el sallayarak gülümsedim. Kapılar açıldığında arabama geri döndüm ve içeriye girdim. Kapılar yeniden kapandığında arabayı gümüş rengi bir mercedesin yanına park ederek giriş kapısına doğru yöneldim. O arabanın kime ait olduğunu düşünmek istemiyordum. Yoksa evde miydi?

Ben oraya varmadan kapılar açılıp, Armağan ortaya çıktığında duraksadım.

"Çok iyi ettin. Seni görmek çok güzel. Gel, lütfen."

Rahatlayarak ona doğru yürüdüm ve eğilerek yanaklarını öptüm. Yanağındaki kızarıklık mor bir renge dönmüştü. Gözlerimi yanağından güçlükle çektim. Can sıkıntısı içimde yükselmeye başladı. Ona bunu yapan insanları sallandırmak istiyordum.

"Bir anda karar verdim o yüzden -"

"Önemli değil Gamze. Buraya istediğin her an gelebilirsin."

İçeriye girdi ve bana peşinden gelmemi söyledi. Kapıdan içeriye girer girmez bizi Devrim'e gönderdiğim kaktüs karşıladı. Şoke olarak çiçeğe bakakaldım.

Onu hala evinde tutuyordu! Üstelik üzerinde çiçekler açmaya başlamıştı ve giriş holüne garip bir şekilde uyum sağlamıştı.

"Ah hediyeni çok beğendim o yüzden onu orada tutuyorum." Armağan'ın gülümsediğini görünce kızardım. Bu bir hediyeden çok bir hakaretti ancak bunu bilmesi gerekmiyordu. Anlaşılan Devrim çiçeği atmak istemiş ama Armağan buna engel olmuştu.

"Neden onu burada tutuyorsun?" diye sormaktan kendimi alamadım.

"Kapıdan içeriye girdiğimde onu görmek çok hoş oluyor. Sürekli göz önünde... "

İma ettiği şeyi anlayabiliyordum. Bana, Devrim'i sürekli onu görmek zorunda bıraktığını söylüyordu. Devrim evden çıkarken ya da eve her girdiğinde bu kaktüsü görüyor ve beni hatırlıyordu. İster istemez gülümsedim. Kadın tam bir dahiydi. Böyle yaparak Devrim'in her gün beni düşünmesini sağlıyordu.

Bu durumun hoşuma gideceği aşikârdı.

"Hadi gel önce mutfağa gidelim. Bugün bize yardım eden Melek gelmeyecek. Normalde Devrim evde yardımcı çalışan istemiyor ama benim bazen ihtiyacım olabiliyor. Bugün Melek'in izin günü, o yüzden kahvemizi biz yapacağız."

"Benim için hiç sorun değil," diyerek onu takip ettim. Birlikte bizim mutfağımıza benzeyen ultramodern mutfağa girdik. Bana kahvenin yerini gösterdi. Bardakların yerini de gösterdikten sonra lavaboya gideceğini söyleyerek izin istedi.

Onun tuvaletini nasıl yaptığını düşünerek endişelendim ve yardım isteyip istemediğini sordum. Bana halledebileceğini söyleyerek mutfaktan çıktığında iç çektim. Kahve makinesini çalıştırdım ve Armağan'ın gösterdiği yerden iki kupa çıkardım.

Kahve makinesi çalışırken arkamı döndüm ve kalçamı mermer tezgaha yaslayarak beklemeye başladım. Devrim'in evde olmadığını anlamıştım. Hissettiğim hayal kırıklığını bastırmaya çalışarak iyi şeyler düşünmeye yönelttim kendimi. Onu mutlaka görecektim. Görmek zorundaydım hem-

"Lanet olası kravat."

Sesini duyduğumda panikleyerek doğruldum ve ellerimi kupalardan birine değdirince kupa devrilerek yere düştü.

Daha sonra mutfağın girişinde iri bedeni göründü. Yakışıklı yüzünde kaşlarını çatmış, elindeki kravatla boğuşarak içeriye giriyordu. Bütün dikkati kravatında olduğu için beni görmemişti. Siyah bir pantolon, beyaz bir gömlek giymişti. Saçları duştan yeni çıktığını belle edercesine nemli ve dağınıktı. Tıraş losyonunun kokusu bütün mutfağı doldurmuştu.

"Abla şu kravatı halledebilir-" Başını kaldırdı ve beni görünce sustu.

Yutkundum.

Göçüm, ne güzel bakıyordu! Şaşkın, kafası karışık ve biraz da sinirli bir ifadesi vardı. Ama bütün bunların ötesinde o da benim gibi donup kalmıştı ve kıpırdamıyordu. Elindeki kravat yere düşmek üzereyken müthiş bir refleks ile yakaladı ve yeniden bakışlarını bana çevirdi.

Bakışlarıyla beni adeta tezgaha mıhlamış gibiydi. İç çektim. Bütün aşkımın gözlerimden okunmadığını umarak ona kısık sesle, tatlı bir, "Merhaba," dedim.



Daha yeni Daha eski

İletişim Formu