Peri ve Kuzgun - 28. Bölüm

Bölüm 28 : Aşık Mısın?

GAMZE

Garip bir duygu haliyle, otelden ayrıldıktan sonra eve geçtim. Kapıdan içeriye girdiğim anda lobiye üşüşen yeğenlerimi görünce içimdeki sıkıntının biraz olsun hafiflediğini hissederek onlara gülümsedim. Bir dizimi yere çöküp onlara kucak açtım ve hepsi birden bana doğru koşarak geldiğinde yıkılmamak için bedenimi sağlamlaştırdım. Dolu dolu kucaklanıp, yanaklarımdan gözlerimden, burnumdan defalarca kez öpüldüm.

Bir avuç çocuğun bende hissettirdiği duygulara inanamıyordum. Sanki bütün dünyayı kucaklamışım gibi müthiş bir mutluluk duyuyordum. Onların gösteriye gelemeyişinden dolayı üzgün olsam da, burada, evde güvenli bir şekilde oldukları için rahattım. Armağan'a her ne yaptılarsa, o adamların oldukları yerde ailemin olmasını istemiyordum.

Devrim'in gözlerinde gördüğüm öfkenin titreşimlerini kendi bedenimde bile hissedebilmiştim. Onu ilk kez böyle duygularını açık ederken görmek beni de etkilemişti. Sanki kafamda onun hiç bir buz dağı kadar soğuk olduğunu kodlamış gibiydim. Sanki o hiç yontulmayacak bir taştı. O kadar sert ve katıydı.

Yumuşak, zayıf taraflarının olduğunu görmek beni de sarsmıştı.

Çocukların aşırı sevgisiyle enerji depolayarak doğruldum ve birlikte salona geçtik. Kardeşlerim, eşleri ve annem ile babam salonda oturmuş bize bakıyordu. Beni gördükleri anda hepsinin yüzü duygudan duyguya girdi. İlk olarak tabiiki ikizim konuştu.

"Neredesin kızım sen? Aklımız sende kaldı. Bizi görmeden nereye gittin?"

Ardından babam, "Efe haklı," diyerek onu onayladı. "Seni merak ettik. Gösteriden sonra yanımıza gelirsin sandık ama bir duyduk ki çoktan otelden ayrılmışsın. Neler oluyor? Bir sorun mu var?"

Dudağımı ısırarak onlara baktım. Bu azarı sonuna kadar hak etmiştim. Karşılarında durmuş sessiz bir şekilde beklerken kendimi küçük bir çocukmuş gibi hissediyordum. Özellikle babamın bakışları boynumu bükmeme sebep oluyordu.

"Gel bakalım, otur şuraya." Biraz kenara kayarak anneme doğru yaklaştı ve yanında oturmam için yer açtı.

Oturup okkalı bir azar işitmeden odama kaçma hayallerim suya düşmüş bir şekilde babamın yanına ilerledim. Kaç yaşında olursan ol, baba bir şey söylediği zaman yapılmak zorundaydı. Bu benim babamsa, yanına gidip oturmazsam bana kırılabilirdi. Yamacına oturduğumda yeğenlerimden birisi çantamı aldı ve yukarıya çıkardı. Diğerleri de peşinden koşarak uzaklaştı. Galip'i görememiştim ancak onun bu saatlerde yukarıda ders çalıştığını bildiğimden, yine ders çalışmak için yukarıda olduğunu tahmin ediyordum.

"Seni dinliyoruz kızım?" diye konuştu annem. Herkes bir şeyler söylemem için gözlerini bana dikmişti.

"Neyi merak ediyorsunuz?" diye çekinerek sordum ama aslında içten içe eğleniyordum. Hepsi de çok tatlıydı. Beni merak etmişlerdi. Beni hep merak ederlerdi. Evin tek bekar kadını olarak merak edilmeliydim de zaten.

Efe homurdandı. "Neden gösteriden sonra yanımıza gelmedin? Ne işin varmış? Nereye gittin? Danstan sonra Devrim de görünmedi ortalarda. Davetliler onunla konuşmak için can atıyordu. Asistanı gelip herkesle ilgilendi. Neler dönüyor?"

Dudağımı ısırarak diğerlerine baktım. Hepsi de merakla bana bakıyordu. Onlara olanları anlatmalı mıydım?

Anlatmamalı mıydım?

"Gamze, annem?"

Küçücük bir çocuk gibi hissetmem normaldi değil mi?

"Aslında," diyerek ellerimi dizlerime sürttüm ve herkese kaçamak bir bakış attım. "Danstan sonra yanınıza gelecektim fakat, Devrim'in ablasıyla karşılaşınca onun yanında kalmam gerektiğine karar verdim."

Her zaman aramızdaki telepati yöntemiyle bir şeyleri hissedebilen ikizim, kaşlarını çatarak, "Neden? Bir sorun mu var?" diye sordu.

Kısaca başımı salladım. "Evet. Yani ben öyle olduğunu düşünüyorum. Armağan ile karşılaştığımızda üstü başı dağınıktı ve yanağında bir el izi vardı. Sanırım saldırıya uğramış."

Sinir, şaşkınlık, endişe dolu duygulu konuşmalardan sonra, Demir, "Bunu ona kim yapmış?" diye sordu sertçe. "Devrim'in haberi var mıydı?"

"Evet. Armağan'ı rehin tutmuşlar. Sanırım Devrim'e bir mesaj iletmek için, bilemiyorum. Devrim bunu yapanları tanıyor gibiydi. Bana pek bir şey söylenmedi."

Babam düşünceli görünüyordu. "Onu nasıl rehin tutmuşlar? Açık arttırmanın olduğu zamanın çoğunda bizim masamızdaydı. Hep göz önündeydi. Ne ara götürülmüş? Güvenlik kameralarına bakmışlar mı?"

"Bilemiyorum baba. Yanlarında o kadar kalmadım. Sadece...."

"Sadece?" diye üsteledi Efe.

Omuz silkerek başımı iki yana salladım. "Önemli bir şey değil."

Gözlerini kıstı ancak üstelemedi. Ona küçük bir öpücük gönderdim. Hemen yanında oturan kızıl, Zeynep, "Armağan nasıl?" diye sordu. "Ah zavallı kadın. Ona o halde nasıl saldırırlar? Zaten kendini savunamayacak durumda."

Efe kolunu kaldırıp karısının omuzuna koydu ve onu göğsüne çekip alnından öptü. Zeynep de engelli olduğu için, ona bu şekilde hitap etmek istemesem de toplumda dillendirdiğimiz kelime buydu, Armağan'a hepimizden daha çok üzülmüş olmalıydı. Yıllar önce ona da saldırılmıştı. Zeynep kanlar içinde hastaneye kaldırılmıştı. Hepimiz o kadar çok korkmuş ve öfkelenmiştik ki, Devrim kim bilir ne hissediyordu?

Zeynep'e bunu yapan caniler neyse ki şu an hapiste çürüyordu. Onu baba parası bile kurtaramamıştı. Zeynep çok şükür şu an iyiydi ama Armağan gibi saldırıya uğrayan kişileri duyunca ister istemez aklına o anların geldiğini hepimiz tahmin edebiliyorduk. Neyse ki Efe yanında onu teselli ediyordu.

"Zor durumda olan bir kadına vurmayı bırak, bir kadına vuran erkeğin elleri kırılmalı. Kırık ellerle yaşamalı. Ölsün gebersin o halde."

Hepimiz Leyla'nın sözlerini onaylarcasına başımızı salladık.

"Durumu nasıldı peki?" diye sordu Zeynep yeniden.

"Yanağı dışında yüzünde başka bir iz göremedim. İyi gibiydi. Daha çok kardeşinin yanlış bir şey yapacağını düşünüp onun için endişeleniyordu."

"Devrim, Çakal'ın mirasçısı. Çakal eminim ki onu koruyup kollayacak birçok fırsat sunmuştur. Devrim'i az çok tanırım. Yanlış bir şey yapacağını zannetmem ama insanın ailesine dokunan kişiler olunca bu durumda ne hisseder bilemem de."

Kafası karışmış bir şekilde babama bakakaldım. "Sen Devrim'i tanıyor musun yani?"

Başını eğdi kısaca.

"Çakal kim?"

"Çakal iş aleminin, oteller zincirinin önemli adamlarından birisiydi. Nüfuzu çok olan bir adamdı. Devrim onun yanında büyüdü, yetişti. Sağ kolu oldu."

Hayretle babamın anlattıklarını dinliyordum. Bana onun çocukluğunu bildiğini mi söylüyordu? Peki bu nasıl oluyordu? Onu nasıl tanıyordu? Devrim'in ailesi kimdi? Armağan da mı Çakal denilen adamın yanında yetişmişti?

"İnsanın ailesine dokunan adamlar derken, ne demek istedin baba?" Ona doğru döndüm.

Kaşlarını çattı. "Bu biraz üzücü bir hikaye."

Bilmek isteyerek, merak ederek ısrar ettim. Öğrenmek zorundaydım. Armağan'ın anlatmaya gönüllü olmadığı, Devrim'i bu kadar katılaştıran geçmişi bilmek zorundaydım. Eğer bilirsem her şey değişecekmiş gibi geliyordu. Kafamda bir şeyler tam olarak oturmuyordu. Net olmayan bir şeyler vardı. Bir adamı sevgiye karşı bu kadar düşman eden ne yaşanmış olabilirdi? Armağan neden o haldeydi?

"Baba lütfen," diyerek itiraz ettim. "Neler olduğunu anlat. Bilmek istiyorum."

Kardeşim Güney araya girerek, "Bunu bilmemiz doğru mu?" diye sordu. Ona öldürücü bir bakış attım ancak oralı olmadı. "Bu onların özeli. Ben olsam bir yerlerde benim hayatımın dedikodusunun yapılmasını istemezdim."

Babam, Güney'in söylediği şeyden etkilenmiş gibi görünüyordu.

"Sanki hayatında hiç dedikodu yapmıyorsun Güney."

"Tabiiki yapıyorum ama böyle bir şeyi de konuşmuyoruz canım." Bana bakan gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Beni sinirlendirdiğini biliyordu ve bundan keyif alıyordu. Bir abla olarak üzerinde hiç otoritem yokmuş gibi hissediyordum bazen.

Ona aldırış etmeyerek babama döndüm.

Bana düşünceli bir şekilde bakıyordu ve ben o bakışın altındaki anlamdan korkuyordum. "Gel seninle küçük salona geçelim." Dediğinde nefesimi tuttum. Bana söyleyecekti ve ardından kim bilir ne ekleyecekti? Ayağa kalkınca ben de kalktım. Kalbim ağzımda atıyordu. Yorgundum, uykusuzdum ama yine de bu konuşmayı yapacağımız için çok büyük bir heyecan duyuyordum.

Biz salondan çıkarken kardeşlerim de Güney'i bombardımana tutmuştu. Hikayeyi benim kadar onlar da merak ediyordu ve Güney o çenesini açarak bunun önünü kapatmıştı. Arkama doğru kısa bir bakış attığımda Efe'nin ve Demir'in, Güney'e koltuğun küçük yastıklarını fırlattığını gördüm.

Sırıtarak önüme döndüm ve babamı takip ettim. Hiç akıllanmayacaklardı!

"Kahve yapayım mı?" diye sordum babam küçük salonun olduğu tarafa yönelirken. Mutfağın önünde durmuştum.

"Kızlardan birisi yapar getirir. Sen gel."

Çekinerek peşinden ilerledim. Salondan içeriye girdiğimizde kapıyı hafifçe kapatmamı işaret etti ve ben de öyle yapıp karşısına oturdum. Garip bir şekilde çekiniyordum. Bana neden Devrim'in hayatı ile ilgili şeyleri öğrenmek istediğimi sorarsa ona ne cevap verecektim? Ki babam hepimizi çok iyi tanırdı. Yalan bile söylesem daha ben söylemeden anlardı.

Gergin bir şekilde ellerimi birbirine kavuşturdum ve babamın ellerime baktığını fark edince hemen geri ayırdım. Gergindim ve bunu aşırı belli ediyordum. İçeride kardeşlerimin arasındayken konuşmak ve tepkilerimi gizlemek kolaydı ama şimdi karşısında sadece ben vardım. Ve şu an beni bir kitap gibi okuduğuna emindim.

"Önce sana şunu sormak istiyorum Gamze," diyerek gülümsedi.

Gülümsedi?

Başımı hızlıca salladım. "Evet baba?"

"Devrim ile aranızda bir ilişki var mı kızım?"

Soru öyle keskindi ki eğer o anda su ya da başka bir şey içiyor olsaydım şaşkınlıktan babamın yüzüne püskürürdüm. Neyse ki kahveler hala gelmemişti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bir kadın için babanla gönül ilişkilerini konuşmak ne kadar zordu.

Başımı şiddetle iki yana sallayarak reddettim. "Yok baba."

"Yani karşılıklı bir şey yok?" diye sordu yeniden.

Tam da korktuğum noktaya gelecekti. Göçüm!

"Yok."

"Hım." Duraksadı ve başını hafifçe eğerek bana öyle baktı. Sanki kalbimin içini görüyormuş gibiydi. "Peki..senin bu delikanlıya karşı hislerin var mı?"

Gözlerimi kırpıştırarak, "Nasıl yani?" diye sordum.

Bana gülümsedi.

Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Aptalca bir soruydu biliyordum. Soru gayet açıkken, "Nasıl yani?" demekle ne halt ediyordum?

Elimle kendimi yelpazelememek için zor tuttum.

"Yani, Devrim'den hoşlanıyor musun?" Tek kaşını kaldırdı. "Ona karşı hislerin var mı? Anlıyorsun işte kızım, tekrar ettirme bana."

Bakışlarımı kaçırdım. Babamın derin bakışları altında kıvranarak, "Bir düşünmem gerek," diye mırıldandım. Karşılığında gülümsediğini görünce utandım. Soru çok kolaydı ancak içimde cevabı ararken zorlanacağımı biliyordum.

Ondan hoşlanıyor muydum? Onu çok yakışıklı buluyordum. Gerçekten de çok yakışıklıydı. Hayatımda birçok yakışıklı adam görmüştüm, babam ve kendi kardeşlerim de yakışıklı adamlardı ancak Devrim'in yakışıklılığı başka bir boyuttaydı sanki. Yoksa ondan hoşlanıyorum diye mi böyleydi? Ondan hoşlanıyor muydum yani?

Gözlerimi kapatıp kendimi sorguladım. Beni görmezden gelmesine, yok saymasına ve açıkça benden uzak durmasına bu kadar kızmamın sebebi neydi? Gerçekten görmezden gelinmek mi sinir ediyordu beni yoksa ondan hoşlandığım için onun hareketlerine ayrı bir anlam mı yüklüyordum? İnsan hoşlandığı insanın hareketleriyle incinirdi değil mi? Ben de inciniyordum.

Gururum olsa da yine de dönüp ona bakmadan, onu kontrol etmeden, onu temellerinden sarsmayı istemekten vazgeçemiyordum.

"Düşündün mü?" diye soran babamın sesini duyunca gözlerimi kapattım.

Ve dürüstçe, biraz da korkarak, "Bilmiyorum baba." dedim. "Çok karışığım."

Yine gülümsediğinde iç çektim.

"Sana cevabı benim vermemi ister misin?"

Başımı salladım.

"Ondan hoşlanmıyorsun," dediği anda derin bir nefes aldım.

Sanki nefessiz kalmışım ve birden derin bir nefes almışım gibi yandı ciğerlerim. Yüzümü buruşturdum. Hissettiğim rahatlamanın yanında beliren can sıkıcı hissi de kucakladım. Bu can sıkıcı histen hiç hoşlanmamıştım.

Kapı tıklatılınca derin bir nefes aldım. Elinde küçük bir tepsi ile içeriye giren kardeşim Efe'ye baktım.

Sırıtarak, "Kahveleri sana mı yaptırdılar?" diye sordum.

Benimkine benzeyen bir sırıtışla, "Hayır," dedi. "Ben getirmeye gönüllü oldum."

Eminim içeride küçük bir kargaşa yaşanmıştı. Ve kazanan ikizim olmuş olmalıydı. O her zaman böyleydi. Sevimli yüzüyle insanın kalbini anında çelebilirdi. Yıllardır beraber olmamıza rağmen, ikizi olmama rağmen hala ona karşı kaybettiğim zamanlar oluyordu.

"Eee ne konuşuyordunuz?" diye sordu ve kahveleri önümüzdeki sehpaya koydu.

Babam gülerek, "Kahveleri bırak da kapıyı kapat." dedi.

Efe büyük bir mutlulukla içeride kalarak kapıyı kapatıyordu ki, babam müdahale ederek, "Dışarı Efe." dedi.

Kardeşim yüzünü somurttu ve işaret parmağıyla beni göstererek, "O benim ikizim." dedi.

Babam, "Benim de kızım." diye cevap verince Efe homurdanarak dışarıya çıktı ve kapıyı kapattı. Sırıtmama engel olamayarak babama, "Kocaman adam oldu ama hala çocuk..." dedim ve gülümsedim.

"Hepiniz benim gözümde çocuksunuz hala," derken kahvesine uzanıyordu.

Ben de boğazım kuruduğu için direkt suya uzandım ve elime alıp bir yudum içtim.

"Ondan hoşlanmıyorsun, çünkü ona çoktan aşık olmuşsun."

İçtiğim su boğazıma kaçtı. Elimi göğsüme koyup öksürerek, sakinleşmeye, boğulmamaya çalıştım. Öksürük beni tetikledikçe babamın yüzüne bakmamak için sağıma doğru döndüm. Bir an sonra onun kalkıp yanıma geldiğini ve sırtımı sıvazladığını hissettim.

"İyiyim, iyiyim..." diye mırıldandım. "İyiyim baba. Biraz ani olunca..."

Bir yudum daha su içtim ve hararetimin biraz yatıştığını hissettim. Babam yerine geçtiğinde derin bir nefes aldım ve babamın gözlerinin içine baktım.

"Aşk hakkında çok şey söylenir Gamze. Bunlardan birisi de onun ne kadar sinsi olduğudur. Kalbine girer..seni kıvrandırır - anlayamazsın bile. Sonra bir an gelir ve fark edersin ki kendi benliğinden çok sevdiğin kişinin benliğini önemser ve onun için savaşır hale gelirsin."

Yutkundum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sanki bir anda yola çıkan bir geyiğin ona doğru son sürat gelen arabaya bakışı gibi şaşkın ve kıpırtısızdım. Babama öyle baktığıma emindim.

"Baba ben.."

Elini kaldırıp beni usulca susturunca sessiz kaldım.

"Devrim hakkında neden bu kadar merak dolu olduğunu tahmin edebiliyorum. Annen bana senin onun hakkında çok gergin ve meraklı olduğunu söyledi. Kadınca bir seziyle senin ondan hoşlandığını düşünmüş. Bu dans konusunda da çok gergin ve kızgın olduğunu da biliyoruz. Yağız denilen adamla dans etmek istemediğin ailenin gözünden kaçmadı. Biz seni onunla dans edecek zannederken adam ortadan kayboldu ve sen Devrim ile sahneye çıktın. Bu akşam neler oldu?"

Söylediği şeyler o kadar isabetli yerlerden vuruyordu ki konuşmak, cümleleri bir araya getirmek çok zordu.

"Devrim bana göz önünde olmak için benimle dans ettiğini söyledi," diye fısıldadım. "...ben bunun mantıklı olduğunu düşünmedim ama doğruymuş gibi geldi. Armağan'ı rehin tutuyorlarmış ve onun göz önünde olmasını istemişler. Bir dakika için bile olsa onu çaresiz görmek istemiş olabilirler bilemiyorum. Sanırım davetlilerin arasında Devrim'in her hareketini takip eden birileri vardı ya da.." Duraksadım.

"Ya da?" diye ısrar etti babam.

"Ya da garsonlardan ya da otelin çalışanlarından birisi onlara yardım etti. Ama bu da mantıklı gelmiyor çünkü Devrim çok ..nasıl anlatabilirim.. çok disiplinli ve dikkatli bir adam. Yanında çalışan insanları da titizlikle seçtiğine eminim."

Babam tek kaşını kaldırarak baktı. "Devrim, oteller zincirinin sahibi Gamze. Sence her otelindeki çalışanını yedi ceddine kadar araştırıyor mudur?"

Devrim'i tanıdığım için bu soruya, "Evet." cevabını verdim.

"Ama yine de emin olamaz," diye itiraz etti. "Sonuçta bu otel yeni açıldı ve çalışanlar da yeni. Devrim'e haber veren kişi belki de bir garsondu, bilemeyiz. Önemli olan Armağan'ın şu an iyi olması ve senin Devrim'e karşı hissettiğin duygular."

"Baba lütfen..ben," Yine elini kaldırınca iç çekerek sesimi kestim.

"İnkar etmenin bir faydası yok. Onun hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyorsun güzel kızım. Sen görünen bir kabuğa aşık olmuş olabilirsin. Fakat ben onu tanıyorum. En azından genç halini biliyorum. Nasıl bir karanlığın ve öfkenin içinde büyüdüğünü, hayatını ne amaçla sürdürdüğünü bilmek, beni kızımı ondan koruma güdüsüne itiyor. Senin için yanlış bir seçim..."

Nedense bir anda susmasını, daha fazla konuşmamasını isteyecekken buldum kendimi. Onun hakkında kötü bir şey duymak istemediğimi fark ettim. Sanki bir şeyler duyarsam Devrim'den soğurmuşum gibi hissettim. Ama içten içe de ondan soğuyamayacağımı biliyor gibiydim. Derin bir nefes alarak babamın gözlerinin içine baktım ve devam etmesini bekledim.

"Çocukken Çakal'ın yani ünlü bir iş adamının yanında gördüm onu. Genç bir delikanlıydı. On dört on beş yaşlarında bir şeydi ancak çok sessizdi. Hiç konuşmazdı. Ancak bakışları ölçüp tartan bir ifadeyle doluydu. İnsanın içini görür gibi bakıyordu. Çakal'a onu nereden bulduğunu sordum. Onun yaşındaki çocukların okula gitmesi gerekirken o orada getir götür işlerini yapıyordu."

"Ne cevap verdi peki?" diye sormaktan alamadım kendimi. Merak ediyordum. Onun bu kadar kaskatı bir adam haline gelmesine neden olan şeyin ne olduğunu merak ediyordum.

Babam üzgün bir şekilde, "Kötü," diye fısıldadı. "Çok kötü. Aldığım cevap çok kötüydü." Düşünceli bir şekilde kahvesinden bir yudum aldı. Sanki o anları yeniden yaşıyormuş gibi yüzü sıkıntıyla gerilmişti. Onun üzüldüğünü anlayabiliyordum. Neler olduğunu bilsem ben de üzülürdüm çünkü Armağan da Devrim de geçmişleri yüzünden bu haldelerdi. Kim bilir ne üzücü şeyler yaşamışlardı.

"Ailesinin bir lokantası varmış. Yemek falan ikram edilen bir yer. Bir aile lokantası. Durumları pek iyi değilmiş ama geçinebiliyorlarmış en azından."

Devrim'i o yaşlarda müşterilere hizmet ederken hayal etmeye çalıştım ancak kafamda görüntüyü bir türlü toparlayamadım.

"Ablası da tıp okuyormuş. Bir yaz döneminde eve gelmiş. Devrim'in, Çakal'a anlattığına göre bir akşam lokantayı kapatıp toparlandıkları zaman bazı adamlar gelmiş ve büyük bir arbede yaşanmış. Devrim'in gözlerinin önünde annesini, babasını öldürmüşler. Sonra da ablasını alıp götürmüşler."

Aniden göğüs kafesimde şiddetli bir ağrı hissederek öne eğildim. Sanki nefessiz kalmışım gibi boğazıma oturan o rahatsız histen kurtulmak isteyerek defalarca yutkunmak zorunda kaldım. Kalbimin ortasında dönmeye başlayan ve beni cayır cayır yakan düşüncenin etkisinden sıyrılamıyordum. Sevgi. Sevgi ona gerçekten de zarar vermişti.

İnanamayarak başımı iki yana salladım. "Sen neler diyorsun baba?"

Sesimin çıkmadığını ancak bir dakika sonra fark ettim. Boğazımı temizleyerek bir kez daha sordum. "Ne diyorsun sen? Kim yapmış onlara bunu?"

On beş yaşındaki Devrim için o kadar üzüldüm ki konuşmakta zorlanıyordum. Ondan ve ailesinden ne istemişlerdi? Ona neden bunu yapmışlardı? Kalbim acıyordu. Kocaman bir düğüm gelip boğazıma oturdu ve ben yutkundukça onu ta kalbimde hissettim.

"Çok üzücü biliyorum. Ona bunu neden yaptılar bilmiyorum ancak Devrim'i yaralı bir halde orada bırakmışlar. Sırtından silahla vurulmuş ancak ölmemiş. Uyandığında kendini hastanede bulmuş. Kimsesiz bir şekilde."

Elimi kaldırdım ve susmasını isteyerek babama uzattım. "Baba..bir saniye, bana bir saniye ver.." Tökezleyerek ayağa kalktım ve salonun bahçeye açılan kapısına doğru yürüdüm. Derin bir nefes alma ihtiyacı duyarak kilidi çevirdim ve kapıyı açtım. Kapıyla değil de kendimle boğuşuyormuşum gibi hissediyordum.

Ciğerlerim yanıyordu. Alevlerin, öfkenin, acının, üzüntünün beni sımsıkı sardığını hissedebiliyordum. Devrim'in öfkesini işte şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Kapı açıldığında dışarıya çıktım ve derin bir nefes alarak elimi göğüs kafesime bastırdım.

Serin hava yanaklarımı üşüttüğünde işte o zaman ağlamaya başladığımı anladım. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve gözlerimi kapattım. Sevgiden, mutluluktan bu kadar uzak duran bu adamın geçerli bir sebebi olduğunu düşünüyordum ancak böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordum. Anne babasının normal bir şekilde öldüğünü düşünüyor ve kendimce Devrim'in, ailesinin kaybını hala atlatamadığı gerçeğine inandırmaya çalışıyordum.

Oysa gerçek çok başkaydı. Çok acıydı. Devrim'in nasıl yaşadığını asla tahmin edemezdim. Bu benim başıma gelseydi kim bilir ben ne halde olurdum? Bütün ailemi gözlerimin önünde öldürseler, kim bilir ben ne yapardım? Belki de kendi canıma bile kıyabilirdim. O kadar büyük bir acıydı ki, empati yapması bile çok zordu. İnsanın yüreği kadar ruhu, bedeni de paramparça olmalıydı. Aile ferdinin birisinin bile ölümü çok zorken ikisini kaybetmek acıyı daha da katlıyordu. Babam kalp krizi geçirdiği zaman aklımı kaybetme noktasına gelmişsem, Devrim'in yaşadıklarını yaşasam kim bilir ne hale gelirdim?

Beni hastaneye götürürken ki hali gözümün önüne geldi ve onun için hissettiğim üzüntü daha da arttı. Ben babam için endişelenirken o kim bilir neler hissediyordu?

"İyi misin Gamze?"

Babamın sesini duyduğumda irkildim ve yavaşça ona döndüm. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama gözyaşlarımın akıp gitmesine engel olamıyordum. Başımı iki yana sallayarak, "Çok üzüldüm." diye fısıldadım.

Yanıma geldi ve kolunu kaldırarak beni çağırdı. Minnetle ona doğru yürüdüm ve kolunun altına girip kollarımı beline doladım. Babamın varlığı her zaman benim en büyük nimetim olmuştu. Onun yokluğunu düşünmek bile canımı bu kadar yakarken bir de yok olması nasıl acı vermezdi?

Devrim için çok üzülüyordum. Onun yaşamak zorunda kaldığı bu hayat için çok üzülüyordum. Üzüntüm o kadar büyüktü ki, beni yanlış anlamayacağını bilsem arabama atlar ve oturduğu eve gider, ona sımsıkı sarılırdım. Acısını almak, içindeki acıyı parçalamak için elimden ne geliyorsa yapardım.

"Şşş..ağlama." diye fısıldayan babamın kolları arasında daha da sızlanmaya başladım. Kendime engel olamıyordum. Küçük yaştaki Devrim'i ve gözlerini hastanede açtığında ne hissettiğini düşündükçe içime oturan acıyı görmezden gelemiyordum. Belki de ölmeyi dilemiş ancak ölmediğini görünce üzülmüştü.

"Sanırım bu kadarla bıraksak iyi olacak," diye mırıldandı babam. "Daha fazlasını kaldıramayacaksın."

İrkilerek, "Daha fazlası mı var?" diye fısıldadım ve ondan ayrıldım. Ellerimle yüzümü hızlıca sildim. Daha fazlasının canımı çok yakacağını biliyordum ama öğrenmek istiyordum. "Baba lütfen. Bilmek istiyorum."

İç çekti. Bakışlarını kaçırdı.

İçime oturan acıyla kalbimi delik deşen eden duygular arasında sıkışıp kalmış bir halde bir şeyler söylemesini bekledim. Yeniden konuşmaya başladığında aradan iki dakika geçmişti.

"Çakal'ı bulduğunda oldukça hırçın ama akıllı bir çocukmuş. Ondan kendisini eğitmesini, ablasını bulmasını istemiş. Kendini Çakal'a teslim etmiş."

Kafası karışık bir şekilde, "Ablasını bulmasını mı?" diye sordum. Sonra babamın, adamların Armağan'ı alıp gittiklerini söylediği kısmı hatırladım. Ben anne babasının öldürülmesiyle o kadar sarsılmıştım ki gerisini duyamamıştım. Acıyla, "Armağan'ı kaçırmışlar mı?" diye sordum. Elimi ağzıma kapatarak. Bütün bunları dinlemesi bile bu kadar acı vericiyken, yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünemiyordum bile.

Babam başını hafifçe salladı ve fısıltıyla, "Onu genelevde çalıştırmışlar," dedi.

Duyduğum şeye inanamayarak gözlerimi kapattım. "Aman Allah'ım! Aman Allah'ım! Sen ne diyorsun baba? Ne diyorsun?" Yerimde duramayarak sağa sola yönelerek volta atmaya başladım. Hissettiğim şeyler yüzünden kafayı sıyırmamak için ellerimi saçlarıma götürdüm ve başıma bastırdım. "Aman Allah'ım! Allah'ım.."

Duramıyordum. "Bu yüzden mi akülü sandalyede? Ona zarar mı vermişler?" diye haykırdım. Sanki içimden bir parçayı canlı canlı söküp alıyorlarmış gibi hissediyordum.

"Hayır..intihar etmeye kalkmış sanırım. Kendini çatıdan aşağıya atmış. Söylenenlere göre bunu Devrim'in gözünün önünde yapmış." Babam üzüntüyle kaşlarını çattı. "Bu ilk intihar girişimi değilmiş. Ancak duyduğum kadarıyla sonuncusuydu ve bacaklarını kaybetti."

Duyduklarım o kadar ağır şeylerdi ki kaldıramayacağımı hissederek çömeldim. Başımı ellerimin arasına aldım ve içimdeki o acı çılgınlığı bastırmak için kendime sıkı sıkı sarıldım.

"Ah baba," diyerek ağladım. "Çok üzüldüm. Armağan o kadar sessiz ki bazen. Gülümsemeleri hep buruk. Hep neden diye merak etmiştim...hep onları bu hale getirenin ne olduğunu..merak etmiştim." Ağlamamı durduramıyordum.

Babamın saçlarımı okşadığını hissettim. "Gamze, sakinleşir misin kızım? Üzülme.. artık geçti. Artık iyiler. Allah onları birbirine bağışladı. Bundan sonra da iyi olacaklar."

Başımı şiddetle iki yana salladım. "Hayır iyi olmayacaklar. Çok kötüler baba. Çok kötüler." Ağlayarak ona baktım. "Sanki yaşayan ölü gibiler. Gülmüyorlar. Hayatlarında yalnızca acı var.. yalnızca acı! Oysa biz ne kadar mutluyuz! Çok şükür.." Minnetle iç çektim ancak Armağan ve Devrim için hissettiğim acı her şeyin üzerindeydi. "Biz hep mutluyken onlar hep acı çektiler." Dünya'nın böyle bir yer olduğunu biliyordum elbette. Galip ve onun durumundaki çocuklar için de çok üzülmüştüm. Şimdi Devrim'in, Galip ve diğer çocuklar konusunda neden bu kadar hassas olduğunu anlayabiliyordum.

"Hayat böyle..." diye iç çekti babam. "Maalesef elimizde değil bazı şeyler güzel kızım. Maalesef elimizde değil. Öyle hayatlar var ki... öyle yaşamlar, öyle acılar..öyle çoklar ki.. "

Bütün yaşamlar için acı çekerek dalgınca yerdeki toprağa baktım. Devrim'e ve Armağan'a sarılmayı o kadar çok istiyordum ki bu bir ihtiyaç, bir dürtü haline dönüşmeye başladıkça güçlükle nefes alabiliyordum.

"Bazen hayat çok acımasız baba," diye mırıldandım acı içinde. "Neden suçu günahı olmayan insanlar bu kadar acı çekmek zorunda?"

Bana, 'imtihan' diye cevap verecekti biliyordum, bu düşünce beni bir yere kadar teselli ediyordu ama bu kadar büyük acılar gördükçe daha fazla cevaplar istiyordum. Daha fazla...daha fazla...

"Neden küçük bir çocuk hem annesini hem babasını hem de kısmen de olsa ablasını kaybetmek zorunda? Kim bilir ne kadar zor olmuştur." Derin bir nefes aldım ancak ağlamamı durduramıyordum. Burnum ve gözlerim yanıyordu. Boğazım acıyordu. "Senin..senin kalp krizi geçirdiğini duyduğumda çok üzüldüm. Öleceğin düşüncesi bile beni mahvetti baba. Mahvetti! Kim bilir ölsen ne olurdum? Ne olurduk?"

Boğazıma düğümlenen acılar yüzünden daha fazla konuşamadım.

"Onunla ilgili her şeyi bilmek istiyorum," dedim bir süre sonra. "Nasıl bu hale geldiğini, oteller zincirine nasıl sahip olduğunu vs. Her şeyi bilmek istiyorum... ama ..ama yarın. Yarın anlat bana. Şimdi değil."

Başımı önüme eğerek ayağa kalktım. Babam da benimle birlikte kalkınca dayanamayıp ona sımsıkı sarıldım. Devrim için de sarıldım. Baba kokusunu içime çektim ve derin bir nefes alarak geri çekildim.

"İçeri gelmiyor musun?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Biraz yürüyeceğim."

Kaşlarını çattı. "Gamze..güzel kızım, güzel yüreklim.. bu kadar kendini üzme. Biliyorum çok acı şeyler ama kendini bu kadar üzmeni istemiyorum. Artık ikisi de yetişkin bir hale geldi."

"Ama yaşadıkları yüzünden bu haldeler. Birbirlerine karşı çok soğuklar. Özellikle Devrim.. o kadar zor, o kadar soğuk birisi olmuş ki... şimdi çok iyi anlıyorum nedenini." Yutkundum. Beni defalarca kendinden uzaklaştırmaya çalışmasını, benden kaçmasını, beni gördüğü yerde yok saymasına şimdi anlıyordum.

Sevgi onun hayatına büyük bir zarar vermişti. Bunu bana kendisi de söylemişti. Onun için çok üzülüyordum.

Armağan ise bambaşka bir acıydı. Gözlerimi kapattım ve iç çektim.

Babam omuzlarımı sıvazladı ve içeriye girip çantamla telefonumu bana getirdi. Minnetle ona sarılıp yanaklarından öptüm ve ceketimi giyip, çantamı taktıktan sonra arabama yöneldim. Kalbim acıyordu. Deniz kenarına gidip o havayı solumak, sakinleşmek istiyordum.

Arabaya binip kapıdan çıkmak için döndüğümde Efe'nin bağırarak arkamdan koştuğunu gördüm. Durdum. Gözyaşlarımı silerek camı indirdim. "Ne oldu Efe?"

Arabanın kapısını açıp içeriye girdiğinde ona karşı koymak için ağzımı açtım ancak dönüp bana baktığında ve, "Seninle geliyorum. İtiraz yok." dediğinde hiçbir şey diyemeyerek ona bakakaldım.

Sonra da yola koyuldum.

Bu gece Devrim'e ya da Armağan'ın kapısına gitmemek, ya da onları aramamak veya mesaj atmamak için kendimde olmama ihtiyacım vardı. Efe yanımda olursa bunları yapmayacağımı biliyordum.

Ve yine biliyordum ki, ben Devrim'e aşık olmuştum. Hem de geri dönülemeyecek kadar derin bir biçimde. İçimdeki acı ne kadar büyükse... o kadar vurulmuştum.
 




Daha yeni Daha eski

İletişim Formu