Peri ve Kuzgun - 25. Bölüm



Bölüm 25 : Veda

Bana doğru eğildikçe kalbim yerinden çıkacakmış gibi daha da hızlı atmaya başlıyordu.

Bakışları gözlerimdeydi. Benim gözlerimse kirpiklerine kadar titriyordu. Ne yapıyordu? Bana neden bu kadar yaklaşıyordu?

"Yanlış anlamışsam düzelt," diye mırıldandı ve aramızda santimler kala durdu. Parfümünün kokusu burnuma kadar geliyordu. "...Meral Hanım dans sonunda böyle bir öpücüğün olacağını söylememiş miydi?"

"Hayır, böylesini söylememişti.."dedim. Derin bir nefes alıp verdim. "Sen benim ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun Devrim Kuzgun. O yüzden.." Bakışlarındaki yoğun etkiye dayanamayarak sustum ve bakışlarımı kaçırdım. Buraya onu durdurmak için gelmiştim ve şimdiye kadar bunu başarmış görünüyordum. Ama bu uğurda kendimi kaybedersem ne olacaktı?

"O yüzden ne?" dedi kısık bir sesle. Gözlerinde öfke mi vardı? "Belki de senin için biraz daha net olmalıyım..." Kapının yanına koyduğu kolunu çekti ve üzerimden kısmen kalktı. Ona fark ettirmeden derin bir nefes aldım. "Dans son ana kadar yapılmayacaktı. Eğer Yağız gelmeseydi, iptal edilecekti-"

"O zaman neden Yağız tekrar gittiğinde iptal etmedin?" diyerek kestim sözünü. "Neden Yağız'ın yerine geçtin? Üstelik bütün hareketleri de biliyordun! Neden bizim provalarımızı izledin?" Sırtımı yasladığım kapıdan ayrılarak karşısında dimdik durdum. En merak ettiğim konulardan birisiydi bu. Kendini benden sonsuza dek kaçıran bir adam neden oturup bizim saatler süren provamızı izlesindi? Bu bana hiç mantıklı gelmiyordu. Hem de hiç.

Kaşlarını çatarak, "Bunun bir önemi yok." dedi.

"Ama var," diye çıkıştım sinirlenerek. "O dansı birlikte yapacağımıza dair söz verdik ve sen sonra bir korkak gibi kaçmayı tercih ettin."

Bakışları anında karardı ve çenesini sert bir şekilde oynatarak, "Kelimelerine dikkat et,"diye beni uyardı.

Bir adama 'korkak' demek belki de yürek isterdi evet, sanırım o yürekten bende çok vardı çünkü kendime engel olamayarak, "Neden?" diye çıkıştım. "Korkak olduğunu duymak seni sinirlendiriyor mu? Bana neden danstan geri çekildiğini söyler misin? Lütfen! Dürüstçe yapar mısın bunu?"

"Gamze Hanım." Sesi uyarı yüklüydü ve ismimin yanına eklediği 'Hanım' kelimesinden beni ölümüne soğutuyordu. Ya doğuştan umursamazdı ya da bilerek beni sinir ediyordu. İçimde ilk seçeneğin korkutucu bir şekilde gerçeğe en yakın olan seçenek olduğunu söyleyen bir his vardı. Sinir bozucuydu.

"Gerçekleri yüzüne kaç kişi söylüyor Devrim? Kaç kişi karşına çıkıp bütün umursamazlığına rağmen sana kendini açıklamaya, anlatmaya çalışıyor? Ya da kaç kişi bütün yanlışlarını yüzüne sıralıyor?"

"Hiç kimse," diye gürledi sinirli bir şekilde.

"Yanlış,"diye itiraz ettim ona diklenerek. Kalbimden yükselen aptal bir cesaretle neredeyse onunla burun buruna gelmiştim. "Ben sana bütün yanlışlarını sıralayabilirim. Çünkü birbirimizi gördüğümüz ilk andan beri sergilediğin tavırların neredeyse hepsi, hepsi, hepsi yanlıştı!"

"Yanlış?" diyerek tek kaşını kaldırdı ve bana bariz bir öfkeyle baktı. Gözleriyle adeta beni ortadan ikiye bölüyordu. Ruhunun bütün kemirgenlerini görebiliyordum sanki. Bir elini kaldırıp kendisine doğrulttu. "Ben kendimi bildim bileli böyleyim ve sana en başından beri kibar bir adam olmadığımı söyledim. Asıl senin bu insanları değiştirme çabana ne demeli? Neden benimle uğraşıyorsun? Benden ne istiyorsun?"

Sorusunun keskinliği ile ona bakakaldım. Ondan ne mi istiyordum? Ondan ne isteyebilirdim ki? Ondan ne istediğimi düşünüyordu? Ondan ne isteyebilirdim? Bana karşı neden böyle davrandığını duymak isteyebilirdim mesela. Neden benden kaçtığını? Neden benimle birlikte o dansı yaptığını? O dansı ben hayal etmiş olamazdım. Beni öyle güzel sarıp döndürürken, bana bakışından beni tutuşuna kadar olan bütün davranışlarını ben kafamda yaratmış olamazdım.

O gerçekten de Devrim iken onun rol yaptığını sanamazdım. Ben bile rol yaparak kendimi role kaptırmışken, asıl benliğim ile onunla dans etmişken ondan farklı birisiymiş gibi davranmasını bekleyemezdim çünkü o rol yapacak birisine benzemiyordu. Çok ciddiydi. Onun kadar ciddi bir adamın sahte bir şekilde davranması çok absürt kaçardı.

"Senden ne istediğimi hala anlayamadın mı?" diye fısıldadım onun kızgın gözlerine bakarken. "Bana, 'ne yapıyorsun?' diye sordun ya hani, aynı soruyu ben sana sormak istiyorum şimdi. Sen bana ne yapıyorsun Devrim Kuzgun? Ben bugüne kadar hiçbir erkek tarafından kaba karşılanmadım. Ama sen beni açıkça yok saydıkça beni üzerine çektin. Beni sinirlendirdin, hatta kırdın da." Ağzını açıp bir şey söyleyecek gibi oldu ancak elimi kaldırıp onu susturdum. "Sakın bana inkar ettiğini söyleme. Çünkü bunu yapan sensin. Beni yok sayıyorsun, beni görmezden geliyorsun, benim olduğum alanda olmak bile istemiyorsun.Ben seni değiştirmek istemiyorum ben sadece görünmez olmaktan sıkıldım. Sana kendimi göstermek çabasından sıkıldım. Bir zaman sonra bunu artık umursamaz olduğumda, seni artık kafama takmayı bıraktığımda işte yine karşımdasın ve bana karşı direniyorsun. Yine!"

Geriye doğru bir adım atarak elini kaldırdı ve saçlarının arasından geçirdi. Çileden çıkmış bir görünümü vardı. Yüzü çok sertti ancak bana olan bakışlarını tarif etmek imkansızdı. Neden böyleydi? Neden böyleydik? Allah beni aşık insanlarla dalga geçtiğim için cezalandırıyor muydu? Zamanında bana, "Seni de göreceğiz Gamze." diyen bütün kişilerin ahı mı tutmuştu?

"Benim seninle bir sorunum yok," dedi yavaşça. "Sana anlatamıyorum. Benim hayatımda bir kadına yer yok. Anlayabiliyor musun? Ben hayatımda hiç kimseyi istemiyorum. Ancak sen etrafımda dolandıkça ve bana olan duygularını gördükçe-"

Hayretle, "Sana olan duygularım mı?" diye sordum. Gözlerim iri iri açılmıştı. Bu ne özgüvendi? Ona karşı duygularım olduğunu mu sanıyordu? Eh, peki hala. Çok yanılıyordu. Bunu ona gösterecektim.

"İtiraz etmenin bir anlamı yok," dedi sabırsız bir şekilde. "Bana karşı bir şeyler hissettiğinin farkındayım. Bunu kibirlilik olarak görme. Sadece kadınların yüzündeki o ifadeyi o kadar çok gördüm ki, artık buna alıştım."

"Benim yüzümde nasıl bir ifade varmış?" diye sordum sesimi yükselterek. Ona aşık olan kadınlara acıyordum. Ondan aşk dilenenlere de.

Bakışlarını kaçırdı ve derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Sanki içinden ona kadar sayıyormuş gibiydi. Ya da gözlerini açtığında beni burada, karşısında görmemeyi diliyor olmalıydı. Kötü haber, gözlerini açtığında hala burada olacaktım.

"Benim yaralı, acılı bir adam olduğumu düşünüyorsun ve kendince beni değiştirmeye, bir şeyler hissetmeye zorluyorsun çünkü beni sevginin iyileştireceğini düşünüyorsun. Eğer yeteri kadar seversem, yeteri kadar çaba gösterirsem bu halimden kurtulacağımı sanıyorsun. Eğer sen yeteri kadar seversen ve çaba gösterirsen beni mutlu edeceğini sanıyorsun. Biliyor musun? Bencillik ediyorsun." Gözlerini açtı ve gözlerimin içine baktı. "Bencilsiniz. Sen ve diğer kadınlar. Ama bunun için sizi suçlamıyorum. Bu sizin doğanızda var. Yaralı erkekler ilginizi çekiyor. İçinizdeki anaç sevgi ile o erkeği sarıp sarmalamak, yaralarını iyileştirmek istiyorsunuz. Bunun için sizi kim suçlayabilir ki?"

Afallamış bir şekilde ona bakıyordum. Sözlerindeki gerçeklik payı değil, bunu söylerken çıkardığı ses tonuydu beni afallatan. Yumuşacık. Rahatlatıcı. Sakin ve kesinlikle duygu yüklü. Bu kadarını beklemiyordum.

"Bencilsiniz çünkü...istediğiniz erkek olabilmesi için onu iyileştirmek istiyorsunuz. Onu olduğu halde kabul etmiyorsunuz. Kendi istediğiniz gibi bir adam olabilmesi için her şeyi yapabilirsiniz...siz kadınlar mükemmel varlıklarsınız gerçekten." Sustu ve yeniden gözlerimin içine baktı. Sanki bir tepki verebilirmişim gibi.

Ama hala bana yüzümde gördüğü ifadeyi söylememişti. Şu an yüzümdeki ifade neydi? Onu net bir şekilde okuyabiliyor muydu?

"Ancak anlamadığın bir nokta var Gamze Hanım. Sevginin beni iyileştireceğini düşünüyorsun..ama yanılıyorsun. Beni bu hale zaten sevgi getirdi. Ve daha fazlasına da izin vermeyeceğim."

"Ablanı seviyorsun ama?" diye sordum ona. "Onun sevgisi seni zehirliyor mu yani?"

"Evet."

Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne?"

"Evet. Ablamı seviyorum. Ve evet, onun sevgisi beni zehirliyor. Beni zayıf yapıyor. Eğer onun başına bir şey gelirse, bütün dünyayı yakacağımı herkes çok iyi biliyor. Ablamın yanağında gördüğün el izi var ya, bunu ona yapan adam ölümünü kendi eliyle hazırladı. Çünkü ona neler yapacağımı biliyor. Onu işkence çektirerek öldüreceğimi, ona hiç acımayacağımı biliyor."

Ona inanamayan gözlerle baktım. Sesindeki nefretten, bir adamı kolaylıkla öldürebileceğini söyleyen ağzından, gözlerindeki o soğuk parıltıdan hiç hoşlanmayarak ona inanamayan gözlerle baktım. Bir insanı öldürmekten bahsediyordu. Bu o kadar kolay mıydı?

Aklıma gelen dehşet bir düşünce ile derin bir soluk aldım. "Bunu daha önce yaptın mı?"

Bana 'neyi?' diye sormadı ancak cevap da vermeyerek bana sadece bakmakla yetindi. Daha önce bir adam öldürmüş müydü? O bir katil miydi? Yüreğimi sıkıştıran derin bir sızı duyarak geriye doğru bir adım attım. Bakışlarından cevabın ne olduğunu göremiyordum ama suskunluğunun beni paramparça ettiğini hissedebiliyordum.

"Bana cevap ver. Daha önce birisini öldürdün mü?"

"Cevabını öğrenmekten hoşlanmayacağın şeyler sormaman gerektiğini bilmiyor musun?"

"Ama yine de öğrenmek istiyorum!" diye söylendim sinirle. "Bana cevap ver birini öldürdün mü daha önce?"

"Hayır," dedi sert bir şekilde ve ben tutmakta olduğum nefesi verdim. Rahatladığımı görmüştü. Umurumda değildi. Onun katil olmasını istemiyordum. Onun katil olmasına dayanamazdım. Ablam bir avukattı ve adaletin varlığına inanan insanlardık. İnsan kendi adaletini kendisi sağlayamazdı. Eğer dünya öyle bir yer olsaydı, ne olurdu?

"Ama öldürme eşiğine kadar getirdiğim insanlar oldu," diye fısıldadı.

Başımı kaldırıp ona sert bir bakış attım. "Kes şunu!"

"Neyi? Gerçekler. Öğrenmek istiyordun. İşte sana gerçek."

"Beni kendinden tiksindirmek için bilerek öyle söylüyorsun. Ses tonundan anlayabiliyorum bunu."

"Anlaşılan bir adam öldürecek olmam seni kendimden tiksindirecek.Oysa ben benden çoktan tiksinmeye başladığını düşünmüşüm."

"Ben ve yüce gönlüm işte," diye alayla söylendim. "Bana bu şekilde bakmayı da kes."

"Nasıl bakıyorum?" diye sordu tek kaşını kaldırarak.

"Soğuk bir buz dolabı gibi. Hiçbir his taşımayan bakışların var. Nasıl bu kadar katı olabiliyorsun?"

Çenesi sertleşti ve derin bir sesle, "Senin o çok sevdiğin, 'sevgi' yüzünden olmalı.." dedi.

Bu adam kafamı allak bullak ediyordu. Onunla kurduğumuz şu uzun diyalogta aklımda kalan hiçbir şey yoktu. Onu bir adım daha tanıdım desem ellerim boş kalıyordu. Bu adam nasıl bir adamdı? Neden sevgiden bu kadar korkuyordu? Sevginin onu bu hale getirdiğini söylerken ne demek istiyordu?

"Belki de artık gitmelisin," diye önerdi soğuk bir sesle. "...şu an kimseyi öldürecek değilim."

"Ama ben gelmeden önce hazırlık yapıyordun,"diye çıkıştım sert bir sesle. Gözlerim masanın üzerinde duran silaha kaydı. İçimi buz gibi bir soğukluk sardı. Onu kapıdan içeriye girdiğim anda alnıma dayamıştı. O soğuk metali alnımda hissetmek kanımı dondurmuştu. Onu bu kadar iyi kullanabiliyor olması da korkutucuydu.

"Bu işe gereğinden fazla dahil oldun," diye mırıldandı. "..seni buraya ablam mı gönderdi?"

Bu soruya cevap vermeyecektim o yüzden sessizliğimi korudum.

"Tahmin ettiğim gibi. Senin beni durduracağını düşünmüş olmalı."

"Ama durdurdum." diye çıkıştım bir çocuk gibi mızmızlanarak. "Şu anda öfkeden kuduruyor musun az önceki gibi?"

"Aslında," hafif bir şekilde başını eğdi ve arkasını dönerek yeniden masasına doğru yürümeye başladı. "...öfkem daha da artıyor. Sadece bunu çok iyi saklıyorum."

"Evet," dedim alayla. "Sakladığın diğer duyguların gibi."

Arkasını dönüp bana kısa bir bakış attığında yüzümdeki alay dolu ifade silindi ve onun beni sindirmesine izin vermeyerek sertçe karşılık verdim bakışlarına. "Sakladığım diğer duygularım mı?"

Çenemi kaldırdım.

"Sakladığım başka duygularım yok Gamze Hanım. Özellikle size karşı."

"Hah!" dedim başımı sallayarak.

Bana sert bir bakış attı.

Uyarı dolu bakışlarını görmezden geldim. O dansı hala bütün hücrelerimde hissedebiliyordum. O dansı birlikte yapmıştık. Ne kadar inkar edebilirdi ki? Sonrasında söylediği sözler de aklımı karıştırıyordu. Neden onlara bir açıklama yapmıyordu?

"Bütün sorularımı ustalıkla çeviriyorsun farkında mısın?" diye sordum ona.

"Öyle mi?"

"Evet, öyle. Cevap vermek istemediğin soruları kolaylıkla geçiştirebiliyorsun. Ancak ben sorularıma cevap alana kadar hiçbir yere gitmek istemiyorum."

Sandalyesine oturdu ve silahın parçalarını toplayarak onları çekmeceye yerleştirdi. Sonra bütün dikkatini bana verdi. "Hangi sorularmış bunlar?"

"Neden dansı iptal etmedin de benimle dans ettin o zaman?"

Ona doğru yürüdüm ve masanın önündeki koltuklardan birisine oturdum. Ailemin çılgınlar gibi beni aradığını biliyordum. Efe'ye attığım mesajın yeterli olmasını umuyordum. Ev sahibi olarak Devrim'in de aşağıda olması gerektiğini biliyordum ama O bunu bu kadar dert etmiyor gibiydi. Armağan onu durdurmayı başardığım için çok mutlu olacaktı.

Sessiz bir şekilde başını geriye doğru atıp tavana bakmaya başladı.

"Neden peşini bırakmıyorsun?"

Başını geriye doğru attığı için çıkıntı yapan gırtlağı ve boynu gözler önüne serilmişti. Gerçekten çok yakışıklı olması haksızlık gibi bir şeydi.

"Bu işkenceden kurtulmak için neden direkt cevap vermiyorsun o zaman?"

Başını kaldırdı ve karanlık bakışları beni buldu. Bu aniden dönüp gelen bakışlar insanın içini ürpertiyordu.

"Bu akşam bana bir mesaj verilmek istendi," diye mırıldandı gözlerini bir an bile kırpmadan. "Ablam rehin alınmıştı. Benim göz önünde olmam istendi yoksa ona zarar vereceklerdi. Bu yüzden seninle dans ettim. Göz önündeydim, onlara ulaşamayacağımı biliyorlardı."

Boğazıma gelip batan yumru yüzünden güçlükle yutkundum ve sözlerinin gerçekliği karşısında da yüzümü buruşturdum. Oysa aptalca kurduğum hayallerde, onun benimle dans etmek için dans ettiği, Yağız'ı bu yüzden gönderdiği, o dansın hayalim olmadığı gerçeği vardı. Ama benim gerçek olarak bildiğim aslında gerçek değildi.

"O adamlar kim?" diye sordum yutkunarak. "Armağan'a neden zarar vermek istediler?"

"Çünkü bana zarar vermek istediler."

"Senden ne istiyorlar?" diye sordum dehşet dolu bir fısıltı ile. Oteller zincirinin sahibi Devrim Kuzgun'un farklı bir yönünü görüyordum ve bu durumdan hiç hoşnut değildim. Gizli bir mafyaya mı üyeydi? Yoksa gizli bir mafyası mı vardı? Karanlığa batmış bir adamı oradan çıkarmak istemek artık o kadar da mantıklı mıydı?

Soruma cevap vermedi. Böyle bir beklentim de yoktu. Zaten bu gece yeteri kadar cümle kurmuştu. Garip bir şekilde onu zorladıkça birkaç şey söylemek zorunda da kalmıştı.

"Yorgun değil misin?" diye sordu.

Başımı hafifçe salladım. "Yorgunum."

"O zaman evine gidip dinlenmelisin. Artık bağış meselesi de bittiğine göre..."

Keyifsizce gülümsedim. Artık bağış gecesi de sona erdiğine göre onunla aramızda herhangi bir bağ kalmamış oluyordu. Birbirimizi görmek zorunda olmadığımız bir dünya günler. Kulağa neden iyi gelmiyordu? Bende bir sorun mu vardı?

"Armağan'a söz verdim," diye fısıldadım. "Ne kadar yorgun olursam olayım, seni hiçbir yere gönderemem."

Utanç verici bir şekilde sabaha kadar burada kalıp kalamayacağımı düşündüm. Onun başında ne zamana kadar bekleyecektim? İri cüssesini durduracak hiçbir güce sahip değildim. İstese beni bir kenara atarak kapıyı kırıp bile çıkabilirdi ama yapmıyordu.

Ayrıca o bir çocuk değildi. Kendimi küçük düşürmekten başka bir şey yapmıyordum. Derin bir nefes alarak gözlerimi odada gezdirdim. Uzayıp giden sessizlik boyunca tüylerimi diken diken eden o dansı düşündüm. Bana bakışını, beni kollarıyla sarışını, sıcacık dudaklarını alnımdan çok kalbimde hissedişimi.

Ben ki aşka inanan ama hayatı boyunca onu yaşamak istemeyen bir kadındım. Bir adamdan bu kadar etkilendiğim hiç olmamıştı. Olduysa bile hatırlamıyordum. Aşk beraberinde üzüntüyü, hayal kırıklıklarını, acıları da getiriyordu ve ben işin o kısmını yaşamak istemediğim için aşkı da istemiyordum. Sinirlerim bozulmuş bir şekilde yıllar boyunca bana aşırı ciddiyetle yaklaşanları kendimden ustalıkla uzaklaştırabilmiştim. Ama şimdi şu anda aynı odada, aynı havayı birlikte soluduğumuz adama karşı hiç de iyi şeyler hissetmiyordum. Bana göre tehlikenin ta kendisiydi ve ben kendimi önceden yapabildiğim kadar çekip alamıyordum.

Bugüne değin hep birilerini uzaklaştıran ben, bu sefer uzaklaştırılan taraf oluyordum.

Ve insan bu tarafta olunca garip bir şekilde üzülüyordu.

"Gamze Hanım?"

Gözlerimi kapattım ve bana 'Hanım' diye seslendiği için neden bu kadar sinirlendiğimi kendime soruyordum.

Ayağa kalktığını işittim ve masanın üzerindeki anahtarı uzanıp aldığını gördüm göz ucuyla. Kapıyı açtı ve sonra dönüp yere düşen sırt çantamı aldı. Onun orada olduğunun farkında bile değildim. Kafası karışık bir şekilde ona bakarken çantamı alarak bana doğru yürüdü ve tam önümde durdu.

"Buraya ne ile geldin?" diye sordu. "Eğer araban yoksa, resepsiyondakilere söyle. Sana bir taksi çağırsınlar."

Kovuluyordum.

Onu ancak bu kadar durdurabilmiştim.

Ancak gitmek istemiyordum. Garip bir şekilde onu burada, son kez gördüğümü bilmek canımı sıkıyordu. Armağan ile arkadaşlığım devam edecekti. Ama bu, Devrim'i göreceğim anlamına gelmiyordu. Eminim ki, Devrim, Armağan ile biraraya geldiğim zaman mutlaka bana görünmemek için her şeyi yapacaktı.

Karnımdaki rahatsız edici sancıyı bastırmak için elimi karnıma koyma dürtüsüyle savaştım. Ayağa kalktım ve çantamı onun elinden aldım. Aklım da kalbim de allak bullak olmuş bir şekilde buradan ayrılacaktım ama onun bir şeyler söylemesini bekledim. Karşılıklı durmuş birbirimize bakarken, en azından bir veda cümlesi duymayı istedim. Vedalardan nefret ederdim ama insan son kez görmeyi umduğu birisine hiç değilse nezaketen de olsa bir şeyler söylemez miydi?

Bunun birbirimize veda ettiğimiz o an olduğunu bilmiyor muydu?

Peki ben neden bu kadar etkileniyordum? Bunun bir veda olması neden beni bu kadar etkiliyordu?

O ise hiç etkilenmemiş gibiydi. Sabırla ofisinden ayrılmamı bekliyordu. Belki biraz daha durursam beni kolumdan tutup dışarıya atabilirdi de.

Ama bütün hücrelerim gitmemeyi isterken nasıl gidebilirdim ki? Ya ben gittikten sonra silahını alıp giderse ne olacaktı? Armağan'a onu durduracağımı söylememiş olsam bile, o bunu yapacağımı biliyordu. Ona onu durduracağımı göstermiştim.

İçimde gezinen büyük hayal kırıklıkları nedense canımı sıkıyordu. Aşkla dalga geçen, heyecanlı kelebekler gibi etrafımda pır pır uçan aşık insanlarla dalga geçen ben, işte şimdi onların benim için dilediği o çıkmazın içindeydim. Hissediyordum. Büyük bir yıkıma sürüklendiğimi hissedebiliyordum. Eğer aşkı ucundan görmek böyle bir şeyse, gerisini kesinlikle istemiyordum.

Onu kendime ben mi çekmiştim? Geçmişte kurduğum beylik laflarından sonra onu karşıma "al sana aşk" diyerek mi çıkarmıştı Allah?

Büyük konuşma diyerek uyarıldığım her an daha da büyük konuşmamış mıydım?

Dilimi eşşek arısı soksaydı da...

"Gamze Hanım?"

"Tamam," diye mırıldandım hızlıca daldığım düşüncelerden sıyrılarak ve ona kısa bir bakış atıp başımı eğdim hemen. "Tamam. Gidiyorum."

Nasıl olsa bir şey söylemeyeceğini anlamıştım. Ne söyleyebilirdi ki zaten? Ne söylemesini bekliyordum? "Kendine iyi bak," ya da " Dur gitme! Her şeyi halledebiliriz?" falan mı? Kulağa öyle komik ve saçma geliyordu ki kendimi azarladım.

Onun karşısında asla kendimi ezdirmek istemiyordum ama beni bu denli etkiliyor oluşuna da sinir oluyordum. O zaman kendimle yeteri kadar savaşmıyorum anlamına geliyordu bu. Bir insan kendisine engel olabilirse aşık da olamazdı. İrade dediğimiz şey o zaman niye vardı?

Ben de pekala kendime sınırlar koyabilir ve ondan uzak durabilirdim. Armağan'ın bizi birbirimize yakıştırdığını biliyordum, bu yüzden de bizi biraraya getirmek için yaptığı bütün planlardan ders çıkarmıştım. Gelecekte bizi yine yan yana getirmeye çalışırsa kibarca reddedecek ve ortamı terk edip gidecektim.

Onu görmek, onun beni yok sayışını görmek bu kadar kırıcı olmasaydı belki izin verebilirdim. Ama içimde oluşmaya başlayan saçma sapan duygulardan arınmak için onu görmemem, onunla konuşmamam daha iyiydi.

İrade denilen şey, hayatta boşuna insana verilmemişti. Kendini kötü şeylerden korumalıydı insan. Bu aşk bile olsa.

Kapıya varmak üzereydim ki, "Gamze Hanım?" dediğini duydum.

Ve durdum.

Hızlanan kalp atışlarıma küfür ederek yavaşça ona döndüm. Ne diyeceğini, ne söyleyeceğini merak ederek gözlerine baktım.

"Dans için teşekkür ederim. Bağış gecesi için yaptıklarınız da çok değerliydi. Katkılarınız için teşekkürler."

Soğuk, kuru bir teşekkür.

Kalbimin daha da büzüldüğünü hissederek başımı, 'önemli değil' dercesine salladım. "Bir söz vermenizi rica ediyorum." En azından Armağan için bunu yapmalıydım.

Başını eğerek, "Nedir?" diye sordu.

"Buradan çıkıp, ablanızın yanına gideceksiniz. Şu an eminim sizi çok merak ediyordur."

Düşünceli bir şekilde sessiz kalınca, "Devrim.." diye itiraz ettim. "Söz vereceksin. Lütfen."

Kısık bir sesle, "Tamam." dediği zaman rahatladım ve yeniden arkamı dönüp kapıdan çıktım. Bu sefer daha hızlıydı adımlarım. Çünkü beni bir kez daha durdurmayacağını biliyordum. En azından o sözü aldığım için mesuttum.



Daha yeni Daha eski

İletişim Formu