Peri ve Kuzgun - 24. Bölüm


Bölüm 24 : Anlamı Yoktu

Titriyordum. Hem de öyle çok titriyordum ki O'nun kollarının arasında nasıl durduğumu bilmiyordum. Gözlerimi açıp bu ânın büyüsünü bozmak da istemiyordum. Vücuduma değen vücudunun sıcaklığını bütün hücrelerimde hissedebiliyordum. Yanağımı ve saçlarımı kavrayan ellerinin varlığının da tümüyle farkındaydım. Nasıl olmazdım ki?

Nasıl olmazdım? Bana bu kadar yakınken, nefesini hala alnımda ve yüzümde hissederken nasıl farkında olmazdım?

Perdelerin kapandığını hissedebiliyordum ancak o kadar şaşıp kalmıştım ki kıpırdayamıyordum bile. Şaşkınlığım üzerimden sıyrılır gibi olunca onun da beni bırakmadığını fark ettim. Perde kapanalı yarım dakika geçmiş olmalıydı. Öptüğü yerin üzerine vuran nefesi ruhumu titretiyordu. Gözlerimi güçlükle açtım. Boğazını, sakallı çenesini bana bu kadar yakın gördüğümde heyecanlanarak tekrar kapattım.

Bunu sindirmem lazımdı.

Kaç yaşında olursam olayım, hiç bu kadar sarsıldığımı hissetmemiştim. Saçlarımın arasındaki elinin hareket ettiğini hissettiğimde gözlerimi açtım ve başımı hafifçe kaldırarak onun gözlerine baktım.

Küçük bir kalp krizi geçirmediğim için şanslıydım çünkü onun gözlerine baktığım an, ruhumu teslim alan kuvvetli duygu yüzünden irkilmiştim. O derin bakışların yüzümde gezinişini, dudaklarım dışında her yeri uzun uzun süzüşünü izledim. Ağzımı açıp da hiçbir şey diyemiyordum çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum.

Hala yanaklarımı ve saçlarımı tutan elleri yüzünden bakışlarımı ondan kaçıramıyordum da. Ve hala onun güçlü, kuvvetli bileklerini tutuyordum. Sanki kalbimi tutuyormuş gibi bu kadar etkilenmiş olmama da bir anlam veremiyordum. Bütün bunları Yağız ile yaşıyor olsam, yine de böyle etkilenir miydim?

Yine de böyle olur muydum? Yağız olsaydı onun kollarının arasında böyle durur muydum? Geri çekilmeden, ondan uzaklaşmadan...hareketsiz ve titreyen bir şekilde.

Gözleri o kadar yoğundu ki, bakışlarımı kaçırmak istiyordum. Gözlerinin hapsinde oldukça sanki ruhumu ele geçirmeye çalışıyormuş gibi hissediyordum. Öyle bir bakıyordu ki, adeta kendimi kaybediyordum.

Konuşmak, neden hala beni bırakmadığını ve sanki ilk kez görüyormuş gibi gözlerimin içine baktığını sormak istiyordum ama dudaklarımı kıpırdatmaya bile çekiniyordum. Eğer dudaklarıma bakarsa ...

"Ne yapıyorsun Gamze?" diye fısıldadığında gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

Ne yaptığımı düşünüyordu?

"Ne?" dedim titreyen bir sesle. Bileklerine asılmak ve onun yüzümü bırakmasını sağlamak istiyordum. Parmaklarının dokunduğu her yerde insanı cayır cayır yakan alevlerin yükselmeye başladığını hissediyordum.

Gözlerini kısarak eğildi, son nefesimi vermek üzere olduğumu düşündüm, alnını alnıma yasladı. "Ne yapıyorsun Gamze? Ne yapıyorsun?"

Bana değen teninin, yakınlığının verdiği heyecanın ve biraz da beni bir şeyler yapmakla suçladığı için yüksek sesle, "Ne yapıyor ben ya?" diye çıkıştım.

Gözlerini kapattığını ve derin bir nefes aldığını gördüm.

Sonra saniyeler içinde yüzümü bırakıp ellerini geri çekti. Alnını alnımdan ayırdı ve bana temas eden bedenini benden ayırdı. Yüzüne baktığımda o soğuk ifadesinin yeniden yüzüne yerleştiğini gördüm. Sanki az önce bana yakınlık gösteren o değildi. Giydiğim beyaz elbiseye şöyle bir baktı, gözlerime bakmıyordu, ve, "Üzerine bir ceket al, üşüyorsun." dedi. Sonra hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp gitti.

Üşüyor muydum? Ne biliyordu ki? Titrediğim için üşüdüğümü mü sanıyordu? Aksine o kadar hiddetle yanıyordum ki en ufak bir üşüme hissetmiyordum. Oysa üşümem gerekirdi çünkü danstan dolayı biraz terlemiştim. Ama üşümüyordum. İçin için yanarak bana yakınlık gösterdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmesinin ardından ona bakıyordum.

Birisi bana seslenene kadar olduğum yerde kaldım.

"Gamze? İyi misin?"

Başımı kaldırdığımda sahne arkasındaki ekipmanın arasında duran Meral'e baktım. Yüzlerindeki manidar ifadeyi görmezden gelerek, "İyiyim.."diye soludum. İyi olmak zorundaydım. Bir an önce buradan uzaklaşmak zorundaydım.

Derin bir nefes alarak hızla yürümeye başladım. Meral ve Sinan'ın bir şeyler söyleyerek arkamdan geldiğini duyabiliyordum ama onları anlamıyordum bile. Heyecanlıydım, şaşkındım, öfkeliydim daha adını koyamadığım birçok şey hissediyordum ve kendimi daha önce hiç bu durumda bulmamıştım.

Kendimi tanıyamıyordum. Neden böyle olmuştum?

Ayrıca ona ne yapmıştım? Ne yaptığımı düşünüyordu? Neden bir şeyleri itiraf edecekmiş gibi hissetmiştim? Yoksa benden etkileniyor muydu? Bu mümkün müydü?

Kulağa o kadar inanılmaz geliyordu ki, doğal olarak da inanmak mümkün değildi. Sanki böyle bir şeyin olması ihtimal dışıydı. Düşüncesi bile çok saçmaydı. Çünkü bende öyle bir izlenim oluşturmuştu. Kimseyi umursamayan, aşık olmayan, gülümsemeyen, insanlara, kendi öz ablasına bile mesafe ile yaklaşan birisiydi o. Üstelik beni birçok kez de uyarmıştı. Fakat şimdi bana, "Ne yapıyorsun Gamze?" demişti. Ne yapıyordum ki? Ona ne yapıyordum?

Kafam o kadar karışıktı ki, sinirlerimin bozulmasına ramak kala soyunma odasından içeriye girdim ve tam arkamdan gelen Meral ile Sinan'a dönerek, "Yalnız kalmak istiyorum, lütfen." dedim. Kapıyı usulca kapattım ve kilitledim.

Titreyen vücudumu sakinleştirmeyi bir an bile düşünmeden ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp kenara attım ve çantama koştum. Çantamı açıp içinden spor ayakkabımı çıkardım. Üzerimdeki elbiseyi çıkarırken kendime hiçbir şeyi düşünme izni vermiyordum. Hayır, şimdi olmazdı. Şimdi kafayı yiyebilir ve Devrim'in peşinden giderek ona ne demek istediğini sorabilirdim.

Elbiseyi çıkardıktan sonra derin bir nefes aldım ve çantamın içini karıştırarak gösteriden sonra giymeyi planladığım kıyafetlerimi aldım.

Nihayet hazır olduğumda eşyalarımı toparlayıp çantamın içine güzelce yerleştirdim ve topuklu ayakkabıyı küçük bir poşete koyup elime aldım. Çantayı omuzuma attım ve bir an önce bu otelden uzaklaşmak için soyunma odasından çıktım. Kapıda kafaya kafaya vermiş özel bir şey konuştuklarını gördüğüm Meral ve Sinan'ı görmezden gelerek yanlarından geçip gittim. Salondan çıktığımda direkt çantamdan telefonu çıkardım ve kardeşime mesaj attım.

Onlara eve daha sonra geleceğimi, otelden ayrıldığımı, küçük bir işimin olduğunu söylediğim bir mesaj gönderdim. Hepsinin beni görmek istediğini biliyordum. Özellikle Efe'nin bana bir şeyler söylemek isteyeceğini de biliyordum. Sinir bozucu bir şekilde yorumlar yaparak beni kızdırmaya çalışacağını da biliyordum ve ben şu an bütün bunları kaldırabilecek güçte değildim. Bütün bu geceyi sindirmem, kendime bazı sorular sormam ve Devrim'in bütün hareketleri üzerine yoğunlaşmam gerekiyordu.

Bana yardımcı olabilecek en önemli kişi de Neşe'ydi. Onun da birtakım yorumlarının olacağını biliyordum ve bu beni şimdiden rahatsız etmeye başlamıştı bile. Bizim bir çift olmamızdan çok, Devrim'i konuşmak istiyordum. Onunla dans ettiğim için dışarıdan nasıl göründüğümüzü bilmiyordum ve üçüncü bir kişinin sözünü duymaya ihtiyacım vardı. Biz değil, o nasıl görünüyordu?

Nasıl dans ediyordu?

Bana nasıl bakıyordu?

Çünkü bir an gerçekten de Kuzgun rolünden çıkıp, Devrim'e bürünüp bürünmediğini merak ediyordum. Sertti, inatçıydı ve umursamazdı ama bütün bunların yanında çok güzel dans ediyordu. Hareketleri en ince ayrıntısına kadar biliyordu ve soyunma odasında Meral'e öpücüğün sorun olmayacağını belirtmesine rağmen beni dudağımdan değil, alnımdan öpmüştü.

Bunun anlamı neydi? O öpücüğün taşıdığı anlamı biliyor muydu? Bana göre bilmiyordu çünkü eğer bilseydi böyle bir şeyi yapmazdı. Ama diğer yanım da onun dudaklarımı öpmemek için alnımı öptüğünü söylüyordu. Yani benden kaçıyordu. Beni öpmek istememişti. Bu bir kadın için gerçekten de gurur(!) vericiydi.

Düzenli nefesler almaya çalışırken telefonumu sessize aldım ve nihayet otelin lobisine çıktım. Uzun adımlarla çıkışa doğru yürürken dışarıdan da Armağan'ın içeriye doğru yöneldiğini görerek kaşlarımı çattım. Kaşlarımı çattım çünkü yüzündeki ifade korkutucuydu. Açık saçları da karışmış bir şekilde yüzüne dökülüyordu. Bir eliyle saçlarını düzeltirken diğeriyle sandalyesini hareket ettiriyordu.

Başı öne eğikti. Sanki...sanki..sanki ağladığını gizlemeye çalışıyordu?

Telaşlanarak adımlarımı hızlandırdım ve o tam içeriye girerken, ben de tam dışarı çıkarken onu yakaladım. Beni görür görmez gözleri irice açıldı ve bana doğrudan baktığında yanağındaki çok bariz olan el izini gördüm. Korkuyla ona doğru atıldım.

Hemen yüzünü önüne eğerek yanımdan geçmeye çalıştı ama koşarak önüne geçtim ve onu durdurdum.

"Armağan! Ne oldu sana böyle?" Dehşetle kıpkırmızı bir şekilde yanağında iz bırakan o kızarıklığa baktım. Bunu ona kim yapmıştı? Armağan'ın dışarıda ne işi vardı?

Soğukkanlı bir duruşla, "Önemli bir şey yok." dedi. Elinin tersiyle yanağındaki gözyaşını sildi ve sahte bir tebessümle bana baktı. "Gösteri nasıldı? Dans? Devrim ile dans ettiğinizi duydum. Kardeşim dayanamamış olmalı... işin en iyisi olsun diye mutlaka işin içine girer."

O kadar korkmuş ve o kadar öfkelenmiş hissediyordum ki öfkeden söylediklerini anlamıyordum bile. "Bunu sana kim yaptı?" diye çıkıştım öfkeyle. Yüksek sesle bağırdığımı fark ettiğimde başımı kaldırıp etrafa baktım. Lobidekilerin dikkatini çektiğimizi anladığımda sinirlenerek Armağan'ın sandalyesinin arkasına geçtim ve ona itiraz hakkı vermeden sandalyeyi hareket ettirmeye başladım. Kuduruyordum. Öfkeden, sinirden...

Onu bir kenara çektim ve karşısına geçtim. "Bana hemen bunu sana kimin yaptığını söyle! Kardeşin biliyor mu? Onu aradın mı?"

"Dur-dur!" ellerini havaya kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Gamze, gerçekten büyütülecek bir mesele değil. Ben-"

"Abla!"

Armağan'ın söylediğine o kadar odaklanmıştım ki, lobiyi adeta titreten bir gürlemeyle Devrim'in ablasına seslenişini duyunca irkildim. Elimde olmadan yerimde zıpladım ve başımı çevirip büyük bir kaygıyla asansörlerin olduğu taraftan bize doğru neredeyse koşarak gelen Devrim'i gördüm.

Ağzımı açarak, "Ona vurmuşlar!" diye bildirdim telaşla ve endişeyle. "Ona vurmuşlar ve-"

"Abla! Abla iyi misin?" Birden önümüzde bitip, diz çökerek ablasının ayaklarına sarılınca afallayarak sustum.

"İyi misin?" Sandalyeyi hareket ettirecek kadar şiddetle ablasının bacaklarına dokundu ve başını kaldırıp onun yüzüne bakınca, Armağan'ın saklamak için saçlarını öne çekmesine rağmen yanağındaki izi gördü.

Ve köpürdü.

"Sana vurdu mu? O şerefsiz köpekler sana vurdu mu!"

Sesindeki şiddet, öfke o kadar yoğundu ki, geriye doğru sıçradım. Armağan'ın gözündeki yaşları, yüzündeki korkuyu ve titreyen elleriyle kardeşinin omuzlarına dokunmak için çırpınışını izledim. Burada neler oluyordu? O diye bahsedilen kişi kimdi? Armağan'a kim zarar vermişti?

"Yekta..Yekta, ben iyiyim, bana bak. Bana bak ben iyiyim. Bir şey yapmadılar."

"Ona kim zarar verdi?" diyerek araya girdim ve Devrim'le göz göze gelmek için Armağan'ın yanına geçtim. "Bunu ona kim yaptı?"

Onu ilk kez yüzünde bu kadar yoğun bir ifade taşırken gördüğüm için afallayarak gözlerinin içine baktım. İşte o zaman hala dans kıyafetlerini giydiğini, gömleğin yakasını sertçe çekiştirdiği için yırtıldığını, saçlarının dağınık bir şekle büründüğünü, korkudan, öfkeden kaskatı kesilmiş olduğunu gördüm. Onu en savunmasız halinde görmek, beni bir yıldırım gibi çarptı ve geriye doğru sendeledim.

Bana bakarken öyle korku dolu, öyle çaresiz, öyle acılı bir ifadesi vardı ki bir an için karşımdakinin Devrim olduğuna inanamadım.

Yüzümdeki şaşkın ifadeyi görünce hemen bakışlarını çekti ve Armağan'a baktı. Armağan'ın yakarışlarını duymazdan gelerek, kendisiyle birlikte gelen adama, "Onu eve götür ve yanında kal." diye konuştu.

İşte o zaman onunla birlikte gelen adamı fark edebildim. Devrim'den de uzunmuş gibi duran, yakışıklı ve tıpkı onun gibi soğuk bir tipe benzeyen adam, "Sen nereye?" diye sordu Devrim'e.

Devrim ayağa kalktı ve ablasına bir kez bile bakmadan, "Benim işim var," diye kestirip attı. Ses tonu daha fazla soru sormaması için adamı uyarıyordu. "Sana emanet."

Ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp lobi boyunca ilerlemeye başladı. Asansörlerin olduğu tarafa döndüğünde peşinden gitmem için beni adeta rahatsız eden o dürtüye güçlükle karşı koydum.

"Devrim buraya gel! Bana hiçbir şey olmadı diyorum sana! Beni bu halde bırakıp gidemezsin. Sana buraya gel diyorum." Armağan haykırarak ellerini dizlerine vurdu. "Allah kahretsin dur diyorum sana!" Sandalyesini hareket ettirmeye kalkınca Devrim'in yanında gelen adam onun önüne geçti ve gitmesine engel oldu.

"Çekil önümden!" diye tısladı Armağan. Adama öfkeyle bakıyordu. Adamın arkasından başını eğerek Devrim'i görmeye, ona sesini duyurmaya çalışması içime dokundu. "Sana dur diyorum Devrim!"

Ancak Devrim, Armağan'ın arkasından bağırmasını umursamadan asansöre bindi ve gözden kayboldu. Hiçbir şey anlamadığım halde orada öylece durarak Devrim'in arkasından bakakaldım.

"Armağan Hanım, hadi gidelim."

Armağan adamı duymazdan gelerek bana döndü ve yalvarır gibi bir ifadeyle, "Durdur onu Gamze!" dedi. "Durdur onu! Onu durdur Gamze. Hiçbir yere gitmesine izin verme. Yalvarırım izin verme." Yanıma geldi ve iki yanımda hareketsiz duran ellerimi tutarak beni kendine çekti. "Durdur onu," dedi fısıldayarak.

Adam, "Armağan Hanım, bunun kimseye faydası olmaz." diye konuştu. "Onu kimse durduramaz. Ne yapması gerekiyorsa yapacak. Biz de eve gitmek zorundayız."

"Hayır onu gönderemem!" diye bağırdı Armağan ve beni de ürküttü. "O bu kadar öfkeliyken.. bu kadar aklını kaybetmişken olmaz!"

Kimsenin bana açıklama yapmıyor olmasına sinirlenerek, "Sana ne yaptılar?" diye sordum bir kez daha. "Neler oluyor burada?"

Armağan yalvaran bakışlarıyla bana baktı. "Lütfen Gamze. Bir şey sorma. Ama onu durdur. Peşinden git ve onu durdur. Lütfen. Lütfen yalvarırım sana!"

Ne yapacağımı bilemeyerek bakakaldım ona. Ben ne yapabilirdim ki? Devrim'i daha önce hiç bu halde görmemişken ben ne yapabilirdim ona? Onu tanımıyor, öfkesini, sinirini bilmiyordum. Onunla nasıl baş edeceğime dair en ufak bir fikrim dahi yoktu.

"Ben ne yapabilirim.." diye fısıldadım. "Onu..gördünüz, onu durduramam. Hem neden durduracağım? Ne yapacak?"

"Onlara gidecek!" diye hıçkırdı başını önüne eğerek. "Onlara gidecek ve kendini öldürtecek."

Hiçbir şey anlamayarak, panik içinde, "Ne diyorsun sen Armağan?" diye sordum. "Onu kim öldürecek? Neler oluyor burada?" Bir şeyler söylemesi için adama baktım ancak ondan hiçbir şekilde laf alamayacağımı biliyordum. Harekete geçerek Armağan'ın sandalyesinin arkasına geçti ve onu hareket ettirmeye başladı. Armağan karşı koyarak, ona direnerek arabayı kendi kontrol etmeye çalıştı ama boşunaydı. Emir Devrim'den gelmişti ve sanırım o adam onu koruyacaktı. Ama neyden? Burada neler oluyordu?

İçerisi insanlarla doluydu ve otel sahibi delirmiş bir şekilde yukarıya çıkmıştı. Armağan ise...Armağan ise...

"Onu durdur..sadece onu durdur.."

Adam onu alıp götürürken bakışları benim üzerimdeydi. Lobide dolaşan insanların yeteri kadar dikkatini çekmiştik ve koca bir sinir yumağı omurgamı zorluyordu.

Sırtımdaki çantayla ne yapacağımı düşünerek orada yalnızca on saniye durdum. Yalnızca on saniye. Ve hemen sonrasında asansörlere doğru koşmaya başladım. Armağan kardeşi kadar olmasa da içine kapalı bir kadındı ve eğer o benden bu kadar çaresiz bir şekilde yardım istiyorsa muhakkak ki buna ihtiyacı olduğundandı. Ayrıca Devrim'in o halini görmek beni sarsmıştı.

Şu an yukarıda ne yaptığını bilmiyordum ama iyi bir halde olmadığını anlayacak kadar onun öfkesine şahit olmuştum. Ve bakışlarına. Ayağa kalkıp yanımızdan uzaklaşırken o soğuk ses tonunun kulaklarıma kazınmasına.

Asansörlerden birisine bindim ve onun gidebileceği tek katın numarasını girdim. Onu bulduğumda nasıl durduracağımı bilmiyordum ama onu durdurmak zorunda olduğumu biliyordum. Ve açıkçası bu beni endişelendiriyordu. Onu nasıl durduracaktım? Neye karşı durduracaktım?

Ne yapacaktım?

Asansör son hızla yukarıya çıkarken, karnımdaki rahatsız edici ağrı da şiddetleniyordu. Gergindim ve bu bedenime yansıyordu. Ellerim titriyordu. Dans ve dans sonrasında olanlar yüzünden hissettiğim gerginlik yerini başka türlü bir gerginliğe bırakmıştı. Armağan'ın yanağındaki o iz çok korkunçtu. Nasıl bir cani akülü sandalyeye bağlı bir kadına, ona karşı koyamayacak bir kadına böyle vururdu?

Biraz düşününce Armağan'ın düşmanı olamazlardı. Asıl incitmek istedikleri kişi Devrim olmalıydı. Armağan'ın, Devrim'in yanlarına gideceğini düşündüğü kişiler, Devrim'e zarar vermek istiyorlardı.

Bunu neden yapıyorlardı? Devrim soğuk, umursamaz, her şeyden uzak bir adam gibi görünmesine rağmen hiç de bir mafya üyesiymiş gibi durmuyordu. Burada yanlış, neredeydi? Neler oluyordu?

Asansörün kapıları açılınca prova yaptığımız odaya bakarak dışarıya çıktım. Kapı hafif aralık bırakılmıştı ve içerideki ışık, onun orada olduğunu söylüyordu. İç çekerek ve biraz da ürkerek hızlı adımlarla odaya ilerlediğimde, kulağıma sesler gelmeye başladı. Bir şeyin üzerine bırakılan, ağır bir cismin çıkardığı sese benzer bir sesti. Bir metal sesi.

Sesler kesilinceye kadar başımı kapıya dayadım. Ve sonra dengemi sağlayamayarak kapıya yaslandım ve içeriye doğru sendeledim. Dengemi kaybetmemin şaşkınlığını yaşarken kendimi Devrim ile yüz yüze bulunca korkarak kapıya yaslandım.

Korktum çünkü tam alnımın ortasına dayanan silahın arkasından, alev gibi yanan bakışlarının odağında bir şekilde titriyordum.

Benim olduğumu görünce küfrederek, küfrederek(!) silahı çekti ve öfkeyle, "Senin burada ne işin var?" diye çıkıştı.

Silahın varlığı, onu tutan eli, dahası bir silah kullanabiliyor olması beni öyle şaşırtmıştı ki ona öylece bakakaldım. Bir cevap bile veremedim.

"Sana söylüyorum!" diye bağırdı ve ben sırtımdaki çantayı düşürdüm. Gözü çantama kaydı.

Öfkeliydi. Elinde bir silah vardı ve Armağan'ın hiç de hoşlanmayacağı bir şeyler yapacaktı. Bir şeyler yapmam lazımdı. Onu durdurmam lazımdı.

"Buradan çık," diye konuştu ve bana arkasını dönerek masasına doğru yürüdü. İşte o zaman masanın üzerinde duran mermileri, şarjörleri gördüm.

Ona aldırış etmeden kapıyı kapattım ve cesaretime hayran kalarak arkasındaki anahtarı çevirip kapıyı kilitledim. Devrim'in sert bakışları altında anahtarı cebime koydum ve ona baktım. "Her ne yapıyorsan yapmana izin vermeyeceğim."

Bu deli cesaretimin nereden geldiğini bilmiyordum ama bunun onu durdurmasını istiyordum.

"Ne yapacağımı sanıyorsun?" diye sordu.

Sesi öyle sakin, öyle boğuktu ki, istemeden de olsa ona hayran kaldım. Bakışları çok yoğundu. Beni gözleriyle vazgeçirmeye çalışıyordu. Avını sokmadan, yakalamadan önce etrafında dönüp ona hipnoz edici bakışlarıyla etki etmeye çalışan bir yılan gibiydi. Ancak o etkinin altına girmemeye kararlıydım.

Dikkatini dağıtmam gerekiyordu.

Çekmeceyi açtı ve oradan bir anahtar çıkardı. Görmem için kolunu havaya kaldırdı. Bakışlarında en ufak bir eğlenme izi yoktu.

İçimden küfrederek elindeki anahtara baktım ve geri geri giderek sırtımı kapıya yasladım. Eğer bu kapıdan çıkıp gitmek istiyorsa beni geçmesi gerekecekti. Onu anahtarla durduramıyorsam, kendimle durduracaktım.

Durdurmak zorundaydım. Armağan'ın yalvarışına bir anlam verememiştim ama şimdi onu elinde silahla görünce ne olursa olsun onu durdurmam gerektiğine karar vermiştim.

"Evine git Gamze." Elindeki anahtarı masanın üzerine koydu ve silahı da bırakarak bana doğru gelmeye başladı. Kalbim ağzımda atıyordu çünkü bu odada onunla birlikte yalnız olmak bütün sinir uçlarımı harekete geçirmişti. Bana bir adım kala durdu ve rahatsız edici bir soğuklukla beni izlemeye devam etti. "Anahtarı çıkar, kapıyı aç ve evine git."

Hayır. Hayır böyle olmazdı. Olamazdı. Onun dikkatini dağıtmam gerekiyordu.

"Sorularım var," diye konuştuğumda tek kaşını kaldırarak bana baktı. Sesim sanki son nefesimi verir gibi çıkmıştı. Aşırı heyecanlanıyordum. Nefesimi düzene sokmak için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Boğazımı temizledim. "Evet.. birkaç tane sorum var."

"Eminim vardır," dedi sert bir sesle. "Ama şu an yanıtlayacak ne isteğim ne de zamanım var."

"Neden benimle dans ettin?" diye sordum pat diye. "Neden? İptal edebilirdin ve-"

"Aklın fikrin dansta değil mi?" Bana soğuk bir bakış attı. "Neden seninle dans ettiğimi mi merak ediyorsun?"

Sözlerinin kırıcı olacağını düşünsem de kafamı salladım. Armağan'a verdiğim sözden dolayı onu bırakamazdım. Postunu deldirir düşüncesinin beni sürüklediği ızdırapla kesinlikle bir alakası yoktu.

Üzerime yürüyerek beni kapıya sıkıştırdı. Bakışlarında derin bir nefret vardı. "Çünkü göz önünde olmam gerekiyordu." Bakışları yüzümün her bir hizasında yavaş yavaş gezindi. "Bana bir ders verilmek istendi ve ben o dersi aldım."

"Ne dersi?" diye fısıldadım heyecan içinde. Durumun tuhaflığı bir yana bana yeniden bu kadar yakın olduğu için aptal kalbimin hızından başka bir şeyi düşünemeyecek durumdaydım.

"Bak Gamze," başını hafifçe eğdi, ona odaklanmamı istiyor gibiydi. "..o dansın.. o öpücüğün bir anlamı olduğunu düşünmüyorsundur değil mi?"

Ne? NE? Bu ne cüretti! Bir anlamı olduğunu düşündüğümü mü zannediyordu? Kahretsin bunu görüyor muydu yoksa?

"Tahmin ettiğim gibi," diye fısıldadı yüzüme bakarak. Cevap vermekte gecikince kendince anlam çıkarmıştı. "...bir anlamı yoktu. Sadece bir danstı o kadar. Ve sadece bir öpücük. Çok basit bir şey."

"Hayır değildi," diye çıkıştım sinirlenerek. Bundan bu kadar basit bir şeymiş gibi bahsetmiş olması sinirimi bozmuştu. Kapıdan sırtımı çekerek sırtımı dikleştirdim. "Bundan nasıl basit bir şeymiş gibi bahsedebilirsin? O öpücüğün ve sonrasında bana söylediklerinin nedenini açıkla o zaman! Sana ne yaptım?" İki elimi iki yana açarak, "Bana, 'ne yapıyorsun Gamze?' dedin ya, sana ne yapıyormuşum söyler misin?"

Dişlerini gıcırdattığını duyabiliyordum. Çenesini oynatarak bana baktı ancak konuşmadı.

"Konuş," diye çıkıştım öfkelenerek. "Bu kadar duygusuz bir insan olamazsın, bu kadar katı bir insan olamazsın çünkü seni gördüm!" Dayanamayarak ellerimi göğsüne koydum ve onu ittim. Sinir bozucu bir sessizliğe büründüğü için ona öfkelenerek onu ittim. Geriye doğru sarsılmadı bile. Hareket ettirilemez bir nesne gibiydi. "Seni gördüm! Ablana, aşağıda nasıl sarıldığını gördüm! Korkunu, endişeni hissettim."

"Yani?" diye sordu sert bir sesle.

"Yani sen de bir insansın!" diye bağırdım. Beni çileden çıkarak hareketlerinden sıkılmıştım. Bana böyle davranıyor olmasından sıkılmıştım. "Sen de bir insansın! Bir şeylerden etkilendiğini belli etsen ölür müsün?"

"Benim hakkımda çok yanlış hükümlerin var Gamze Hanım."

Hanım.

Çileden çıkmış bir şekilde gözlerimi kapattım ve içimden beşe kadar saydım. Açtığımda biraz bile sakinleşmemiştim. "Yeniden Hanım oldum öyle mi?"

"Hep öyleydin."

"Devrim neden böylesin? O dansı ben hayal etmedim.. o dansı biz yaşadık ve sonrasında olanlar... sen ..sen beni alnımdan öptün ve..bu-"

"Bunun bir anlamı yoktu. Ben bir kadını öpmem."

Sesindeki keskinlik ve söylediği şeyin sertliği karşısında afalladım. "Nasıl bir kadını öpmezsin? Sen bir erkeksin." Erkekler ne olursa olsun bir kadının çekiciliğine bazen kolayca kapılıp gidebilirdi. Bu onların geninde vardı.

"Asla,"diye çıkıştı öfkeyle. "Beni asla başka erkeklerle karıştırma. Çünkü ben bir kadının saçının teline dahi zarar vermem anladın mı? Saçının teline dahi zarar vermem. Onu asla basit bir dans yüzünden öpmem, incitmem!"

Söylediklerinin gerçekliği beni o kadar sarstı ki, hiçbir şey diyemeyecek duruma geldim. Şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım.

"Ama..ama..beni öptün,"diye fısıldadım sessiz bir şekilde. Bir anlam veremiyordum.

Elini kaldırdı ve beni geriye doğru gitmeme sebep olarak üzerime geldi. Elini başımın yanından uzatarak kapıya yasladı. Kolunun varlığını kulağımı ısıtıyordu. Beni tek koluyla, kapı arasında sıkıştırmıştı. Bakışları sinir bozucu derecede soğuktu. Sanki beni tek bir hamleyle kapıya gömmeyi düşünüyormuş gibi bakıyordu. Vücudum adrenalin salgılamaya başladı.

Göçüm!

Bana ne yapacaktı?



Daha yeni Daha eski

İletişim Formu