Peri ve Kuzgun - 23. Bölüm


Bölüm 23: Peri ve Kuzgun'un Dansı

Ölürsem yalnızlıktan..

Ve senin kötü kalbinden..

Fikrimin dikenlerinden..

Batıyorsun, hala derinden..


Eşikten içeriye geçtiğim anda bacaklarımın titremesinin daha da arttığını hissettim. Bir an önce kendime gelmeliydim yoksa bu işi başaramayacaktım. Derin bir nefes alarak hızlı adımlarla salondan içeriye girip direkt ailemin yanına uğradım. Hepsinin güzel dileklerini aldıktan sonra sahne arkasına geçtim.

Armağan'ı görememiştim ama onun bu gösteriyi kaçırmayacağını çok iyi biliyordum. Sahne arkasına geçtiğimde Devrim'in ellerini ceplerine sokmuş gergin bir şekilde koridorda durduğunu gördüm. Omuzları çökmüştü ve beni henüz fark etmediği yüzü sert bir ifadeyle kasılmıştı. Benimle dans edeceği için bu kadar sıkıntı duyması çok gurur okşayıcıydı.

İç çekerek ona doğru ilerlerken açık arttırmanın ardından verilen yarım saatlik aranın son on dakikasına girmiştik.

Bazı zamanlar geçmeyen vakit şimdi su gibi akıp gidiyordu.

Devrim beni fark ettiğinde sırtını dikleştirdi ve bana bakmadan dik bir duruşa geçti. Sanki az önceki halini fark etmemem için özellikle bir çaba veriyor gibiydi.

Acaba bir sıkıntısı mı vardı?

"İyi misin?" diye sordum yanında durduğumda.

Başını belli belirsiz salladı ve başını kaldırıp bana baktı. "Hazır mısın?"

Yutkundum. Sanırım hazırdım. Hazır olmalıydım.

"Aslında biraz gerginim çünkü siz nasıl dans edeceğinizi-"

Sözümü keserek, "Her hareketi biliyorum Gamze Hanım," dedi. "Siz öğrendiğiniz gibi devam edin. Beni düşünmeyin. Gayet iyi idare edeceğiz."

"Bütün hareketleri nasıl bilebilirsiniz ki?" diye sormadan alıkoyamadım kendimi. "Bunun için oturup prova görüntülerini saatlerce izlemiş olmanız gerekir.." Durdum ve alayla güldüm. "Ki ben sizi bunu yaparken düşünemiyorum bile."

Sessiz kalınca kahkaham soldu ve kendimi şaşkın şaşkın ona bakarken buldum.

Bakışları ifadesizdi ve açıkça söylemem gerekirse sanki sonsuza kadar susmamı diliyormuş gibi bir hali vardı.

Nihayet konuşarak, "Bu ne demek?" diye sordum. "Oturup saatlerce bizim provalarımızı mı izlediniz?" Hayretle yüzüne baktım. "Neden? Yani..yani bu çok saçma ve gereksiz.. demek istiyorum ki-"

Bir anda kolumdan tuttuğunu hissettim ve ona doğru savruldum. Beni sertçe kendisine çekerek iki kolumdan tuttu ve gözlerimin içine baktı. Yüzü yüzüme hizalanmıştı ve sıcak nefesi saç diplerimdeki küçük saç tellerine çarpıyordu. Çok yakındı - çok boğucuydu. Kalbim aniden hızlandı. Ondan beklenmeyen bir hareket olduğu için gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

Bana dik dik bakarak, "Neden bu kadar konuşuyorsun?" diye çıkıştı.

Ben ona şaşkınlıkla bakarken aradan geçen yarım dakika sonra o ne yaptığını fark ederek önce kollarımı tuttuğu yere baktı sonra sanki ateşe dokunmuş gibi beni hızlıca bıraktı ve ellerini saçlarından geçirerek, alçak ve boğuk bir sesle, "Lütfen sus artık!" diye inledi. "Sus."

Bana arkasını döndü.

Az önce neler olmuştu?

Neden öyle davranmıştı? Ayrıca sorularıma cevap da vermemişti. Bana, beni ve Yağız'ı izlediğini, ve dansın bütün hareketlerini bildiğini söylüyordu. Bunun ne kadar anormal olduğunu görebiliyor muydu? Neden saatlerce oturup da bizi izlemişti? Ne yapmaya çalışmıştı?

"Hazır mısınız? Birazdan sahneye çıkacaksınız. Perdeler çekildi."

Meral'in ince sesi beni girdiğim şoktan çıkardı ve az önce olanlardan bihaber bir şekilde bize dans ile ilgili son şeyleri anlatmaya başlayan Meral'e dalgınca baktım. Kalbim ağzımda atıyordu. Çok gergindim.

Titreyerek derin bir nefes aldım ve son kez lavaboya geçerek dişlerimi fırçaladım. Odadan bir bardak soğuk su şişesi alıp kafama diktim ve koltuk altlarımı koklayarak durumun iyi olup olmadığını kontrol ettim. Harika kokuyordum ama yine de Devrim'in kişisel alanıma girecek olmasının verdiği düşünce yüzünden kendimi garip hissediyordum. Aynada kendime son kez baktım ve üzerimdeki kırmızı elbisenin gerçekten de doğru seçim olup olmadığını düşünmeye başladım.

Elbisenin aynısından bir tane daha dikmiştim fakat aynı zamanda daha önce de normal bir şekilde tasarladığım beyaz bir elbiseyi de yanımda getirmiştim. Neşe kırmızı elbisenin çok güzel olduğunu ama beyaz elbiseyi giyersem, çok daha harika olacağını söylemişti fakat bunu ikinci kez düşünmemiştim. Bu akşam elbiseyi giyerken de düşünmemiştim ama şimdi aynada kendime bakarken bunun doğru elbise olup olmadığı konusunda tereddütteydim. Elime beyaz elbisenin olduğu elbise kılıfını aldım ve elbiseyi içinden çıkardım. İnce askılı straplez, yumuşak kumaşlı bir elbiseydi. Kumaşın üzerinden çok ince bir tül dikmiştim. Çok hoş görünüyordu. Göğüs dekoltesi fazla derin değildi ama yine de göğüs çatalını ve dolgusunu çok iyi yansıtan bir elbiseydi.

Elbise dizlerimin biraz altında bitiyordu ve etekleri geniş bir yelpazeye kadar açılabiliyordu. Marilyn More'un beyaz elbisesi gibiydi ancak onun beyaz elbisesi boyundan bağlamalıydı, oysa benimki öyle değildi. İnce askılara sahipti. Yırtmacı baldırıma kadar çıkıyordu. Masum bir peri için idealdi. Üzerimdeki kırmızı elbiseyi giyerken bunun Yağız'la dans ederken uygun bir seçim olacağını düşünmüştüm ama şimdi Devrim ile dans edecektim ve kırmızı elbise onunla aramdaki iradede savunduğum Gamze'ye uygun bir elbise değil gibiydi. Beyaz kesinlikle bana daha çok yakışacaktı.

Böylelikle üzerine daha fazla düşünmeden kırmızı elbiseyi çıkardım ve açık arttırmada onu alacak olan kişiye hediye etmeyi düşündüm. Ancak beyaz elbiseyi kimse alamayacaktı.

Elbiseyi değiştirdikten sonra nihayet odadan çıktım ve Meral ile Sinan'ın şaşkın bakışlarına maruz kaldım.

Gülümsemeye çalışarak, "Kendimi böyle daha iyi hissedeceğim," diye mırıldandım. İtiraz etmemelerini umuyordum. Devrim'in bana bir kez bile bakmadan sahneye yöneldi. Ben de gözlerimi kapattım ve içimden üçe kadar sayıp derin bir nefes aldım. Sonra peşinden ilerledim.

Duracağım yere konumlandım ve Devrim'in de üzerine düşeni yapmasını izledim. Sahnenin ortasına yürüdü ve durdu. Ellerini gevşekçe iki yanında serbest bıraktı ve bacaklarını biraz araladı. Uzun bacakları vardı. Vücudu biçimli ve doğaldı. Geniş omuzları ona özel diktiğim gömleğin altında gerilmişti ve sırt kaslarının gerginliğini aramızdaki kısa mesafeden bile sanki yanındaymışım gibi görebiliyordum. Sinan, Devrim ile konuşurken Meral de benimle konuşuyor, beni rahatlatmaya çalışıyordu.

Derin bir nefes aldım ve kendime bunu yapabileceğimi söyledim. Yağız ile birlikte çalıştığımız şekilde hareket edecektim.

Devrim'in nasıl hareket edeceği kendi seçimiydi. Birbirimize ayak uydurmaktan başka seçeneğimiz yoktu. İç çekerek Sinan'ın ve Meral'in sahneden ayrılışını izledim.

Sahnedeki ışık kısıldı ve bütün ışık Devrim'in üzerine yöneldi. Benim üzerimdeki ışık biraz daha gölgeliydi. Karanlığın içinde kalmış, sevdiği adamı uzaktan izleyen tutkulu bir kadındım ben. Bunu böyle görecektim. Tamamen hikayedeki kadın gibi hissetmeliydim. Artık Gamze yoktu. Artık Devrim'in büründüğü karakterle dans eden kadın karakter vardı. Ona bir isim bulmalıydım. Devrim benim için bir Kuzgun'du. Kuzgun'lar gece gibi siyah olurdu, keskin bir zekaya ve hiçbir kuşta barındırılmayan müthiş bir karizmaya sahipti. Adı bile çok güzeldi.

Gecenin karasını kanatlarında taşır, yüreğini de siyaha boyayan duygular gözlerinden okunurdu. Kuzgun öyle bir karakterdi. Bu dans bir nevi siyahın, beyazla dansı gibi bir şey olacaktı. Üzerimdeki beyaz elbiseyle kendimi bir peri gibi hissediyordum. Kuzgun ne kadar siyahsa, ben o kadar beyazdım sanki. Ve bu gerçekten de bize öyle uygundu ki.

Bu elbiseyi giydiğim için memnundum. Hikayeye ve Kuzgun'a uymayı çok istiyordum.

Saçlarımı geriye doğru attım ve kendi duruşumu takındım.

Müzik yavaşça başlarken büyük bir enerji yumağının beni yavaş yavaş etki altına aldığını hissettim. Karıncalanan ellerimi yumruk yaptım ve açtım. Perdeler yavaşça açılırken gözlerimi Devrim'den ayırmadım. Başını yan çevirmiş ve yere bakıyordu. Bu haliyle öyle acılı, öyle savunmasız ve ilgiye öyle aç görünüyordu ki, bir an için gerçekten de böyle mi diye düşünmeden edemedim.

Ona çarpacağım, sıcaklığını hissedeceğim anı sabırsızlıkla bekleyerek hareketsizce durdum. Perde tamamen açıldığında müzik de hareketlendi ve tam dört saniye sonra, hareket edeceğim kısım denk geldi.

Hareket ettim.

Tıpkı ışıltılarımla süzülen bir peri gibi ona doğru süzüldüm. Kuzgun'uma hasret bir şekilde ona bakıyordum. Özlemiştim. Ona aşıktım. Kalbim ona dokunmanın, ona sarılmanın heyecanıyla yanıyordu.

Bu çok acılı bir duyguydu ama gerçekti. İnsan nasıl bu kadar aşık olabilirdi? Nasıl birisine bu denli hasret duyulabilirdi? Aşk neden bu kadar zor ve karmaşık olmak zorundaydı ki?

Gölgeler arasında usulca süzülürken Devrim'in kasılan sırtından ayırmıyordum gözlerimi. Pardon, diye düşündüm. Kuzgun'un sırtı. Tıpkı kuşun kanatları gibi simsiyahtı bedeni. Ellerimi kaldırıp büyük bir hasretle ona çarptığımda durdum.

Elbisemin etekleri coşkuyla indi ve ayaklarım titreyerek onun ayaklarına dolandı.

Büyük bir aşkla, sevgiyle tutundum ona. Sanki tek seçeneğim oymuş gibi, sanki o olmadan yaşayamıyormuşum gibi tutundum. Akıp giden müziğe kendimi veremiyordum bile. Güçlü omuzlarının sarsıntısını kulağımın altında hissedebiliyordum. Ellerimin dokunduğu yerdeki kasılmaları da hissedebiliyordum.

Bir volkanik depreme benziyordu sanki. Acı verici bir şekilde içinden lavlar çıkaran, yeri göğü sarsan bir tutkuyu paylaşıyor gibiydik.

Ve sonra beni tuttuğunu hissettim. Ellerimden kavradı beni ve savuruldum.

Bir elini belime diğerini yanağıma koydu ve sert bir şekilde göğsüne çarptım. Sert bir dalga gibi kıyılarına sığındım ve göz göze gelmemize izin vererek savuruluşun etkisiyle kapattığım gözlerimi açmadan önce nefesinin sıcaklığını yüzümde, dudaklarımda hissettim.

Saçlarım dalgalanarak aramıza indi ve ben onun kuzguni bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. O kadar derin, o kadar koyu ve o kadar çok şey anlatan bir bakıştı ki, ya da ben öyle sandım, içim titredi. Peri'si olarak ona tutunmak, o bakışlardaki acıyı ve çaresizliği ondan alıp sonsuza kadar yok etmek istedim. Biliyordum, bana ihtiyacı vardı. Bana ihtiyacı vardı ve bunu dile getiremiyordu. Çünkü çok gururluydu. Çünkü gururun onu koruduğunu düşünüyordu. Oysa gurur, bizi hayattaki güzel şeylerden alıkoyuyordu: cesaretli olmaktan, korkusuz olmaktan, sevmekten, yaşamaktan alıkoyuyordu. Bunu göremiyor muydu? Bunu hissedemiyor muydu?

Neden bu kadar acı çekmek istiyordu? Neden bana izin vermiyordu?

Birbirimizin gözlerinde kaybolduğumuz kısa saniyelerden sonra acı çekiyormuş gibi onun vücuduna dokunan kollarımı iterek beni geriye doğru savurdu. Beni kendinden uzaklaştırıyordu.

Beni istemiyordu çünkü aşk onu korkutuyordu. Belki de aşkın kendisinden değil, getireceği zayıflıktan korkuyordu. Ama hayatta zayıf duygular ve yönler olmazsa, insan nasıl güçlü olmayı öğrenebilirdi ki?

Kuzgun bana arkasını döndü ve başını eğdi. Sarılışım ve birbirimize bakışımız onu sarsmış gibiydi. Bedeni titriyordu.

Müzik dalga dalga etrafımızda oynaşırken çölde bir kum fırtınasına yakalanmışım gibi serpildim. Acıyla ellerimi onun dokunduğu yanağıma koydum. Ve sonra kalbime bastırdım.

Ve ondan uzak kalmaya dayanamayarak yeniden ona sarıldım.

Beni yakaladı ve yeniden vücudunun ön kısmına bastırdı. Göz gözeyken, ayaklarımız ve vücudumuz uyumlu bir şekilde hareket etmeye başladı. Müzik bizi büyülü bir ânın içine hapsetmişti. Ritimlerin, notaların etrafta uçuştuğunu hissedebiliyordum. Bir kelebek sürüsü gibi bizi kuşatmışlardı. Elbisemin dantel tülüne konuyordu. Ve Kuzgun beni yakalayıp çevirirken dalgalanan eteklerime değiyor ve bir ışık oyunu gibi göz kamaştırıyordu.

İç çektim.

Kuzgun'un gözlerine baktım ve bunu görmesini diledim. O kelebekleri onun da görmesini, onun da fark etmesini istedim.

Ancak hala kendini teslim etmemişti. Teslim olmak neden bu kadar zordu? Neden bu kadar korkuyordu? Ona iyi bakacağımı bilmiyor muydu? Ona ve kalbine iyi bakacağımı...

Ayaklarımızın birbirine karıştığı, adımlarımızın ahenkle atıldığı o küçük hareket bitince kollarının arasında geriye doğru uzandım. Bir dizini kırdı ve beni koruyarak, beni tutarak beni arkaya doğru yatırdı. Saçlarımın arkaya doğru dağıldığını hissedebiliyordum ama benim bakışlarım Kuzgun'un gözlerindeydi.

Büyüleyiciydi.

Nefesinin bana doğru dalgalanması da öyleydi.

Ona bakmak da öyle.

Bedenim tir tir titrerken bakışlarımız birbirine kenetlendi.

Ona, "Yeter artık," diye fısıldamak istedim. "Görmelisin artık beni. Ve teslim olmalısın..."

Ama hiçbir şey diyemedim. Biz kelimeler hakkında ne bilirdik ki? Ve duygular hakkında? Konuşamayacak kadar yoğun duygular boğazımızda düğümlenirken titrerdik ancak dil kemiğe bürünüp de söze gelmezdi. Su bütün sızıları dindirirdi ama suyun sızladığını kimse bilmezdi. Çok sarsan bir acıymış gibi gözlerimi kapatmak istedim. Suyun sızısını içimde hissetmek istedim.

Sızılarımı dindirebilseydi, ona ne derdim?

Dudaklarının, burnunun, çenesinin ve alnının kıvrımlarını tam kalbimin üzerinde hissettim. Kısa bir saniye sonrasında sadece alnını değdirecek kadar geri çekildi ancak o kısacık saniye öncesinde çoktan son nefesimi vermişim gibi hissetmiştim. Ellerim karıncalanıyordu. Dizlerim titriyordu. Eğer Kuzgun, Peri'sini tutmasaydı, Peri'si orada bayılabilirdi.

Başını kaldırdı ve kapalı gözlerimi süzdü. Bunu biliyordum çünkü sıcak nefesini hala yakınlarımda hissedebiliyordum. Burada onun saçlarına dokunmam gerekiyordu ama kendimi o kadar cesaretli hissedemiyordum. Bunu yapamazdım.

Acaba kalbimin sesini duymuş muydu? Ona dokunmak, o dudaklarına, alnına, sert çenesine ve burnuna dokunmak için göğüs kafesimi yıkıp geçmek adına verdiği mücadeleye şahit olmuş muydu? Bu kadar mücadele eden kalbimin durumunu bilse, buna izin verir miydi?

Yutkundum ve gözlerimi açtım.

Bana derinden, temellerinden sarsılmış bir şaşkınlıkla bakıyordu.

Sanki bir şeyler kopmuştu. İpler incelmiş miydi? Kalbimin bağlarının gücünü mü hissetmişti? Nasıl oluyor da hala böyle insanın kalbini yakan bir şekilde bakmayı başarabiliyordu? Ve neden benim kadar etkilenmiş değildi? Kuzgun, Peri'sini sevmiyor muydu?

Beni doğrultarak kaldırdı ve elini belime koyarak kendisine çekti. Bacağımı kaldırıp bacağına doladım ve onun bacağını kıstırdım. Ellerini belime koydu ve beni havaya doğru kaldırıp ayaklarımı yerden kesti. Nefesim de kesildi. Öyle ki kalbim nefes boruma yükselmiş gibiydi. Kendi etrafında döndü. Onunla birlikte dönerken, ben yukarıdan gözlerine bakıyordum, o da bakışlarını ona doğru savrulan saçlarıma dikmişti. Ve sonra beni indirdi, çevirdi ve kendinden uzaklaştırdı.

Bir türlü bana teslim olamıyor gibiydi.

Silkelenerek Peri rolünden sıyrıldım ve titreyerek Devrim'e baktım. Buraya kadar onunla beraber çalışmıştık ancak bundan sonrasında beni bırakıp gitmişti. Yağız ile nasıl devam ettiğimizi bildiğini söylüyordu.

Ona doğru yürürken yeniden Peri'ye döndüm. Kuzgun'ununa deli gibi aşık olan Peri'ye.

Ona yaklaştım ve bu sefer ona çarpmak yerine usulca arkasından sarıldım. Ellerim göğsünün üzerinde ilerledi. Ellerimi tuttu ve beni yumuşakça kendisine çevirdi. Göz göze geldik. Bir elini belime koydu ve göğüslerimiz birbirine değdi. Yaklaştı.

Sanki adım adım kalp atışlarımı sayıyormuş gibiydi. Onlarla bu kadar uyumlu hareket edebilmeyi nasıl başarıyordu?

Alnını alnıma yasladı.

İçimi nefis bir titreme sardı. Tüyler ürperten, insana iç geçirten bir titremeydi bu.

Onun sıcak nefesini bu kadar yakından hissetmek o kadar güzeldi ki kendimi ona bırakmam çok kolaydı. Gözlerimi kapatarak beni hareket ettirmesine izin verdim. Müzik yavaş bir hal almaya başlamıştı. Birbirimize yapışmış bir halde dans etmeye devam ettik. Sanki bu bir dans değildi, sanki bu bir vuslattı. Birbirimize değen tenlerimiz titriyordu. Benim gözlerim kapalıydı.

Onun kuzguni bakışlarıyla karşılaşmayı, bu kadar yakından görmeyi kaldıramayacağımdan o kadar çok korkuyordum ki, göz kapaklarımı aralamaya cesaretim yoktu.

Birlikte sahnede salınırken ellerimizin birleştiği yerde kelebekler sürüsü toplanmıştı. Belimdeki eli beni sıkı sıkıya tutuyordu. Burnu benimkine dokundu ve benim gözlerim sanki bir sihire maruz kalmış gibi açılıverdi.

Bakışları..bakışları o kadar yakıcıydı ki. Sanki içimi görüyordu. Sanki bir Peri ve Kuzgun'dan ötesiymişiz gibi bakıyordu. Sanki daha fazlasıymışız gibi. Sanki mümkünmüş gibi. Dudaklarımız arasında santimler vardı. Sanki birimiz eğilse kıyamet kopacakmış gibi o aradaki mesafeye sıkı sıkıya tutunuyorduk.

Oysa yeri yerinden oynatacak olanın o küçücük temas olacağını çok iyi biliyorduk. Bu dansın sonunda beni öpecekti. O öpücük muhtemelen beni darmadağın edecekti.

Yarım dakika kadar birbirimize karışmış bir şekilde hareket ettik. Sanki müzik bizi kendisiyle birlikte var olmaya teşvik ediyordu. Belimdeki kolunu bükerek alınlarımızı ayırdı. Bakışlarımız hala birbirindeyken beni çevirdi.Sırtım onun göğsüne bastırılmıştı.

Sıcaklığı belimi yakıyordu. Bir elini karnımın üzerine koydu ve diğer eli de tüylerimi diken diken edecek bir dokunuşla kolumun üzerinde duruyordu. Gözlerim kapandı. Olacakları bilmek beni daha da heyecanlandırıyordu.

Gözlerim kapalıyken ve bedenlerimiz usulca müziğe eşlik ederek salınırken, yüzü saçlarımın arasından sokularak boynuma doğru ilerledi. Daha kolay ulaşması için başımı sağa doğru yatırdım ve dudakları tenime değdi. Öpmüyordu, oysa öpmesi gerekirdi.

Öpmeliydi de.

Bunu bu kadar istiyor olmam utanç vericiydi. Oysa aşk, günahkar zevklerden öte olmalıydı fakat yanlıştı bu. Aşk, dokunmaya, hissetmeye, birlikte var olmaya da hizmet ediyordu. Bütün duygusuz dokunuşların temellerini sarsacak kadar kuvvetli bir bağa ihtiyaç duyuyordu.

O ihtiyaç içimde gittikçe çoğalıyordu. Peri'si, Kuzgun'ununa kavuşmak istiyordu. Belki vuslat gece kadar siyah kuzgunu beyaza boyardı. Ya da gece kadar siyah olan kuzgun, beyazı kendine hapseder ve bir daha hiç bırakmazdı.

Hem o hırsız bir kuzgundu. Kuzgunlar sevdikleri kadınları etkilemek için her şeyi çalarlardı. O ise benim kalbimi çalmıştı ve bu beni etkilemek için yeterliydi de.

Yüzü boynumdayken ve benim gözlerim kapalıyken her şey sessizdi. Sanki müzik bile duyulmuyordu. Bedenlerimiz hareket ederken elleri ellerimle birleşti. Ruhumu titreten bir dokunuşla dudakları beni öpmeden boynumdan saçlarıma yöneldi. Onun her hareketinin farkında olmak, bunu beklemek ve bunun için yanıp tutuşmak azap vericiydi.

Saçlarım onun dudakları arasında kıvrıldı. Her bir tel onun dokunuşu için can atıyor olmalıydı. Çünkü o parçalar bana aitti.

Benden ayrıldı ve usul usul geriye doğru çekildi. Sahnenin ortasında tek başıma kaldım. Işığın yoğunluğu üzerimde toplandı. Müzik yavaş yavaş hareket kazanmaya, piyano notaları yerini aheste bir ritme bıraktı.

Arkamı seyirciye, yüzümü Kuzgun'a döndüğümde karanlığın içinde beni bekliyordu.

Koştum.

Topuklu ayakkabılarım, kalbimin sesinden daha az ses çıkarıyordu. Arkamdan büyük bir kelebek sürüsü havalanmıştı.

Ona adeta çarptım. Kollarımı boynuna doladım ve o da kollarını belime dolayarak ayaklarımı yerden kesti. Bir kez daha kollarında yükseldim ve saçlarım savrulurken beni havada döndürerek uçmaya yeni hazırlanan küçük bir kuş gibi beni umutla kanat çırpmaya itti. Kollarımı iki yana açtım.

Yüreğim kadar yükselememiştim ama onun kadar mesuttum.

Kuzgun'un kolları beni azar azar indirdi ve göz göze geldiğimiz kısacık bir saniyeden sonra tek kolumu omuzuna doladım. Bu sefer ben alnımı alnına yasladım. Ben tir tir titrerken beni bir koluyla çevirdi. Diğer kolunu kaldırıp başıma koydu. Parmakları saçlarımın arasına girdi. Kirpiklerim titreşerek açıldı ve bakışları bir kez daha içimi dağladı.

Bu yakınlık çok fazlaydı.

Deli gibi dönmeye başladık. Pervane gibiydik. Sanki birlikte ateşe uçuyorduk.

Döndük, döndük, döndük. Kollarının arasındayken başım dönmüyordu. Dönen kalbimdi. Müzik hızlandı, ritmini değiştirdi. Alçak perdeden bir rüzgar esiyormuş gibi geldi. Kuzgun durdu ve kanatlarını açtı. Bir peri gibi etrafında uçmak, kanatlarında uyuklamak istediğimi fark ettim.

Dokunsam siyaha mı bulanırdım yoksa beyaz mı kalırdım?

O kadar kafa karıştırıcıydı ki.

Beni kollarının arasında tutmaya devam ederek ayaklarımı yere indirdi. Ve sonra geriye doğru yatırdı. Kalbi kalbimle birlikte alçaldı.

"Nasıl da manidar," diye fısıldamak geldi içimden.

Sona yaklaşıyorduk.

Beni kaldırdı ve bir elimiz birleşti, onun diğer eli belimde, benimki ise omuzundaydı. Birlikte deliler gibi hareket ettik. Adımlarımızın karıştığı, nefeslerimizin çarpıştığı, saçlarımın ve eteklerimin bizimle birlikte savrulduğu kavurucu bir danstı.

Beni bıraktı ancak onun ve benim tek elim birleşikti. Beni kendi etrafımda döndürdü. Ve sonra bacaklarını açarak beni hızla savurdu. Bacaklarının arasından kayarak geçtiğimde, ellerimden yakaladı ve beni kucağına alarak omuzunun üzerinden arkasına aldı. Ayaklarım yere indiğinde ellerim beline sarıldı. Birlikte hareket ettik. Ona arkasından sarılmış bir şekilde kıvrıldık. Şekilden şekile girerek hareket ettik ama birbirimizi bırakmadık.

Hikayemizi iyi aktarabiliyor muyduk? Hiçbir fikrim yoktu. Kuzgun o kadar kuzgunken her şey o kadar mümkündü ki.

Birbirimizden ayrılıp sahnenin farklı köşelerine gittiğimizde artık son harekete geçecektik. Artık sonu, onu, ve beni paramparça edecek olan son hareket için birbirimize dönecektik. Koşacak ve sarılacaktık.

Ayaklarım sanki taş taşıyormuş gibi ağır ağır ilerlediğinde gözlerim seyircileri süzdü. En ufak bir çıt çıkarmadan gösteriyi izleyenler, en az benim kadar etkilenmiş görünüyorlardı.

Ve birazdan, gerçekten birazdan etkilenmenin de ötesine geçecektim. Çünkü Kuzgun, Peri'sini öpecekti.

Ve sonra perdeler biz birbirimize sarılıyken kapanacak, ışıklar kapatılacaktı.

Bir mutlu son'muş gibi.

Titreyerek kenara çekildim ve dönüp O'na baktım. O da durması gereken yerde durdu ve başını kaldırıp bakışlarını bana çevirdi. Ölümcüldü.

Bakışları sertti, ama aynı zamanda yoğundu. Hiç görmediğim bir yoğunluktaydı. Hiç bilmediğim, hiç fark etmediğim bir yoğunluk.

Birbirimize doğru vücutlarımızı çevirdiğimizde ellerim karıncalanmaya başladı. Nasıl da heyecanlıydı. Ve nasıl da dirençli. Kalbim hem korkuyla hem heyecanla çarpıyordu. Korkuyla çarpıyordu çünkü Peri, daha fazla aşık olursa ölürdü. Daha fazla aşka bulanırsa ölürdü. Daha fazla Kuzgun'un rengine bürünürse ölürdü. Daha fazlası onu öldürürdü.

Oysa Kuzgun, kocaman kanatlarını açmış onu bekliyordu. Daha fazlasının onu öldürecek olması önemli değilmiş gibiydi. Çağırıyordu. Zehirli öpücüğü için çağırıyordu. Daha fazlasını vadeden öpücüğü için.

Titreyen dizlerim adım atmak için harekete geçti.

Ve daha fazlasına doğru.

Müzik yavaş yavaş sona yaklaşırken gözlerimiz bir kez daha kesişti. Ona doğru koşmaya başladığımdaysa biletim çoktan kesilmişti. O da ağır adımlarla benim aksime, sakin bir şekilde bana doğru yürüdü. Kolları tıpkı birer kanat gibi açıldı. Ona çarpıp kollarımı boynuna doladığımdaysa ve beni sıkı sıkı sardı.

Yıllar sonrasında birbirini gören, aşktan, hasretten yanan bir çift gibiydik sanki. Kuzgun sonunda Peri'sini kabul etmişti. Ayaklarım yerden kesildi ve beni öyle bir sardı ki, vücutlarımız asla ayırt edilemezdi. Sanki ona bağlanmış gibi kenetliydi uzuvlarımız. Tir tir titreyen bedenimi sakinleştiriyordu güçlü bedeni. Sımsıcak, hayat doluydu. Kokusu da öyle güzeldi ki mest oldum. Hafif bir çam kokusuna karışmış limon çiçeği gibi bir kokuydu. Ferahlatıyor ve mest ediyordu.

Yüzünü boynuma gömdü ve bir an için o da benim kokumu içine çekiyor mudur diye düşünmeden edemedim.

Kokumu büyüleyici bulmuş muydu? Benim kadar o da sarsılmış mıydı?

Titreyerek birkaç saniye daha ona sarıldım. Başımı geriye çekip onun yüzüne bakmayı hem çok istiyor hem de hiç istemiyordum. İstemiyordum çünkü bu bir hikayeden daha fazlasıydı. Peri ve Kuzgun'un dışında bir olaydı bu. Eğer beni öperse ne yapardım? Eğer beni gerçekten öperse?

Saçlarımın arasındaki eli hafifçe oynadı.

Direnmeye çalıştım. Bunu gerçekten yapmaya çalıştım ama perdeler biz birbirimizin yüzüne bakmadıkça kapanmayacaktı. Birbirimizden ayrılmamız sanki dakikalar sürdü. Eli usulca saçlarımdan kayarken gözlerimi gözlerine çevirmem de bir o kadar sürmüştü.

Sanki onu ilk kez görüyormuşum gibiydi. Sanki ilk kez gözlerine bakıyormuşum gibi.

Bakışlarımı kaçırmak istedim ancak bu o kadar zordu ki. Bakışlarımız birbirine kilitlenmiş de ayrılamıyormuş gibi bağlı iken buna karşı koyacak gücüm yoktu. Derin bir nefes aldım.

"Sanırım bu..kaçınılmaz," diye fısıldadım ona bakarken.

Gözlerini bile kırpmadı. Saçlarımın arasındaki eli yavaşça yanağıma geldi. Ben ona gözlerimi kırpıştırarak bakarken o bir denizci kadar sakindi. Büyük fırtınaları bile ustalıkla gözlemleyebiliyordu sanki.

Dudakları aralanınca bakışlarım dudaklarına kaydı. Çenesinde ve yanaklarında kirli sakalları vardı. Dudakları erkeksiydi, üst ve alt dudağı aynı kalınlıktaydı ve tam da benim dudaklarıma göre, diye düşünmeme neden olacak kadar güzeldi. İç titreten bir hareketle dudakları kapandı ve bakışlarım gözlerine çevrildi. Eğer biraz daha beklerse, diye düşündüm...kollarında bayılmam saniyeler içinde gerçekleşecekti.

Başını bana doğru hareket ettirince, gözlerim irice açıldı. Bir fısıltı gibi titrek bir sesle, "Devrim.." dedim. Sanki sesim içime kaçmıştı.

Hiçbir şey söylemedi.

Ayaklarım yere değmiyordu.

Beni usulca yere indirdi ve belimde sabit duran elini çekip, iki eliyle yüzümü kavradı. Sanki kalbimi tutmuş gibi irkildim ve panikle nefes almaya çalıştım. Müzik her şeyi bastırıyordu, ancak kalbim son demlerini yaşıyormuş gibi atıyordu.

Bakışlarımız bir kez bile birbirinden ayrılmadığından ona bakmak çok zordu. Gözler kalbin aynasıdır diye söylenen sözün gerçeğini yaşıyor olmak ürkütücüydü. Kalbimde Peri'den izler görecek diye ödüm kopuyordu.

Ellerim havaya kalktı ve yüzümü kavrayan ellerinin bileklerini tuttu. Bilekleri kalındı, parmak uçlarım güçlükle birleşmişti. Tutuşu hem kararlı, hem de çaresiz bir tutuştu. Beni bırakamıyor ama tam olarak da teslim olamıyordu. Sanki bu onu korkutuyordu. Kuzgun'u mu yoksa Devrim'i mi korkutuyordu? Bunu gözlerinden okumak çok zordu. Eğer bana böyle..böyle bakmasaydı... kalbim bu kadar heyecanlanmasaydı.. aklımı bu kadar bulandırmasaydı...

Yüzünde en ufak bir gülümseme izi olmamasına rağmen nasıl bu kadar normal görünmeyi başarıyordu? Acaba benim yüzümde nasıl bir ifade vardı?

O kadar paniklemiş, heyecanlanmış, terlemiş, temellerinden sarsılmış hissediyordum ki, bütün bunların yüzüme nasıl bir şekilde yansıdığını daha sonra dans görüntülerini izlediğimde görecektim ancak.

Devrim tekrar başını eğdiğinde bedenim karıncalandı. Dudaklarım titriyordu. Bakışları usulca dudaklarıma kaydığında titreyen dudaklarımı sımsıkı bir şekilde birbirine bastırdım. Benim neyim vardı? Neden yeni yetme bir kız gibi davranıyordum? Neden bu kadar geriliyordum? Bir an önce olup bitecek bir şey için neden bu kadar korkuyordum?

Bakışlarım en ufak bir hareketini kaçırmamak için onun yüzünde gezinirken elleri yanağımı daha bir kararlı kavradı ve kendine doğru çekti.

Geri adım atmaya bu kadar istekliyken, aynı isteği ona doğru atılacak bir adım için de duymam ne garipti.

Dudaklarımız birbirine yaklaşırken gözlerimiz birbirine kenetlendi. Ne için söylediğimi bilemeyerek, "Lütfen.."diye fısıldadım. Tir tir titrediğimin o da farkındaydı.

Bir adım daha atınca gözlerim kendiliğinden kapandı. Ve hissetmek için bekledim. Bu bekleyiş o kadar uzun sürdü ki, belki saniyeler geçmesine rağmen bana dakikalar geçmiş gibi gelmişti.

Dudaklarım sızlıyordu. Dilimi çıkarıp dudaklarımı ıslattım ve beklemeye devam ettim. Kokusunun, nefesinin sıcaklığının, yanaklarımdaki ve saçlarımın arasındaki ellerinin, vücuduma değen vücudunun o kadar farkındaydım ki şimdiye kadar bayılmamam bir mucizeydi.

İçimden, "Hadi artık.." diye fısıldadım ancak bunu yüksek sesle söylediğimi çok geç fark ederek birden gözlerimi açtım.

Devrim'in bakışları gözlerim ile dudaklarım arasında gidiyordu.

Utandım. Yanaklarımın çoktan kıpkırmızı kesildiğini tahmin edebiliyordum. Söylediklerim birer fısıltıyla aramızda kayboluyordu.

Gözlerim onun gözlerine dayanamayarak yeniden kapandı ve yeniden beklemeye başladım. Sıcaklığının daha da arttığını, nefesinin mis gibi kokusunun yoğunluğunun yüzüme vurduğunu hissettiğimde nefesimi tuttum.

Ve sonra, ve sonra beni öptü. Öyle bir öptü ki elim ayağım titredi. Öyle bir öptü ki bunu ancak o yapabilirdi. Öyle bir öptü ki sanki ruhumu kendisine esir etti. Öyle bir öptü ki, olabilecek bütün öpücüklerden daha anlamlı, daha güzel ve daha özeldi.

Dudakları dudaklarımın değil, alnımın üzerindeydi.


Daha yeni Daha eski

İletişim Formu