Peri ve Kuzgun - 20. Bölüm


Bölüm 20 : Gamzeli

Doğru mu görüyordum yoksa gözlerim bana oyun mu oynuyordu? Gerçekten de buradaydı! Ve yüzünde daha önce hiç görmediğim türde küçük bir gülümseme vardı. Sanki mahcup bir gülümsemeydi ki, bu bile onun için çok şaşırtıcıydı. Gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken, beyin devrelerim durmuş gibi hissediyordum. Aksi halde bunun ne tür bir oyun olduğunu ona sorar ve sonra da buradan çeker giderdim çünkü yapılması gereken buydu.

Ancak bu hareketi ile beni şaşırtmıştı ve onu burada, üzerinde benim tasarladığım kıyafetlerle görmek bende soğuk bir duş etkisi yaratmıştı.

"Merhaba Gamze," adım adım bana yaklaştı ve tam da önümde durdu. Boyu benden oldukça uzundu ve ayağımda topuklu ayakkabılarım olmasına rağmen yine de onun çenesine güçlükle yetişiyordum.

Ve bir dakika, bana 'merhaba' demişti. Ne?

Yüzü mahcup bir şekilde buruştu ve dudaklarını bükerek konuşmaya başladı. "Biliyorum, danstan çekilip geri dönmem seni şaşırttı. Ancak ablamın ısrarıyla geri döndüm. Ve sanırım sana da bir özür borçluyum. Profesyonelce davranmadım. Senden kaçtım."

Kılımı bile kıpırdatmıyordum.

Eğer hareket edersem bu an bozulur diye korkuyordum. Benden özür mü diliyordu? Bekle, ablasının zoruyla mı döndüğünü söylüyordu?

"Zorunluluk ve özür kelimelerini bir arada kullanmanız, ikna edici olmaktan uzak biliyorsunuz değil mi?" diye sordum kendimi tutamayarak. Buraya ablasının zoruyla geldiğini söyledikten sonra benden özür diliyor olması kadar saçma bir şey var mıydı?

Gülümsedi.

Gülümsedi!

"Farkındayım ancak özrüm içtendir. Seni yarı yolda bırakıp yeni bir partnerle çalışmaya zorlamak doğru değildi. Kendi sorunlarımın üzerinden gelecek kadar centilmen davranmadım. Kaçmayı tercih ettim sanırım.."

Bir dakika! İkinci kez kaçmaktan bahsediyordu ve kaçtığı kişi de bendim! Neler oluyordu? Bu akşam bu itirafları neden yapıyordu? Hasta mı olmuştu? Elimi alnına götürüp ateşi var mı diye kontrol etmek geldi içimden ancak kendimi tuttum. Afallamış bir halde ona bakmaya devam ediyordum.

"Ah seni şaşırttım, çok hoş." Elini kaldırdı ve ben daha tepki veremeden bana doğru süzüldü. Sıcak parmakları dudaklarıma dokundu. Sanki elektroşok cihazı ile çarpılmış gibi hissederek bir adım geri çekildim.

Bana olan bakışları koyu bir hal aldı. Gözlerini kıstı ve yamuk bir gülümsemeyle göz kırptı. Bakışlarım yanağındaki küçük gamzeye takıldı. "Şimdi de sen mi kaçıyorsun Gamze?"

Şaşkınlıktan açılan ağzımı açıp ona bir şeyler söylemek istedim. Bütün bunların ne demek olduğunu, ne yapmaya çalıştığını, neden kendisi gibi davranmadığını..

Ancak birisi kafama sertçe vuruyor gibi hissediyordum. Pat pat sesleri bilinmeyen bir derinlikten çıkıp gelince odağımı kaybettim. Devrim'in bana bakan yüzü silikleşmeye, bulunduğumuz gösteri salonu karanlığa hapsolmaya başladı.

Ve bir çığlıkla uyandım.

"Hanımefendi!"

Ne olduğunu anlayamayarak gözlerimi kırpıştırıp etrafıma bakındım. Bir benzinlikteydim. Arabamın içindeydim ve cama vurup duran adamın rahatlama dolu bakışlarının odağında sersem bir şekilde ayılmaya çalışıyordum.

Etrafıma bakınarak arabanın camını indirdim.

"Hanımefendi iyi misiniz?"

Hala ne olduğunu idrak edemediğim için başımı kısaca salladım. Gözlerimi kırpıştırarak hatırlamaya çalıştım. Galip'i eve bırakmış ve sonra da üzerimi değiştirip prova için yola çıkmıştım. Yolda benzinliğe uğramış ve görevli depoyu doldururken başımı arkaya yaslamış ve kısacık bir an gözlerimi yummuştum.

Tabii ya! Ayakta uyuyordum!

"İyiyim beyefendi, teşekkür ederim. Kısa bir an dalmışım."

"Size bir taksi çağırmamı ister misiniz peki? Araba kullanamayacak durumdaysanız?"

"Yok, teşekkür ederim. Bir lavabonuz var mı? Elimi yüzümü yıkayayım kendime gelebilirim."

"Tabiki içeride, size göstereyim."

Arabadan indim ve kapıyı kilitleyip çantamı da alarak lavaboya geçtim. Elimi yüzümü yıkadım. Islak elimi enseme götürdüm ve boynumu, köprücük kemiğimi ıslattım. Gördüğüm rüyanın etkisinden hala sıyrılamamıştım. Zaten yaşadığım şeye rüyada da inanmamıştım. Devrim'in dansa geri dönmesi bir yana, karşıma geçip benimle öyle konuşması bile beklenmedikti. Kendisi gibi davranmıyordu. Kendisi gibi değildi.

Bu bir rüya olmalı diye düşünmüştüm ve gerçekten de bir rüyaydı. Kısacık anda uykuya dalıp, yine o kısacık anda nasıl o rüyayı gördüğümü bilemiyordum. O kadar tuhaftı ki.

Ama o rüyanın gerçek olmasını istemiştim. O dansı onunla birlikte yapmak istemiştim. Onun geri gelmesini ve bu dansı benimle yapmasını istemiştim. Ablasının zoruyla bile olsa.

İç çektim. O kadar gerçek bir rüyaydı ki hala etkisindeydim. Dudaklarıma uzanan ve dokunan sıcak parmaklarını hala hissedebiliyordum sanki. Bana dokunmuştu!

Ve gülümsemesi. Hiç şahit olmadığım gülümsemesini görmüştüm. Harika bir gülümsemesi vardı. Gülünce yanağında küçük bir gamze oluşuyordu. Tıpkı benim yanağımdaki gibi. Gerçi benim yanağımdaki gamze büyüktü. Ama onunki küçüktü ve çok tatlıydı. Gülümseyince o kadar yakışıklı olmuştu ki, gözlerimi kapatıp o anları hatırlamak istiyordum. Parmağımı o gamzesine dokundurmak istiyordum. Acaba gerçekten de gamzesi var mıydı? Yoksa bu sadece bir rüya mıydı?

Gülünce gerçekten de öyle görünüyor muydu? Bu adam gerçekten gülümsüyor muydu?

Gözlerimi kapattım ve iç çektim. Sonra da lavabodan çıkıp benzinin ücretini ödedim. Yetişmem gereken bir prova vardı ve aptal kalbim, ya rüya gerçekleşirse diye büyük bir beklenti ile çarpıyordu. Arabayı otelin önüne çekip anahtarlarımı valeye teslim ederken dejavu hissi ile sarsıldım.

İçeriye adımımı attım ve resepsiyondan tıpkı rüyamdaki gibi gösterinin yapılacağı salonun yerini öğrendim. Ceketime sıkı sıkı sarılarak hızlı ve temkin adımlarla ilerlemeye başladım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, nefes almakta güçlük çekiyordum. Neden böyle olmuştum? Rüyamın gerçekleşmesinden mi korkuyordum? Yoksa bunu ümit mi ediyordum?

Salondan içeriye girdim ve tıpkı rüyamdaki gibi Meral ve Sinan'ı masaya eğilmiş bir şekilde kağıtları incelerken buldum. Kalbim ritmini daha da arttırırken, "Ben geldim!" diye selamladım onları.

İkisi de bana döndü ve gülümsedi. Aman Allah'ım, rüyamda gördüğüm gibi giyinmişlerdi. Meral'in üzerinde siyah bir yoga taytı ile yün bir geniş, siyah kazak vardı. Ayağında UGG botları, kısa saçları ile mükemmel bir uyum yakalamıştı. Sinan ise beyaz bir gömlek ile koyu siyah bir kot pantolon giymişti.

Neler oluyordu? Yoksa bu da bir rüya mıydı? Kolumu çimdiklemek için elimi koluma götürmüştüm ki Meral, "Yağız yok," dedi.

Kalbim atmayı durdurdu.

Nefesimi tutmuş beklerken, "Ne demek yok?" diye sordum. Sesim titriyordu.

Sinan boğazını temizledi. "Henüz yok demek istiyor. Trafik varmış, biraz gecikebileceğini söyledi."

Tam ardından arkamızdan Yağız'ın sesi duyuldu. "Geldim. Trafiği atlattım neyse ki."

Büyük bir hayal kırıklığı ile arkamı dönerken yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum.

Yağız bana baktı ve gülümsedi. "Herkese iyi akşamlar."

Tıpkı Devrim gibi söylemişti ancak Devrim değildi.

İç çektim ve gülümsemeye çalıştım.

Bana ne oluyordu böyle?

Bir rüyanın beni bu kadar etkilemesine neden izin veriyordum? Çok saçmaydı. Bir kez daha iç çektim ve ceketimi çıkardım. Çantamla birlikte ikisini sandalyenin üzerine koydum. Üzerimdeki tango kıyafetinin bir kopyasını çıkarabilmiştim. Üzerimdekini provada giyiyordum.

"Hazırsanız başlayalım mı?" diye sordu Meral.

"Ben hazırım,"diye mırıldandım.

Yağız da başıyla onayladı ve nihayet gösteriyi yapacağımız salonda provamızı yapmaya başladık.

*

Yağız'ın da öğreneceği çok şey olduğu ve gösteriye de yalnızca birkaç gün kaldığı için prova üç saat sürdü. Akşamın 22:00'sinde yorgun argın bir şekilde ceketimi giyip çantamı alırken Meral, "Gamze iyi görünmüyorsun." diye konuştu.

Hemen arkamda elinde dans koreografilerimizin olduğu kağıtlarla duruyordu.

"Yorgun mu görünüyorum?" diye sordum.

Başını onaylayan bir şekilde salladı. "Hiç dinleniyor musun?"

"Aslında yolda gelirken benzinlikte kısacık bir kestirmişim," dedim gülümseyerek. Şakaymış gibi dile getirmiştim ama Meral ciddi ciddi yüzüme bakıyordu. "Biraz dinlen ..gerçekten çok yorgun görünüyorsun. Gözlerin şişmiş."

"Yoğun çalışıyorum..ancak eve bu saatlerde gidebildiğimde biraz uyuyabiliyorum. Gösteri bittikten sonra biraz rahatlayabilirim sanırım. Şu sıralar işler çok yoğun gerçekten."

"Ve buna rağmen çocuklar için buradasın ve saatlerini hiçbir karşılık almadan bize ayırıyorsun." Minnetle gülümsedi ve elini uzatıp kolumu tutarak sıktı. "Sorumluluğunu her şeye rağmen üstelenen bir insansın. Ne mutlu sana."

Utangaç bir şekilde gülümsedim. "Teşekkür ederim. Bu bağış gecesinin sonunda her şeyin iyi olmasını umuyorum. Eğer umulduğu gibi büyük bir bağış toplanırsa bütün yorgunluğuma değecek ve hepsini unutacağım."

"Gerçekten güzel olacak. Emin olabilirsin. Diğer gösteriler de mükemmel bir şekilde hazırlandı, sadece birkaç prova gerçekleştirecekler. Yalnızca seninle Yağız'ın gösterisi kaldı ve bu birkaç gün içinde tamamlayacağız ve en güzel gösteri sizin gösteriniz olacak."

İç çektim. Yapacağımız gösteri için ben bile heyecanlıydım ama Devrim beni Yağız'a bıraktıktan sonra artık o kadar da heyecanlı hissetmiyordum kendimi. Ses getirecek bir gösteri de olmayabilirdi belki çünkü Devrim benimle dans etmeyecekti. Belki de herkes onun nasıl dans ettiğini görmek için sabırla gösterinin sonunu bekleyeceklerdi ama hayal kırıklığına uğrayacaklardı.

En az benim kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşayacakları kesindi.

"Umarım öyle olur,"diye mırıldandım. Sinan'a selam verdim ve Yağız ile birlikte salondan ayrıldık.

"Beraber oldukça uyumluyuz," diye konuştu gülümseyerek. "Dansın en önemli şeyi nedir biliyor musun? Partnerlerin uyumu. Eğer partnerler uyumlu olmazsa yapılan dans hiçbir şekilde etkili olmaz. Hayatım boyunca uyum içinde çalışmaya özen gösterdim."

"Bu zor olmalı,"diye yorumumu belirttim. "Yani..uyum içinde çalışacağın bir partner bulmak."

"Aslında tuhaf bir biçimde kolay oldu," derken sırıtıyordu. "Seninle iki gündür çalışmamıza rağmen oldukça uyumlu olduğumuzu keşfettim. Bence bu işi çok iyi başaracağız. Sahneyi yakıp kavuracağız. Tango çok tutkulu ve ihtiraslı bir danstır. İzleyenleri büyüleyeceğimize eminim."

Benim için salonun bulunduğu koridorun kapısını açtı ve otelin geniş lobisine önce benim çıkmama izin verdi. Teşekkür ederek lobiye çıktım. O da arkamdan geldi. Birlikte yan yana yürüyerek otelin lobisinde ilerledik.

"Kaç yaşındasın Yağız?" diye sordum.

"Otuz altı. On beş yıldır dans ediyorum." Sırıttı. "Rüyamda bile dans ettiğim anlar oluyor."

Bana rüyalardan bahsedilmemeliydi. Özellikle bugün. İnsan gün içinde nasıl rüya görürdü ki? Sebebi neydi?

"Sen peki?"

"Otuz iki buçuk ile, otuz üç arasında bir yerlerdeyim." diye mırıldandım.

"Ve hala evlenmedin öyle mi? Neden?"

Vay canına. Lafını hiç sakınmıyordu.

"Doğru kişi, doğru zaman, doğru yer kuralını duydun mu hiç?" diye sordum ona. "Bu üçünü bir araya getirebilirsem işte o gün evleneceğim."

"Eh,"diyerek güldü. "Sana iyi şanslar o zaman."

Şakayla homurdandım. "Sağol."

Birlikte ilerlerken resepsiyondaki bir kadının, "Gamze Hanım?" diye seslendiğini duydum ve başımı oraya çevirdim.

"Bir saniye bakabilir misiniz acaba?"

Yağız ile birlikte kadına doğru ilerledik. "Bir sorun mu vardı?" diye sordum. Aniden gerilmiştim.

"Hayır, hayır bir sorun yok. Devrim Bey size ulaştırmamız için bir paket bırakmıştı da." Söz konusu paketi çıkardı ve almam için bana uzattı. Paket oldukça büyüktü. Vay canına.

Pekala, işte bu garipti.

"Devrim Bey, neden bana paket bırakmış?" diye sordum merakla. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığı için de kızgındım. Bu adam bana neden paket bırakmıştı?

"Bilemiyorum efendim. Sadece size ulaştırılması için talimat aldım. Paketi arabanıza kadar taşıyabilecek misiniz? Yardım gerekiyor mu?"

Paketi ellerinden almadan evvel Yağız benden önce davrandı. "Onun yerine ben taşırım,"dedi kadına.

Pekala.

"Başka ileteceğiniz bir şey var mı?" diye sordum.

Kadın başını iki yana salladı. "Bu kadar. İyi akşamlar efendim."

Dalgın ve şaşkın bir şekilde, "İyi akşamlar."dedim.

Yağız ile birlikte otelden dışarıya çıktık ve valenin çoktan arabamı getirdiğini gördüm. Arabanın arka koltuğunu açtım ve Yağız kutuyu oraya yerleştirirken gözlerimi kısarak kutuyu inceledim. Bana bir kutu bırakmıştı ve bunu kendisi değil, resepsiyondaki kadın vermişti.

Bana ne bırakmış olabilirdi? Bir an önce bakmak istiyordum ancak önce buradan uzaklaşmam lazımdı. Yağız'a teşekkür ettim. Ve nezaketen arabasının olup olmadığını sordum. O da buraya motorla geldiğini söyleyerek biraz ileride park edilmiş son model siyah motorunu gösterdi. Harika bir motora benziyordu.

"Güzel motor," diye de dile getirdim.

"Bir ara birlikte bineriz?" Bana göz kırptı.

"Bir ara.."diye konuştum. Kendime bile ayıracak vaktim yoktu. Nasıl olacağını da bilmiyordum.

"Mesela yarın?" diye önerdi. "Seni yarın moda evinden alırım, buraya birlikte geliriz? Sonra da seni yine oraya bırakırım ve evine arabanla dönersin. Ne diyorsun?"

Kısa bir an düşünmek için izin verdim kendime. Yağız'ın benden etkilendiğini düşünüyordum ancak ne kadar yakışıklı olsa da ben aynı şekilde ondan etkilenmiyordum. Ayrıca sürekli sırıtıyordu ve ben sürekli sırıtan erkek tipinden pek hoşlanmazdım. Ciddi olmalıydı, yeri geldiği zaman gülmeliydi. Birden aklıma rüyamda gülümseyen Devrim'in yüzü geldi. Ve sonra gamzesi. Gerçekten de gamzesinin olup olmadığını çok merak ediyordum.

Bunu Armağan'a sorsam, Armağan ne düşünürdü? Ama öğrenmem gerekiyordu. Bu benim için çok önemli bir mesele haline gelmişti. Bir adama gamze bu kadar mı yakışırdı? O ciddi yüz ifadesinde, gülümsemeye davet eden bir çiçek gibi duruyordu gamzesi.

"Gamze?"

Daldığım düşüncelerimden sıyrıldım ve başımı bana cevap vermem için bakan Yağız'a çevirdim. "Ah, evet. Olabilir. Haberleşiriz. Sana numaramı vereyim." Telefon numaramı ona söyledim ve o da kaydedip telefonumu çaldırdı.

Doğru bir şey yapıp yapmadığımı bilmiyordum ama şu an bunu düşünecek akıl sağlığını da taşıdığım söylenemezdi. Yorgundum, uykusuz hissediyordum ve ayağımdaki topuklu ayakkabılar artık bacaklarımı sızlatmaya başlamıştı.

Yağızla birbirimize iyi geceler diledik ve o motoruna doğru ilerlerken ben de arabama bindim ve derin bir nefes alarak kapıyı kapatıp yola koyuldum. Tek istediğim bir an önce eve gidip derin bir uyku çekmekti. Akşam yemeği öğünlerimi de atlatır olmuştum. Doğru dürüst bir şey yiyemez hale gelmiştim. Yoğunluktan kendimi bile bir yerlerde unutacağımdan korkuyordum.

Otelden ayrılıp eve geçtim ve aradan geçen zaman boyunca arka koltuğumda duran kutuya belki yüz defa baktım. Devrim o paketin bana verilmesini söylemişti. İçinde ne vardı? O kadar çok merak ediyordum ki, arabanın hızını biraz arttırmış olabilirdim. Nihayet eve geldiğimde Galip'in yine uyuduğunu anladım. Arabadan kutuyu çıkararak eve girdim ve doğrudan yukarıya, odama yöneldim.

Annemle babama elimde bu koca kutu ile yakalanmak istemiyordum çünkü içinde ne olduğunu ben bile bilmiyordum.

Neyseki yakalanmadan odaya geçebildim. İçeriye girip ayağımla kapıyı kapattım ve kutuyu çalışma masama bırakıp bantlarını sökmeye başladım. Bir hediye kutusu gibi görünüyordu ama aynı zamanda sade bir kutuydu. Dışı krem rengi bir kağıtla sarılmıştı. Kağıtla birlikte bantlar da sökülünce ortaya büyük bir oyun kutusu çıktı. Çok iyi bildiğim bir oyuncak markasının ismini görünce bu kutunun benim için olmadığını anladım. Devrim, Galip'e bir hediye almıştı.

İçimde aynı zamanda derin bir hayal kırıklığı ama aynı zamanda da, büyük bir saygı belirdi. Kutunun kağıtlarını iyice açarak ona ne aldığını anlamaya çalıştım. Büyük bir uzaktan kumandalı helikoptere benziyordu.

Vay canına. Galip eminim ki bu hediyeye bayılacaktı. Ben şimdiden bayılmıştım ve bunun nedeni hediye değildi, o sinir bozucu adamın bu kadar düşünceli olmasıydı.

Kolumdaki çantayı bile çıkarmadığım için kendimden utanarak çantayı masanın üzerine bıraktım. Ceketimi çıkardım ve kutunun parçaladığım kağıtlarını toplamaya başladım. Herhangi bir not yoktu ama olmasına da gerek yoktu. Devrim, benim anlayacağımı biliyordu.

Hediye için ona teşekkür etmeli miydim? Yoksa Galip'in tepkisi görüp, onun vereceği mesajı mı iletmeliydim Devrim'e?

Zaten hala gördüğüm rüyanın etkisindeydim, o yüzden onunla temasa geçmezsem orta yerimden çatlayacakmışım gibi hissediyordum. Telefonumu çantamın içinden çıkardım ve titreyen parmaklarımı onunla olan mesaj geçmişimize getirdim.

Ve yazmaya başladım.

"Hediye için teşekkür ederim. Galip şu anda uyuyor ama yarın ona hediyesini vereceğim. Eminim sevinecektir."

Buna nasıl bir cevap vereceğini düşünerek mesajı gönderdim ve beklemeye başladım. 'Rica ederim' mi diyecekti? Ya da, 'Önemli değil' mi?

Geçen beş dakika içinde cevap gelmeyince yüzümü asarak telefonu elimden bırakmadan önce Armağan'a da bir mesaj gönderdim.

"Armağan, sana bir şey sormak istiyorum ama beni yanlış anlama. Sadece bir merak. Acaba Devrim'in gamzesi var mı?"

Yazdığım mesajı okudum ve gönderdim. Devrim'in gamzesi yazısını okurken içimin titremesine engel olamadım. Armağan'ın yanlış anlamaması için hemen bir mesaj daha yazdım.

"Yani, yanağında ..demek istiyorum. Gülümserken ortaya çıkan bir gamze. Var mı?"

Aptalca görünmediğinden emin olmak için iki kere kontrol ettim ve gönderdim. Elim ayağım titriyordu. Mesajı beklerken üzerimdeki elbiseyi çıkardım ve duş alamayacak kadar bitkin olduğumu hissederek geceliğimi giydim.

Işıkları söndürüp yatağa girdim. Aç hissetmeme rağmen aşağıya inip bir şeyler yemeye üşeniyordum. Annemi babamı da görmem gerekiyordu ancak çok yorgundum. Onlarla sabah kahvaltıda görüşürüm diye düşünerek kendimi ikna ettim ve telefonu sıkı sıkı tutarak Armağan'dan ya da Devrim'den gelecek herhangi bir mesajı beklemeye koyuldum.

Birkaç dakika sonra telefonumun bildirim sesini duyunca irkildim. Ancak büyük bir heyecanla mesaj gönderenin Devrim olmasını dileyerek telefona baktım.

Armağan'ın ismini görünce hayal kırıklığı ile iç geçirdim. Mesajını açıp okuyunca ise hızlanan kalbime engel olamadım.

"Evet canım, Devrim'in bir Gamze'si var."

Benim bahsettiğim şeyden o kadar uzaktı ki, yine de heyecanlanmadan edemedim. O garip adamın kadını olmak kadar tuhaf bir şey olamazdı ama yine de heyecanlandırıcıydı işte. Onun bütün hayatını işgal etmek ve onu sinirlendirmek... düşüncesi bile eğlenceliydi. Kim bilir gerçeği nasıl olurdu?

Bir mesaj daha geldi.

"Ama ben o gamzeyi yıllardır görmüyorum. Sadece çok fazla gülümsediğinde ortaya çıkar. O gülümsemeyi en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. Yıllar önceydi."

Üzülerek bir insan nasıl hiç gülmez diye düşündüm. Gülmek insana özgü bir şeydi. Refleks olarak bile insanlar gülebilirdi. Devrim ise hiç gülümsemiyormuş gibi yüzü kaskatıydı. Sanki gülmeyi unutmuştu.

"Çok üzüldüm Armağan." diye cevap yazdım. Gerçekten de üzülmüştüm. Onun kardeşi ile olan ilişkisinin eskisi gibi olmasını isterdim. En azından Armağan'ın bana lunaparkta anlattığı kadar iyi olmasını. Ama bu sanki hiç mümkün değilmiş gibiydi.

Acı vericiydi.

"Ben de üzülüyorum ama maalesef elden bir şey gelmiyor. Şu an benden ayrı bir odada işlerine gömülmüş durumda. Bense salonda tek başına oturmuş televizyon izliyorum. Kardeşimle oturup sohbet etmeyi özledim Gamze."

Kardeşlerimle aramın böyle olduğunu düşünemiyordum bile. Özellikle Efe ile. Birbirimize o kadar düşkündük ki içimizden birinin başına bir şey gelse diğerlerinin deli gibi korkacağını ve bizi içine düştüğümüz durumdan kurtarmak için yine deli gibi seferber olacağını biliyordum.

Kardeşlik böyle bir şeydi. Efe ve diğerleri olmadan ben asla Gamze olamazdım.

Ne yazacağımı bilemeyerek telefona baktım.

"Bir gün umarım kardeşinle aran yine eskisi gibi olur," ya da "Zaman her şeyin ilacı, sabırlı olmalısın," mı demeliydim?

İçimden geldiği gibi devam ettim. "O adam belki gülümsemeyi unutmuştur Armağan..ve belki birinin ona hatırlatması gerekiyordur."

Ve o biri kesinlikle ben değildim.

Anında cevap geldi. "Keşke buna izin verse. Ama onu mutlu edecek hiçbir şeye izin vermiyor."

Çünkü mutlu olmayı istemiyor diye düşündüm acı içinde. Onun için üzülüyordum. Neden böyle olduğunu bilmiyordum ama bir insanın böyle kaskatı olmasına bir şeylerin neden olduğunu biliyordum. İnsan böyle doğmazdı ki. Belki de anne ve babasının ölümünü atlatamamıştı. Belki de onları özlüyordu. Ölüm insanın değiştiriyordu. Bunu birçok kez görmüştüm. Yaşamasam da biliyordum. Az kalsın babamı kaybedecek olmak bile beni çok kötü sarsmıştı, kim bilir belki kaybetseydim şimdi ne halde olurdum?

Devrim'in hissettiği yıkımı düşünmek bile istemiyordum ama Armağan toparlanmışa benziyordu. Anlaşılan Devrim, anne babasına çok düşkündü. Onların ölümünü üzerinden yıllar geçmesine rağmen kabullenememiş olmalıydı. Mutluluğu onlar ölünce elinden alınmış gibi hissediyordu kesin.

Ama bütün bunlar hayatın birer parçasıydı.

İnsan duygusuz olmayı kendisi seçiyordu, tıpkı Devrim'in bunu seçtiği gibi. Bilerek, isteyerek mutluluktan kaçmak işkence değil miydi? Devrim neden böyle davranıyordu?

"Diyebilecek bir şeyim yok," yazdım Armağan'a. "...umarım bir gün her şey güzel olur."

"Umarım." diye cevap verdi ve sonra birbirimize iyi geceler diledik.

Telefonu komidinin üzerine koymak üzereydim ki bir mesaj daha geldi. Armağan'ın bu sefer ne yazdığını merak ederek ekranı açtığımda, mesajın ondan değil de Devrim'den geldiğini görünce yatakta doğruldum. Okudum.

"İyi geceler Gamze Hanım."

Ve güldüm. O kadar çok güldüm ki elimle ağzımı kapatmak zorunda kaldım. Onu telefonda mesaj yazarken düşünemiyordum bile ve bir de bana, "İyi geceler Gamze Hanım." yazmıştı.

Göçüm!

Çok tatlıydı.

Ben de ona cevap verdim. "İyi geceler Devrim Bey."

Bu küçücük mesajının bütün neşemi yerine getirmesi ne garipti.

*
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu