Peri ve Kuzgun - 3. Bölüm




3. Bölüm - Yeni Bir Hayat

...

"Onunla tanıştım. Ve sen sormadın ama ben yine de söyleyeyim. İyi görünüyordu. Onu gördüğümde üstü başı kir içinde küçük bir çocukla oturmuş pasta yiyordu." Genç kadının sesi bariz bir hayranlıkla doluydu. Kardeşi Devrim ile paylaştıkları evlerindelerdi. Yekta yeni bir otelin açılışı için çok yoğun çalışıyordu ve Armağan onunla çok nadir oturup bir şeyler konuşabiliyordu.

Genç adam çalıştığı bilgisayardan kafasını kaldırdı ve ablasına baktı. Hemen hemen herkese karşı bir duygusuzluğu vardı ama hayatında önemli olan birkaç kişiye karşı zaaf duyuyordu. Bunlardan birisi de ablasıydı. Ablası onun en büyük zaafıydı.

Armağan akülü sandalyesini çalıştırarak Yekta'ya doğru geldi. Armağan ona eski adıyla seslenmeye devam ediyordu ve Devrim bu konuda ona bir şey diyemiyordu.

Adını değiştirdiği andan itibaren eski Yekta onun için ölmüştü. O adını bile duymak istemiyordu çünkü o adını kullanan ailesini, eski mutluluk dolu günlerini hatırladıkça kasılıyordu. Elinde olmadan vücudu küçük bir spazm geçiriyordu.

Ablası Armağan'ı kurtardığı günden beri biraz olsun yaşamak için umudunun kaldığını hissetmişti ama ablası onunla kaldığı anlar boyunca üç kez kendi canına kıymaya kalkmış ve Devrim daha beter bir psikolojinin onu ele geçirdiğini görmüştü. Armağan yaşamak zorunda bıraktıkları hayat yüzünden kendini çok kötü hissediyordu. Bu yüzden ölmeyi çok defa denemesine rağmen bunu başaramamıştı. Yalnızca geçen sene kendini yüksekten aşağıya, Devrim'in gözlerinin önünde bırakmıştı.

Genç adam kasılarak o anları geri tepmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Gece eve geç geleceğini, geç saatlere kadar çalışması gerektiğini ablasına telefonla bildirmişti. Tam da bahsettiği gibi gece on ikide evin bahçesinden içeriye girerken birden yere düşen bir insan fark etmiş ve sonra onun kim olduğunu idrak edince arabayı çalıştırır halde bırakıp çığlık atarak Armağan'ın düştüğü yere koşmuştu.

Ablası o düşüşte ölmemişti ama bacaklarını kaybetmişti. Dizlerinden aşağısı tutmuyordu. Akülü sandalyeye mahkum olmuştu. Fizik tedavi görebilecek olmasına rağmen bunu reddediyordu.

"O kız çok tatlı birisine benziyor. Muhtemelen bir sokak çocuğunun karnını doyuruyordu."

Devrim ilgisizce elindeki kağıtlara bakarken dün arabasının önüne atlayan ve yaralanan kadını düşündü. Onun nereden çıktığını anlayamamıştı bile. Kuzeni Deniz'i havaalanına bırakmak için yola çıkmışlardı ve normal şartlar altında bu kadar dikkatsiz olmazdı ama o gün kafası yerinde değildi ve o kadını fark etmemişti bile.

Ve ablası şimdi onun hakkında konuşuyordu. Çok güzel bir kadın olduğunu, kendi ayakları üzerinde duran ve hasta olmasına rağmen işe giden -burada tıpkı sen gibi diyerek atıfta bulunmuştu- çalışanlarına karşı kibar birisi olduğundan bahsediyordu. Devrim'in bütün bunlarla işi yoktu. O kadın gibi milyonlarca kadın vardı.

Onun ilgisini çeken şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Ablasına bu konuda konuşmasını kesmek kibar olmazdı ve Devrim kibar bir insan değildi. O yüzden sessiz kalarak hiçbir şey söylemedi.

"Bana kartını verdi ve üzerimdeki giysileri beğenmediğini belli ederek benim için bir şeyler tasarlayabileceğini söyledi. İnanabiliyor musun? Açık sözlü bir kadın o."

Bundan ona neydi? Genç adam kağıtları düzene soktu ve son ayın muhasebe hesaplarını gözden geçirmeye başladı. Bilgisayara notlarını girerken ablası hala konuşmaya devam ediyordu.

"Onun kartını aldım ve onu arayacağımı söyledim Yekta."

Devrim tepki vermedi. İşine konsantre olmuş bir şekilde çalışıyordu.

"Beni dinlediğini biliyorum, bu yüzden konuşmaya devam edeceğim."

Genç adam iç çekti ve başını kaldırıp ablasına baktı. Kırk yaşında, çok güzel bir kadındı ama yılların yaşanmışlıkları onda çok büyük bir iz bırakmıştı. Ablası yaşamaktan zevk almıyordu. Devrim onu hayatta tutmak için o kadar çok çaba harcamıştı ki. Son intihar girişiminden sonra Devrim ona rest çekmişti. Yaşamak istemiyor muydu? Peki. O zaman birlikte ölürlerdi. Ablasını araba bindirmiş ve bir uçurumun kenarına götürmüştü.

Ona bakarak, uçurumdan aşağı süreceğini ve bunu ikinci kez düşünmeden yapacağını söylemişti. Kurtulmaları imkansızdı. Uçurumun aşağısına bakarken bile insanın başı dönüyordu ve üstelik onlar arabanın içinde olacaktı. Daha fazla hasar, daha fazla sarsıntı. Ölmeseler bile komaya girecekleri kesindi.

Ve Armağan kardeşinin ciddi olduğunu gözlerinde görmüş olacak ki ona bir söz vermişti. Bir daha ölmeyi denemeyecekti.

O günün anısı hala zihinlerinde tazeydi çünkü yalnızca birkaç ay önce olmuştu.

"Bana neden ondan bahsediyorsun abla?"

Ablası ona imalı bir bakış attı. "Ona çarptığın için özür diledin mi? Ya da iyi olup olmadığını kontrol ettin mi?"

Deniz onu kontrol etmişti. İyi olduğunu biliyordu. Devrim aslında hiç merak etmemesine rağmen Deniz'in onu bilgilendirmek istediğini de biliyordu.

"Bana iyi olduğunu söyledin. Daha fazla ne yapabilirim onun için?" Yorgunluktan vücudu sızlıyordu. "Ayrıca arabamın önüne atlayan oydu."

"Deniz bana onun acelesi olduğunu söyledi."

Devrim ilgisiz bir şekilde, "Hepimizin yok mu?" diye cevap verdi.

"Yine de onu bir ziyaret etsen güzel olabilirdi," diye konuştu Armağan. "Benim ya da Deniz'in senin yerine onu ziyaret etmesi sayılmaz. O çok hoş bir kadın ve senin ilgisizliğinin farkında."

Genç adam kadını düşündü. Uzun dalgalı saçlarının yere yayıldığını ve kahverengi gözlerinin çok net olduğunu hatırlıyordu. Beyaz tenli, güzel bir kadındı ancak Devrim onunla o şekilde ilgilenmiyordu. Hiçbir kadınla o şekilde ilgilenmiyordu. Bu dünyaya zevk için gelmiş birisi değildi o. Yalnızca acı çekmek için yaratılmıştı ve bir kadın ona acı değil ancak zevk verebilirdi.

"Benden ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu iç çekerek. "Ona çiçek göndermemi mi? Ya da kendim götürmemi mi? Bunun bir sonucu olmayacak abla."

"Yalnızca kibarlık yapıp onu ziyaret etmeni istiyorum o kadar."

"Kadınlara karşı kastım yok ama o kadar da kibar bir insan olmadığımı biliyorsun."

"Seni senden bile iyi tanıyorum Yekta. Ve gidip o kadını ziyaret edeceğini de biliyorum. Basit, küçük bir ziyaret o kadar."

Akülü sandalyesini çevirdi ve onun çalışma odasından çıkmadan evvel, "Sana adresini bıraktım."dedi. "Yemek masasının üzerinde."

Devrim onun arkasından bakarken sessiz kaldı. Ve işine döndü.

Ne o kadını ne de başka bir kadını düşünmek istemiyordu.

*

GAMZE

Galip beni evine götürürken Neşe telefonumu aradı ve çok yakışıklı bir adamın ellerinde çiçeklerle kapıdan içeriye girdiğini ve beni sorduğunu söyledi. Bu garipti. Kim olabilirdi? Kim bana çiçek alabilirdi?

Ve daha doğrusu kim bu kadar yakışıklı olabilirdi?

Hım.

İç çekerek ondan adamı biraz daha tarif etmesini istedim. "Bir zürafa kadar uzun boylu,"demişti. "Kaslı. Yakışıklı. Kumral. Ancak soğuk."

Bu tarife uyan yalnızca birisini tanıyordum ve onun benim alanıma gelmiş olması inanılmaz olurdu. Üstelik elinde çiçeklerle? Bu benim hayal edebileceğim bir şey değildi.

"Ona ne söyledin?" diye sordum.

"Tabiki bir işinin çıktığını ve bugün buraya gelmeyeceğini söyledim."

"Ne söyledi?"

"O halde dışarıda mı koşturuyor? diye sordu. Şaşırmış gibiydi."

Gülümsedim. "Eee?"

"Doğal olarak ona araba denilen bir ulaşım aracı icat ettiklerini ve onun sayesinde etrafta koşturduğunu söyledim. Adam biraz bozulmuş gibiydi. Bana ters ters baktı, çiçeği masana bıraktı ve gitti."

İç çektim. "Hepsi bu kadar mı?"

"Evet. Ne? Ona pasta mı ikram edeydim? Çok yakışıklı evet ama hayır olmaz. Kızlarla pastayı çoktan bitirdik bile."

"O adam kim biliyor musun?" diye sordum.

"Evet ben de onu merak ediyordum."

"Bana çarpan kişi. Daha doğrusu benim ona çarptığım kişi. Her neyse işte." Galip yanımda otururken ve bana anlamayan gözlerle bakarken iç çektim. Taksi şoförü bizi onun verdiği adrese götürürken ona gülümsedim.

Telefonun ucunda duyduğum küçük çığlık kulak zarlarımı bile titretirken gülümsemem silindi. "Neden bana böyle adamlar çarpmıyor?"

"Ha araba çarpsın istiyorsun yani?" diye sordum.

"Öylesi birine denk gelirsem neden olmasın? Adam gerçekten yakışıklı Gamze."

"Yakışıklı olması bir şeyi değiştirmez. Adam beni görmeye ablasının zoruyla gelmiştir eminim. Durumumun nasıl olduğunu merak ettiğinden değil. Hastanede bile ilgili görünmüyordu."

"O kadar mı ya?" Neşe hayal kırıklığı yaşamış gibiydi. Sırıttım.

"O kadar. Ama bunun önemi yok. Getirdiği çiçekleri ne yaptınız?"

"Vazoya koyduk. Masanın baş ucunda duruyor. Not falan yoktu."

"Şaşırmadım. Muhtemelen kendisi bir şeyler söyleyecekti." İç çektim. "Neyse sonra konuşuruz Neşe. Galip'in evine gidiyoruz."

Telefonu kapattıktan sonra Galip'in, "Burası."dediğini duydum.

Başımı kaldırıp baktığımda onun gecekondu dediği evin yalnızca küçücük bir dam katından başka bir şey olmadığını gördüm. Baştan sona yıkık dökük apartmanların olduğu bu mahallede bir bodrum katının altında yaşıyorlardı.

"Burası sizin mi?" diye sordum.

"Babamın." Taksi ücretini ödedim ve koltuk değneklerimi Galip'in arkasından çıkararak taksiden indim. Galip çekingen bir şekilde mahallede oynayan çocuklara baktı. Birkaç kadının da gözlerinin üzerimizde olduğunu gördüm. Burada durumu kötü insanlar yaşıyordu.

Boğazım düğümlendi ve Galip'in peşinden onların evine yürüdüm.

Küçük adam evin kapısını açtı ve içeriye girmeden önce ayakkabılarını çıkardı.

Hemen aynısını ben de yaptım. Ayakkabılarımı eğilmeden çıkardım. Galip onları alıp kenara koyduğunda, "Gerek yok.."dedim.

"Çalarlar." dediğinde hiçbir şey diyemedim.

Birlikte içeriye girdik ve küçük bir koridor sonunda bir küçük bir odaya geçtik. İşte o anda, Galip'in tıpkı anlattığı gibi pencerenin dibinde yatağında uzanan zayıf, bir kadın gördüm. Uyuyordu ve göğsü derin hırıltılar eşliğinde alçalıp yükseliyordu.

"İlaçlar onu uyutuyor,"dedi Galip.

Koltuk değneklerime asılarak kadına yaklaştım. İçerisi küf kokuyordu ve odanın aşağısında bir mutfak rafı ve çeşme vardı. Tezgahın üzerinde iki tane bulaşık tabak ve iki tane çatal vardı. Buzdolaplarını açıp kontrol etme isteğine güçlükle direndim. Çamaşır makineleri bile yoktu. Yatağın altında küçük leğenleri görebiliyordum ve leğenlerin içinde birkaç tane çamaşır vardı.

Onları hemen buradan alıp götürmek istiyordum. Hem de hemen.

Birden telefonum çalınca irkildim ve telaşla çantamı Galip'e uzattım. Annesinin rahatsız olmasını istemiyordum. Galip çantamı açtı ve telefonumu bana uzattı.

Neşe arıyordu. Yine.

"Bana konum at." dedi açar açmaz. "Bilmem gerekiyor."

"Neden?" diye sordum. "Bir şey mi oldu?"

"Adam geri geldi ve bana nerede olduğunu sordu. Ona planından küçük bir parça anlatmış olabilirim ve o da çocuğun yaşadığı yeri görmek istiyormuş."

"Ona ben yardım ediyorum,"diye söylendim. "Eğer çok ilgileniyorsa İstanbul'un sokak aralarında bir devriye gezmesini tavsiye ederim. Orada da yardıma ihtiyacı olan birileri vardır." Telefonu kapattım ve sessize aldım.

Neşe'ye kızmıştım çünkü ne yaptığım adamı ilgilendirmezdi. Neden geri geldiği de meçhuldü. Ne istiyordu? Çiçekleri bırakıp gidebilirdi.

İç çektim ve Galip'e baktım. Küçük çocuk evinde olduğumdan dolayı çok utanmış gibiydi. Onun utanmasını istemiyordum. Oturabileceğim bir yer olmadığı için ayakta durdum.

"Sana sandalye getirebilirim?" diye önerdi. "Komşumuzdan istersem bir tane-"

"Teşekkür ederim Galip'çim. Böyle iyiyim."

Annesine döndüm. "İlk önce buraya bir ambulans çağıracak sonra da anneni hastaneye götüreceğiz. Bana annenin kimliğini verebilir misin?"

Çocuk başını sallayarak yatağın önünde diz çöktü ve leğenleri çekip küçük bir çantanın içinden annesinin kimliğini çıkardı.

Üniversitede tanıdığım ve çok da sevdiğim genel cerrahi doktoru arkadaşımı aramak için telefonumu açtım. Neşe birkaç kez aramıştı. Ve bir de kısa bir mesaj atmıştı.

"Adam sinirlendi. Ve çekip gitti."

Umurumda değildi.

Rehberden arkadaşım Salih'i aradım ve ona durumu kısaca anlattım. Özel bir hastanede çalıştığı için Galip'in annesinin tam bir kontrolden geçeceğini ve Salih'in onunla çok iyi bir şekilde ilgileneceğini biliyordum.

Salih gönderdiğim konuma bir ambulans göndereceğini söylediğinde iç çektim.

Rahatladım ve Galip'e döndüm.

Çocuk gözlerinden yansıyan bir mutlulukla bana bakıyordu. Koltuk değneklerimin düşmesine izin verdim ve kollarımı iki yana açtım. Bu sefer tereddüt etmeden bana doğru yaklaştı ve küçük kollarını belime doladı. Ona sarıldım. Pis ya da kokuyor olmasını umursamadan. Gerçekten kötü kokuyordu ve büyük ihtimalle uzun süredir banyo yapmıyordu.

Onunla ilgilenecektim. Onunla ve annesiyle ilgilenecek ve babasını bulup ona hesap soracaktım. Annenin ondan boşanmasını sağlayıp, velayeti anneye aldıracaktım. Bütün bunlar için henüz erkendi ama hiç değilse atacağım adımlar belliydi. Bir erkeğin bakamayacağı bir aile kurmaya hakkı yoktu. Eğer bir ailenin sorumluluğunu gerçekten sırtına yükleyebileceğini hissediyorsa bir kadınla bir yola çıkmalıydı. Başka türlü çıkılan yollar hep yarıda bitiyor ve herkes bir taraflara savruluyordu.

O kadar üzücü bir durumdu ki.

"Anneme ne yapacaklar Gamze abla?"

Ayakta durmakta biraz güçlük çeksem de ona sarılmaya devam ettim. Saçlarını okşarken, "Onu iyileştirecekler."dedim. "Eskisinden de iyi olacak."

Elimdeki kimliğe baktım ve annesinin adının Pembe olduğunu gördüm. Pembe Çakmak. Galip Çakmak. Bu insanların hayatlarına bir sihirli değnek gibi dokunabilirsem, kendimi şanslı sayacaktım. Küçücük yaşta yaşamaması gereken şeyleri yaşadıktan sonra ona bir hayat verebilmek büyük bir dikkat gerektiriyordu ve en basitinden Galip'in bana güvenmesini istiyordum.

Belime doladığı sıkı kollarının arasında bir yerlerde bana güvendiğini de biliyordum. Çünkü çocuklar insana kolaylıkla güvenebiliyordu. Bu onların sistemlerinde vardı. İnsan büyüdükçe hayatla yüzleşiyor ve kimseye güvenmemesi gerektiğini öğreniyordu.

Benim güven sorunlarım yoktu. En azından erkekler dışında hiçbir şeyle ilgili güven sorunum yoktu. Erkekler güvenilmez yaratıklardı. En büyük örnek bana sıkı sıkı sarılan küçücük bedendi. Onu bırakıp giden, hasta annesiyle tek başına yaşamaya mahkum bırakan adam bir zamanlar eminim evlenmeleri için kadına yalvarıyordu.

Ve işte sonuç böyle olmuştu.

Onlara nasıl güvenebilirdim ki? Bir de kardeşlerim bana neden evlenmediğimi sorup duruyordu. Hayat onların karşısına harika insanlar çıkarmıştı ve bu bana da olacak diye bir şey yoktu. Otuz iki yaşına gelmiş ve otuz üçe merdiven dayamış birisi olarak evde kalacağım kesindi.

Galip benden ayrılırken bir arabanın arkamızdan yanaştığını hissettim ve başımı çevirip baktığımda siyah bir Audi R8'in, bu ona çarptığım arabaya çok benziyordu, hemen yanımıza park ettiğini gördüm. Direksiyon başındaki kişiye baktığımda az kalsın dilimi yutacaktım. Devrim, elinde telefonla arabasının kapısını açıp dışarıya çıktı ve hatırlamaya çalıştığım koyu gözlerini bana ve yanımda duran Galip'e çevirmeden önce bulunduğumuz mahalleyi gözleriyle taradı.

Beni nasıl bulmuştu? Burada ne işi vardı?

Üzerinde koyu siyah bir kot pantolon ile beyaz kısakollu bir tişört vardı. Gözündeki gözlük ona ayrı bir hava katmıştı ve Galip ile bana bakarken gözlerindeki ifadeyi görmek güçtü.

Sinirlenerek, "Neşe mi söyledi size burada olduğumu?" diye sordum.

Ağır hareketlerle gözlüğünü çıkardı ve tişörtünün yakasına taktı. Hah! Gülümsemeyen, düz, sabit bakışlarını çıplak olarak görmek beni sarstı. Bu ben yerde yatarken ve muhtemelen bir beyin sarsıntısı geçirirken onu izlediğim ana benzemiyordu. Şuan oldukça sağlıklı bir şekilde ona bakarken en az kardeşlerime taş çıkarak kadar yakışıklı olması gözümden kaçmadı.

Yutkundum ve boğazımı temizleyerek ona baktım. Bir soru sormuştum öyle değil mi?

"Size diyorum?"

Tek kaşını kaldırarak arabasının kapısını kapattı ve R8 otomatik olarak kilitlendi. Araba güzeldi. Harikaydı. Aynısından ben de bir tane istiyordum.

"Arkadaşın senin nerede olduğunu bilmiyordu," diye açıkladı ve o anda aklıma dank etti. Doğruydu. Neşe nerede olduğumu bilmiyordu.

Kaşlarımı çatarak, "Yerimi nasıl buldunuz o halde?" diye sordum.

Sanki bu çok normalmiş gibi,"Takip aplikasyonu." dedi.

Kan yavaş yavaş beynime çıkıyordu. "Telefonumu takip ettiniz? Doğru mu anlıyorum?"

Bir kerecik bile rahatsız görünmedi. İki adımda yanımıza kadar geldi ve beni duymazdan gelerek Galip'e döndü. "Bu dün o kovaladığın çocuk."

Ah. Harika! Cadde boyunca koşarken herkese reklam olmuştum. Üstelik telefon numaramı biliyordu. Biliyor ve takip aplikasyonuyla beni takip etmişti.

Sinir bozucu varlığının beni rahatsız ettiğini belli ederek, "Ne olmuş?" diye sordum.

Sesimdeki şiddet üzerine başını bana çevirdi. Benden yalnızca iki adım uzaklıktaydı ve o bakışlar bu kadar yakından beni incelerken sağlıklı düşünmek zordu. Üstelik koltuk değneklerim üzerimde değildi. Ayakta güçlükle duruyor, atel takılı ayağımın üzerine basıyordum.

Devrim zorlandığımı görmüş olacak ki yerde duran koltuk değneklerime sonra da ayak bileğime baktı.

Ayaklarıma bakılması beni hep rahatsız ederdi. O yüzden dikkatini başka yere vermek için Galip'e, "Koltuk değneklerimi verir misin?" diye sordum. Küçük çocuk eğildi ve koltuk değneklerimi yerden alarak bana verdi. Yeniden destek alabileceğim değneklere yaslanınca derin bir nefes aldım. Bileğimde başlayan acı yavaş yavaş şiddetini arttırırken ambulansın bir an önce gelmesini diledim. Ağrı kesici ilaçlarımı yanımda taşımayı öğrenmem gerekiyordu.

"Biraz seninle konuşabilir miyiz?"

Başımı kaldırdım ve Devrim'e baktım. Beklenti ile bana bakıyordu.

"Konuşalım."

Galip'i işaret etti. "Özel olarak."

Çocuğun önünde konuşmak istemiyordu. Galip'e döndüm. "Galip'çim, biz konuşurken sen de anneni uyandırır mısın? Ona bir ablanın yardım edeceğini ve onu hastaneye götüreceğini söyle. Ben hemen geliyorum tamam mı?"

Galip başını salladı ve yanımızdan uzaklaşırken, Devrim bana bir adım daha yaklaştı. Koltuk değnekleriyle yeterince hızlı hareket edemediğim için geriye adım atmadım. Benden oldukça uzundu bu yüzden ona bakmak için başımı geriye atmak zorunda kaldım.

"Neden buraya geldiniz?"

"Öncelikle..dün kazadan sonra yeterince seninle yeterince ilgilenmediğimi fark ettim ve-"

Sözünü keserek, "Fark ettiniz mi yoksa birisi fark etmeniz için sizi zorladı mı?" diye konuştum. Sesimdeki alayı saklayamıyordum.

Gözlerini kısarak cüretime şaşırmış gibi bir an için sessizce baktı. Ardından, "Nasıl olduğu önemli değil.."dedi. "İyi misin?"

'İyi misin?' diye sorarken sesindeki ilgi öyle hissedilirdi ki, şaşırdım. Ve hemen sonrasında heyecanlandım. Onun tarafından doğrudan ilgi gördüğüm olmamıştı. Ama şimdi buradaydı ve gerçekten de iyi olup olmadığımı merak ediyordu.

"İyiyim." Ayak bileğimi ona doğru uzattım. "Ve kaburgalarım."

Başını eğerek kişisel alanıma girdi ve neden bu kadar yaklaştığını ona soramadan ellerini belime koyarak beni havaya kaldırarak üç adım geriye taşıdı. O kadar şaşırmıştım ki, kokusu sıcaklığı benimle temas ederken nefesimi tutup sustum. Beni yere indirdiğinde, şaşkın şaşkın ona baktığımı gördü. Açıklamak ister gibi, az önce durduğum yeri gösterdi. "Yerde küçük bir akrep vardı."

Akrep. Yerde küçük bir akrep vardı. Telaşla onun gösterdiği yere bakınca gerçekten de küçük bir akrebin kırılmış parke taşının altına doğru girdiğini gördüm ve panikle tuttuğum nefesimi verdim. "Akrep.."diye fısıldadım. O elini belimden çekerken dokunduğu yerlerin kasıldığını hissettim. Onu hala hissediyordum. Dokunduğu yer karıncalanıyordu. Kendine has bir kokusu olmalıydı çünkü bütün erkek parfümlerini arada sırada ben de kullandığım için kokuları biliyordum. Bu kokuyu daha önce hiç duymamıştım. O kadar harika bir kokuydu ki, sersemlemiş bir şekilde ona baktım. Beni kolayca kaldırıp geriye taşıdığı için ne kadar da güçlü diye düşündüm. Zira hafife alınacak bir kadın değildim.

Fısıltı gibi bir sesle, "Teşekkür ederim.."dedim. "Teşekkür ederim."

Böceklerden o kadar çok korkuyordum ki küçük bir akrepin ayaklarıma çıktığını görsem düşüp bayılırdım. Beni uyarmadan yalnızca beni taşıyarak bana yardım etmesi garip olsa da sesimi çıkarmadım. O bana dokunur dokunmaz birden ritim değiştiren kalbimi de görmezden geldim.

"Önemli değil." Başını arabasına doğru çevirdi ve, "Kaburgalarının nesi var?" diye sordu.

"Ezilmişler."

"Ezilmişler ve sen bu haldeyken buralara kadar geliyorsun. Evinde uzanıp dinlenmen gerekmiyor muydu?"

Birden bire ilgili görünmesinin çok garip olduğunun farkında mıydı?

"Bugün burada olmam gerekiyordu. O kadar." Omuz silktim.

"O çocuğa yardım ediyorsun," diyerek Galip'in girdiği evi gösterdi. Bir soru sormamıştı, gerçeği dile getirmişti. Ve bunu yapmam hoşuna gitmiş gibiydi. Hatta dudaklarında küçük bir gülümsemenin bile oluştuğunu söyleyebilirdim. Eğer kaza yüzünden hayal görmüyor ve gizli bir beyin sarsıntısı geçirmiyorsam.

"Evet. Bir doktor arkadaşımı aradım ve şuan buraya bir ambulans gönderiyor."

Başını salladı.

"Arkadaşın senin bir çocuğa yardım ettiğini söyleyince ben de bir şeyler yapabilmek istedim. Onun için ne düşünüyorsun?"

"Onlara bir ev alacağım." diye mırıldandım. Neden hemen açıklamaya çalıştığımı bilmiyordum ama açıkladım. "Bu ay üç tane elbise tasarladım ve son elbisenin hasılatıyla onlara bir daire almayı düşünüyorum. Ama ilk önce annenin sağlığı.. sanırım bir çeşit hastalığı var. Onun iyileştiğini görmek istiyorum." İç çektim. "Ve Galip'in de okula başlaması gerekiyor. Sanırım hiç okula gitmemiş. Bu konuda neler yapılabilir bir bakacağım."

Beni dinlerken ilgiyle başını sallıyordu.

"Ev işini ben halledebilirim," diye konuştu. "Almama bile gerek kalmayabilir. Yatırım olarak bana ait apartman dairelerinden birini onlara verebilirim ve elektrik su faturalarını da ödemeleri gerekmez."

Kalbimin o anda sıkıştığını hissettim. "Sen ciddi misin?"

Son derece ciddi bir ifadeyle başını salladı. "Ciddiyim. Ev işini ben alıyorum. İçini doldurmak da bana ait. Sen de geri kalanlarla ilgilenebilirsin. Olur mu?"

Onun gerçekten de bunu yapacağını anlayınca gözlerim doldu ve küçücük bir çocuğun hayatının tamamen iyi olacağını düşünerek aynı zamanda gülümsedim. "Galip buna çok sevinecek."

Gözlerimde biriken yaşları görünce yüzünü buruşturdu ve bir adım geri gidip benden uzaklaştı. "Annesinin durumundan ben de haberdar olmak istiyorum. Beni bilgilendirir misin?"

"Tabi,"diyerek başımı salladım. "Zaten numaram sizde varmış. Bana mesaj atın ben de sizin numaranızı kaydedeyim. Sonrasında ev hakkında da konuşabiliriz. Elimdeki parayı onlar için kıyafet falan alarak harcayacağım ama aynı zamanda ev için eşya da almak istiyorum."

"Ev ve iç dekoru tamamen bende olacak,"diye itiraz etti. "Sen mutfak masraflarını, kıyafetlerini, okul masraflarını ve bu gibi şeyleri halledebilirsin. Böyle anlaşalım ve burada ayrılalım."

Otoriterdi. Ne yaptığını bilen bir havası vardı ve buraya gelip beni bularak benim yardımıma ortak olmuştu. Sorun yoktu. Galip'in hayatını değiştirebilecek olmak güzeldi. Buna sadece benim değil bir başkasının da yardım etmesi daha da güzeldi.

"Peki biz bir evi dekore etmekten ne anlarsınız ki?" Diye sordum. "Yani..bir evde kadının nelere ihtiyaç duyabileceğini, çocukların nelere gereksinim duyduğunu nereden bileceksiniz?"

Tek kaşını kaldırarak, "Sen biliyor musun?" diye sordu.

Ona yalnızca, "Kalabalık bir ailem var."dedim ve omuz silktim. "Bütün tecrübelerime dayanarak tam bir aile yuvası kurabilirim."

Bir an düşündü. Sonra başını iki yana salladı. "Yardımcılarım halleder."

"Bir anne ve bir çocuğun hayatını, yardımcıların mı kuracak? Eğer öyleyse evi ben dekore etmek istiyorum. Bütün eşyaları kendim görecek ve tek tek ben seçeceğim. Eğer vaktiniz varsa, buyurun beraber seçelim. Ama kesinlikle yardımcılar olmaz."

İç çekti. Bıkkınlıkla nefes aldığını gördüm. "Bak, bütün bunlar için vaktim yok. Yardımcılarımla konuşur isterseniz birlikte seçimler yapabilirsiniz ama ben zaman ayıramayacağım."

"O zaman yardım teklifinizi kabul etmiyorum. Galip ve annesiyle ben ilgilenirim. Siz olmasaydınız da zaten ben ilgilenecektim." Ona bir baş selamı verdim. "Size iyi günler."

Dişlerini gıcırdattığını buradan bile duyabiliyordum. Çenesi sinirle seğiriyordu ve elini saçlarına götürüp sertçe çekerken bana yılmam için sert bir bakış attı. Pes etmeden omuz silktim. Yardım işi bizzat yapılırdı. Başkalarına devrederek değil. Bunu anlaması gerekiyordu. Madem benim yardımıma ortak olmuştu, o zaman sorumluluğu bizzat kendisi almalıydı. Zaman ayırmalı ve bu işi benimle beraber yürütmeliydi.

Ambulans sokağın aşağısında göründüğünde hala birbirimize bakıyorduk, o öfkeli, ben ise inatçıydım. Ambulansa yol açmak için Devrim harekete geçti ve bana, "Haberleşiriz."dedi.


Başımı salladım ve o arabasına binip ambulansın gelmesi için yolu açarken ben de bir adım geri çekildim. Devrim yanımdan geçip gitti ve ambulans Galip'in evinde durdu. İçinden görevliler inerken onlara evi gösterdim.

Galip ve annesi için yeni bir hayat başlıyordu ve Allah izin verirse vesile olarak onların hayatlarını inşa eden ben ve Devrim olacaktık. Tabi Devrim sorumluluğu yardımcılarına devretmek yerine bu işin başına kendisi geçerse.

*
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu