Peri ve Kuzgun - 2. Bölüm



2. Bölüm - Pembe Koltuk Değnekleri

Bütün kontroller yapıldıktan sonra kaburgamın ezildiğini, ayak bileğimin incindiğini öğrendim. Doktor bütün bunları anlatırken, hepsi bu kadar mı diye düşünüyordum. Oysa çok şiddetli bir çarpma yaşamış gibi hissediyordum.

Bana çarpan kişiler de hastanede benimle beklemişti. Kadın uysal ve ilgiliydi ancak adam için aynı şeyi söylemeyezdim. Bir an önce bütün bunların bitmesini ve çekip gitmeyi istiyormuş gibi bir tavrı vardı. Bulunduğum odaya neredeyse hiç girmemişti.

Ailem gelene kadar yanımda oturan kadına, adamı göstererek, "Hep böyle ilgili midir?" diye sordum. Gerçekten çok genç bir kadındı ve yüzü ışıl ışıldı. Ondan büyüktüm. Kahretsin. Yaşlanıyordum.

Kadın adamın odanın dışındaki bekleme sandalyelerinde oturduğu yere baktı ve gözlerini devirdi. Sonra gülümseyerek bana döndü. "Devrim..nasıl desem, biraz..uzak bir adamdır."

"Çok açıklayıcı."diye söylendim. "Bana çarpan o ama kesinlikle pişmanlık belirtisi görmedim." Kadına takılıyordum. Arabanın önüne atlayan bendim.

"Aslında üzülmüştür eminim,"dedi kadın yine onu savunarak. "Ama duygularını belle eden bir adam değildir."

"Sen onun nesi oluyorsun?" diye sordum.

"Kuzeniyim. Teyze kızı. Buraya bir haftalığına geldim. Bugün de geri dönüyordum ki karşımıza sen çıktın."

Yüzümü buruşturdum. "Uçağını mı kaçırdın?"

Gülümseyerek başını salladı.

"Özür dilerim."dedim samimiyetle. Eğer daha dikkatli olsaydım onun uçağı kaçırmasına neden olmazdım.

"Önemli değil. Akşam da gidebilirim. Sen iyi misin?"

"İyiyim. Çılgın ailem geldiği ve beni buradan götürdüğü zaman daha da iyi olacağım."

Gülümsedi. Ben de gülümsedim.

O sırada kapıda bir hareketlilik sezdim ve başımı çevirip baktığımda Devrim denilen kişinin içeriye girdiğini gördüm. Doğrudan gözlerimin içine baktı ve, "İyi misin?" diye sordu.

İyi miydim?

Gözlerimi kırpıştırarak başımı salladım. "İyiyim."

"O halde artık gidelim biz Deniz?" Bakışları yanımdaki kadına kaydı.

Deniz, "Henüz ailesi gelmedi."dedi. "Ailesinden birisi gelene kadar bekleyebiliriz."

Gözlerimi Devrim'e çevirdim. Çenesinin seğirdiğini gördüm. Ters bir cevap vermek istiyormuş gibiydi ama o konuşmadan ben konuştum.

"Ben iyiyim. Gidebilirsiniz Deniz Hanım." Kadın itiraz etmek için ağzını açınca ekledim. "Ailemden birileri gelmek üzeredir. Onlar gelene kadar başımın çaresine bakabilirim." Atel takılı ayak bileğimi hafifçe kaldırdım. "Kardeşimin hastanede kalmam ve onları beklemem için kesin talimatı olmasa çoktan bir taksiye atlayıp gitmiştim."

Bana gülümsedi ama yine de beni bırakıp gitmek istemediğini görebiliyordum. Adam ise sesini çıkarmıyordu. Deniz ayağa kalkarak, "Çok geçmiş olsun o zaman."dedi. "Umarım iyi olursun."

Ona teşekkür ettim. O çantasını alıp çıkışa doğru giderken adamın başını bana çevirdiğini gördüm. Kısık sesle, "Geçmiş olsun."diye mırıldandı ve sonra da gitti.

İç çektim.

Bütün bunlar neden benim başıma geliyordu? Evde tek bekar insan olarak bütün belaları üstüme mi çekiyordum?

"Kara kara ne düşünüyorsun ikiz?" Kapıdan içeri giren uzun boylu ikizime bakarken düşüncelerim bulut gibi dağıldı. Yanında Hazal da vardı. Hazal beni görür görmez, "Halaa!"diye koşarak yanıma geldi. Ne olursa olsun, yeğenlerime bayılıyordum. Elimden geldiğince doğrularak ona sarıldım ve saçlarını öptüm.

Kardeşim ayak ucuma geçti ve ayak bileğime baktı. "Belayı üzerine çekmeden duramıyor musun?"

Hazal'ın ellerini öperken, "Ne yapayım?" dedim. "Bela benim göbek adım."

Gözlerini devirdi. "Hepimizi korkuttun. Zeynep'le uğraşırken bir telefon aldım ve senin kaza geçirdiğini öğrendim. O da çok telaşlandı. Gelmek istedi ama durumu el vermedi."

"Sahi o nasıl?"

"Şimdi iyi. Bugün beni korkunun zirvesine taşıdınız. Yeteri kadar doz aldım. Daha fazlasını almak istemiyorum. Kendinize dikkat edeceksiniz. Uluorta koşmak yok Gamze."

Gözlerimi devirme isteğine güçlükle engel oldum. Onun bizim için endişelendiğini biliyordum. O yüzden fazla üzerine gitmedim.

"Diğerleri de gelmek istedi ama engel oldum. Çoğu şuan Zeynep'in yanında. Zeynep'in serumu bittiği zaman eve geçecekler. Biz de oraya gideceğiz."

Başımı salladım.

Sonra Hazal'a, "Neşe ablan nerede kuzum?" diye sordum. "Seni kreşten almadı mı?"

"Neşe abla aşağıda hala. Sana bir şeyler alıp gelecekmiş. Kreşten beni o aldı."

Bir kez daha saçlarını öptüm. Çok güzel bir çocuktu ve tıpkı annesine benziyordu. Uysal, akıllı ve şirin.

"Ayağına ne oldu hala?" Meraklı bir şekilde ayak bileğime dokununca Efe onu nazikçe ayağımdan uzaklaştırdı.

"Halan ayağını incitmiş güzelim. Ayağına dokunmak yok."

"O ayağına taktıkları şey ne?"

"O halanın ayağını koruyor."

"Peki ben de ayağımı incitirsem ondan takabilir miyim?"

Efe kızını kucağına almak için eğilirken bana baktı ve gözlerini devirdi. Hazal meraklı bir çocuktu, tıpkı diğer çocuklar gibi. Onun ayağını incittiği düşüncesi bile onu üzüyor olmalıydı. Beni de üzüyordu. Ona ve diğer yeğenlerimin başına bir şey gelsin istemezdim. Bu konuda hepsini alıp bir yerlere gittiğim zaman çok katı davranıyordum. Gözümü onların üzerinden bir an bile ayırmıyordum. Neyse ki hepsi akıllı çocuklardı ve beni de fazla yormuyorlardı. Sevgili kardeşlerim eşleriyle vakit geçirmek istediklerinde çocukları bana gönderiyorlardı.

Onlara benim kendi işim yok mu dediğimde bana, işin değil eşin yok diyorlar ve tartışmayı kazanıyorlardı. Yeğenlerime bakmak istemediğimden değil, onlarla vakit geçirmeye bayılıyordum, ama beni asıl üzen şey ortada boş bekar, her zaman vakti olan birisi gibi geziyor olmamdı.

Kimseye kızmaya hakkım yoktu.

Bir an önce evlenmem gerekiyordu.

Kendi çocuğumun olmasını çok istiyordum.

*

Ertesi gün sabah erkenden uyandım ve mutfakta gizlice kahvaltımı yaptıktan sonra, dizlerimin üzerinde biten kırmızı bir elbise giydim. Bugün özellikle moda evine gitmem gerekiyordu çünkü Galip'in geleceğine emin olmasam da orada olmak ve onu beklemek istiyordum. Her ihtimale karşı hazırlıklı olmalıydım.

Saçlarımı açık bıraktım ve hafif bir makyaj yaptım. Kardeşimin benim için aldığı iki pembe koltuk desteğine iç çekerek baktım ve çantamı koluma taktıktan sonra elime değnekleri alıp yavaşça odadan çıktım. Onları nasıl kullanmam gerektiğini biliyordum çünkü daha önce de ayağımı kırmıştım.

Kimselere görünmeden evden çıkabilmeyi başardım ve çağırdığım taksiye binerek doğrudan moda evine yöneldim. Arabamı kardeşim moda evinden almıştı ancak şuan onu kullanamayacak durumdaydım.

Yirmi dakika sonra iş yerime geldiğimde taksiye ücretini ödedim ve arabadan güçlükle inerek moda evinin kapısını değneklerimle açtım. Kızlardan birisi geldiğimi görmüş olacak ki kapı açıldı ve içeriye girerken, "Gamze Hanım?" diye şaşkınlıkla baktı.

Yeni çalışanlardan birisiydi.

"Günaydın Naz. Biliyorum, biliyorum, kırmızı elbisemle pembe koltuk değneklerim kesinlikle uyumsuz. Ama kardeşimin bir şakası işte."

Hala yeni olduğu için benim ona sıcakkanlı davranışım karşısında tereddüt ediyordu. Zamanla ortamın sıcaklığına o da alışacaktı. Masama geçerken diğer kızlar da etrafımda toparlandı ve ayağımı uzatmam için hemen bir sandalye ayarladılar. Koltuğuma oturdum, ayağımı uzattım ve bana meraklı gözlerle bakan insanlara gülümsedim. "Günaydın kızlar."

"Günaydın Gamze Hanım. Nasılsınız? Daha iyi misiniz?"

"Neden işe geldiniz? Keşke evde dinlenseydiniz?"

Kapının açılmasıyla hepimiz başımızı kapıya çevirdik ve elinde sıcak poğaçalarla içeriye giren Neşe'yi gördük. O da beni gördüğüne şaşırdı. Ters ters baktı. Ayaklarımı neden evde değil de burada uzatmış oturduğumu anlamıyormuş gibiydi.

Ona gülümsedim.

"Senin ne işin var burada?" dedi.

"Yatmayı sevmiyorum."

Ayağıma baktı. Koltuk değneklerime göz gezdirdi. "Pembe sana yakışmamış."

"Efe'nin espiri anlayışı. Kız işi olması için özen göstermiş." Gözlerimi devirdim ve havayı saran poğaça kokusu yüzünden karnım guruldadı. "Üç tane poğaça benim,"diye mırıldandım. "Mis gibi koktular."

"Kahvaltı yapmadın mı?"

Gözlerimi kısarak ona baktım. "Yaptım ama yine de istiyorum."

Hep birlikte oturduk ve poğaçaları kısa sürede yeyip bitirdik. Herkes işlerine dönerken kızlardan birisine büyük bir pasta sipariş etmesini söyledim. O pasta almak için moda evinden çıkarken bileğimdeki saate baktım. Galip'in gelmesini, onun alacağımız pastayı benimle birlikte yemesini çok istiyordum.

Ve onu konuşturmak, başından neler geçtiğini, niçin okula gitmediğini öğrenmek de istiyordum. Bugün işe gelmemin sebebi kesinlikle Galip idi, bu yüzden onun gelmesini umarak zamanı birkaç çizim yapmakla, Neşe'nin son tasarımımı dikerken sorduğu birkaç soruya cevap vermekle geçirdim. Bu elbiseyi gelecek hafta lansmanda giyebilecek miydim?

Bir haftada toparlanacağımı, bu yüzden ayağımın üzerine çok basmamam gerektiğini biliyordum. O elbisenin altına ölümcül topuklu ayakkabılar giymem gerekiyordu. Bunu nasıl yapacağımı da bilemiyordum.

Pasta geldiğinde onu dolaba götürmelerini söyledim. Yanında alınan çatal tabak malzemeleri de malzeme dolabına kaldırıldı. Öğle yemeği yendikten sonra iç çekerek kapıya bakmaya başladım. Gelmeyecek miydi?

Neşe elinde küçük bir sigara böreği kutusuyla gelince inledim ve tıka basa dolu olmama rağmen onlara saldırdım. Ayağım düzeldiği zaman maraton koşmam gerektiğini biliyordum. Bu kadar kalori alıyor olmam iyi değildi ama mutsuzdum. Huysuz ve aksiydim. Bütün bunlar hala bekar olmam yüzündendi. Bugüne kadar hayatıma erkekleri sokmak, en azından evlilik maksadıyla onları sokmamaya özen göstermiştim ama şimdi bu hareketimden pişmanlık duyuyordum.

Kaç kere teklifleri geri çevirmiş, kaç kere kalp kırmıştım. Şimdi o kırdığım kalplerin ahını yaşıyordum.

İç çektim ve başımı masaya yaslayarak biraz kestirmek istedim. Oturmaktan popom ağrıdığı için sandalyemde kıpırdandım. Gayri ihtiyari göz ucuyla saatime baktım ve öğleden sonra iki olduğunu gördüm.

Galip'ten iz yoktu.

Yüzümü buruşturarak başımı kaldırdım ve moda evinin dışında, tam bana ait olan bisikletimin yanında duran Galip'i gördüm. Çekingen bir şekilde vitrindeki tasarım elbiselerine, içeriye, ve bana bakıyordu. Onu gördüğüme o kadar sevindim ki az kalsın koltuğumdan düşecektim.

Elimle ona içeriye gelmesini söyleyen bir işaret yaptım. Üzerindekilerin hala dün giydiği kıyafetler olduğunu görünce canım sıkıldı ama belli etmemeye çalıştım. Çekine çekine kapıyı açıp içeri girdiğinde, kızlardan birisinin hemen ona doğru yöneldiğini gördüm.

Sert bir tavırla, "Ne istiyorsun? Dışarıya çık." diye Galip'i azarladığında, sesimi yükselterek, "Melike!" diye çıkıştım.

Melike anında bana döndüğünde, ona hiç onaylamayan bakışlarla baktım. "Galip benim misafirim."

Yanaklarının kıpkırmızı olduğunu, yaptığından dolayı utandığını anladığımda ona işinin başına dönmesini işaret ettim. Azarlandığı için utanç içinde başını önüne eğen Galip'e, "Yanıma gel."diye seslendim. "Nasılsın? İyi misin?"

Galip bir iki adım attıktan sonra benim ayağımı gördü. "Ayağına ne oldu?" diye sordu.

Gülümseyerek, "Bir araba bana çarptı. Ama şimdi iyiyim."diyerek onu telkin ettim. "Gel ve buraya otur." Elimle ayağımı koyduğum sandalyeyi gösterdim ve ayağımı dikkatlice çekerek sandalyeden indirdim. Galip geldi ve yanıma oturdu.

Çok gergindi. Omuzları düşmüştü. Gözlerime bakamıyordu. Kıyafetinin yırtık pırtık olduğunu gördüğümde içim acımıştı ama şimdi aynı kıyafeti bir kez daha görmek daha da çok canımı yaktı.

Ona kocaman bir gülümsemeyle baktım. "Gelmene çok sevindim Galip."

Utanarak başını salladı. "Gelmeyecektim."

Usulca, "Neden?" diye sordum.

"Çünkü sizin paranızı çaldım. Ama siz bana çok iyi davrandınız."

Onun pişman olduğunu, utandığını ve daha birçok şey hissettiğini biliyordum. Üstelik yalnızca dokuz yaşında bir çocuktu. "Hatırlarsan parayı sana ben verdim. Yani onu sen çalmadın."

Başını kaldırdı ve gözlerime baktı. O gözler öyle kırgınlık doluydu ki, içim sızladı. Ben oldukça zengin bir ailede, sevgi dolu ve bağları kuvvetli insanların içinde büyümüştüm. Babam ve annem çocuklarını büyük bir sevgiyle yetiştirmişti ve şuan her birimiz birbirimize o kadar bağlıydık ki. Birimizin tırnağı kırılsa hepimizin aynı şekilde hissedeceğini biliyordum. Ama bu küçücük çocuğun gözlerine baktığımda onun için hayatın aynı olmadığını gördüm. Şimdiden bıkmış, yorulmuş ve tükenmiş gibiydi. Bütün bu sözcükler hemen hemen aynı anlama gelebilirdi ama her birinin kendince bir ağırlığı vardı. Ve o ağırlık küçük Galip'in omuzlarındaydı.

"Peki neden hırsızlık yapıyorsun?" diye sordum. Sonra bu soruyu sorduğum için kendime kızdım. Muhtemelen geçinecekleri paraları yoktu. Belki de kalacakları bir yer bile yoktu. Dün ona bir ailesinin olup olmadığını sorduğumda yok demişti ama ben onun doğru söylemediğini anlamıştım.

Çocuk, "Paramız yok."dedi.

"Peki paranız olmadığı halde neden benden yalnızca iki yüz tl almak istedin?"

"Çünkü alacaklarım iki yüz tl ediyordu."

"Ne alacaktın?"

"İlaç. Ekmek ve kahvaltılıklar."

Yüreğim sızladı. "Nerede yaşıyorsun Galip?"

Çocuk bakışlarını kaçırdı. Önüne eğdi ve ellerini yumruk yaptı. "Annem bir gecekonduda yaşadığımızı söylüyor ama ben bazen televizyonlarda görüyorum ki gecekondular bizim kaldığımız yer kadar kötü değil."

Demek bir annesi vardı. "Peki tam olarak nasıl bir yerde kalıyorsunuz? Kaç odalı bir ev?"

Galip başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Oda mı? Bir odamız var. Mutfak ve yatağımız içinde. Annemin yatağı pencerenin dibinde çünkü o gökyüzünü görmeyi seviyor."

"Annen uyurken mi gökyüzünü görmeyi seviyor?"

"Evet çünkü hep uyuyor."

"Neden hep uyuyor Galip?"

Tereddütlü bir şekilde birkaç saniye sessiz kaldı ancak hemen sonra bana güvenebileceğini anlamış olmalı ki konuşmaya devam etti. "Annem hasta. O yüzden yataktan çıkmaması lazım."

Tam da düşündüğüm gibi. Annesine ilaç almak için para çalıyordu. Bunu çok sık yapmadığını onun gözlerinde görebiliyordum. Sadece ihtiyaçları oldukları zamanlarda bunu yapıyordu ve iyi ki bana denk gelmişti.

"Bir baban yok mu peki?"

"Babam bizi bıraktı." Kısa bir süre daha sessiz kaldı. "Babam bizi hiç sevmedi. Beni hiç sevmedi."

"Ama sen sevilecek bir çocuksun,"dedim ve saçlarını okşamak için başını kaldırdım. Sesimi yumuşak tutmaya çalışıyordum. Onun için çok üzülüyordum. "Baban sevmeyi bilmiyor olabilir. Bazen insanlar bilmezler..nasıl sevileceğini, nasıl aile olunacağını.. nasıl para kazanılacağını."

"Ben de bilmiyorum,"diye üzgünce fısıldadı. "Küçük olduğum için kimse beni işe almıyor. Ben denedim abla. Para çalmamak için çalışmak istedim ama kimse beni işe almadı. Bir de, annemin sürekli yanında olmam lazımdı. Zamanımı işe veremezdim."

Küçücük aklıyla her şeyi düşünmüş gibiydi. Onun bu kadar küçük bir yaşta bu kadar dertle başa çıkmak zorunda kalması beni sinirlendirdi. "Baban neden sizi bıraktı?"

"Annemi ve beni sevmiyordu,"diye cevap verdi. "Bir ay önce gitti."

Daha yeniydi. "Baban size para getiriyor muydu?"

"Evet."

"Ne kadar getiriyordu?"

"Annemin ilaçlarını alıyordu bana da yirmi tl veriyordu."

"Her gün mü?"

Galip başını iki yana salladı. "Hayır, haftada bir kere."

Bir çocuk ve bir anne koskoca bir haftada İstanbul gibi bir yerde nasıl geçinirlerdi? Nasıl zalim bir insana düşmüşlerdi? Ve şimdi de onları bırakıp gitmişti ve bu küçük çocuk hırsızlık yaparak hayatta kalmaya çalışıyordu.

"Peki annen hiç doktora götürüldü mü?" diye sordum. "Hastalığının ne olduğunu biliyor musunuz?"

"Annem grip,"diye cevap verdi. "Öksürüyor, burnu akıyor, göğsü ağrıyor. Boğazı acıyor."

"Doktora gittiniz mi?" diye ısrar ettim.

Başını iki yana salladı. "Hiç doktor görmedim."

İşte o anda karar verdim. Bir hafta önce tasarladığım gelinliği tam olarak yüz bin tl'ye satmıştım. Ve o parayla da bir yerlere bağış yapmayı düşünüyordum ama artık bağış yapacak yeri bulmuştum.

Galip ben sessiz kalınca çekinerek bana baktı. Ona gülümsedim ve, "Her şey çok güzel olacak Galip."dedim. "İnan bana. Her şey çok güzel olacak."

Bana inanmadığını biliyordum, bunu gözlerinde görebiliyordum. Ama ona yaşayabileceği mükemmel bir hayat verecektim.

"Sana dün söz verdiğim gibi pasta aldım. Ve pastayı yedikten sonra seninle evine gideceğiz, bana evinizi gösterir misin?"

Küçücük gözlerindeki tereddüt beni bir an için korkuttu ama sonra başını salladı. "Annemi mi göreceksiniz?"

"Evet..ve onu hastaneye götüreceğiz. Hastalığı neymiş göreceğiz. İyileşmesi için ona yardım etmeliyiz."

Bir an için söylediklerimi yalnızca dinliyor sandım fakat bakışlarını bana çevirince gözlerinin çukurlarında biriken yaşları görünce içim acıdı. Ona sarılmak istiyordum. Kollarımı açıp onu kendime çekince küçük kollarını bana doladı ve onunla birlikte ağladım. Küçücük, küçücük bir çocuğun hayatını değiştirebilmeyi, onu yeniden hayata döndürmeyi o anda kendime hedef edindim.

Titreyen ellerimle saçlarını okşadım ve kızların meraklı gözlerine bakarak onları işine bakması için elimle kovalarmış gibi yaptım. Hepsi gülümseyerek işlerine döndü. Sonra kızlardan birisine, "Bizim pastamızı getirin."dedim. "Bu küçük beyle canımız pasta çekti."

Galip benden ayrıldı ve elleriyle gözlerini sildi. "Ben dün bir pasta yedim. O garson abla benimle ilgilendi. Hatta anneme de pasta götürdüm. Annem çok sevindi. Pastayı yedi. Tabi sonra kustu ama olsun, mutluydu."

Daha fazla ağlamamak için gözyaşlarımı sildim ve ona gülümsedim. Kızlar pasta dilimlerini önümüze getirip koydu ve Galip benden çekinerek çatalıyla pastayı didiklemeye başladı. Elindeki çatalı aldım ve pastadan kocaman bir dilim alıp, "Aç ağzını bakalım."dedim. Galip ağzını açtı ve ben de pastayı ağzına bıraktım. Büyük bir dilim pasta da ben aldım ve ağzıma attım. "Hımmm. Pasta çok güzelmiş öyle değil mi?"

Tam o sırada kapı zilinin hoş melodisi içeride yankılandı ve içeri giren kişiye bakmak için başımı çevirdim. Akülü sandalyede oturan , sarışın bir kadın, kapıyı tek eliyle tutarak içeriye girmeye çalışıyordu. Hemen ayağa kalkmaya çalıştım ancak ayağımı unuttuğum için birden bileğimin üzerine basarak canımı yaktım.

Kızlardan birisi yardıma yetişti ve kadın için kapıyı tutup içeri girmesini sağladı.

Kadın ona başıyla teşekkür ederek doğrudan benim yanıma geldi. Güzel, otuzlu yaşlarının sonlarında olan bir kadındı. Bana ve Galip'e gülümseyerek bakıyordu.

Üzerinde dirseklerine kadar uzanan beyaz bir gömlek vardı. Saçlarını ensesinde toplamıştı. Ağzımdaki pastayı bitirirken elimi dudaklarıma koydum. Galip gergin bir şekilde kadına bakıyordu.

"Merhaba, hoşgeldiniz." O da ben de ayağa kalkıp el sıkışamayacak halde olduğumuz için başımı eğerek selamladım. Kadın da aynı şekilde başını eğdi.

Ve sonra, "Nasılsın? İyi misin?" diye sordu.

Bu fazla kişisel bir soru gibiydi. Anlayamadım. Şaşırsam da üzerinde durmadan temkinli bir gülümsemeyle, "İyiyim, siz nasılsınız? Sizi daha önce burada görmedim. Siparişiniz mi vardı?"

Başını iki yana salladı ve kendini tanıttı. "İsmim Armağan.."

"Ben de Gamze." Ona gülümsedim. "Memnun oldum."

"Pasta mı yiyorsunuz?" diye sordu.

Galip ile ikimizin önündeki pasta tabaklarına sonra da Galip'e baktı. "Senin ismin nedir yavrum?"

Küçük adam çekinerek, "Galip."dedi ve elindeki çatalı bıraktı.

"Evet. Bu küçük beyle arkadaşlığımızı kutluyorduk. Siz de ister misiniz? Hemen sizin için de bir-"

"Hayır, teşekkür ederim."diyerek sözümü kesti. "Ben sadece seni görmek için gelmiştim." Şaşırmaya devam ettiğimi görünce, "Ah pardon."dedi. "Dün sana arabayla çarpan kişinin ablasıyım ben. Devrim? Hatırlıyor musun?"

"Ah.." Hatırlayarak başımı salladım. "Evet..evet hatırladım. Öylesi bir insanı unutmak mümkün değil."

Gözlerini kısarak bana gülümsediğinde yanaklarımın kızardığını hissettim ve hemen açıklamaya giriştim. "Yani şey..çok kibar birisiydi."

Kardeşimi tanıyorum bakışıyla bana gülümsedi. Çok güzel bir kadındı ama aynı zamanda çok yıpranmış gibi görünüyordu. Yüzünde şimdiden kırışıklıklar vardı. Ellerinin titrediği gözümden kaçmamıştı. Gülümsemesi hep buruktu, sanki içinden gelerek gülmüyordu. Sadece nazik olmak istermiş gibiydi.

"Kaç yaşındasınız?" diye bir soru ağzımdan kaçıverdi.

"Kırk.." Yine o buruk gülümsemesiyle bana baktı. "Daha yaşlı gösteriyorum biliyorum. Hayat zor." Omuz silkti. "Kuzenim Deniz, senden bahsetti ve ben de seni görmek istedim. Devrim bu konularda biraz ilgisizdir. Seninle ilgisiz olmadığını söylemiyorum. O sadece kimseyle pek iletişim kurma taraftarı değildir o kadar."

"Aslında kadınlarla demek istiyorsunuz sanırım?" diye sordum.

Başını salladı.

Dayanamadım. "Erkeklerle mi ilgileniyor?"

Gözleri kocaman açıldı. Aslında sadece şaka yapmıştım. Ve sonra kahkaha atmaya başladı. Gerçekten, dolu dolu bir kahkaha. Kıpkırmızı kesilerek onu izledim ve Galip'in hiçbir şey anlamayan gözlerle bizi izlediğini fark ettim. Ah. Onun önünde neler söylüyordum böyle.

"Seni sevdim,"dedi kadın ve nihayet durulduğunda, "Ayağın nasıl?" diye sordu. "Atel takıldığını duydum. Sanırım kaburgalarını da ezmişsin. Ama bugün işe gelmişsin."

Yanımdaki Galip'i gösterdim. "Bu küçük beyle randevumuz vardı ve ben bu randevuyu kaçırmak istemedim. İyi durumdayım. Ayağım da kaburgalarım da iyi. Sorduğunuz için teşekkürler."

Kibar bir şekilde gülümsedi ve sonra etrafı incelemeye başladı. "Burası çok güzel bir yer. Cıvıl cıvıl. Gelmişken kendime bir şeyler alabilir miyim?"

Hemen iş kadını edasına bürünerek, "Elbette."dedim. "İsterseniz sizin için bir şeyler tasarlayabilirim bile..."

"Mesela?" diye sordu.

Üzerindeki sıkıcı kıyafetlere baktım. Tekerlekli sandalyeye mahkum olması çok üzücüydü. Başına ne geldiğini merak ettim ama bunu ona soramadım. "Mesela, bu güzel eylül ayında giyebileceğiniz, çok hoş bir elbise dikebilirim. Ne dersiniz?"

Bir an için düşündükten sonra, "Senin numaranı alabilir miyim?" diye sordu. "Bu teklifini düşündükten sonra seni aramak isterim. Bana bir yaz elbisesi değil de, gece elbisesi dikmeni isteyebilirim."

"Tabi. Hemen size kartımı vereyim." Çekmecemi açtım ve bir topuklu ayakkabı şeklinde basılmış kartvizitlerimden bir tanesini ona uzattım. Ancak elim yetişemeyince Galip benim için alıp ona verdi. Ona teşekkür ettim.

Kadın gülümseyerek kartı çantasına koydu ve onunla beş dakika daha sohbet ettikten sonra dışarıda onun için bekleyen bir arabaya binip gitti. Soğuk, suratsız kardeşine rağmen Armağan cana yakın biriydi. Yüzünde daimi bir hüzün var gibiydi ama yine de kardeşi gibi değildi. İç çektim.

Galip'in yeniden çatalı aldığını duyunca gülümseyerek ona döndüm. "Nerede kalmıştık?"

Bu sefer kocaman bir dilim alarak ağzına götürdü ve bana gülümsedi.

Onun hayatını değiştirmeyi çok istiyordum. Ve bunu yapacaktım da.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu