Peri ve Kuzgun - 1. Bölüm




1. Bölüm Sinir Bozucu Adam

Üzerime doğru uçan kumaş parçasına anlık bir bakış atmamla kafamı geriye çekmem bir oldu. Kumaş fırlatılmadan önce sert bir sesle adımı söyleyen Neşe'ye bakmış ve bana doğru süzülerek gelen kumaş parçasını fark etmiştim. Bu çok sık oluyordu. Son zamanlarda daha da fazla. Ama anlayabiliyordum.

Sürekli dağılan dikkatimi başka türlü toplayamıyorlardı. Ama bu onların suçu değildi. Son zamanlarda kafam sürekli dağınıktı. Karışıktı ve kahrolası bir salata gibi iç içe geçmişti. Salata demişken, canım akdeniz salatası çekti. Yutkunarak beni ıskalayan ancak tam çizim masamın önüne düşen numunelik kumaşı elime aldım ve Neşe'ye baktım.

"Biraz dikkatini buraya verir misin Gamze? Lütfen?"

Moda evinin sahibi, elbiseleri tasarlayan ve çoğunun dikiminde yardım eden bendim ancak onlara patronluk taslayamıyordum. Sanırım biraz yumuşak yüzlüydüm. Başka bir sebebi ise, iş yerinde sert otoriteden hoşlanmıyordum. Üstünlük taslamaktan nefret ediyordum ve yaptığımız işi paylaşarak yapmaktan yanaydım. Moda evini ilk açtığım zamanlarda bu konuda biraz sıkıntı yaşasam da sonradan her şey yoluna girince rahatlamıştım.

Hayatım boyunca hep moda evinde kalacağımı, burayı ilk açtığımda burada yaşlanacağımı düşünerek teselli bulmuştum. Ama kardeşlerim aşık olup evlenmeye başladıklarında ve evde evlenmeyen tek bekar ben kaldığımda işler umduğum gibi kolay gitmedi. Üzerimde öyle bir baskı vardı ki. Ailem evlenmem için baskı yapmasalar da onların evlenmem için seferber olduklarını biliyordum.

İkizim Efe beni arkadaşlarıyla tanıştırmak istiyordu. Kardeşim Demir de tanıdığı birkaç damat adayından bahsetmeye başlamıştı. Umutsuzluğa düştüğüm tek sefer Efe'nin eşi Zeynep'den gelen öneri olmuştu. Çalıştığı sanat okulunda tek kolu olmayan iyi bir beyefendiden bahsetmişti. Gerçekten? Adamın kolunun olup olmaması önemli değildi, engelli insanlara karşı büyük bir sempatim vardı fakat sorun bu değildi. Sorun, Zeynep'in umutsuzca evlenmeye ihtiyaç duyuyor oluşumu düşündüğüydü. Normalde engelli bir insanı bana kesinlikle yakıştırmazdı. Bunu sorun ettiğimden değil, ama yine de çekinirdi. Bu onun karakterindeki yıkılmaz bir şeydi.

Adamı inciteceğimi düşünerek onu korumaya çalışırdı. Beni değil, adamı. Beni ne kadar tanıyor olursa olsun, yine de kırıcı bir söz söyleyeceğimi düşünüyordu belki de. Bu karmaşıktı. Zeynep yarı engelli olduğu için hassastı ve sanırım hep de öyle kalmaya devam edecekti. Sorun değildi. Onu böyle de seviyorduk.

"Gamze?"

Dikkatimi dağıtan arkadaşıma, Neşe'ye tekrar baktım. Kendisi çok iyi bir terziydi ve çizdiğim tasarımları tam istediğim gibi kalıba dökebiliyordu. Ellerinde sihir gibi bir şey vardı. Otuzlu yaşlarının sonlarına yaklaştığına emindim. Aslında şuan da yaşını dahi hatırlayamayacak kadar dalgındım.

"Efendim?"

"Bu kumaşın bu çizime uyacağını düşünüyor musun gerçekten?"

Kaşlarımı kaldırarak, "Hangi kumaşın?" diye sordum.

Gözlerini devirdi. "Neredeyse kafana fırlattığım kumaşın. Bugünlerde aklın nerede senin? Evde kalmış bekar sendromu mu yaşıyorsun?"

İsabetli vuruş.

Bu sefer gözlerini deviren ben oldum. "Yok canım. Ne alakası var?"

Bana inanmadığını biliyordum. Bunu gözlerinde görebiliyordum ve bunu görmesem bile aramızdaki yılların verdiği o samimiyetten dolayı beni anladığını da biliyordum. Gösterdiği kumaşı masamdan alarak ayağa kalktım ve onun yanına gittim. Hava biraz sıcaktı. Eylül ayının serinletici havası kışı müjdeliyordu. Ve bütün düğünler yazın yapılırdı. Bu sene yine bana evlilik yolu görünmeyecekti.

İç çektim ve dün akşam çizdiğim tuvalet modeline kumaş seçen Neşe'nin yanına gittim. İnce çapraz askılarla boyundan bağlamalı bir elbise çizmiştim. Elbise dizlerin tam altında bitiyordu ve vücuda oturan dar bir kesimi olacaktı.Birden gelen ilhamla gece düşünürken uyuyamadığım için yataktan kalkmış ve çalışma masasına oturmuş çizmeye başlamıştım.

Neşe'ye, "İlk olarak siyah deneyelim."dedim. Sonra elim bordo rengine yakın kırmızı bir kumaşa gitti. "Sonra da bu. Çapraz ipleri ben hallederim. O kadar ince olmalarını istiyorum ki, uzaktan bakıldığında görünmesinler. Dekolte konusunda ne düşünüyorsun?"

Neşe bunu düşündü. "Çok cüretkar bir elbise olacak. Neredeyse bütün göğüs oluğunu ve yanlarını gösteriyor."

"Bundan daha fazla cüretkar elbiseler de dikmiştim?"

"Evet ama..bu bir tık fazla sanki. Elbise neden dizlerin altında bitiyor? Onu uzun tutabilirdin?"

Düşünceli bir şekilde her zamanki modelimiz olan üzerinde çeşitli modeller denediğimiz mankeni durduğu yerden alıp Neşe'nin yanına geçtim. Ev'deki kızlar siparişleri yetiştirmek için çalışırlarken Neşe ile benim kendi küçük baloncuğumuzda olmamız hoşuma gidiyordu. Neşe tam benim kafa dengimdi ve onu işe aldığım için memnundum.

Modelimiz, ben ona Madam diyordum, üzerinde siyah bir kumaş tutarak ona tam olarak kafamda canlanan diz altı kısmını gösterdim. Kumaşı gerdim, boyutunu ayarladım.

"Kafamda tam olarak böyle bir şey var Neşe. Elbise vücuda öyle oturmalı ki, kadının bütün kıvrımlarını sergilemeli."

"O zaman elastik olacak?"

"Belki? Bilmiyorum. Bakacağım." Kumaşı mankenin üzerinde biraz daha düzelttim. "Boyutu nasıl?"

"Güzel ama..elbisenin üst detayına göre fazla kapalı sanki. Bacak gösterisi yapmıyor muyuz?"

Ona sırıttım. "Elbisenin arka tarafında tam dizlerinin arkasına kadar çıkan bir yırtmaç olacak. Boyutuna henüz karar vermedim. Sen elbiseyi diktikten sonra bakacağım."

"Bunu ilk kim deneyecek?" diye sordu Neşe ve ben onun bu elbiseyi denemek istemediğini o söylemeden anlamıştım.

"Artık kim denemek isterse?" derken omuz silktim. "Belki sen denersin?"

"Ah, yok. Hayır. Sanırım bana göre değil. Ama senin üzerinde güzel duracak gibi bir fikre kapıldım."

Yüzümü buruşturdum. Elimi hafif çıkıntı yapan göbeğime koydum. "Şu göbüşü görüyor musun Neşe? Sence bu elbiseyi giyerek onu elaleme göstermek istiyor muyum? Farkındaysan biraz bol tişörtler giyiyorum ki göbüşüm fark edilmesin?"

Dalga geçer gibi omuz silkti. "Sendeki göbekse, bendeki nedir bilmiyorum?"

Kendisiyle son derece barışık balık etli bir kadındı ama ben onun bu haline bayılıyordum. Eğer biraz zayıf olsaydı onun bu tatlılığının kaybolacağını düşünüyordum. Aşırı sevinçli olduğum zamanlar onun o tombul yanaklarını sıkmaktan çok hoşlanıyordum.

"Elbisenin arkası da çok fena,"diye iç çekti. "Resmen tahrik edici bir elbise tasarlamışsın. Bunu giyecek kadın onu çok iyi taşımalı. Dolgun kıvrımlı bir vücudu ve destekli sütyene ihtiyaç duymayan bir kadın olmalı. 90-60-90?"

"Ben o ölçülere biraz yakın gibiyim ama biraz göbeğim var işte."

"O göbek erir gider. Ay sonunda düzenleyeceğimiz lansman partisinde bu elbiseyi giyebilirsin mesela? Aşağı yukarı bir haftan var? Bir haftada göbeğini eritebilir misin?"

Ona gözlerimi irice açarak baktım. Kaşlarımın saç diplerime kadar kalktığını tahmin edebiliyordum. "Tereyağı mı eritiyoruz Neşe? Göbek bu. Ne yapmalıyım? Göbeğimi folyoya sarıp ısıtıcının önünde mi durmalıyım? Bir yerde öyle bir şey okumuştum."

O kadar yüksek sesle güldü ki, etrafta koşturan kızlar bize baktı. Ona bu kadar gülmesine neden olabilecek ne söylediğimi merak ediyor olmalıydılar.

"Pekala, sana istagramda gördüğüm bir göbek kürü tarifini vereyim. Dene bakalım işe yarayacak mı."

Gözlerimi devirdim. "O elbiseyi bir haftada yetiştirebilirsen, ben de onu göbekli halimle lansmanda giyeceğim."

Tek kaşını kaldırdı. "Yapamayacağımı mı düşünüyorsun?"

Ben de ona göre çapraz olan tek kaşımı kaldırdım. "Yapacağını düşünüyor musun?"

"Elbette. Üç gün boyunca uyumadan, yemeden içmeden ve tuvalete gitmeden çalışırsam bitirebilirim."

Ona gülümsedim. Bunu yapabileceğini biliyordum. "Ah, lütfen tuvalete gitmeyi unutma. Yemek yemeyi de. Uyumayı da." Düşündüm. "Bütün bunlara beşer dakika ayırırsan bu işin altından kalkabiliriz."

Kolunu uzattı ve kısa eteğimin altınan görünen bacağıma bir çimdik attı. Acıyla sıçradım.

"Neşe!"

"Geri çekil ve beni kendimle baş başa bırak." Saçlarını savurarak bana arkasını döndü ve siyah kumaşı alarak benim ölçülerime göre onu kesmeye başladı. Ölçülerimi ezbere biliyor olması komikti. Çoğu standart elbise benim ölçülerime göre dikildiğinden bu normaldi elbette ama yine de bana komik geliyordu.

Onu işiyle baş başa bırakarak kendi masama yöneldim. "Ben aşağıdaki pastaneye kadar gidip geliyorum, bir şey ister misin?"

"O göbeği böyle mi eriteceksin?" diye cevap verdiğinde dil çıkararak çantamı masanın arkasından aldım ve Moda Ev'inin kapısından çıkarken hemen kapının üzerinde olan ve çok hoş ses çıkarak küçük çanın tatlı melodiler çıkarmasına neden oldum. İlk taktırdığımda kapıyı kaç kere açıp kapattığımı bilmiyordum.

Moda Ev'i tamamen pembe bir evdi. Dış boyası pembe ve beyaz karışımıydı. Bina neredeyse kırk senelikti ama kendine özgü bir havası olduğundan çok hoşuma gitmişti. Biraz tadilatla eskisinden de güzel olmuştu. Taze canlı çiçeklerle dışını çevrelemiş ve dış duvarın üzerine de, Moda Evi yazdırmıştım. Fransa'nın ünlü sokaklarındaki o tatlı binalara benziyordu. Havalı ve Paris sihrini taşıyan çok hoş zil sesleri olan girişlerle kendine özgü binalara.

Kapıyı kapattım ve hemen kapının girişinde duran pembe bisikletimin güvenliğini çıkararak çantamı önündeki sepete attım. İstanbul caddelerinde bisiklet sürmeye bayılıyordum ama yine de eve ya da daha uzak bir yere gitmem gerektiğinde arabamı kullanıyordum.

Bisiklete oturdum ve bugün kısa mor bir etek giydiğim için kendime kızdım. Oturunca biraz daha sıyrılan eteğime baktım ve en iyisinin kalçama bir şal bağlamak olduğuna karar verdim. Bisikletten inerek içeriye girdim ve hoş zilin kulaklarımı doldurmasına keyifle izin verdim.

Kızlar müşteri geldiğini düşünerek kapıdan tarafa bakınca, "Sadece benim.."dedim ve rengarenk şallarla dolu olan ayaklı raflara yürüyerek sade, siyah bir şal seçtim. Bugün neyseki spor beyaz bir ayakkabı giymiştim. Şalı dikkatlice belime bağladım ve kalçamı kapattığından emin olduktan sonra dışarıya yönelmiştim ki, on yaşlarında bir sokak çocuğunun bisikletimin ön sepetinde duran çantamı alıp kaçtığını gördüm.

Ananı-

Hızla kapıdan çıktım ve cadde boyunca tazı gibi koşan çocuğun peşine takıldım.

"Hey!"

Çocuk panikle arkasına baktı ve yüzündeki korku beni sarstı. Benim onu kovaladığımı görünce daha da hızlanmaya başladı. Bu çocukların bacaklarında ne vardı? Sanki Hızlı ve Öfkeli film serilerinde arabaların daha hızlı olması için nitrojen taktırmaları gibi çocuklar da nitrojen desteğiyle adeta uçuyormuş gibi koşuyorlardı.

İnsanlar vurdumduymaz bir tavırla yanımızdan geçip gidiyordu. Bunların derdi neydi? Birisi onu tutup durdurabilecekken aksine yol açıp kenara çekiliyordu. Belime bağladığım şalla caddede adeta rüzgar gibi koşarken çocukla aramda olan mesafeyi neredeyse kapattım.

Bu sırada ona seslenmeye, durmasını söylemeye devam ediyordum. Komiktim. Hangi hırsız -bu çocuk bile olsa- dur denildiğinde duruyordu ki? Parayı umursamıyordum ama çantamın içinde banka kartlarım ve kişisel eşyalarım vardı. Şimdi onları iptal ettirip yenilerini çıkartmak bir dünya işti. Ve benim zaten yeterince bir dünya işim vardı.

"Hey! Çocuk buraya gel!"

Kahretsin ki trafik çok yoğundu. O kadar yoğundu ki arabalar dipdibe bir kuyruk oluşturmuştu. Bir milim bile kıpırdamıyorlardı.

Çocuğu yakalarsam ona kızmayacaktım. Gerçekten. Onun paraya ihtiyacı olduğunu biliyordum. Daha önce de onun gibi birçok çocukla karşılaşmıştım. Ona sadece beni bu kadar koşturduğu için kızmayı düşünüyordum. Başka hiçbir şey için değil. Göbeğimin düşmesinden endişe ediyordum.

Endişe?

Çocuk kalabalık bir turist grubunun arasından sıyrılıp gözden kaybolunca daha da hızlandım ve trafikte bizi izleyen insanlar olduğunu düşünerek yüzümü buruşturdum. Saçlarım arkamdan uçuşarak beni takip ediyordu ve kendimi haber bültenlerinde bir sokak çocuğunu kovalarken görmek istemiyordum. Hele ki haftaya büyük bir lansman düzenleyeceksem.

Kalabalığın arasından sıyrılmayı başardığımda çocuğa bakındım ve onun çantamın içini karıştırmak için bir binanın giriş kapısına tünediğini gördüm. Beni atlattığını sanmıştı. Çantamın içini karıştırıyor ve hoşuna gitmeyen her şeyi dışarıya atıyordu. Ah hayır. Ped paketimin ve makyaj çantamın içini karıştırırken kaşlarımı çattım. Makyaj çantamı anlayabiliyordum ama ped paketi? Kadınların paralarını ped paketlerinin içine koyduklarını duymuştum ama ben daha önce böyle bir şey yapmamıştım. İşin ilginç kısmı çocuğun bunu nereden biliyor oluşuydu?

Yavaşça ona görünmeden yaklaştım. Beni görürse ben ona ulaşmadan kaçmaya başlayabilirdi ve gün içerisindeki bütün koşu hakkımı tamamladığımı düşünüyordum. Bacaklarım sızlıyordu. İki gündür koşmuyordum.

Çocuk ilgiyle cüzdanımı karıştırmaya başladı ve tam beş tane yüzlük ve üç tane iki yüzlük banknotları görünce gözleri faltaşı gibi açıldı. Yanında yirmilik ve ellilik banknotlar da olmalıydı.

Beni şaşırtan bir şekilde paranın içinden yalnızca iki yüz TL aldı ve kalan paranın hepsini cüzdanıma geri koydu. Yere attığı eşyalarımı da çantamın içine koyduğu vakit tam da onu kıstırarak karşısına çıktım. Beni gördüğü an panikledi ve gözleri irice açıldı.

Ve sonra ayakları üzerinde doğrulmaya kalkınca onu kolundan yakaladım.

"Abla vurma!" diye diğer kolunu yüzüne kapatınca içim burkuldu.

"Gel benimle,"diyerek onu kolundan tuttum ve elindeki çantamı alarak omuzuma astım. Hemen yan taraftaki bir cafeye geçtik ve dışarıdaki masalardan birine oturduk. Çocuğun kolunu tutuyor, kaçmasına izin vermiyordum.

Nefes nefese bir halde, "Beni iyi koşturdun," dedim.

O kadar savunmasız bir gözle bana baktı ki üzüldüm. "Kaç yaşındasın sen?"

Titreyen bir sesle, "Dokuz.."dedi. "Abla ne olur beni polise verme. Çok özür dilerim." Aldığı parayı masaya koydu. "Ne olur bırak gideyim. Abla.."

"Senin ailen yok mu?" diyerek söylediklerini duymazdan geldim.

Boynunu bükerek, "Yok." dedi. Ama içimde bir şüphe kırıntısı belirmişti.

"Bana doğruyu söylüyor musun?" Başımı eğerek gözlerinin içine bakmaya çalıştım. Bakışlarını benden kaçırdı. İç çektim.

"Adını öğrenebilir miyim?"

Çekine çekine, "Galip."dedi. "Adım Galip. Ne olur abla bırak beni gideyim. Çok özür dilerim..ben.."

Yumuşacık bir sesle, "Galip.."diyerek onu susturdum. "Böyle hırsızlık yaparak nereye kadar kurtulmayı düşünüyorsun? Senin okula gitmen gerekmiyor mu? Bak Eylül ayındayız. Okullar yeni başladı. Senin şuan okulda olman gerekirken bir kadının çantasını çaldın diye o kadın tarafından kovalanıyorsun."

Üzgün görünerek başını eğdi. Ancak konuşmadı. Tam o sırada çantamın içinde telefonum çalmaya başladı ve Galip'e yandan bir bakış atarak çantamı açıp içinden telefonumu çıkardım. Kardeşim Efe arıyordu.

"Efendim ikiz?"

"Gamze, Hazal'ı kreşten sen alabilir misin acaba? Biliyorum dünya kadar işin var ama Zeynep biraz rahatsız ben de onun yanındayım. Birlikte hastaneye gidiyoruz." Hazal onların kızıydı ve o kadar tatlıydı ki. Tıpkı anneleri gibi kızıl saçlıydı. Beş yaşında, akıllı bir çocuktu.

Panikle, "Neyi var?" diye sordum. Zeynep üç aylık hamileydi ve bu onların ikinci çocukları olacaktı. Bu çok güzel bir haberdi evet ama..

"Sanırım midesini bozmuş. Doktora gidiyoruz ancak Hazal'ı kreşten alabilecek kimse yok. Herkes meşgul. Onu sen alabilir misin?"

Bu yapmadığı şey değildi. "Tabiki alırım. Hastaneye gidince beni arayın."

"Tamam. Hazal'ın çıkmasına yarım saat var. Ben öğretmenini arayıp durumu anlatıyorum."

"Tamam."

Telefonu kapattım ve Galip'e baktım. Acilen gitmem gerekiyordu ama onu da bırakmak istemiyordum. Onunla konuşmam gerekiyordu. "Seninle bir anlaşma yapalım,"dedim onun kolunu bırakarak. Masanın üzerinde duran parayı işaret ettim. "O parayı alabilirsin. Gitmene de izin vereceğim. Ama yarın çantamı çaldığın yere gelecek ve beni ziyaret edeceksin. Biz de seninle biraz konuşacağız. Olur mu?"

Galip emin değil gibiydi. Büyük ihtimalle benden kurtulur kurtulmaz gidecekti. Ve bir daha karşıma çıkmayacaktı.

"Benden korkmana gerek yok,"diyerek telkin ettim onu. "Hatta yarın gelirsen seninle büyük bir pastayı paylaşabiliriz. Çok güzel yemekler yiyebiliriz. Ne diyorsun?"

Gözlerinin ışıldadığını görebiliyordum. Kabul edecekti.

Hafifçe başını salladığında sevinçle ona sarılmak istedim ama kendimi tuttum. Sadece yanımdan ayrıldığında fikrini değiştirmemesini umdum. "O zaman yarın görüşüyoruz? Yine bu saatlerde gelebilirsin. Öğleden sonra bir, iki gibi? Ne dersin?"

Başını salladı ve masada duran paraya baktı. Gülümseyerek ona parayı uzattım ve cüzdanımı açıp içinden bir yüzlük daha çıkardım. Ancak başını iki yana salladı. "Ona ihtiyacım yok."

"Neden?"

"Sadece iki yüz tl." Çekingen bir şekilde gözlerini kaçırdı.

Üzerine gitmedim. "Peki o zaman." Parayı çantama koydum. "Benim şimdi gitmem gerekiyor. Yeğenimi kreşten almam lazım. O zaman yarın görüşüyoruz?"

Çocuk başını salladı ve ben ayağa kalkınca o da kalktı. Gözüm cafede yemek yiyen insanlara takıldı.

Galip'e, "Aç mısın?" diye sordum.

Başını iki yana salladı ama midesi bana cevap verir gibi guruldayınca onun elinden tutup cafeden içeriye soktum. Üstü başı kir içindeydi ama önemli değildi. Garsonlardan birisinin dikkatini çektiğimizde, "Bu çocuğun karnı aç."diye mırıldandım. "Onun karnının doymasını istiyorum. Ne yemek istiyorsa getirin. Ücretini kasaya bırakacağım."

Garson kızın yüzünde anlayışlı bir ifade görünce rahatladım. Ben buradan ayrılır ayrılmaz onu kapı dışarı etmeyeceklerini bilmek iyiydi.

"Galip, bu ablan seninle ilgilenecek. Açık büfeye gidip ne istiyorsan sipariş edebilirsin. Tamam mı?"

O kadar masum ve çekingen görünüyordu ki cadde boyunca beni tazı gibi koşturanın bu çocuk olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum. Garson onunla ilgileneceğini söyledi ve bende onun eline iki yüzlük banknot bıraktım. Ona iyi bakılmasını ve yanında götürebileceği bir paket de yapılmasını söyledim. Sonra Galip'e göz kırptım. O da bana küçük bir gülümseme sundu ve kafeden çıktım.

Buradan Moda Ev'ine kadar tekrar koşacak gücü kendimde bulamıyordum. Ama acilen arabama ulaşıp Hazal'ı almaya gitmem gerekiyordu ve en önemlisi de trafik yavaş yavaş açılmaya başlamıştı. Bir taksi çevirip buradan direkt kreşe gitmeyi düşündüm ve kaldırıma yürüdüm. İnsanların otobüs beklediği yere geldim ve şansıma boş bir taksi bulabilmeyi ümit ettim.

Beş dakika sonra kırmızı ışıkların başında bir taksi görünce ona el salladım ancak caddenin ortasından geldiği için durmayacağını anladım. Benim olduğum tarafa yanaşması için üç şerit geçmesi gerekiyordu ve sollama yapamayacağı araçlar vardı.

Hayal kırıklığı ile arabaların yoğunluğuna baktım. Caddeye atlayabilir miydim?

Ara sokaktan bir otobüs çıkıp tam önümde durunca vazgaçtim. Durak o kadar kalabalıktı ki taksinin beni görmeyeceğini düşünerek otobüsün önünden dolandım elimi uzatarak yola çıktım.

Ve bir arabaya çarptım.

Darbeyi önce sol tarafımda hissettim ve kendimi birden arabanın kaputunun üzerinde buldum. Kısa bir an için sürücü koltuğunda oturan şoförle göz göze geldim. Kim olduğuna bakamadan araba ani bir frenle durunca arabanın üzerinden sıyrılarak bükülü bacağımın üzerine düştüm. Acıyla şok geçirerek başımı yere çarptım ve dünyam bir anda karardı.

Harika. Tam da buna ihtiyacım vardı.

Ayak bileğimde keskin bir ağrı hissediyordum. Sol tarafım sızlıyor ve başım da ağrıyordu. Ölüp ölmediğimi düşünürken başıma kalabalığın toplandığını hissetmeden önce arabanın kapısının açıldığını ve sertçe kapandığını duydum. Göz ucuyla asfaltta çantamın bir yana, spor ayakkabımın bir yana gittiğini gördüm. O ayakkabı ayağımdan nasıl çıkmıştı hiçbir fikrim yoktu.

Birinin bana seslendiğini duydum. Gözlerimi kırpıştırarak sese doğru döndüm.

"Hanımefendi? İyi misiniz?"

Görüntüm net değildi o yüzden ilk başta bulanık bir silüet gördüm. Üzerime doğru eğilmişti. Hoş bir koku yayıyordu ve onun koluma ve çeneme dokunduğunu hissedebiliyordum. Gözlerimi kırpıştırmaya devam ederek görüntümü netleştirmeye çalıştım.

Birinin, "Ambulansı arayın!" diye bağırdığını duydum. Kalabalık ve sesler o kadar karmaşıktı ki kaldıramadım.

"Sessizlik,"diye fısıldadım.

Üzerimdeki yabancı biraz daha eğildi ve, "Ne dedin?" diye sordu.

Ona, "Sessizlik.."diye tekrar ettim. Ve adamın kalabalığı dağıtışını, herkese sessiz olmasını söylemesini dinledim. Bu kadar kolaysa başka şeyler de isteyebilirdim. Ama ne?

"İyi misiniz? Bir yeriniz ağrıyor mu?" Yabancı tekrar geri gelmişti.

Ona, "Her yerim.."diye cevap verdim. Görüntüm hala bulanıktı. "Sana mı çarptım?" Kafa karışıklığıyla elimi başıma götürmeye kalktım ancak elimi tuttu. "Hareket etmeyin lütfen." Boğuk sesinin titreşimini ve bileğime dokunan elinin sıcaklığını hissettim. "Hayır, ben size çarptım. Birden otobüsün önünden çıktınız ve-"

"Evet.."diyerek sözünü kestim. Görüntüm hala netleşmediği için panikleyerek, "Kör mü oluyorum?" diye sordum. "Net göremiyorum."

"Beyin sarsıntısı geçirmiş olmalısınız. Lütfen kendinizi zorlamayın. Ambulans geldiğinde sizi hastaneye götürecekler."

Başka bir sesin, "Devrim?" diye seslendiğini duydum. İnce, tiz bir sesti ama güçlüydü. Ve kesinlikle çok hoş bir kadın sesiydi. "Durumu nasıl?"

"İyi görünüyor gibi..bilemiyorum. Kahretsin! Önüme birden çıkmasaydı-"

"Neyseki hızlı gitmiyorduk," dedi o kadın sesi ve yanımda bir bulanık sliüet daha belirdi. Muhtemelen bu oydu. "İsminiz nedir hanımefendi?"

"Gamze.."diye cevap verdim. "İsmim Gamze."

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"diye sordu.

"Kötü,"dedim. "Her tarafım ağrıyor. Ve net göremiyorum."

Hoş bir boğukluğa sahip sesi olan adamın konuştuğunu duydum. "Düzelecektir."

Öyle olmasını umuyordum.

Beş dakika boyunca bekledikten sonra yavaş yavaş gözlerimin netleştiğini hissettim. Mavi gökyüzünü tam olarak görebildiğimde bütün acımı unuttum ve sevinçle gülümsedim.

"Görebiliyor musunuz?" diyen kadın sesine döndüm. Çok hoş, sarışın bir kadındı ve endişeli görünüyordu. En fazla yirmilerinin sonunda olmalıydı. Üzerinde kırmızı bir pullu tişört ve pantolon vardı. Çok güzel görünüyordu.

Başımı sallayarak, "Evet." dedim. "Görebiliyorum."

Ve sonra ayakta dikilen adama başımı çevirdim. Uzun, oldukça uzun boyluydu. Siyah bir kot pantolon üzerine koyu lacivert bir gömlek giymişti ve bileklerini kıvırmıştı. Atletik bir vücuda sahipti ve o derin koyu bakışlarını bana çevirmişti.

Yabancıların bu gibi durumlarda söylediği meşhur bir kelime vardı: "Tanrım!"

Ama ben, "Aman Allah'ım!" demeyi tercih ediyordum. Sessizce küfür ettim ve ona bakarken gözlerimi kırpıştırdım. Koyu kumral saçlara sahip, buğday tenli bir adamdı. Yakışıklıydı. Çok yakışıklıydı. Gözlerinin rengini seçemiyordum ama büyük ihtimalle kahverengiydi.

İç çektim.

Bana olan bakışlarında hiçbir ifade yoktu. Dümdüz, kalıp gibi adamdı. Yüzü bir heykelle yontulmuş kadar ifadesizdi. Konuştuğunda bana bir robotu anımsattı.

"İyi misiniz?"
Nazik gibiydi ama içimden bir ses onun mecburen naziklik gösterdiğini söylüyordu. Sert, aşılmaz birisine benziyordu. Ne şahane.
Tam bir zor erkek tip modeliydi. Kesinlikle uzak durduğum tipler.

"İyi değilim. Kötüyüm. Her tarafım ağrıyor." Sızlanarak başımı çevirmeye çalıştım ama sert bir sesle, "Hareket etme!" diye komut verdiğini duyunca gözlerimi ona çevirdim. Çenesi seğiriyordu. Böyle başımda kule gibi dikilmeye ve bana neyi yapıp neyi yapmayacağımı söylemeye devam ederse onu bana çarptığı için dava edebilirdim. Sinir bozucu bir havası vardı.

İnadına başımı hareket ettirerek doğrulmaya çalıştım ve kaburgalarımda bir ağrı hissedince tekrar uzandım. Yanımda hala eğilmiş olan kadın, yumuşak bir sesle, "Lütfen hareket etme." dedi ve ben de iğneleyici bir bakışla adama baktım. Gördün mü, GAYET kibar bir dille rica edebilirdin?

Adam bakışlarını benden uzağa çevirdi ve elini kot pantolonunun cebine atarak telefonunu çıkardı.

Yanımdaki kadın, "Sen ona bakma."dedi. "Ambulans gelene kadar mümkün olduğunca hareket etmemeye çalış. Bir yerine zarar gelsin istemem."

Öyle de yaptım. Ancak aklıma Hazal gelince panikle, "Lütfen çantamı verebilir misiniz birisini aramam lazım." diye rica ettim. Kadın benden uzağa fırlayan çantamı ve ayakkabımı aldı. Kalabalık gittikçe artarken çantamın içinden telefonumu çıkarıp bana verdi. Ona teşekkür ettim. Ayakkabımı alıp ayağıma giydirince şaşırdım ve minnetle bir kez daha teşekkür ettim. Aileden kimseyi endişelendirmemek için Neşe'yi aradım.

Neşe üçünçü çalışta açtı. "Çalıştığımı bilmiyor musun şekerim?"

"Kaza geçirdim,"diye cevap verdim. "Ambulans bekliyorum ve kreşe gidemeyecek durumdayım. Hazal'ı benim yerime sen alabilir misin?"

Telefonun ucunda panik, telaş ve sorularla dolu ses bir an için o kadar fazla geldi ki telefonu kapatmayı düşündüm ama onu merakta bırakamazdım.

"Kendimi bir arabanın önüne attım,"diye dalga geçtim. "Biliyorsun evde kalmış bekar sendromu yaşıyorum ya? Bunun bir çözüm olacağını düşünmüştüm ama kendimi yaralamakla kaldım."

Beni dinleyen insanların hayretle bana baktıklarını gördüm. Özellikle adam inanılmaz bir bıkkınlıkla beni izlerken ona kaşlarımı çattım.

Neşe, "Palavra!" diye çıkıştı ve "İyi misin?" diye ekledi hemen ardından. "Hazal'ı merak etme onu ben alırım. Ailene haber vermemi ister misin?"

"Bunu yapar mısın?" diye sordum minnetle. "Gerçekten şuan hiçbirine bir şey anlatacak durumda değilim. Civardaki hastaneye gidiyorum. Hazal'ı aldıktan sonra onu eve bırak ve anneme olabildiğince sakin bir şekilde durumu anlat."

"Tamam. Peki iyi misin?"

Gözlerimi devirdim. Ve arkadaşımı endişelendirdiğim için üzüldüm. "Daha iyi günlerim olmuştu." Ambulansın sesini duyunca, "Kapatmam lazım Neşe. Sonra görüşürüz."dedim ve kapattım.

Telefonumu çantama koydum. Bana bakan kadına, "Kötü bir gün geçiriyorum."diye fısıldadım. "Bugün yataktan solumdan kalktım. Başıma bir şey geleceğini biliyordum. Çocuğun biri de çantamı çalmaya kalktı. Peşisıra bir kilometre koştum. Kesinlikle kötü bir gün.."

Kadın bana gülümserken, "Seni gördüm."dedi. "Trafik yoğun olduğu için arabada bekliyorduk. Çocukla ilgilendiğini ve onu kafeye götürdüğünü gördüm. Kimse senin durumunda öyle davranmazdı."

Arabaların orada dururken içindeki insanların beni izlediğini biliyordum. Bundan hiç hoşlanmamıştım.

"Beni koşturdu ama ona kıyamadım. Yardıma ihtiyacı varmış gibiydi."

Ambulans nihayet geldi ve sinir bozucu adam kalabalığın açılmasını söyledi. Sağlık görevlileri rutin kontrollerden sonra bir boyunluk geçirdiler ve sedyeye yatırdılar. Eteğimin ne durumda olduğunu bilmek bile istemiyordum. Şalı iyi ki bağlamıştım. Ambulansa bindirildim ve kadının adama, "Devrim, ben onunla gidiyorum. Sen bizi arabayla takip et."dediğini duydum.

"Buna gerek yok,"diye bağırmayı başardım. "Ben iyiyim. Sizden şikayetçi olmayacağım."

Kadın arabaya binerken bana gülümsedi ve adam ise sadece baktı. Kapılar kapanana kadar dikkatle bana baktı ve sonra kapılar kapandı. İç çektim. Gerçekten kötü bir gün geçiriyordum.

"Seni merak ederim." dedi. "Bizden şikayetçi olsan da sorun olmazdı."

Ne kadar da iyiydi.

Ancak her tarafım ağrıyordu. Bugün bir an önce bitebilir miydi?

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu