Peri ve Kuzgun - 8. Bölüm




8. Bölüm - Figüran

Trafik yavaş yavaş açılmaya başladığında arabadaki sessizlik yüzünden orta yerimden çatlayacaktım. Hastaneye neden gittiğimi bile sormamıştı çünkü ilgilenmiyordu. İlgilenmesini beklemiyordum, ondan bir şeyler beklemeyi çoktan bırakmıştım. Beni tanımıyordu ve benimle değil konuşmak, vakit geçirmekten bile hoşlanmadığına emindim çünkü bunu hareketlerinde oldukça belli ediyordu.

İç çekerek, "Radyoyu açabilir miyiz?" diye sordum.

Müzik dinlemeyi severdim, sözlerinden çok melodileri beni etkilerdi ve şu an sessizliği bir bıçak gibi kesecek bir müziğe ihtiyacım vardı.

Devrim konuşmadan elini radyonun olması gereken yere uzattı ve küçük bir düğmeye bastığı anda gizli radyo ortaya çıktı. Parmakları radyo kanallarının üzerinde gezinirken, sabırsızlıkla onu bekledim.

Sonunda bir kanalda durdu ve Aşkın Nur Yengi'nin müziği arabadaki sessizliği doldurmaya başladı. Bu şarkıyı severdim.

Karanlığın içinde yandı göz bebeklerim..

İlk önce gözlerini gördüm..

Ilık rüzgarlar misali sesin değdi tenime..

Belki bin defa yanıp yanıp söndüm..

Bir yanda sen bir yanda tövbeler ..

Bir yanım karşı koyar bir yanım ister..

Serserim benim deli dolu sevgilim ..

Kor gibi sıcak yada sular gibi serin ..

Gelme uzak dur korkuyorum çok..

Çılgınlık bu halim yok ..

İlk nakarattan sonra uzandı ve radyoyu kapattı. Müzik biraz olsun beni sakinleştirmişti ve kendimi sözcüklerin anlamını düşünmeye iterken, müzik birden başladığı gibi kesilmişti. Dönüp ona baktığımda ifadesiz bir yüzle arabayı kullanmaya devam ettiğini gördüm. Radyoyu neden kapattığının açıklamasını bile yapmıyordu.

"Müziği neden kapattın?"

"Dikkatimi dağıtıyordu."

Dişlerimi sıktım. "O zaman hiç açmasaydın."

"Sonra da beni isteğini reddettiğim için kabalıkla suçlardın öyle değil mi?" Dudakları alayla kıvrılmıştı.

Koltukta ona doğru vücudumu çevirdim ve gözlerimi kıstım. "Şu an kaba davrandığınızı düşünmüyorsun yani?"

Hiçbir tepki vermedi. Arabayı sürmeye devam etti. Gözlerimi ona dikmiş, başımı çevirmeden inatla bakıyor olduğum halde bir kez olsun dönüp bakmadı. Çılgınlık bu diye düşündüm Aşkın Nur Yengi'nin şarkıda da söylediği gibi. Çılgınlıktı bu. Başka bir açıklaması olamazdı. Neyse ki hastaneye az bir süre kalmıştı. Trafik artık kolaylıkla ilerliyordu ve yağmur şiddetini durdursa da hafif hafif yağmaya devam ediyordu.

Aradan beş dakika geçmişti ki, başını çevirdi ve göz göze geldik. Onun inadını kırmak için gözlerimi üzerinden ayırmıyordum. İnsanlar, birilerinin gözlerini dikerek kendilerine bakmalarını istemezdi. Rahatsız olurlardı. Ama bu adam sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu. Eğer o bana böyle dakikalarca gözünü bile kırpmadan baksaydı muhtemelen kaza yapardım. Ama o hiç etkilenmemiş bir şekilde yolla ilgileniyordu.

Nihayet başını çevirdiğinde ve gözlerime baktığında, bakışlarının ok gibi içime saplandığını hissettim.

"Galip iyi mi?"

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Sonra başımı salladım. "Evet. İyi. Okula da başladı ve mutlu."

Verdiği tek tepki başını aşağı yukarı sallaması oldu. Ona doğru dönmüş olmamla ilgilenmiyordu. Ona gözümü kırpmadan bakmamla da ilgilenmiyordu. Hiçbir şekilde umurunda değildi. O yüzden önüme döndüm ve ben de sessiz kalabilmeyi denedim. Bana göre olmamasına rağmen denedim.

Bölge hastanesine nihayet geldiğimizde arabayı otoparka yönlendireceğini anladığımda itiraz ettim. "Burada inebilirim. Gelmene gerek yok."

"Kardeşin-"

Evet. Tabi. Kardeşim gelene kadar benimle bekleyeceğini söyleyecekti. Gerek yoktu.

"İyi geceler Devrim Bey. Bıraktığınız için teşekkürler."

Konuşmasına fırsat vermeden çantamı aldım ve arabasından inerek kapıyı kapattım. Sırılsıklamdım, üşüyordum ve titriyordum. Ancak bütün bunlar ona karşı hissettiğim kızgınlığı bastıramıyordu. Kızgınlık hepsinden üstün geliyordu. Bir yetişkin gibi davranması gerektiğini bilmesine rağmen, hayır, davranmıyordu.

Karşıya geçip arkama bakmadan hastaneye girdim.

Onun hakkında hiçbir şey düşünmek istemiyordum.

*

Gecenin ikisi olduğunda nihayet yatağıma girdim ve tatlı bir yorgunlukla gözlerimi kapattım. Yarın bütün gün uyumayı kafama koyarak yorgana sıkı sıkı sarıldım. Her tarafım sızlıyordu. Özellikle ayaklarımın altı ve incittiğim bileğim kas gevşetici sürmeme neden olacak kadar acı veriyordu.

Neyse ki sonunda yatağıma kavuşmuştum. Yağmurun kokusu odadan içeriye girerken boğazımda hissettiğim hafif acıyla iç çektim.Hasta olmamak için şimdiden nane limon kaynatıp içmiştim ancak yarın eğer hasta olursam bunun önüne geçemeyeceğimi biliyordum.

Güzel şeyler düşünmeyi tercih ederek gözlerimi yumdum. Hastaneye girdikten sonra kaza yapan adamı bulmam biraz güç olmuştu ama hiç değilse sağlığı hakkında bir bilgi alabilmiştim. Ciddi bir durumu yoktu. İyileşecekti ve ailesine haber verilmişti. Ailesi gelene kadar orada bekledim ve sonrasında Güney ile birlikte hastaneden ayrılıp eve geldim.

Son zamanlarda her günümün ağır bir şekilde geçtiğini düşünmeden edemiyordum. Fiziksel olarak olmasa da duygusal olarak ağır bir yoğunluk duyuyordum. Galip ile tanışmam ve sonrasında hayatıma giren o duygusuz adam, ve bir de kaza yapan gelip arabama çarpan tır şoförü.

Bir aydır hazırlandığımız lansman ve sonrasındaki yoğun iş temposu da beni bitirmişti. Bir haftalık bir tatil kaçamağına ihtiyaç duyuyordum. İhtiyaçtan öte, bunu istiyordum. Ancak şu sıralar böyle bir lükse sahip değildim.

Telefonumu son bir kez kontrol ettikten sonra yastığımın kenarına bıraktım ve gözlerimi bir kez daha kapatıp kendimi bıraktım. Devrim'in hareketlerini detaylıca düşünemeyecek kadar bitkin bir haldeydim.

*

Ertesi günü beni yatağımdan bir vinçle kaldırmaları gerekti. Öyle ki yeğenlerim odama doluştuğunda onları duymazdan geldim ve arkamı dönüp uyumaya devam ettim. "Hala" ve "teyze" nidaları kulaklarımdan çok başımı rahatsız ettiği için başımı kaldırıp yastığın altına soktum. Bir vinç de gelse bu yataktan kalkmayı düşünmüyordum. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum ve lansman sonrası günü tatil ilan ettiğim için işe de gitmeyeceğim için mutluydum.

Yeğenlerim ısrarla uyanmam için yatağın kenarında, üzerinde tepinirken, "Gidin başımdan."diye sızlandım. "Anne babalarınız nerede sizin?"

"Kahvaltı yapıyoruz teyze," Nisan'ın gülümseyen sesini duydum. "Annem seni geç kaldırmamızı istedi ama kahvaltıdan sonra hep birlikte gezmeye gideceğimiz için senin erken kalkmanı istedik."

Muhtemelen çocukları gezdirmeye çıkacaklardı. Soğuk hava onlar için dert değildi ancak benim için tuvalete gitmek bile dertti. Kolaylıkla nefes alamadığımı hissediyor, boğazımdaki acının şiddetini arttırdığını fark ediyordum.

Üstelik her yerim sızlıyordu. Tenim iğne batıyormuş gibi karıncalanıyordu.

"Çocuklar. Lütfen odadan çıkabilir misiniz? Yorgunum ve uyumak istiyorum."

Mirza, "Ama-" diyecek oldu ancak başımı kaldırdım ve onlara baktım. Galip en arkalarında durmuş ellerini birbirine kavuşturmuş öylece olanları izliyordu.

Ona bakıp gülümsedim ve sonra bazen baş belası olabilen yeğenlerime döndüm. "Dün gece çok geç saatlerde yattım ve sanırım hasta olmak üzereyim. O yüzden hemen odadan çıkıyor ve aşağıya inip kahvaltılarınızı yapıyorsunuz. İtiraz istemiyorum. Hemen."

Mızmızlanarak kapının yolunu tuttuklarında Galip'e seslendim.

Yeğenlerim de Galip ile birlikte durunca onlara ciddi bir bakış attım ve oflayıp puflayarak odadan çıkıp kapıyı kapattılar.

"Günaydın Galip."

"Günaydın Gamze abla." Çekingen bir şekilde gülümsedi. Ah bu çocuğu seviyordum.

"Nasılsın iyi misin?"

"İyiyim. Sen nasılsın?"

Hastaydım. Bitkindim. Yorgundum. Huysuz ve uykusuzdum. Ama sadece, "İyi gibiyim." diye mırıldandım. "Dün yağmurda ıslandım. Grip olacağım."

Gözlerini kırpıştırarak bana baktı ve hemen ardından, "Sana nane limon yapayım mı?" diye sordu.

"Nane limon yapmayı biliyor musun?"

Hevesle başını salladı. "Her gün annem iyileşsin diye yapıyordum. Annem ben hasta olduğumda bana yapardı,iyileşirdim."

Yüzümü acıyla buruşturmamak için kendimi zor tuttum çünkü boğazım zaten acıyorken bir de onun hayat hikayesinden kesitler dinlemek canımı daha da yakıyordu. Küçücük bir çocuğun yaşamak zorunda olduğu hayat, benim gibi rahat yaşayan insanların zoruna gidiyordu.

Hayat insanlara eşit kartlar dağıtmıyordu ve bunun adaletli olup olmadığını sorgulamaktan yorulmuştum.

"Teşekkür ederim," ona minnetle gülümsedim. "Ama ben biraz daha uyursam iyi hissedeceğim. Annemlere biraz rahatsız olduğumu söylersin olur mu? Ben daha sonra kahvaltı yapacağım."

Başını aşağı yukarı sallayınca, aklıma bunu yapan başka birisi geldi ve hemen o kişinin görüntüsünü zihnimden sildim. Galip odamdan çıktı ve ardından da kapıyı kapattı. Yakın zamanda iyi hissedemeyeceğimi bildiğimden kendimi uykuya gömdüm.

*

Uyandığımda neredeyse akşam oluyordu, ara sırada annemin beni kaldırıp bir şeyler yedirmeye çalıştığını hayal meyal hatırlıyordum. Kafam yerinde değildi herhalde çünkü son birkaç saat silik hatırlarla doluydu.

Burnum akıyor, boğazım acıyor başım ağrıdan çatlıyordu. Öyle çok ateşim vardı ki hastaneye götürülmek zorunda kaldım. O çok(!) sevdiğim iğnelerden yedikten sonra ateş düşürücü ve ağrı kesici birkaç ilaçla birlikte eve döndük. Vücudum tir tir titriyordu ve dünün aksine bugün hava güneşliydi.

Yeğenlerim benim için üzülüyordu. Galip de üzgündü ve beni üzen en çok şey de onu üzmüş olmamdı. Yeniden yatağıma kavuştuğumda yorganıma sarıldım ve beni teslim alan uykuya minnetle sığındım.

Uyandığımda sabah olmuştu ve kendimi biraz daha iyi hissetmekten çok uzaktım. Boğazım felaket acıyordu, bir kez daha ağır bir grip beni kapıda karşılamıştı. Ilık bir duş aldım ve sıcak havaya rağmen uzun kollu bir kazak ile pantolon giydim. Deri ceketimi de giydikten sonra çantamı hazırladım ve aynanın karşısına geçtim. Hastalıktan dolayı yüzüm yarı kırmızı yarı beyazdı ve gözaltlarımda morluklar oluşmuştu. Dudaklarım kurumuş ve çatlamıştı. Ağzımın hiç de iyi kokmadığını biliyordum.

Elimi yüzümü iyice yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım ve saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra boynuma bir atkı geçirip mutfağa indim.

Galip'in okula gittiğini öğrenince onu bu sabah göremediğim için üzülerek annemin sabah kahvaltısı için hazırladığı mini böreklerden iki tane alıp evden çıktım. Arkamdan kahvaltı yapmam için bağırsa da umursamadım. Moda evinde bir şeyler atıştıracağımı söyleyerek evdeki yedek arabalardan birisini aldım ve moda evine geçtim.

Kazaya kurban giden arabamın artık bir işe yarayamayacağını bilmek üzücüydü fakat dünyanın sonu değildi. Zenginliğin böyle rahat tarafları da oluyordu. Hiç hoş hissettirmese de.

Hayat adaletli değildi.

*

İKİ HAFTA SONRA

Kuzgun soyadıyla büyüyen oteller zincirine on yıldızlı bir otel daha eklenmişti. Nihayet bütün hazırlıkların tamamlandığı bu süreçte Devrim, gergin bir şekilde asistanı ile birlikte otelin açılışından sonra düzenlenecek kimsesiz çocuklara yardım kampanyası için hazırlayacakları gösteride neler yapılması gerektiğinden konuşuyorlardı. Farklı ülkelerin önemli klasik müzik sanatçılarından ve özel balerin gösterisinden, gözde olarak bir tango dansından öte, başka organizasyonların da olması gerektiğini düşünen asistanı Zahide, Devrim'in düşünemeyeceği birçok şeyi önüne koyuyordu. Oldukça renkli bir gece olacaktı. Bütün davetlilerin iyi bir vakit geçirmesi, ve ceplerini açacak kadar keyiflendirilmeleri gerekiyordu.

Genç adam bağışlara katkı yapan çoğu kişiden biriydi ancak bir bağış oluşturan tarafta ilk kez bulunuyordu. Dolayısı ile biraz da gergindi. Galip ona bir fikir vermiş ve güçlü iş dünyası ile olan bağlantısını kullanarak kimsesiz çocuklar için bir yardım kampanyası başlatmak istemişti.

Muhtemelen Gamze bunu duysa çok sevinirdi.

Bir yanı bu fikirden ona bahsetmek istemişti ama diğer yanı ise onunla iletişim kurmaktan kaçınmıştı. İki hafta önce onu hastaneye bıraktığı günden beri ne görmüş ne de ilgilenmişti. Ablası Armağan sürekli ondan bahsediyordu ve bu iki hafta içinde de onunla üç kere görüşmüştü.

En son onun çok kötü grip olduğunu duymuştu. O gecenin ardından böyle bir şey olması çok normaldi. Üzerindeki iki parça elbiseyi çıkarmadan yağmurun altına girecek kadar cesaretliydi. Ancak bu hareket Devrim'e göre aptallıkla sınırlandırılabilirdi. Ablası ne zaman onunla buluşsa, o günün devamında neşeli bir ruh halinde oluyordu. Gamze'nin ona iyi geldiği kesindi. Ancak sinir bozucu olan şey, Armağan'ın eve gelir gelmez ondan bahsetmeye başlamasıydı.

Gerçekten de sinir bozucuydu. Ablasının ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Bu yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan bir alışkanlık haline geliyordu. Devrim'in aşık olacağını düşünüyordu. Bir kadına bağlanacağını ve bir yuva kuracağını zannediyordu. Bundan daha fazla yanılıyor olamazdı. Üstelik böyle bir karar alsa bile -ki bu imkansızdı- evleneceği kadın Gamze olmazdı.

Devrim, içindeki aşık olma dürtüsünün yok olduğunu biliyordu. Nasıl sevme dürtüsü yok olmuşsa ve ablasından başka kimseyi sevemiyorsa, bunun bir lanet olduğunun farkına varacak kadar akıllıydı. Ablasına olan sevgisi de eskiden beri devam eden bir şey olduğu için hala sürüyordu. Devrim sevemezdi. Taş kalbinde en ufak bir ihtimal dahi yoktu.

Düşünürdü. İlgilenirdi. Her adam gibi bir kadının ihtiyaçlarını bilirdi. Arabasının kapısını açma, sandalyesini otururken çekme, ona güzel olduğunu söyleme ve buna benzer birçok ihtiyaçtan haberdardı. Ancak kadınlar küçücük bir hareketin büyük anlamlar taşıdığına inanıyorlardı ve Devrim o yüzden o küçük hareketlerden özellikle kaçınıyordu. Bu onu kaba mı yapıyordu? Önemli değildi. Çoğu kadına kibar davranır, nezaketle yaklaşmaya çalışır ve ancak üç cümlelik bir diyalog kurardı. Konuşmaktan hoşlanmıyordu. O daha çok zihninde konuşuyordu. Zihninde tartışıyordu ve zihninde ölçüp biçiyordu. Sesi dışarı vurmak ona göre gereksizdi ancak insanlar konuşmaya ihtiyaç duyduklarından Devrim de buna ayak uydurmak zorundaydı.

Birkaç önemli ve gösteriden sonra, asistanı Zahide ona derin bir bakış attı.

Devrim bu bakışın ne anlama geldiğini biliyordu. Ona hiç hoşlanmayacağı bir şey söyleyecekti.

"Evet?"

"Bu bağış gecesinin çok özel olmasını istiyoruz değil mi?"

Devrim başını yana yatırdı ve hafifçe onayladı.

"Peki otel sahibinin gösterilerden birinde olması, bu bağış gecesini gerçekten de özel yapmaz mı?"

Genç adamın gözleri kısıldı. "Açıkla."

Zahide oturduğu yerde dikleşti ve boğazını temizledi. "Diyorum ki.. mesela, tango.. siz çok iyi tango biliyorsunuz diye biliyorum ve.. düşündüm ki..bu tangoyu özel bir dansçının yerine siz yapsanız? Size özel bir dansçı partner buluruz ve-"

"Hayır." Cevap bir bıçak kadar keskindi.

Zahide hemen itiraza girişti. "Ama Devrim Bey. Biliyorum bu büyük bir sorumluluk fakat oluşturacağı yankıyı düşünsenize. Sırf sizi izlemek için bile gelecekler. Merak edecekler. Eğer hedeflediğimizden daha çok bağış toplarsak, daha çok çocuğun hayatına el atmış oluruz. Haksız mıyım?"

"Bu konu tartışmaya açık bile değil Zahide. Son programı hazırla ve bana bildir. Şimdi çıkabilirsin."

Çenesi kasılmıştı. Devrim dans etmeyi biliyordu, evet, bunu bir ara denemişti ama bu çok uzun zaman önceydi. Tango çok şehvetli bir danstı ve bir kadınla o denli yakın olmak istemiyordu. Sahneye çıktığı anda buzdan bir kütle gibi kadını sarar ve dondururdu. Bütün bu şeylere gerek yoktu.

"Bunu yaptığım için bana çok kızacaksınız."

Devrim aniden başını kaldırdı ve ona baktı. "Ne demek istiyorsun?"

"Şey, bu durumu ablanızla konuştum ve bana sizin bu dansı gerçekleştirebileceğinizi söyledi. Hatta aklında çok iyi bir partner de varmış. Sadece sizin evet demeniz gerekiyor Devrim Bey. Ve birkaç kez prova yaparak bağış gecesine hazırlanacak, sonra da sadece üç dakikada bu işi bitireceksiniz."

Kahretsin.

Devrim gözlerini kısarak, "Ablamın aklında çok iyi bir partner mi varmış?" diye homurdandı. "Umurumda değil fakat meraktan soruyorum, bu kadının isminin Gamze olma ihtimali ne kadar yüksek?"

Zahide'nin gözleri muzip bir gülümseme ile parladığında Devrim içinden küfür etti.

"Ah! Bildiniz. Evet Gamze. Gamze Aslan. Gamze Hanım bir dönem tango dersi almış. Armağan Hanım ona bağış gecesinde sahnede sergilenecek olan tango gösterisinden bahsetmiş ve bunun için çok iyi tango bilen birisine ihtiyaç duyduklarını söylemiş."

Devrim dişlerini sıkarak konuştu. "Yani, bu bağış gecesinden Gamze Hanım'ın da haberi var?"

"Ah evet. Hatta benimle iletişime geçti ve eğer yardım edebilecek bir şey varsa edebileceğini söyledi. Elli kişilik bir müşteri listesini bana mail attı ve hepsine bağıştan bahsettiğini, hepsinin de o gece otelimize geleceğini söyleyerek konuk listesine eklememi rica etti."

Devrim çıldırmak üzereydi. "Ve benim bundan haberim yok. Neden?"

Zahide dudağını ısırdı. "Şey..Armağan Hanım müdahale edeceğinizi düşündü. O yüzden söylememi istemedi. Fakat elli kişilik bir davetli listesi çok güzel olacak. Bu daha fazla bağış demek. Eğer Gamze Hanım ile dans ederseniz ve-"

Devrim elini kaldırdı ve daha fazlasını duymak istemeyerek onu susturdu. "Telefon konuşması yapacağım. Dışarı çıkar mısın?"

Zahide irkilerek ayağa kalktı ve dosyalarını toparladıktan sonra Devrim'in odasından çıktı. Genç adam bir saniye bile beklemeden ablasını aradı.

Armağan sanki telefon başında bekliyormuş gibi ilk çalışta telefonu açtı.

"Yekta?"

O ismi duymak sinirlerini bozuyordu ancak bunu görmezden geldi.

"Bütün bu saçmalık da neyin nesi?" diye çıkıştı. "Neden o kadınla beni bir araya getirmek için bu kadar uğraşıyorsun?"

Kısa bir sessizliğin ardından Armağan, "O kadının bir adı var."dedi. "Ve adı Gamze."

Devrim çileden çıkmış gibi derin bir nefes aldı. "Abla. Ne yapmaya çalışıyorsun? Benim dans etmeyeceğimi çok iyi biliyorsun! Üstelik bir de o kadınla dans etmemi istiyorsun? Amacın ne senin?!"

"Amacım o bağış gecesinde yeteri kadar değil, dünya kadar para toplamak Devrim." Ah. Devrim olmuştu. " Kimsesiz çocuklar için dünya kadar para toplamak ve insanlar bağış için değilse bile sırf senin nasıl dans ettiğini görmek için o gece oraya ayak basacaklar. Ve Gamze de ünlü bir iş adamının kızı. Tanınan, bilinen bir moda kadını. Bu iki önemli insanın alt tarafı üç dakikalık bir dansta bir araya gelmesi bize çuvalla para kazandırabilir. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun? Galip gibi çaresiz birçok çocuk yeni yaşamlarına kavuşabilir, hayata tutunabilir ve günün birinde ailesi mahvolsa bile sokaklarda aç susuz kalarak hırsızlık yapmak zorunda kalmaz!"

Son cümlesi Devrim'in yüzüne bir tokat gibi indi. Genç adam sertçe yutkundu.

Telefonu ablasına bir şey söylemeden yüzüne kapattı ve avuçlarının arasında sıkarak hissettiği acıyı bastırmaya çalıştı. On beş yaşında ailesini kaybettiği zaman öyle bir kaybolmuştu ki, başına neler geldiğini hatırladıkça içi kararıyordu. Aç kalmamak için hırsızlık yapmıştı. Ablası bundan bahsederek onu üzmeye çalışmıyordu, bundan emindi ama genç adam kırılmıştı. Kalbi zaten kırıklarla doluydu. Ancak bu sefer farklı bir nedenden kırılmıştı. Ona verilen bir imkan olsaydı, hırsızlık ya da benzeri şeyler yapmazdı.

Gençliğini sokak aralarında geçirdiği için görmediği, tanık olmadığı pislik kalmamıştı. Çakal onu kanatlarının altına alana dek günlerce aç susuz gezdiği günleri bilirdi.

Yüreğinin sıkıştığını hissetti ve bu durumda binlerce çocuğun olduğunu biliyordu. Onlarla zamanında aynı sokağı, aynı soğuk kaldırımı paylaştığı olmuştu. O çocukların kalacak bir yerlere ihtiyacı vardı ve iş dünyasının zengin piçleri keyiflerine bakarken sokaklarda sürünen bu gençlerden habersizlerdi. Bu bağış, ablası Armağan'ın isteğiyle yapılan bağış olacaktı.

Devrim de bunu onaylamıştı ve yeni otelin böyle bir geceye ev sahipliği yapacak olması çok iyiydi. Zengin piçlerine paralarını doğru harcamaları için yol göstermiş olacaklardı.

Ve hiç hak vermek istemese de ablası haklıydı. Eğer Devrim otelin sahibi olarak bu geceyi düzenler ve gecenin en önemli gösterilerinden biri olacak tangoyu da yaparsa, çok büyük ilgi çekecekti. Çünkü en uzak bir iş adamı bile Devrim Kuzgun'un böyle şeylerle uğraşmayacağını bilirdi. Genç adam vakit nakittir mantığıyla gereksiz iletişimlerden kaçınır, onu sarmayan olaylardan olabildiğince uzak durur ve kesinlikle keskin zekasını konuşturan büyük başarılı adımlar dışında hiçbir sosyal yardımda bulunmazdı.

Bir partide dans edildiği görülmezdi. Kadınlara kur yaptığı bilinmezdi. Eğlendiği de şüpheliydi ve ablası şimdi ondan dans etmesini istiyordu. Üstelik Gamze ile. Gamze ondan hoşlanmıyordu bile. Aynı şekilde, Devrim de kadından pek hoşlanıyor sayılmazdı ve tango, kişisel, çok kişisel bir danstı. Aşırı samimiyet gerektiriyordu ve Allah bilir ablasının düzenleyeceği tangonun kareografileri nasıl olacaktı?

Gamze'yi kaç kere kucağına alacaktı? Kadının bacakları kendi bacaklarına kaç kere dolanacaktı? Onunla kaç kere göz göze gelmek zorunda kalacaklardı? Dudakları kaç kere buluşmanın eşiğine gelip sonra ayrılacaktı? Bütün bunlar Devrim'i geriyordu. Hem de çok geriyordu. Gamze yüzünden değil. Bir kadınla bu kadar samimi olmak zorunda kalması onu geriyordu. Gamze sadece bir figürandı o kadar.

Sadece, basit, önemsiz, geri planda kalan bir figürandı.

Daha fazlası değil.

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu