Peri ve Kuzgun - 4. Bölüm



4. Bölüm - İnatçı Pislik Herif

Ambulans Galip'in annesini alıp götürürken biz de taksiyle ambulansı takip ettik. Pembe hanım gözlerini açtığında durumu kısaca ona açıklamaya çalıştım. Evinde yabancı insanları gören kadının korkusu bütün yüzüne yansırken ben onunla konuşmaya çalıştıkça gözünün sürekli oğlunun üzerinde olduğunu fark etmiştim. Beni asıl yıkan sahne ise, Galip'in annesinin elini tutup "Artık iyi olacaksın anne."dediği andı.

Hayatta bir insanı belki de çok şey etkileyebilirdi ama hiçbiri bu kadar hissedilmezdi.

Taksi ile özel hastaneye doğru ilerlerken Galip'i annesinin iyi olacağına dair sözler veriyordum. Eğer çok kötü bir hastalığı varsa yenmesi için içimden de dua ediyordum.

Nihayet hastaneye ulaştığımızda arkadaşım Salih bizi kapıda karşıladı. Galip'in annesi içeriye götürülürken ben taksiden güçlükle indim ve koltuk değneklerime asılarak Galip'i izledim. Küçük çocuk taksiden indi ve çantamı eline alarak yanıma geldi.

Salih, "Ne olmuş sana böyle?" diye sordu.

Ona gülümsedim. "Bilirsin ben beladan uzak olsam da o beni hiç bırakmaz."

"Bilmez miyim?" Kaşlarını çattı. "Gerçekten ne oldu?"

"Yoldan geçen bir arabanın önüne attım kendimi. Arabanın geldiğini görmemiştim. Ayak bileğim burkuldu ve göğsüm nefes aldığımda bile acıyor."

Bir doktor edasıyla ayak bileğime bakarken,"Burkulduğuna emin misin?" diye sordu. "Çatlak da olabilir ki bu çatlak kırıktan bile kötüdür."

"Eminim. Doktorlar söyledi."

"Pekala. Seni görmek güzel." Kollarını açarak beni kucakladı. Koltuk değneklerimin izin verdiği kadarıyla ben de ona sarıldım. Ayrıldığımızda, "Bu küçük adamın adı ne?" diye sordu. Ona kısaca hikayeyi anlattığım için onu biliyordu.

"Galip."

Salip, Galip ile yüz yüze gelmek için çömeldi ve ona elini uzattı. "Merhaba küçük adam, benim ismim Salih."

Galip utangaç bir şekilde elini uzattı ve Salih'in bir doktorun ellerine benzeyen ellerini -ki o zaten bir doktordu- yumuşakça sıkıp bıraktı. Salih onun saçlarını karıştırdı ve gülümseyerek doğruldu.

"Hadi içeriye geçelim. Annenin tüm bir kontrolden geçmesi saatler alabilir. Sizin için bir yer ayarladım. Orada bekleyebilirsiniz."

Ona minnettar bir şekilde gülümsedim. "Çok teşekkür ederim Salih."

"Ne demek? Ancak bana hala birisini ayarlamadın. O yüzden seninle bozuşacağız ona göre."

Ona gözlerimi kısarak baktım. "Ayarladığım bütün arkadaşlarımı hep ektin. Hem de ilk randevularda."

Üzgünce omuz silkti. "Ne yapabilirim? Ben bir doktorum. Kendime ait özel bir zamanı çok nadir yakalıyorum."

"O zaman nasıl bir ilişki yürütmeyi düşünüyorsun?"

"Ben kim? Aşık olmak kim? İlişki yürütmek kim? Kendimi sevmeye vakit bulamıyorum, birisini seveceğim?" Gülümsedi. Ancak gülümsemesinde bir burukluk vardı. Onu tanırdım. "Sadece sana takılıyorum. Hadi gelin gidelim. Bu küçük genç adam annesini nereye götürdüğümüzü merak ediyor olmalı."

Birlikte içeriye girdik ve Salih'ten öğrendiğim kadarıyla annesi kontroller için hazırlanıyordu. Kan örneği alınmış hemen tahlile verilmişti. Onun iyi olmasını dileyerek Salih'in bizim için ayırdığı odada Galip ile saatlerce bekledik.

Galip için izleyebileceği çizgi filmler vardı ancak ben nasıl oyalanacağımı bilemiyordum. Ailemi arayarak onlara durumu kısaca anlattım ve eve Galip'i getirebileceğimi söyledim. Tereddütsüz kabul ettiler. Annenin sağlığı için ellerinden geleni yapmaya hazırdılar. Ailemi seviyordum. Onları çok seviyordum. Genellikle beni deli ederlerdi ama her birimiz arasındaki bağ o kadar güçlüydü ki genellikle umursamazdım.

Neredeyse akşam olacak iken Salih elinde bir takım dosyalarla çıkageldi. Beni dışarıya çağırdı. Galip'e hemen geleceğimi söyleyerek dışarıya çıktım.

"Ne oldu?"

"Sanırım annenin durumu kötü."

Korkuyla soruyorum. "Ne kadar kötü?"

"Akciğer kanseri Gamze." Yüzünü buruşturdu. "Henüz kesin bir tanı koymak mümkün değil." Duraksayarak derin bir nefes aldı. "Aslında..Pembe hanım için bütün kontrollerin en hızlı bir şekilde yapılmasını istedim, bu yüzden doktor arkadaşlarımdan rica ettim. Anne üçüncü evrenin başlangıcında. Ciğerden örneklemeler alındıktan sonra nasıl bir tedavi uygulayacakları belli olacak. Ancak annenin hastanede kalması gerekiyor. Bahsettiğin o eve geri dönemez. Burada ona çok iyi bakılacak söz veriyorum."

Akciğer kanseri.

Beynimden vurulmuşa dönüyorum.

Bu kadar kötü olmasını beklemediğim için şaşkınlığımı gizleyemeden ellerimi yüzüme koyup kalbime çöreklenen sıkıntıyla baş başa kaldım. Birkaç dakika, yalnızca birkaç dakikaya ihtiyacım vardı.

Galip. Bunu ona nasıl anlatacaktım? Ona nasıl söyleyecektim?

"Bana onun iyileşeceğini söyle,"diye mırıldandım Salih'e bakarken. "Bana onun iyi olacağını söyle. Ne olursa olsun. O kadının iyileşmesini istiyorum Salih. Para önemli değil, eğer yurtdışına gönderilirse gönderelim. Her şeyi-"

"Sakin ol,"diyerek kolumu tuttu. Koltuk değneklerim az önce ellerimi yüzüme koyduğum için yere düşmüştü. Salih onları alarak beni kolumdan tutup koridordaki bir koltuğa oturttu. "Ayağının üzerine basmamalısın Gamze. Merak etme. Pembe Hanım iyi olacak. Onunla ilgileneceğiz."

Evet, biliyordum ama yine de akciğer kanseri beni korkutuyordu. Kanserin ismi bile tüylerimin diken diken olmasına yetmişti.

"Galip'e her şeyin iyi olacağına dair bir söz verdim Salih. O sözü tutmak istiyorum. Bu çocuk annesini kaybetmeyecek. Bu travmayı atlatamaz."

"Merak etme Gamze. Elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Annesine yaşamak için bir umut vereceğiz. Onlar için yardım ediyorsun. Annesi onları bekleyen yeni hayatın farkında. Bu yüzden savaşacaktır. Eminim."

"Şimdi nerede?" diye sordum gözlerimin dolduğunu hissediyordum.

"Temizlenmesi için hemşireler onu aldılar. Sanırım uzun zamandır banyo yapmıyordu."

Yaşamak zorunda kaldıkları hayat yüzünden kalbim kırılıyordu. "Ne kadar kötü bir hayatları var görüyorsun değil mi?"

Salih sessizce yanımda oturdu.

Birkaç dakika sonra Salih'in bizim için ayarladığı odanın kapısı açıldı ve Galip çekingen gözlerle koridora baktı. Bizi gördüğünde yüzünün rahatladığını gördüm. Koltuk değneklerime asılarak ayağa kalkmaya çalıştım ama ben kalkamadan o hızla yanıma geldi.

"Annem nasılmış Gamze abla?"

Gülümsemeye çalıştım. "İyi olacak ama şöyle bir durum var. Doktor abilerimiz annenin tam olarak iyileşmesi için onun hastanede kalmasının daha iyi olacağını söylüyor. Ona burada çok iyi bakacaklarmış."

Galip anlamamış gibi görünüyordu.

Onun bana inandığını bildiğim için onu ikna etmek de benden geçiyordu. "Burada annene çok iyi bakacaklar. Şuan annen banyo yapıyor. Yemeklerini verecekler ve artık öksürdüğünde onu iyileştirecekler. Beni anlıyorsun değil mi?"

Galip başını aşağı yukarı salladı. "Peki ben de annemin yanında kalabilecek miyim?"

Bu konunun onun için önemli olduğunu bildiğimden, "Annen hasta,"diyerek açıklamaya çalıştım. "Yani iyileşmek için burada kalacak. Biz hasta olmadığımız için burada kalamıyoruz ama sana söz veriyorum anneni sık sık ziyarete geleceğiz."

"Ama ben nerede kalacağım-"

"Benimle kalacaksın tabiiki. Senin yaşında yeğenlerim var, seni onlarla tanıştıracağım. Anne babamı göreceksin. Onları çok seveceksin. Onlara seni anlattım ve seni görmeyi çok istiyorlar. Ne dersin anneni gördükten sonra gidelim mi?"

Yüzünde az da olsa küçük bir gülümseme belirmişti. Buna sebep olabilmek çok güzeldi.

Salih bizi annesinin kaldığı odaya götürdü ve birlikte içeriye girdiğimizde annesinin temizlenmiş halini görünce aslında ne kadar güzel bir kadın olduğunu fark etmemle şaşırdım. Üzerinde hastane önlüklerinden vardı ve saçları toplanmış ve örülmüştü. Onun iyi olmasını istiyordum.

Galip'i gördüğünde yüzünde yorgun ama mutluluk dolu bir gülümseme belirdi. Galip annesine koştu ve onun yanaklarını öptü. "Annecim? İyi misin?"

Annesi serum takılı olmayan kolunu kaldırıp oğluna sarıldı. Onun saçlarını sevgiyle okşarken, "İyiyim annem."dedi. "İyiyim. İyi olacağım." Bakışları bana kaydığında gözlerindeki yaşları gördüm.

Anında benimkiler de akmaya başladı. Onlara yaklaştım. Kadının gözlerindeki minnet dolu ifade zihnime yerleşmişti. Keşke onlara daha önce rastlasaydım diye düşünürken, Galip konuşmaya başladı. "Anne ben Gamze ablalarla kalacağım biliyor musun? Benim yaşımda yeğenleri varmış."

Gülümsedim ve kendimi bir koltuğa atmayı ne kadar istesem de ayakta durmayı başardım.

"Çok teşekkür ederim Gamze Hanım." Yaşlar yanaklarından süzülürken , "Önemli değil..keşke elimden daha fazlası gelse.."diye fısıldadım. "Doktorlar sizinle konuştu mu?"

Gözlerini kırptı. "Bir müddet buradayım."

"Siz iyileşirken Galip bizimle kalacak," diye mırıldandım. "Ona çok iyi bakacağımdan emin olabilirsiniz. Onu yeğenlerimin gittiği okula yazdıracağım."

Annesi minnetle gülümsemeye devam etti ve başını salladı. "Onu size emanet ediyorum."

"Merak etmeyin." Galip'i canım pahasına koruyacaktım.

Galip ile annesi vedalaşırken iki gün sonra yine geleceğimizi söyledik. Tedavisine erkenden başlayacağı için pek ziyaretçi kabul edecek halde olmayacaktı. Annesiyle Galip'in vedalaşmasını izlemek benim için çok zordu.

İç çektim ve hastaneden ayrıldık.

Taksiye üçüncü kez bindiğimde evimizin adresini verdim. Nihayet eve geldiğimizde yeğenlerimin bahçede koşturduğunu gördüm. Aslı ablamın büyük çocuğu Nisan, on bir yaşındaydı ve çok akıllı bir çocuktu, beni görür görmez, "Teyze!" diyerek bana doğru koşmaya başladı.

Hemen ardından onun küçük kardeşi, o da sekiz yaşındaydı, Mirza peşine takıldı.

Galip'e, "Yeğenlerim."dedim. Taksi uzaklaşırken Nisan, Mirza ve yanında en küçük kardeşleri Afra'nın kapının diğer tarafında durduklarını gördüm. Afra'ya bayılıyordum. Dört yaşında olmasına rağmen o kadar tatlı ve akıllıydı ki onu bazen ısırmak istiyordum. Annesi görmediği zamanlarda ısırıyordum da.

"Hey çocuklar!" diye seslendim. "Beni özlediniz mi?"

Hepsi birden coşkuyla bağırdılar.

Kapı açılınca ve Galip'i görünce de sustular.

Onlara, "Sizi Galip ile tanıştırayım."dedim.

Hepsinin, Galip'in kirli kıyafetlerini incelediklerine emindim. Ancak hepsinin mükemmel birer çocuk olduğunu da bildiğimden bir süre bekledim.

İlk olarak Mirza öne atıldı ve, "Hoşgeldin Galip."dedi. Tıpkı Mehmet ağabeye benziyordu. Onun gibi güçlü bakışları ve merhametli bir kalbi vardı. Galip çekinerek başını salladı.

Ardından Nisan, "Hoşgeldin .."diye mırıldandı.

Galip'e, "Bu en büyük yeğenim Nisan,"diyerek tanıttım. Koltuk değneklerine yaslanarak ayakta durmak çok zordu ama dayandım. "Ablamın büyük kızı. Mirza," Ona Mirza'yı gösterdim. "O da ortanca kardeşi ve en küçükleri de Afra."

Afra öylece izliyordu. Sonra yanıma geldi ve bacaklarıma sarıldı. Onun saçlarını okşamak istiyordum ama yorgundum ve ayak bileğim ağrıyordu. Üstelik hastanede abur cubur dışında hiçbir şey yiyememiştim.

"Hazal ile Ömer de burada mı?" diye sordum Nisan'a.

"Onlar akşam gelecekmiş teyze. Efe dayım, Hazal'ı ve Zeynep ablayı bir yere götürecekmiş."

"Peki Demir dayın?" diye sordum.

Demir benden sonraki kardeşimdi ve karısı Leyla ile çok mutlu bir evliliği vardı. Bu evlilik üç yaşında dünyalar tatlısı bir erkek çocukla taçlanmıştı. Ömer'e bayılıyordum. Yeğenlerime bayılıyordum. Nokta.

"O zaman içeriye girelim de Galip ile bir güzel duş alıp kendimize gelelim."

Yeğenlerimle birlikte eve doğru ilerlerken derin bir nefes aldım. Galip'in kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. Çocuk o kadar çok utanıyordu ki bunu anlayabiliyordum.

Yeğenlerim bizimle birlikte yürürken kapıda annem göründü. İlerleyen yaşına rağmen yüzündeki gülümseme hep aynıydı. Çok güzeldi ve babamla birbirlerine hala çok aşıklardı. Hepimiz anne ve babamızın aşkı gibi bir aşk yaşamayı istediğimiz için şimdiye kadar bir koca bulamamıştım. Kardeşlerim benden şanslıydı. En küçük kardeşim Güney bile onu aşkla sarsan bir kadın bulmuştu ve o kadın, Mine, şuan üç aylık hamileydi. Ben çok geç kalmıştım.

Annem çocukların içinde Galip'i görünce onun ne kadar pis göründüğünü fark etti. Ve ben o bakışın merhamet dolu bir bakış olduğunu görebiliyordum. Annem böyle bir kadındı işte. Onu seviyordum.

Koltuk değneklerime ve bana kızgın bir bakış attı. "Şoförü alsan olmaz mıydı Gamze?"

"Düşünemedim." Ona başımla Galip'i gösterdim. "Bizim biraz duş almamız gerekiyor anne."

Galip başını kaldırıp bana baktı ve ben de ona gülümsedim. "Annem güzel mi?"

"Güzel,"diye fısıldadı sonra gülümseyerek bana baktı. Ayağımın dibine yaklaşıp elini ağzına kapattı. "Ama çok büyük."

Küçük bir kahkaha attım. Annem ve yeğenlerim bana baktığında elimi ağzıma koyarak Galip'e, "Bunu ona söyleme olur mu?" diyerek göz kırptım.

Bana gülümsedi.

Bir çocuk olmak ne kadar güzeldi! Hayatın sorunlarla dolu olmasına rağmen yine de gülümsemeyi başarabiliyordun. Kalpleri kin tutamıyordu. Onlara imreniyordum.

Annemin yanına geldiğimizde Galip anneme elini uzattı ve elini öpmek istedi. Annem o kadar mutlu oldu ki çocuk elini öperken o da saçlarını öptü. İçim ısındı.

"Onun için banyoyu hazırladım,"diye fısıldadı. "Mirza'nın kıyafetlerinden birini ayarladım. Onları giyebilir."

Annemi kucaklamak istiyordum.

"Ben tek başıma banyo yaparım."diye konuştu Galip. "Zaten tek başıma yapıyordum."


"Ben senin yaşındayken beni hala annem yıkıyordu küçük dostum. Bu yüzden ne yazık ki öyle bir şansın yok. Erkek olarak böyle utanç verici durumlarla başa çıkmak zorundayız." Kardeşim Efe'nin sesini duyan Galip arkasını döndü ve kucağında Hazal ile orada dikilen adamı görünce gözlerini kırpıştırdı.

Onların geldiğini duymamıştım bile. Yanında duran Zeynep de gülümseyerek Galip'e bakıyordu.

"O benim ikiz kardeşim,"diye açıkladım Galip'e. Efe'yi işaret ettim. "Kucağındaki tatlı kız onun küçük kızı. Hazal. Ve hemen yanındaki kadını görüyor musun? İşte o da eşi Zeynep."

Galip şok olmuş bir şekilde, "Saçları kırmızı.."dedi. Ve Zeynep'i güldürdü. "Saçlarını boyadın mı?"

Zeynep ona yaklaştı ve küçük yüzünü tek eliyle okşadıktan sonra, "Kendi saçlarım."dedi. "Güzel mi?"

Galip bir ona bir Hazal'a baktı. "Hazal'ın saçları da kırmızı."

"Evet. Benim saçlarımı almış,"diye fısıldadı Zeynep. Çocuktan etkilenmişti. Başını kaldırdı ve o güzel yeşil gözleriyle bana baktı. Çok güzel bir kadındı. İkizim turnayı gözünden vurmuştu. Zeynep tam da onun söylediği gibi kızıl bir afetti. Ve bu kızıl afet üç aylık hamileydi. Bir yeğenim daha olacaktı!

"Çok güzeller,"dedi Galip. "Dokunabilir miyim?"

Zeynep saçının bir tutamını onun eline verdi. Çok etkilenmiş gibi görünen Galip'i hepimiz gülümseyerek izledik.

"Genç adam, dünyanın en güzel eşini ben aldım. Sence de çok güzel değil mi?"

Efe'ye doğru gözlerimi devirdim. Böbürlenmeye bayılıyordu. Ama doğruydu. Zeynep çok güzel bir kadındı. Yarı engelli olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Onu çok seviyorduk. Tam bir iyilik perisiydi.

"Hadi içeriye girelim. Daha fazla ayakta duramayacağım çünkü."

Efe hemen Hazal'ı kucağından indirdi ve ne olduğunu anlayamadan bana doğru yürümeye başladı. Geri geri gittim. No. Koltuk değneklerimi elimden aldı ve ben denge sorunu yaşadığımda eğilerek beni yerden kaldırdı.

Kendimi kucağında bulduğumda, "Uyuz Gamze."diye fısıldadı. "Ayağın iyileşmeyecek. Uzan da dinlen."

"Uyuz Efe,"diye homurdandım ben de. "Ne yapabilirim? Galip ile ilgileniyordum." O beni içeri taşırken Galip'in ayağındakileri çıkarıp peşimizden geldiğini gördüm. Ona elimle 'gel' işareti yaptım. Çocuk tamamen yabancı bir evdeydi ve bilmediği ortamda kendini gergin hissediyor olmalıydı. Kimse duymasın diye, aslında yalnızca Galip duymasın diye, sessizce fısıldayarak, "Annesi kanser."dedim. "Üçüncü evre."

Efe'nin yüzü kaskatı kesildi. Hemen ardından üzgünce başını salladı. "Kahretsin."

"Aynen öyle. Onu hastaneye yatırdık. Arkadaşım Salih'i hatırlıyor musun? Doktor?" Efe başını sallayınca devam ettim. "Onun çalıştığı hastanede. Bana çok yardımcı oldu. Galip'in annesiyle özel olarak ilgilenecekler."

"Biz ne yapabiliriz?" diye sordu kardeşim ve elimi saçlarına götürüp saçlarını dağıttım. Şimdi otuz iki yaşına gelmiş, neredeyse otuz üç olacaktık- koca koca insanlardık ve hala ikimiz arasında çocukça bir bağ vardı. Özellikle Efe benimle uğraşmaya bayılırdı. Onunla aramızda çok büyük bir bağ vardı. İkiz olduğumuz içindi herhalde.

"Uğraşma kızım saçlarımla. Zaten Zeynep o kadar çok uğraşıyor ki çok geçmeden kel kalacağım."

Zeynep'in hemen arkamızda bizi takip ettiğini biliyordum. Bu yüzden yüksek sesle, onun da duymasını sağlayarak, "Demek Zeynep saçlarınla çok uğraşıyor diye rahatsız oluyorsun? Saçlarının dökülmesinden mi korkuyorsun?"

Efe'nin gözleri iri iri açılırken ona haince sırıttım.

Zeynep'in, alıngan sesi, "Demek öyle Efe?"diye konuştuğunda hain ikizim beni bulduğu ilk kanepenin üzerine bıraktı ve hemen eşine döndü. Zeynep'e bakarak göz kırptım. Efe'yle şakalaştığımı biliyordu. Ancak oyununu sürdürdü.

"Saçlarınıza dokunmayız bir daha merak etmeyin beyefendi."

Galip gelip yanıma oturdu. Annem de hemen onun yanına oturdu. Yeğenlerim de meraklı bir şekilde Galip'i izleyerek karşımızdaki kanepeye kuruldular. Anneme, "Babam nerede?" diye sordum. "Leyla, Demir, Güney, Mine?"

"Hepsi arka bahçedeler,"diye fısıldadı ve başıyla Efe'yi işaret etti. Kardeşim karısının etrafında pervane olmuştu.

"Bebeğim, saçlarım senin kölen olsun. Gamze seninle uğraşıyordu. Ona inanma." Zeynep'in belinden kavradı ve onu göğsüne çekti. Zeynep onun göğsüne sığınırken bize bakarak sırıttı. Ah! Efe'yi tuzağa düşürmek o kadar kolaydı ki! Hayatı boyunca böyle olacaktı.

"Saçlarıma dokun,"diye konuştu. Zeynep'in elini tutup saçlarına götürdü.

Zeynep onun saçlarını okşadı ve iç çekti. "Bu oğlunuzla ne yapacağım ben anne?"

Annemden önce ben cevap verdim. "Onu çok şımartıyorsun Zeynep. Birkaç gün kanepede yatır da kıymetini anlasın."

İkiz kardeşimin bana olan bakışları ölümcüldü. Vücudumda birkaç delik açılmış gibi hissederek elimi kalbime götürdüm ve sahte bir inlemeyle,"Ah! Vuruldum!" dedim.

Herkes kahkahalarla gülerken annem, "Onu yalnızca sev yeter Zeynep'im,"dedi. "Benim koca oğlum senin sevgine muhtaç."

Bu konuda hiç kimsenin bir itirazı yoktu.

İç çektim.

Günün birinde benim sevgime muhtaç bir adamla tanışabilecek miydim?

*

Galip en çok babamı sevdi. Onunla ilk tanıştıklarında babamın sıcakkanlılığına kapılıp gitti ve hatta öyle ki onun kendisini yıkamasını teklif ettiğinde bunu tereddütsüz kabul etti. Sanırım onu 'dede' olarak görüyordu. Sorun değildi.

Kardeşlerim ve eşleriyle de gergin bir şekilde tanıştı. Babam Galip ile ilgilenirken ben de ayağımdaki ateli çıkarıp bir duş aldım. Üzerimdeki bütün yorgunluktan sıyrıldıktan sonra kurulandım ve bornozumu giyip odama geçtim.

Yatağımın üzerinde duran telefonumun ekranı bildirimle aydınlandı. Telefonumu banyoya girdiğim için sessize almıştım. Yavaş yavaş telefonuma ilerledim ve kilidi açtıktan sonra üç tane cevapsız aramamın olduğunu gördüm.

Aramalara girdiğimde bunun Devrim'den geldiğini görünce küçük çaplı bir adrenalin salgıladım ve anında onu geri aradım.

Telefonu ikinci çalıştı açtığında onun boğuk sesini duydum. "Seni üç kere aradım."

Ne güzel. Neden bir merhaba bekliyordum ki?

"Duştaydım. Duymamışım." Ah kahretsin! Ona neden duşta olduğumu söyledim ki? Pekala işim var da diyebilirdim.

"Galip'in annesinin durumunu sormak için aradım. Senin aramanı bekliyordum ama aramadın." Ses tonu verdiğim sözü tutmadığım için suçlayıcıydı. Ama unutmak için haklı bir sebebim vardı çünkü bugün çok sarsıcı bir gün olmuştu.

"Unutmuşum,"diyerek omuz silktim.

"Fark ettim. Annesinin durumu nasıl?"

Sesi benim hakkımda konuşurken buz gibi bir ton taşıyordu ama konu Galip ve onun hayatına gelince ilgili davranıyordu. Sanki benimle konuşmak zorunda kalmaktan hoşlanmıyormuş gibi bir havası vardı. Aklıma Güldür Güldür'deki bir skeç geldi. Bir kuaför skeci. Karakter, 'Göçüm!' diyordu.

Aynen öyle.

Göçüm!

"Annesi akciğer kanseriymiş. Tedavisi başlayacak. Hastaneye yatırıldı."

"Peki Galip?"

"Benimle kalıyor."

"Okul?"

Kendimi sorguya çekiliyormuş gibi hissediyordum. Belki de öyleydim.

"Yarın bu işle ilgileneceğim. Bugün dinlenmek istedim. Bir sorun var mı?"

"Ev konusunda yardımı ablam yapacak,"diyerek konuyu değiştirdi ve söylediklerimi duymazdan geldi. Gereksiz muhabbetten hoşlanmıyordu belli ki. Ya da benimle fazla konuşmak istemiyordu. Göçüm.

"Yardımcınız konusunda ısrarcıydınız?"

"Evet ama ablam yardım ederse daha iyi olacak. Seni sevmişe benziyor," Bunun nedenini anlayamıyor gibiydi. "Birlikte evi dayayıp döşeyebilirsiniz."

İç çektim. Ablası Armağan iyi bir kadındı, üstelik onun bir kadın olarak bana çok yardımı dokunacağını biliyordum. Ama bu adamın anlamak istemediği nokta şuydu: bu yardımı benimle beraber yapmak istiyorsa o zaman bizzat kendisi bunu gerçekleştirmeliydi. Onun adına birilerine vekalet vermemeliydi.

"Devrim Bey,"diyerek söze girdim. "Sanırım yeterince açık olamadım. Galip ve annesi için bedavadan bir ev veriyor olmanız ve aynı zamanda içindeki eşyaların da sorumluluğunu almanız gerçekten çok güzel bir davranış. Ancak yardım böyle yapılmaz. Yardım yardımcıya ya da bir aile üyesine işi devrederek aradan çekilmekle olmaz. Tamam ben de ailemden yardım alıyorum ama bu yardımın başında zaten ben varım. Onlar da bana destek olacaklar. Yarın Galip için okula gidecek ve onu kayıt edecekler. Bunu ben de yapardım ama ayak bileğimi çok zorladığım için biraz şişmiş. Ve inanın bana bu engelim olmasa onun için her şeyi tek başına yapabilirdim. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?"

Telefonun ucunda bir sessizlik oluştu ve bu kısa sürede tenimin gerildiğini hissettim. Sadece tenim mi? Bütün vücudum karıncalanıyordu. Buna zihnim ve kalbim de dahildi.

"Benden ne istiyorsun?" diye sordu.

Bu nasıl bir soruydu?

"Sadece sorumlu bir yardımsever gibi davranmanızı istiyorum o kadar. Şuan Galip ve annesi için bir ev şart değil. Annesi tedavi süreci boyunca hastanede olacak. Ara sıra bir eve gitme ihtiyacı hissederse onu kendi evimde ağırlayacağım. Ama sonrasında onlar için bir ev lazım olacak. Yani sizden ısrarla yarın gelin buluşalım ve ev için eşya seçelim demiyorum. Bunu müsait bir zamanda yapacağız. O zaman da sanırım işi bahane etmezsiniz?"

Bıkkınlıkla bir nefes aldığını işittim ve nefes almasının bile çok etkileyici olduğunu düşündüm.

"Göreceğiz." dedi.

"Peki." diye cevap verdim. Bir şey daha söylemek için ağzımı açtım. "Ama şöyle-"

Sözümü bitirmeme fırsat vermeden telefonu yüzüme kapattığında şaşkınlıkla telefona baktım. Ağzım bir karış açık kalmıştı. Sinirlenerek onu geri aradım. Bu ne çeşit bir kabalıktı?

Telefonu ilk çalışta açtı ve bıkkınlıkla, "Şimdi ne var?" diye sordu.

"Şimdi ne mi var?" diye sordum inanamayarak. Sanki onu arayıp rahatsız eden bir telefon sapığıydım. "Telefonu yüzüme kapattınız."

"Konuşma bitmişti." Sesi buz gibiydi ve hiçbir duygu içermiyordu. Bu konu ona göre önemli bile değildi. Sinirle iç çektim.

"Bir kadının yüzüne telefon kapatılmaz. Önce kadının telefonu kapatması beklenir. Bilmiyorsanız söyleyeyim, buna centilmenlik denir."

"Centilmen olduğumu iddia etmedim. Telefonu yüzüne kapattım diye mi geri aradın?"

"Evet," diye sinirle çıkıştım.

"Yapacak daha önemli işlerim var," dedi ve o çok iyi bildiğim klik sesini yeniden duydum. Agh! Bir kez daha telefonu yüzüme kapatmıştı! Göçüm!

Hırsla onu tekrar aradım ve açana kadar bekledim. Dudaklarımı sertçe ısırıyordum. Sağlam ayağımı sertçe yere vurup duruyordum. Yeni duş almış olmama rağmen öfkeden bütün bedenim alev almıştı. Sinir bozucuydu. Gıcıktı!

Telefon üçüncü çalıştı meşgule alındı ve hayretle telefona bakakaldım. Ona vereceğim dersi gayet iyi biliyordum. Hemen dizüstü bilgisayarımı açtım ve onun ismini Google'a yazarak Devrim Kuzgun, iş yerinin adresine baktım. Bir oteller zincirini işletiyordu ve Allah'ım, adam karun kadar zengindi. Kimin umurundaydı ki? Bana iş yeri adresi ve ev adresi lazımdı.

Oteller zincirinin ortak işletmesi olan binanın adresini bir kağıt kalem alarak not ettim. Aynı zamanda evinin de adresini aldım ve bilgisayarın kapağını sertçe kapattım. Rehberde çiçekçinin numarasını bulduktan sonra tuşladım.

"Frezya Çiçekçilik, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Merhabalar, ben iki farklı adrese çiçek siparişi vermek istiyordum."

"Evet efendim, nasıl bir çiçek hazırlamamızı istiyorsunuz? Kafanızda belli bir aranjman var mı?"

"Hayır aslında tek bir çiçek tipi istiyorum. Mümkün olduğunca çirkin bir şey. Elinizde devasa boyutlarda bir kaktüs çiçeği var mı acaba?"

Kadın biraz şaşırsa da, "Evet, öyle bir çiçeğimiz var."dedi. Onu tebrik ettim. "Ve çirkin değil, üzerinde çiçekleri var ve-"

Sözünü keserek, "Aslında o çiçekleri makasla ya da bıçakla kesmeniz mümkün mü? Geriye sadece dikenlerinin kalmasını istiyorum."dedim.

"Ah evet. Tabi. Kaç adet istiyorsunuz?"

"Tam olarak iki tane. Boyutlarını öğrenebilir miyim? Bana bir görsel atmanız mümkün mü acaba?"

"Tabiki, telefon numaranıza resimlerini gönderiyorum hemen."

Birkaç saniye onun kaktüslerin resimlerini göndermesini bekledim. Whatsap bildirim verince girdim ve çiçeklere baktım. İşte bu! diye düşündüm. Tam istediğim gibiydi. Uzun, büyük ve fazla dikenli. Tıpkı onu hatırlatıyordu.

Telefona geri döndüm. "Çok güzel bunlardan iki tane istiyorum. Size vereceğim adrese birer tane gönderilecek. Ve yanlarında birer tane de not olacak."

Kadına adresi verdim ve iki nota da şunları yazmasını söyledim:

"Tabu sayılan şeylere saldırman şartsa, bu saldırı, fikrinin doğruluğunu kanıtlıyorsa, çekinme! Saldır! Ya dikenleri sempatik gülsündür ya da çiçeği görmezden gelinen kaktüs!"


Kadına açıklama olarak, "Küçük İskender'den bir alıntı."dedim. "Gönderdiğim kişi buna bayılır."

İstanbul içinde olduğu için çiçeklerin bugün ulaşacağını söyledi. Akşam bile teslimat yapılabiliyordu. Harika! O kaktüslerin bir an önce eline ulaşmasını istiyordum zaten. Ödeme işlemini de hallettikten sonra derin bir nefes alarak telefonu kapattım ve yatağın üzerine attım.

İnatçı pislik herif.

Beni delirtmişti.

*

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu