Peri ve Kuzgun - 19. Bölüm



Bölüm 19 : Ne Yaptığının Farkında Değil

Asansörün kapısı açıldığında Devrim içeriye girdi ve kapıların kapanmasını beklemeye başladı. Ancak kapılar tam kapanacakken bir el araya girip kapanmasına engel olunca kaşlarını çatarak elin sahibine baktı. Gamze tam da o anda nefes nefese kalmış bir şekilde durdu ve başını kaldırıp Devrim ile göz göze geldiğinde gözleri irice açıldı. Gamze'nin hemen yanında ablası Armağan vardı.

Gamze ağzını açıp geriye doğru bir adım attığı anda Armağan araya girerek, "Sen git Gamze."dedi. "Ben engelli asansörünü kullanacağım."

Gamze, Devrim'in ablasına bakarak itiraz etmek istemişti ki Armağan onu duymazdan gelerek arkasını dönüp engellilerin kullandığı asansöre ilerledi.

Devrim, Gamze'nin iç çektiğini ve sırtını dikleştirerek kendisini toparladığını gördü. Anlaşılan lavaboya gitmişlerdi. Devrim onların çoktan gittiğini düşünmüştü. İçeride görüntüleri izlediği dakikalar boyunca onların hala şirkette olduğunu bilmek ürperticiydi.

Gamze içeriye girdi ve kapılar kapandı.

Genç adam ondan uzaklaşarak metal duvarın dibine ilerledi ve sessizce beklemeye başladı.

GAMZE

Hayatın korkunç bir şaka anlayışı vardı. Ya benimle uğraşmayı seviyordu ya da canı sıkılmıştı. Asansöre adım atarken sanki bataklığa adım atıyormuşum gibi hissetmemin nedeni, asansörde duruyor ve dik bakışları ile beni süzüyordu. Bir korkak gibi kaçıp kaçmayacağımı tahmin etmeye çalışıyor gibiydi.

Eğer beni tutan gururum olmasa korkak gibi kaçacaktım da. Ya Armağan'ın ardından gidip engelliler için yapılan özel asansöre binecektim ya da Devrim'in gitmesini bekleyip onun kullandığı asansörü kullanacaktım.

Ancak ikisini de yapamazdım çünkü bu adamla görünmez bir irade savaşı veriyordum.

Üzerimi değiştirmek için lavaboya geçmiş ve Armağan ile orada biraz daha sohbet etmiş yarım saat kadar oyalanmıştık. Onun ofiste olduğunu bilmek bile yeterince huzursuzluk vericiydi ancak bizimle beraber otelden ayrılmaya karar vermesi daha da sinir bozucu bir durumdu. Ceketime sıkı sıkı sarılırken asansörün kapıları kapandı ve iç çekerek ona arkamı döndüm. Sessizlik bir el gibi boğazımı sıkıyordu. Asansörün havası bunaltıcıydı.


Kapalı alan korkum yoktu ancak yine de asansörler ürpermeme neden oluyordu. Devrim'in sessiz olması da buna nedendi ancak o konuşmadan ben konuşmamaya karar vermiştim ve şimdiye kadar gayet iyi gidiyordum. Pişkince provada bir sorun olup olmadığını sorarken ki yüz halini gözlerimin önüne getirdim. Sanki bir sorun olmasını bekliyormuş, buna hazırlıklıymış gibi davranmıştı.

Ancak sorun yoktu. Sorun çıkmaması için canla başla çalışıyordum çünkü eğer bir sorun çıkarsa bu Devrim'in yardımına muhtaç olduğumuz anlamına gelirdi ki, buna gerek yoktu. Adam yeterince kibirliydi zaten.

"Bir sessizlik anlaşması imzalamış gibisiniz Gamze Hanım?"

Sesi tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. Bunu nasıl yapabiliyordu? Sesinin tonu bile içimi ürpertmeye yetiyordu ve bir de böyle yarı alaylı, yarı ciddi bir şekilde konuşması? Beni sinirlendirmek mi istiyordu?

Pekala bunu başarıyordu. Onunla konuşmamamı, ona bakmamı bile istemeyen bir adam sessizliğimi mi sorguluyordu? İlginçti. Gerçekten incelenmesi gereken bir vakaydı çünkü gelecek için büyük bir tehlike yaratan bir zihin yapısına sahip olabilirdi.

"Sadece susuyorum,"diye cevap verdim sorusuna. Kinayeli bir şekilde de ekledim. "İstediğiniz gibi."

Homurdandı.

Ancak bir şey söylemedi. Gözüm hayati bir önem taşıyormuşcasına asansörün katlarını gösteren paneldeydi. Bir an önce şu asansörden çıkmak ve eve gitmek istiyordum. Yeteri kadar ilginç bir gün olmuştu ve daha fazlasını kaldırabilecek durumda değildim.

"Beni şaşırttığını söylemek isterim." dedi bir süre sonra. Saniyeler geçiyordu aslında ama bana sanki dakikalar geçiyormuş gibi hissettiriyordu.

Cevap vermedim. Onu neden şaşırttığımı iyi biliyordum.

"Hastanede söylediklerinden sonra-"

Sözünü keserek, "Lütfen." diye rica ettim. "Konuyu kapatabilir miyiz? Sadece konuşmadan asansörün bizi güvenli bir şekilde aşağıya indirmesini bekleyelim. Sizin için de bir sakıncası yoksa Devrim Bey?"

Konuşurken onun yüzüne bile bakmıyordum ve onun sırf bu yüzden bile sinirlendiğini düşünebiliyordum. Harika bir histi. Ancak beni görmezden geldiği zamanlar benim ne hissettiğimi anlasın istiyordum.

"Tabiki, sorun yok."

Başımı hafifçe salladım ve sessiz kaldım. Nihayet kapılar açıldığında derin bir nefes alarak asansörden çıktım.

Hızlı adımlarla lobiyi geçip onu arkamda bırakırken çantamı karıştırarak içinden telefonumu çıkardım.

Saati kontrol edip telefonu çantama koydum dışarıya çıktım. Vale benim geldiğimi görünce koşarak uzaklaştı ve sabırsız bir şekilde arabamı getirmesini bekledim.

Devrim'in de dışarıya çıktığını ve kendi arabasını getirmesi için uzaklaşan valeye baktığını fark ettim. Başımı ona çevirince göz göze geldik. Birbirinden tamamen hoşlanmayan iki yabancı gibiydik. Onunla birçok kez diyaloğa girmiştik ama aslında hiçbir şey konuşmamış gibiydik. O kadar tuhaf bir adamdı ki anlaşılması güç bir şekilde sinirlerimi bozmasına rağmen onun aslında doğasının böyle olduğunu keşfetmiştim. O kadar tuhaf bir adamdı ki onu hiçbir şeyin sarsmasına izin vermiyordu.

Vurdumduymazlığı ve duygusuzluğu için birilerinin onu sarsması gerekiyordu. Herhangi bir şeye tepki vermesini sağlamak için bu gerekliydi ancak ne içindi? Değer miydi? Tepki verse ne olacaktı ki? Neye tepki vermesini istiyordum? Bana mı?

Düşüncesi bile komikti o yüzden gülümsememe engel olamadım. Boşluğa, akıp giden trafiğe bakarken serin havanın vücudumu sardığını hissediyordum. Ekim soğuğu. Yaklaşıyordu.

Armağan çoktan gitmiş olmalıydı zira Devrim otelden yalnız ayrılmazdı. Vale arabamla geldiğinde tuttuğum nefesimi bırakarak ona doğru yürüdüm. Anahtarımı elime verdi. Teşekkür ederek aldım ve açık bıraktığı kapıya yöneldim.

Devrim hala orada dikiliyordu ve ona bakmasam da gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Ve ona bakmamaya kararlıydım. Ne olursa olsun ona bakmayacaktım. Arabamı çevirip anayola çıkmak için önünden geçerken de ona bakmamak için kendimle bir savaş veriyordum. Direksiyonu çevirdim ve akıp giden trafiğin yavaşlamasını beklemeye başladım.

Bakışlarım aynaya çevrildiğinde Devrim'i ellerini ceplerine sokmuş, umursamaz bir duruşla bana baktığını gördüm. Hızlanan kalbimi anında sertçe uyardım ve bakışlarımı yola çevrildim. Trafik yavaşladığında yola çıkarak oteli geride bıraktım.

*

Eve gelir gelmez ilk yaptığım şey babamı kontrol etmek oldu. Odasında dinlenmesi gerektiğini söylesek de orada kendini yalnız hissettiğini söyleyerek salonda ona bir yatak hazırlamamızı istemişti. Evde annem, babam, ben ve Galip'ten başka kimse olmadığı için ev sessizdi. Kapıdan içeriye girer girmez Galip'in çoktan uykuya daldığını anladım ve gülümsedim. Normalde beni karşılamaya gelirdi. Arabamın sesini duyar duymaz koşarak kapıyı açar ve eve girmemi beklerdi.

Küçücük bir çocuğun beklediği kişi olmak çok güzeldi.

Salona girdiğimde annemle babamı birbirine sokulmuş bir şekilde film izlerken buldum. Annem hala babamın rahatsızlığını atlatamamış gibiydi ve o sağlıklı bir şekilde yanımızda olsa da, annem hala çok üzgündü. Bunu atlatması için biraz zamana ihtiyacı olduğunu söylemişti.

Babamın elini sıkı sıkı tutuyordu. Babam annemin kucağına uzanmıştı. İki eliyle annemin bir elini tutuyorken annem de diğer eliyle babamın yüzünü ve saçlarını okşuyordu. Ancak ikisi de filme odaklanmıştı. Kendiliğinden birbirlerini sevgiyle okşadıklarından haberleri yok gibiydi. Bazen onlara gıpta ile bakıyordum. Birbirlerini o kadar güzel seviyorlardı ki. Biri olmadan diğeri eksik bir parça gibiydi. Annemin, babam rahatsızlanınca nasıl acı çektiğini düşünmek bile istemiyordum.

İnsan bu denli aşık olduğu birisini kaybedince delirirdi.

Onları sevgiyle izlerken gözlerimin dolmasına engel olamadım ve iç çekerek onları yalnız bırakmaya karar verdim. Sessiz adımlarla salondan çıkıp yukarıya yöneldim. Geldiğimi mutlaka duymuş olmalılardı o yüzden sıkıntı yoktu.

Odama geçer geçmez kıyafetlerimi çıkardım ve sıcak bir duş almak için banyoya koştum.

Duş ağrıyan yorgun bedenime o kadar iyi geldi ki, az kalsın banyoda uyuklayacaktım. Huşu içinde geceliğimi giydim, telefonumu kontrol ettim. Işıkları söndürdüm ve derin, huzurlu bir uykuya daldım. Neyse ki Devrim ve hareketlerini düşünemeyecek kadar bitkindim.

*

Ertesi sabah Galip ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra onu annesine götüreceğine dair verdiğim sözü artık yerine getirmenin vakti olduğuna karar verdim. Dünya kadar işim olmasına rağmen bu sözü yerine getirmeliydim. Sonrasında onu moda evine götürecek ve yine ikimiz için pasta ısmarlayacaktım.

Önce arkadaşım doktor Salih'i aradım ve ona Galip'in annesinin ziyaretçi kabul edip edemeyeceğini sordum.

Annesinin kanser evresi bayağı ilerlediği için gördüğü tedavi de ne yazık ki ağırdı ancak bünyesi güçlü ve Pembe Hanım da inançlı olursa Salih onun bu tedaviyi atlatacağını söylemişti. Her gün olmasa da sık sık arayıp annenin durumunu soruyordum. Henüz tedavi yeni başlamıştı ve şimdilik bir şey söylemek zordu.

Galip'in annesinin bu yaşam savaşını kazanmasını umdum çünkü bu çocuk bir geleceği, mutlu günleri ve özellikle de annesinin yanında olmasını hak ediyordu. Bizimle birlikte yaşamak onu mutlu etse de asla annesinin yerini tutamadığımızı biliyordum. Onu sormadan tek bir günü bile geçirmiyordu. Aklı sürekli annesindeydi.

Salih, annesini on dakika da olsa Galip'in görebileceğini söyledi. Arkadaşıma güveniyordum. Çünkü mükemmel bir doktor ve mükemmel bir insandı.

Galip'e annesine gideceğimizi söylediğimde sevinçle bana sarıldı. Küçücük kolları büyük bir kuvvetle beni sıkıyordu ve inanılmaz güçlüydü. Gülümseyerek başının tepesini öptüm ve bana onaylayan bir minnetle bakan anneme havadan bir öpücük gönderdim.

"Hadi bakalım atla arabaya Galip efendi."

Galip hevesle arka koltuğa otururken ben de eğildim ve kemerini taktım. Sonra saçlarını şakacı bir tavırla karıştırıp kapıyı kapattım.

Bir çocuğu mutlu etmek, yapılan bütün yogalardan daha motive ediciydi. Bir insanı sevindirmek, bir hayvanı tehlikeden kurtarmak ve karnını doyurup önüne bir kap su vermek de öyleydi. Çoğu zenginler ruhlarındaki kirleri arındırmak için yoga ve spaya giderdi. Buna müşterilerim ve yakın çevrem de dahildi. Hatta ben bile giderdim ancak amacım sadece yorgunluğumu atmak olurdu.

İnsan ruhunun kirleri, sevgiyle arınırdı. Birine yardım etmek, birinin yüzündeki gülümsemenin sebebi olmak, bir canlının sevgi dolu bakışlarının hedefi olmak, doymuş bir karnın, mutlu bir tebessümün minnetçisi olmak yapılan bütün pahalı rahatlama metodlarından iyiydi.

Bunu bir amaç olarak yapmamak gerekiyordu tabi. İnsanın içinden gelmeliydi.

İçinden gelen her türlü yarım isteği, insanın zaten ruhunun kirlerini arıttığı anlamına gelirdi.

Mükemmel bir şeydi.

Hastaneye vardığımızda Salih'in ismini vermemiz yeterli oldu. Bizi hemen bir odaya yönlendirdiler ve Salih bizi almaya geldi. Arkadaşıma sarılır, halini hatrını sorarken Galip sessizce bizi izledi.

Birlikte kanser tedavisi görenler için ayrılmış özel odalara doğru ilerlerken heyecanlıydım. Pembe Hanımın iyi görünüyor olmasını diliyordum. Biliyorum ancak tedavinin başlangıcındaydı ama yine de onun iyi görünüyor olması benim için çok önemliydi. Çünkü Galip inanacaktı. Gözleriyle annesinin iyileşmeye başladığını görürse, bana ve hayata olan inancı artacaktı. O çok neşeli bir çocuktu. Sıcakkanlı ve onlara eziyet eden babasına rağmen sevgi dolu bir çocuktu. O yüzden onun bu neşesi hayatı boyunca onda kalsın istiyordum.

Salih bizi bir odanın önünde durdurdu ve kapıyı usulca açtı.

Galip içeriye ilk giren oldu ve çekingen adımlarla hastane odasında ilerlemeye başladı. Kısa bir koridorun sonunda içeriye girdik ve Pembe Hanımı gördük.

Galip küçük bir çığlık atarak ona koştu. "Anne!"

Pembe Hanım yatakta oturur pozisyondaydı ve saçlarını bir bandana ile kapatmıştı. Üzerinde hastane önlüğü vardı. Yüzü biraz solgun görünüyordu ama hiç değilse onu bulduğum ilk zamanki gibi çok kötü bir durumda değildi. Sevgiyle kollarını açıp Galip'i kucaklarken, Salih'e dönüp, "Biz dışarı mı çıksak?" dedim.

"Sen bilirsin," diye cevap verdi.

Öyle yaptım. Annesi ve oğlunun biraz baş başa zaman geçirmeye ihtiyacı vardı.

Usulca geri çekilip onları yalnız bıraktık. Kapıyı yavaşça kapatıp dışarıya çıktık ve Salih'in yakınlarındaki odasına yürüdük.

"Sen nasılsın?" diye sordum bir süre sonra. Salih ile karşılıklı oturmuş kahve içiyorduk.

"Yoğun," dedi ve buruk bir tebessümle ekledi. "Yorgun ve kesinlikle mutlu. Doktor olmanın tek kötü tarafı kendine ait bir zamanının pek olmaması ama yine de mutluyum."

"Hayatında biri olmamasına rağmen mi?" diye takıldım ona.

"Sen hala bana birini ayarlamadın,"diye somurttu.

Ama şaka yaptığını biliyordum.

"Neşe'yi ayarlayayım diyorum, yok diyorsun." Ona göz kırptım ve kahkaha attım. Neşe ondan birkaç yaş büyük olmasına rağmen hiç de yaşını göstermeyen bir kadındı ve adı gibi neşe dolu bir hayatı vardı ancak ne sevgiliye ne de bir eşe sahipti. Çoğu zaman Salih'e ondan iyi bir kısmet olmayacağını söylerdim. Neşe'ye de Salih'i önerirdim.

Neşe ise doktorculuk oynamayı sevdiğini ama hayatında kibirli doktorlara yer olmadığını söylerdi çünkü onun annesi bir doktor ihmali yüzünden ölmüştü. O günden beri hiçbir doktora aynı gözle bakamadığını söylerdi. Zavallı arkadaşımın bir doktor fobisi vardı. Nedenini anlamak mümkündü.

"Neşe mi? Yine mi Neşe?" Salih homurdandı. "Neşe beni her gün şişten geçirir. Onunla bir gelecek düşünemiyorum bile."

Tabiki Neşe ile Salih birbirlerini tanıyorlardı. İkisi de benim arkadaşım olduğu için yıllar içinde birçok kez karşılaşmışlardı. Ve diyalogları da muhteşemdi. Neşe ona ucuz bir doktormuş gibi davranıyor, Salih ise reddetmiyordu. Ona kendi silahıyla karşılık veriyordu. Neşe'nin diktiği hiçbir elbiseyi kasten beğenmiyormuş gibi davranıyor ama bana onun harika bir terzi olduğunu söylüyordu. Aralarındaki bu tatlı itişmeyi izlemek zevkliydi elbette.

"Neşe iyi bir kadın biliyorsun."

"Biliyorum ama Neşe olmaz. Bana başka birisini bul."

"Sen bir doktorsun,"dedim kahkaha atarak. "Nasıl olur da talibin olmaz? Üstelik yakışıklısın da!"

"Ben de anlamıyorum kızım. Anlasam senden yardım istemem ya!" Bana göz kırptı ve şakacı ifadesi yerini ciddi sorgular bir ifadeye bıraktı. "Senin durumlar ne alemde?"

Tek kaşımı kaldırarak, "Benim durumlar?" diye sordum. "Benim aşk hayatımı mı soruyorsun?"

Salih, "Ne sorduğumu gayet iyi biliyorsun." derken gülümsüyordu.

Omuz silktim. "Biliyorsun işte. Sapsızım. Evde kaldım. Üzgünüm. Depresyondayım."

"Tamam tamam tamam!" diyerek iki elini de kaldırdı ve ben bir kahkaha attım. "Durum vahim ha!"

Şakacı bir tavırla yüzümü astım. Dudaklarımı büzdüm. "Vahimden de öte dostum. Evde kalmış bekar sendromu yaşıyorum."

"Tam bir tiyatrocusun," diyerek güldü. "Neyseki seni iyi tanıyorum. Bana Devrim Kuzgun'dan bahsetmek ister misin?"

Gözlerimi devirerek, kinayeli bir şekilde, "Aman Tanrım!" dedim. Amerikalıların söylediğine benzer bir ifade takındım. Komik olmasını ummuştum. "Neden o adamdan bahsedelim şimdi?"

Kaşlarını kaldırarak eliyle yüzümü işaret etti. "Belki de verdiğin bu tepki yüzünden? Kim bu adam? Ünlü otel sahibi olmasının dışında nesi var? Neşe bana onun seni çok etkilediğini söyledi."

Gözlerimi kısarak kahvemi sehpaya bıraktım. "Siz ikiniz benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?"

"Arkadaşça bir şekilde," derken sırıtıyordu. "Senin arkandan kötü konuşmuyoruz ama bu adamın seni bayağı etkilediğini söylüyor. Ona inanmaya başlıyorum. Ay sonundaki davette onunla dans edeceksin değil mi?"

İnkar etmenin faydası yoktu. İyi ya da kötü adam bir şekilde beni etkiliyordu. "Artık onunla dans etmeyeceğim." Yüzümü buruşturdum.

"Neden? Neşe bana bu gösterinin önemli olduğunu söylemişti. Sanırım toplanan bağış kimsesiz çocuklar için harcanacak?"

"Evet öyle olacak. Birçok gösteri olacak sanırım. Biz de en son sırada Devrim ile birlikte tango yapacaktık. Ancak o dün danstan çekildi ve yerine profesyonel bir dansçı gönderdi. Dansı artık onunla yapmayacağım."

"Aaa, neden?" diye sordu Salih. Nedenini ben de bilmiyordum ve gururumu geçip de ona soramamıştım.

"Bilmiyorum. Ama umursamıyorum da." Omuz silktim.

"İçimden bir ses umursadığını söylüyor ama olsun."

"Hayır umursamıyorum. Adam sinir bozucu bir insan. Onunla vakit geçirmek bile insanı delirtebilir. Bir de dans etmek? Hayır kalsın."

İç çektim. Aslında iyi olmuştu. Onunla dans edemeyecek olmak iyiydi. Çünkü bir şekilde onunla daha fazla yakın pozisyon içine girersem kendime gelemeyeceğimi biliyordum. Bir duvarla dans ediyormuşum gibi hissetmeme rağmen bana her dokunuşunda, beni her çevirişinde ve yakalayışında kendime engel olamıyordum. Ondan etkileniyordum. Etkilenmek istemediğim halde ondan etkileniyordum.

Maalesef elimde olan bir şey değildi.

Tuhaf bir şekilde beni kendisine çekiyordu.

"Dalıp gittin arkadaşım."

Bakışlarımı ona çevirdim. "Düşünüyordum."

"Neyi?"

"Neden onun beni bu kadar etkilediğini Salih. Onunla konuşsan ne demek istediğimi anlayacaksın. Herkese karşı çok mesafeli bir adam. Birbirimizle doğrudan normal bir diyaloğun içine girmiş bile değiliz. Ne zaman karşı karşıya gelsek birbirimizi zorlamaktan başka bir şey yapmadık ama.." İç çekerek sustum.

"Ama neden bütün dünyanı sarsmış gibi hissettiğini anlayamıyorsun değil mi?"

İrkildim.

Cümlenin gerçekliğinden çok benim zihnimdekilerin yankısı olduğu içindi bu irkilmemin sebebi. Yutkundum ve başımı iki yana sallayarak düşünceleri ve onu aklımdan kovalamak istedim.

"Galip ve annesinin yanına gidelim," diye fısıldadım ve çantamı alarak ayağa kalktım.

Salih akıllık ederek sessiz kaldı ve benimle birlikte odadan çıktı. Galip ve annesinin odasına geçtik ve onları derin bir sohbetin ortasında yakaladık. Pembe Hanım başını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı.

"Gamze abla! Annem çok güzel görünüyor değil mi? İyileşmiş bile!" Galip sevinçle yataktan aşağıya atladı ve bana koşarak kollarını belime doladı. Ona sevgiyle sarılırken, "Evet Galip, annen çok güzel görünüyor." dedim. "Ama doktorumuz onun daha tam olarak iyileşmediğini söyledi. Yine de biraz iyileşmiş olduğu doğru."

Kalbindeki umutları söndürmek istemiyordum. Onun annesinin bir an önce iyileşmesini istediğini biliyordum. Böylelikle onu alıp bu hastaneden gidecek ve birlikte yaşayabilecekti. Annesini özlemiş olmalıydı. Hangi çocuk özlemezdi ki?

"Nasılsınız Pembe Hanım?" diye sordum bitkin kadına bakarak.

Gülümseyerek, "Çok iyiyim." dedi. "Siz nasılsınız Gamze Hanım?"

"Gamze deyin lütfen. İyiyim. Koşturmaca işte. Size iyi bakıyorlar mı?" diye sordum.

Salih arkamda boğazını temizleyince sırıttım. Arkadaşımı deli etmeyi seviyordum.

"Bana çok iyi bakıyorlar. Salih Beyden Allah razı olsun. Benimle çok ilgileniyor. Bir dediğimi iki etmiyor."

"Öyledir benim arkadaşım," diye fısıldadım ve Salih'e minnet dolu bir bakış attım. Gözlerini kaçırarak boğazını temizledi.

"Galip bana çok iyi bakıldığını anlattı. Size çok teşekkür ederim."

Beni bırakıp annesinin yanına tekrar kurulan Galip'e baktım. "Teşekkür edecek bir şey yok. O çok akıllı bir çocuk. Onu çok iyi yetiştirmişsin." Babasını hesaba katmadan konuşuyordum. "Onunla gurur duymalısınız."

Kadının gözleri doldu ve yanaklarından süzülen birkaç damla gözyaşını elinin tersi ile sildi. Galip'in başını öptü ve oğlunu kucakladı. "O benim bu hayattaki en kıymetli varlığım."

Kimse aksini iddia edemezdi.

*

Galip'i moda evine götürdüm ve kızların da yiyebileceği büyük bir pasta sipariş ettim. Pasta geldiğinde yedik ve biz çalışırken de Galip'in meşgul olması için ona bilgisayarda birkaç oyun indirdim.

Akşam olduğunda Galip'i önce eve bırakıp üzerimi değiştirdim sonra da evden ayrılıp prova için otele geçtim. Bugün gösterinin yapılacağı sahnede prova yapacaktık. Bu yüzden çok heyecanlıydım.

Arabamı valeye teslim ettim ve resepsiyondan büyük gösteri için hazırlanan salonun yerini öğrendikten sonra emin adımlarla oraya yöneldim. Provalara artık yüreğim ağzımda gelmediğim için rahattım. Çünkü Devrim ile değil, Yağız ile dans edecektim.

Karanlık salondan içeriye girdim ve yüzlerce koltuğun arasındaki uzun koridorlardan aşağıya inip, ışıklarla aydınlatılan sahneye geçtim. Meral ve Sinan ışıkları sahnede kurulmuş iki sandalyedeydi ve bir masanın üzerine eğilmiş ne olduklarını bilmediğim birkaç kağıdı inceliyorlardı.

"Ben geldim!" diye şakıdım.

İkisi de doğruldu ve gülümseyerek, "Hoşgeldin."dediler.

"Yağız nerede?" diye sordum.

Üzerimdeki uzun ceketin düğmelerini açtım ve tango kıyafetimle sahneye çıktım. Merakla ikisine bakıyordum.

"Yağız yok,"dedi Meral.

Kaşlarımı kaldırdım. "Anlamadım?"

"Yağız yok. Devrim Bey geri döndü."

Şaşkınlıkla ikisine bakakaldım. Doğru mu duymuştum? Doğru duymuş olamazdım!

"Siz ne-"

"Herkese iyi akşamlar,"diyen gür bir sesle sözüm kesildi ve bütün bedenimin titrediğini hissederek arkamı döndüm.

İşte oradaydı. Üzerinde onun için tasarladığım siyah takım, ifadesiz bir yüzle, derin koyu bakışlarıyla bir kez daha sinirlerimi bozmak için, oradaydı.

Göçüm!

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu