Peri ve Kuzgun - 17. Bölüm



Bölüm 17 : Kaçan Adam

Az önce yaptığım şey, takındığım tavır ve söylediğim şeyler hastane kapısının içinden geçer geçmez büyük bir şok dalgası gibi beni vurdu.

Aman Allah'ım, az önceki ben kesinlikle ben değildim. Ona onunla uğraşacağımı mı söylemiştim? Ona benden korkmasını mı söylemiştim? Ona onunla işimin bitmediğini mi söylemiştim? Pardon ama, onunla bir işim mi vardı? Az önce neler saçmalamıştım ben öyle? Neler söylemiştim?

Kabul edilir şeyler değildi, ki Devrim'in bunu kabul edeceğine de şüpheliydim. Aman Allah'ım benim kafayı yediğimi düşünecekti ki muhtemelen de öyleydi. Ama asıl önemli olan, başından beri ablasına destek verdiğimi düşünecek olmasıydı. Bunu hiç mi hiç istemiyordum. O yüzden ondan yeterince uzak durmayı kafaya koydum. Onunla uğraşacağım falan yoktu. Zavallı adam belki dışarıda küçük bir kalp krizi bile geçirmiş olabilirdi.

Bir de ne demiştim? Beni ölüm mü durdurabilirdi?

Delilik anında çok şey söylemişliğim olurdu, arkadaşlarım bunun komik olduğunu düşünürdü ama bu kadarı da fazlaydı. O kadar çok utandım ki soğuk yanaklarıma işlemiyordu bile. Hastaneden içeriye girip asansörlere yönelirken, bir sonraki provada onunla karşılaşmayı hiç de istemediğimi fark ettim. Utançtan kendimi çimdiklemek istiyordum.

Yoğun bakımın olduğu kata geldiğimde kardeşlerimin bir şeyler içtiğini gördüm. Onların yanına doğru yürürken hala yaptığım aptallığı düşünüyordum. Kaç yaşındaydım Allah aşkına? Neden böyle bir şey yapmıştım?

Beni dinlemeyip yürümeye devam ettikçe öfkem artmıştı. Arkasını dönmedikçe, ben ona durmasını söylediğim halde durmadıkça delirmiştim. Bir saniyeliğine dursaydı, eğer bir saniyeliğine dönüp bana baksaydı arkasında bıraktığı telefonu ona verir ve sessiz sakin oradan ayrılırdım. Ama hayır, her zamanki gibi benim oradaki varlığım önemli değildi. Sözlerim, duygu ve düşüncelerim de önemli değildi.

Kaç yaşında bir kadın olduğum da önemli değildi. Çünkü önemli olsaydı benim bir yetişkin olmama saygı gösterebilirdi. Tabi saygının kelime anlamını biliyorsa.

"Dışarıda kar mı yağıyor ikiz?"

"Hayır, neden?"

"Seni böyle giyinmiş gören, öyle düşünürdü de o yüzden. Hava o kadar soğuk değil biliyorsun? Daha Eylül ayındayız."

"Ben üşüyorum Efe. Ne yapabilirim?"

Omuz silkti ve ben onun yanına gidince elindeki bardağı bırakıp kollarını açtı. Memnuniyetle kollarının arasına girdim. Bir kardeşin sıcaklığı bambaşkaydı. Özellikle bu akşam buna çok ihtiyacım vardı çünkü kendimi hiç bu kadar savunmasız hissetmemiştim. Babamızı neredeyse kaybediyor olmak, hepimizde şok etkisi yaratmıştı. Ve bunun kolay kolay geçmeyeceğini de biliyordum.

Bir saat kadar oturduktan sonra Kenan amca ile Hayal teyze hastaneden ayrıldı. Ablam ile eniştemi de zorla gönderdik. Hepimizin birden burada durması mantıksızdı. Babam iyiydi ve yarından önce kendine gelmeyecekti.

Annem ise hala aldığı sakinleştiricilerin etkisi ile uyuyordu. Efe de benimle kalmak, sabaha kadar yanımda olmak istedi ama onun sorumlu olduğu bir ailesi vardı. Hem Zeynep de eminim ki onu çok merak etmişti. Onu da zorla hastaneden gönderdikten sonra annemin bulunduğu odaya geçtim ve kendimi koltuğa bıraktım. Çok, çok zor bir akşamdı. Neyse ki her şey yoluna giriyordu. Annemi kontrol etmek için yarım saat sonra kanepeden kalktığımda annem hala uyuyordu. Gözleri ağlamaktan şişmişti ve sanki on yıl daha yaşlanmış gibi görünüyordu.

Onun için üzülerek battaniyeyi üzerine çektim ve sonra ışıkları kapatıp kanepeye geri döndüm. Rahat değildi ama uykuya olan ihtiyacım ve çatlayacak derecede ağrıyan başım bunu umursamıyordu.

Ve tabiki gözlerimi kapattığım anda Devrim'i düşünmeye başladım. Bu akşam ona söylediğim şeylere hala inanamıyordum. Aklı başında olan hiçbir kadın ona bu şekilde meydan okumazdı çünkü ortada meydan okuyacak bir sebep yoktu. Adamı benimle muhatap olmak istemiyor diye kim suçlayabilirdi?

Söylediğim şeyler utanç verici bir şekilde zihnimde dönüp duruyordu.

Acaba şimdi onu arasam ve söylediklerim için özür dilesem ne olurdu? Bir anlık bir sinirle kendimden geçtiğimi, aslında öyle demek istemediğimi anlatsam? Elbetteki hiçbir tepki vermezdi ama hiç değilse o söylediklerimin ciddi olmadığını bilirdi.

Alacağım her türlü tepkiyi riske ederek telefonumu montumun cebinden çıkarırken ellerim titriyordu. Bunun havanın soğuk olmasından dolayı kaynaklandığını düşünmek istedim. Aksi takdirde kafayı yiyebilirdim. Telefonun köşesindeki saate baktığımda neredeyse gece yarısı olduğunu gördüm. Uyuyor olabileceğini düşünerek yüzümü buruşturdum. Aramalı mıydım?

Ancak bunu daha sonra yapmak istemiyordum çünkü şu an cesaretimi toplamışken ondan söylediklerim için özür dilemek en uygunuydu. Ertesi gün olduğunda bu kararımdan vazgeçeceğimi biliyordum.

İkinci kez düşünmeden numarasını bulup arama tuşuna bastım. Ve kulağıma götürüp gözlerimi kapatarak dudaklarımı ısırarak, onun telefona cevap vermesini bekledim.

Üçüncü çalışta telefon açıldı ve alçak boğuk bir ses, "Beni mahvetmeye bu gece mi başlıyorsun?"diye sordu.

Göçüm!

Utanmıştım.

"Şey...ben.." ne diyeceğimi bilemeyerek sözcükleri ağzımda çevirip durdum. "Aslında ben..şey için aradım.. hımm..şey için-"

"Ne için Gamze Hanım?" Ses tonu hiç de cesaretlendirici değildi, hatta onu aradığım için şimdiden pişman olmuştum bile. Neden söz konusu o olduğunda aptalca şeyler yapmak gibi bir eğilimim ortaya çıkıyordu?

Derin bir nefes aldım ve, "Bu akşam söylediklerim için aradım."dedim.

Bir şey söylemesini bekledim. Belki bir evet? ya da, ne olmuş söylediklerinize? gibi bir şey. Ama her zamanki gibi sessiz kalınca devam ettim.

"Ben çok kolay sinirlenen bir insanımdır ancak yine de hiç bu kadar zıvanadan çıkmışlığım da yoktur. Sanırım siz sinirimi bozmanın doğru yollarını iyi biliyor gibi görünüyorsunuz."


Ses yok.

"Sanırım biraz ileriye gittim. Söylediklerimi unutmanızı istiyorum." Boğazımı temizledim ve gözlerimi kapatarak ekledim. "Sizinle uğraşacak falan değilim. Bir sinir kriziydi o kadar."

Bekledim.

"Söyleyecekleriniz bitti mi?" diye sorduğunda irkildim.

"Evet..yani..sanırım bitti."

"Peki. İyi geceler."

Ve ardından telefonu kapattı.

Bir dejavu hissiyle kalakaldım. Elimdeki telefona baktım ve hayretle karanlıkta gözlerimi kırpıştırdım. Ve sonra kendime kızdım.

Bir liseli kız gibi davrandığım için kendime kızdım. Yetişkin bir kadın gibi davranmadığım için kendime kızdım. Belli ki adam yetişkindi çünkü benim gelgitlerime kolaylıkla tahammül edebiliyordu. Bu akşam ona söylediklerimi belki çoktan unutmuştu. Allah bilir o saçma sapan sözleri söylediğim için hakkımda ne düşünmüştü?

Telefonu cebime koydum ve yüzümü buruşturarak kanepede yan döndüm. Onu görmek dahi istemiyordum. Onun hareketlerinden dolayı değil, kendi hareketlerimden dolayı utanç içindeydim. Kendimi onun önünde küçük bir ergen gibi hissediyordum. Ayağımı yere vurmak istiyor, tırnaklarımı ona geçirmek istiyor, her hoşlanmadığım hareketinde bunu yüzüne bağırarak söylemek istiyordum.

Ben bunu yapsam bile ondan bir tepki alacağımı sanmıyordum. Adamın sarsılmaz ifadesini neyin değiştireceğini düşünürken cevap olarak hiçbir şeyde karar kıldım.

Onu ablasının bile değiştireceğine inanamıyordum çünkü ablasına karşı bile çok net tavırlar koyuyordu.

Yine de onun eski hallerini, daha doğrusu ablasının bana anlattığı eski hallerini aklımdan geçirince bunun aynı adam olup olmadığını düşünmekte güçlük çekiyordum. O kadar farklı, o kadar başkaydı ki, çocukluğunda olduğu kişiyle şimdi olduğu kişi arasında dağlar kadar fark vardı. En azından ablasının anlattıklarından ben bunu çıkarıyordum.

Gözlerimi kapatırken, yarın her şeyin daha güzel olmasını umdum. Bağış gecesine kadar babamın iyileşmesini, beni orada dans ederken izlemesini ümit ettim. Gece için beklentili, sabırsız olsam da, o dans için kesinlikle öyle değildim. Keşke bu dansı onunla yapmak zorunda kalmasaydım.

*

Ertesi gün tam olarak algılayamadığım bir gürültüye uyandım. Gözlerimi açmadan önce boynumdaki ağrıyı hissettim ve boynumu tutarak doğruldum. Annemin yatağına baktığımda onun yatağında olmadığını gördüm ve hemen ayaklandım.

"Anne?"

"Buradayım." Oda içindeki küçük banyodan ellerini kurulayarak çıktı ve bana baktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı. Çok solgun görünüyordu ama aynı zamanda da yüzünde bir huzur ifadesi vardı.

"İyi misin?" diye sordum ona doğru yürüyerek. Elinden tuttum ve kollarımı ona sardım. Bir anneye sarılmanın zevki bambaşkaydı. Kollarını size dolarken sanki bütün dünyayı kucaklıyormuş gibi sizi sıkıverdiğinde kalbiniz bu duyguyla bayram ederdi.

"İyiyim,"dedi çatlak bir sesle ve burnunu çekti. "Babanı gördüm. Doktor onun durumunun iyi olduğunu söyledi. Zamanında hastaneye getirildiği için bu krizi kolay atlattığından söz etti."

"Kolay?" diye çıkışarak geri çekildim ve onu elinden tutup kanepeye yönlendirdim. "Kolay bir kriz ameliyata sebep oldu anne."

Yüzünün üzüntüyle buruştuğunu görünce dilime sövdüm. "Neyse, çok şükür babam bunu atlattı." Minnetle iç çektim. "Nasıl görünüyordu? Kendine gelmiş mi?"

Annemin yüzü aydınlandı. "Evet. Kendine gelmişti. Doktorlar yanında durmama çok izin vermediler. Bugün akşama doğru normal odaya alınacak."

Ben uyurken annemin babamı görmeye gittiğini, onunla iletişim kurduğunu bilmek bana ne kadar geç uyandığımı fark ettirdi ve saate bakmak için elimi cebime attım. Telefonun ekranından saatin sabahın dokuzu olduğunu görünce bu kadar uyuduğum için kendime hayret ettim.

"Babamla konuştun mu?" diye sordum. Başını salladı.

"Konuştum."

"Ona ne söyledin?"

Yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. Annenizle babanızın birbirlerine deliler gibi aşık olduğunu bilmek, görmek, yaşamak çok güzel bir şeydi.

"Ona krizden ölmediğini ama iyileşir iyileşmez benim elimden öleceğini söyledim."

Küçük bir kahkaha attım. Bu tam da annemin söyleyeceği bir şeydi.

"Peki babam ne dedi?"

"Hiçbir şey,"diye homurdandı. "Sadece gülümsedi. Ben konuştukça o gülümsedi. Öyle bir gülüyordu ki Gamze.. içimi parçaladı. O gülümsemeyi bir daha göremeyeceğimi düşününce çok kötü oldum. Bana bakışını, bana gülümseyişini...ah Ali!"

Babamın nasıl gülümsediğini bildiğim için birkaç saniye o görüntüyü aklımda tuttum ve ben de gülümsedim. Bizim babamız hep gülümserdi. Bir keresinde bir yerde bunun en büyük mutluluk olduğuna dair bir şeyler okumuştum. İnsanlar hayatlarının büyük bir bölümünde genellikle gülümsüyorlarsa mutlu olmayı bildiklerindendir yazıyordu. Ve benim babam mutlu olmasını çok iyi biliyordu. Onu çok seven bir eşe, ve onu çok seven çocuklara, gelin ve damada ve torunlara sahipti. Ailemizin çınarıydı ve o gövde yıkılırsa geriye bütün dalların da parçalanacağını biliyorduk.

O gülümsemeyi hayatımızın her evresi boyunca görmeyi diledim. Annemle biraz daha oturup konuştuktan sonra kardeşlerimi aradık ve onlara durumdan bahsettik. Efe ve Zeynep hastaneye gelmek istedi. Biz de babam normal odaya alınana kadar eve gidip üzerimizi değiştirmek için bunu kabul ettik.

*

Kısa bir duşun altından üzerimi değiştirip mutfağa indiğimde annemin çoktan inmiş olduğunu gördüm. "Sadece kahve mi içeceksin anne?"

Dolabı açtım ve peynir ile tereyağı çıkarıp tost ekmeklerini hazırlamaya başladım. Annem kadar ben de iştahsızdım ama yemek yemenin gerekliliğinin de farkındaydım. On dakika içinde kahvaltımızı yapıp yeniden hastaneye doğru yola çıktığımızda telefonum çaldı.

Bluetooth kulaklığımı taktım ve arayan kişiye şöyle bir baktım.


Armağan.

"Efendim?"

"Günaydın Gamze...nasılsın? İyi misin? Olanları duydum! Aslında dün gece aramak istedim ama belki de müsait değilsinizdir diye arayamadım."

"Çok teşekkür ederim Armağan. Babam iyi. Bir kalp krizi geçirdi. Bu akşama doğru normal odaya alacaklar."

Annemin merakla beni dinlediğini biliyordum.

Armağan coşkulu bir şekilde, "Ah, çok sevindim!" dedi. "Babanın iyi olması için dua ettim. Babasızlık nasıl bir duygudur iyi bilirim. İyileşmesine çok sevindim..gerçekten." Sesi son cümlelerde iyice kısılınca kaşlarımı çattım.

"Babasızlık mı?" diye sormaktan kendimi alamadım.

"Ah,"diye tepki verdi. Sanırım bu bilgiyi benimle paylaştığı için şaşırmıştı. "Babam yok bizim. Yani annemle babam öldüler."

Ne diyeceğimi bilemeyerek ağzı açık bir şekilde araba sürmeye devam ettim. Babamı az kalsın kaybediyor olmak bile kötüyken, kaybetmiş olmanın nasıl kötü olacağını az çok tahmin edebiliyordum.

"Çok üzüldüm.."diye fısıldadım. "Nasıl öldüler?"

Uzun bir sessizlik yaşanınca hattın düşüp düşmediğine bakmak için telefonu kontrol ettim. "Armağan?"

"Buradayım. Şey..bir kazaydı. Bir kazada öldüler."

"Çok üzüldüm,"dedim yeniden. "Başınız sağolsun."

"Teşekkür ederim." derken sesi buz gibiydi. Az önceki coşkulu hali kaybolmuştu. Böyle olunca onu kardeşine benzettim. Ailesinden bahsetmek Armağan'ı bile bu kadar geriyorsa, Devrim'i düşünmek bile istemiyordum. Belki de onun dünyaya karşı olan tepkisi ailesi yüzündendi?

"Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" diye sorduğunda hastanenin otoparkına girmek üzereydim.

"Hayır, çok teşekkür ederim Armağan. Aradığın için de teşekkür ederim."

"Önemli değil. Sonra görüşürüz,olur mu?"

"Tabii, olur." derken arabayı park etmiştim. "Görüşürüz."

Telefonu kapatır kapatmaz annem, "Armağan kim?" diye sordu.

"Devrim Kuzgun'un ablası."

"Onunla nereden tanışıyorsun?"

"Geçirdiğim kazadan sonra beni ziyarete gelmişti, moda evine." Kemerimi çözdüm ve çantamı almak için arka koltuğa uzandım. "O zamandan beri de ara sıra görüşüyoruz."

"Kaç yaşında bu kadın?"

Omuz silktim. "Bilmiyorum ama otuzlu yaşlarının sonunda gibi görünüyor."

Ondan sonra konuşmadık ve babamın bulunduğu yoğun bakım katına girdik. Zeynep ve kardeşim bekleme odasında yan yana oturmuş sessizce duruyorlardı.

"Babam nasıl?" diyerek içeriye girerken, onları ürküttüm. Zeynep gülümseyerek, "İyi."dedi. "Doktorlar beklenenden biraz daha erken odaya alınabileceğini söyledi. Yanına girmemize izin verilmiyor ama onu camın arkasından görebildik."

"Ben de istiyorum,"diye sızlandım.

Annem Efe'nin yanına oturunca kardeşim kolunu kaldırdı ve annemi kolunun altına alıp başını göğsüne yaslamasını sağladı. Diğer kolunda da karısı vardı. O kadar güzel bir tabloydu ki, gözlerim doldu.

Aile olmak ne kadar güzel bir şeydi.

*

Babam akşama doğru normal odaya alındı. Hepimiz odaya girerken yatağında uzanmış, yüzüne yorgun bir gülümsemeyle tek tek hepimize bakıyordu.

Birden toplu itiraz sesleri yükseldi.

Kardeşlerim, "Bizi çok korkuttun baba!" diyerek seslerini yükseltmeye başladılar. Onu yeniden gülümserken gördüğüm için o kadar mutluydum ki tek bir kelime bile edemedim. Hemşire kontrollerini yaparken, kardeşlerim sırayla yatağın etrafına dizildiler ve babamın kalp krizi geçirdiğini öğrendikleri andan itibaren ne hissettilerse anlatmaya, babamı azarlamaya koyuldular. Annem ile ben sessiz sessiz duruyor, yalnızca ona bakmanın bile ayrıcalığını yaşadığımız için minnet dolu bir şekilde onu izliyorduk.

Babam yorgun argın bir şekilde, "Tamam, tamam.."diyerek hepimizi yatıştırmaya çalışırken öyle bir gülümsüyordu ki, gözlerim doldu. Hangisi olduğunu bilmiyordum ama iki kardeşimi kenara iterek aralarından sıyrılırken son derece kararlı bir şekilde babama doğru yürüdüm. Bana baktı ve yüzümün ifadesini görünce kaşlarını çatarak, "Gamzem?" dedi.

İşte bu kadardı.

Hüngür hüngür ağlayarak yanına gidip yüzümü ellerine gömdüğümde, o hayat dolu ellerini tutup dudaklarımı bastırdığımda, sesi daha da endişeli çıkmaya başladı. "Kızım? Gamze? İyiyim..şştt..ağlama.."

Beni yatıştırmaya çalıştığını bilmiyordum ama hiç de işe yaramıyordu. Sesini duydukça, hayatta, kanlı canlı benimle konuştuğu için burada olduğuna inanamıyor ve daha çok ağlıyordum.

Gözyaşları içindeki yüzümü kaldırıp babama eğildim ve onu yanağından öptüm. Onun da gözlerinin dolduğunu görünce kendimi tutamadım ve ona sarıldım. İncitmeden, ağırlığımı fazla vermeden ona sarıldım. Bir kolunu belime koyarak beni kendine sıkı sıkı bastırdı ve ben daha çok ağladım.

Odada derin bir sessizlik vardı.

Birkaç dakika boyunca babama sarıldım ve sonra onu inciteceğimi düşünerek geri çekildim. "İyi misin baba?" derken küçük bir çocuk gibi hıçkırıyordum. "Çok kötüydü..çok kötüydü baba...çok kötüydü."

Yanımda duran annem zayıf bir sesle, "Evet.."diye destek verdi bana.

Babamın bakışları anneme kaydı. Gözlerinde farklı bir pırıltı belirdi ve sonra yeniden bana döndü. Elimi sıkı sıkı tuttu. "Artık iyiyim kızım. Küçük bir krizdi. Geçti gitti."

"Neden herkes bunun küçük bir kriz olduğunu söylüyor!" diye çıkıştım sinirle. "Küçük falan değildi. Aklımızı kaybediyorduk biz! Anneme saatlerce uyuması için sakinleştirici vermek zorunda kaldılar."

Babamın kaşları endişe ile çatıldı ve yeniden anneme baktı. "Elif?" Sesindeki endişe o kadar belliydi ki annem dayanamadı ve elini ağzına kapatarak odadan hızla çıktı.

Babam arkasından, "Elif!" diye bağırdı. "Elif!"

Onu sakinleştirmek için elimi omuzuna koydum. "Tamam baba. Anneme biraz zaman ver. Hepimiz için çok zordu ama onun için..ayrı zordu. Birazdan gelecektir."

Babam yorgun, üzgün bir gülümsemeyle, "Beni öldüreceğini söyledi." dedi. "Eğer kriz öldürmezse, kendisi öldürecekmiş."

Kardeşim Efe, "Bunu hak ettin baba." diye azarladı ama aslında sesinde minnet vardı. Ve aynı zamanda ona takılıyordu. Hastalık babamın suçu değildi. Onu kızıyor olmamız sadece çok korktuğumuzdandı. Başımıza gelecek şeyler bizim elimizde değildi. Her ne kadar sağlıklı yaşarsak yaşayalım yine de kalp krizi geçirebiliyordunuz. Hayat ihtimaller üzerine kuruluydu. Olasılıklar etrafta kol geziyordu.

Babamın bize ona kızdığımız için alınmadığını biliyordum ama annemin odadan çıkışı onu üzmüş gibi görünüyordu.

"Ben onu getireceğim baba,"diye mırıldandım ve eğilip onun yanağından öptüm. "Sen dinlen olur mu?"

Kardeşlerim de kısa birer konuşma yaptıktan sonra onu dinlenmesi için yalnız bıraktık. Hepimiz dışarıya çıktığımızda annemizi odanın hemen önündeki koltuklardan birinde otururken bulduk. İçli içli ağlıyordu.

Güney, "Anne iyi misin?" diye sordu.

Demir ile Leyla önlerinde eğildi ve annemin ellerini tuttular. "Babamın yanına git hadi,"dedi Demir. "Sen öyle çıkınca üzüldü sanki."

Annem başını kaldırdı ve tek tek hepimize baktı. Ablam Aslı, eniştem Mehmet, Mine ve Güney, Demir ve Leyla, Zeynep ve Efe hepimiz onun içeriye girmesini ister bir şekilde gözlerimizi onun üzerine dikmiştik. Annem gözyaşlarını sildi ve iç çekerek ayağa kalktı.

Odaya girdi ancak kapıyı kapatmadı. Hepimiz iç çekerek koltuklara yığıldık.

Annemin babamı affedeceğini biliyorduk çünkü bu babamın suçu değildi. Hepimiz gibi annem de çok korkmuştu.

Onu o kadar iyi anlıyordum ki.

*

Bir gün sonra babam taburcu edildi ve eve getirdik. Bütün çocukları ve torunları başında toplanmışken, "Ne güzel ilgi görüyorum ben böyle,"diye konuştu. "Demek hep hastalanmalıymışım."

Şaka yaptığını zannetti ancak hiçbirimiz gülmeyince de, "Asmayın yüzünüzü hadi!" diye azarladı bizi. "Bizi torunlarımla rahat bırakın da biraz onlarla vakit geçireyim. Hepsini çok özledim."

Söylediğini yaptık.

Onu yeniden aramızda ve sağlıklı bir şekilde gördüğümüz için bundan sonraki elli sene de ona karşı gelmeyeceğimizi biliyorduk.

O gün kahvaltıyı yaptıktan sonra bir duş alıp moda evine geçtim. Öğleden sonraya kadar biraz çalıştım ve sonrasında yeni mekan için sözleşmeden dönen adamla görüşmeye gittim. Çoktan seçtiğim ve çok beğendiğim mekanı kiraladığım adamın yurtdışına gittiğini, mekanın çoktan satıldığını, mekanın yerine bir otelin kurulacağını öğrenince o kadar sinirlendim ki hızlı hızlı yürürken topuklu ayakkabının topuğunu kırdım ve yüzüstü kapaklanarak herkesin içinde kaldırıma düştüm.

İsyan etmek için ağzımı açmıştım ki kolumdan tutup kalkmama yardım eden kişinin varlığıyla dişlerimi sıkıp sustum. Beni kaldıran adama teşekkür ettim. İyi olup olmadığına dair sorduğu sorulara, "Çok kötüyüm ama teşekkürler."dedim.

Benden uzağa fırlayan çantamı almak için tek topuklunun üzerinde yürüdüm. Arabamın güvenli bölgesine girdiğimde derin bir nefes aldım.

Lanet ayakkabıları ayağımdan çıkarıp yan koltuğa attım ve çıplak ayak arabayı sürmeye başladım.

Hala herkesin içinde düştüğüm için utançtan ölüyordum. Moda evine dönüp olanları Neşe'ye anlattığımda verdiği tepkiden kurtulamadım. Hayatımda bu kadar kahkaha atan bir kadın daha tanımamıştım.

Günün sonuna doğru, Devrim'in asistanı Zahide Hanım'dan bir eposta aldım. Provalar ben olmadığım için iki günlüğüne yapılmamıştı. Zahide'ye müsait olduğumu ve bu akşam provaya geleceğimi söyledim.

Akşam olduğunda ise bu kararımdan o kadar da emin değildim. Devrim ile son görüşmemizden ve telefonda olan konuşmamızdan sonra onu görmeye pek de hevesli olmadığımı biliyordum. O akşam gösteri için hazırladığım kıyafetleri orada bıraktığımı hatırlayarak onlara iyi bakmış olmalarını ümit ediyordum. Ofis katına çıktığımda isteksiz adımlarla provanın yapılacağı odanın kapısı çaldım.

En son bu odada uyumuş, kendimi yine rezil etmiş ve onunla bir akşam yemeğini paylaşmıştım. Kulağa aylar öncesiymiş gibi geliyordu.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde Meral ile Sinan'ın karşılıklı oturmuş üçüncü bir kişiyle konuştuklarını gördüm. Kaşlarımı çatarak, oturduğu yerden de belli olan uzun boylu, atletik yapılı adamı süzdüm ve, "Merhaba?" diye selamladım onları.

Meral ayağa kalktı ve bana doğru gelip sarıldı. "Ah merhaba canım! Nasılsın? Baban nasıl?"

"Teşekkür ederim. Çok iyi.." Neden odada Devrim'in olmadığını soracaktım ki, Sinan,dile getirmediğim soruya cevap olarak, "Devrim Bey yok."dedi.

Meral gergin bir şekilde ben daha bunun ne demek olduğunu sormadan araya girdi. "Devrim Bey danstan çekildi. Yeni dans partneriniz Yağız Bey olacak." Bana üçüncü kişiyi taktim etti.

Yağız denilen adam ayağa kalktı ve karşıma geçti. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü yakışıklı bir adamdı. Elini uzattı.

Onun elini sıkıp kendi ismimi söylerken bütün bu olanları dışarıdan izliyormuşum gibi şaşkındım.

"Devrim Bey danstan çekildi." cümlesinden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum.

Bu ne demekti?

Danstan nasıl çekilirdi? Buna ben mi sebep olmuştum? O akşam söylediklerim yüzünden miydi?

"Devrim Bey ne zaman danstan çekildi?" diye sorarken buldum kendimi.

"Dün. Dün akşam beni aradı ve danstan çekildiğini, yerine Yağız Bey ile çalışacağımızı söyledi."

Yağız Beye gülümsedim ve çantam ile ceketimi kanepeye bırakarak, "Devrim Bey şu an nerede?" diye sordum.

"İşlerinin olduğunu söylemişti. Sanırım dışarıya çıktı."

Bu işe benim kadar ilgi göstermediği açıktı.

Telefonumu çantamdan çıkarmak için çantama uzandığımda Yağız Bey ilk kez konuştu. "Bir problem olmayacaktır,"dedi. "Ben profesyonel bir dansçıyım. Gösteriye kadar çok iyi hazırlanırız."

Sorun o ve onun profesyonel olması değildi. Sorun Devrim'in bir korkak olmasıydı. Telefonumdan ismini bulduğumda, "Onunla konuşacağım, çok uzun sürmez geliyorum." diyerek ofisten çıktım. Telefon çalmaya başlayınca ve uzun süre açılmayınca sinirle ayağımı yere vurmaya başladım.

Harika!

Benden resmen kaçan bir adamı arıyor, ona iyi bir fırça çekmeye hazırlanıyordum. Şımarık bir kız gibi!

Yine sinirle hareket ettiğimin farkına varınca aramayı sonlandırdım. Benden kaçmak mı istiyordu? Tamam, kabul ediyordum. Bu dansı benimle birlikte yapmak istemeyen bir adamın peşinden koşacak değildim.

Telefonu sıkıca tutarak arkamı dönüp ofise doğru ilerleme başlamıştım ki, koridorun ucunda bir hareketlilik dikkatimi çekti ve sonra Devrim'in sinir bozucu bedeni görüş alanıma girdi. Elindeki telefona kaşlarını çatarak bakıyordu. Bir iki adım attı ve sonra telefonunu ceketinin iç cebine koymak için kolunu kaldırdı. Eş zamanlı kalkan başı bana doğru çevrildi ve sonra gözlerimiz kilitlendi.

Onu yakaladığımı anlayınca gözlerini kıstı.

Konuşmamı bekler gibi duraksadı. Adımları yavaşladı ve tam on metre ileride durup bana baktı.

Ona neden bu dansı bıraktığını sormak, bir korkak gibi davrandığını söylemek için yanıp tutuşmama rağmen verdiği kararın üzerimde hiçbir etkisinin olmadığını kanıtlamak istercesine ona şöyle bir baktım ve ofisin kapısına doğru yürümeye başladım.

"Gamze Hanım, beni aramışsınız-" Diyerek arkamdan seslendi ancak ona aldırış etmeden ofisin kapısını açtım ve ona bakmadan da kapıyı kapattım.

Telefonumu çantamın yanına bırakırken beni izleyen üç çift göze bakarak, "Hadi başlayalım."dedim. "Malum, işimiz çok."
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu