Peri ve Kuzgun - 16. Bölüm



Bölüm 16 : Seninle Uğraşacağım!

Gözlerimi açtığımda kendimi karanlığın içinde buldum. Gözlerimi kırpıştırarak açtım ve akıp giden sokak lambalarına, trafik levhalarına baktım. Ayaklarım dizlerimden bükülmüş bir halde bir arabanın arka koltuğunda uzanıyordum.

Başımı hafif yan çevirip sürücü koltuğuna baktığımda Devrim'i gördüm. Aldığım haber, hissettiğim yıkım aklıma gelince acıyla yüzümü buruşturdum ve hızla doğrulmaya çalıştım.

"Nereye gidiyoruz? Benim hastaneye gitmem lazım." Başım dönünce elimi alnıma koydum.

Aynadan bana baktı ve sert bir sesle, "İyi misin?" diye sordu. "Ani hareketler yapma. Zaten hastaneye gidiyoruz. Biraz daha yolumuz var. O yüzden uzan."

Uzanmak falan istemiyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Ben sadece babamı istiyordum. Onun sevgisini, onun sıcacık kollarının arasında olmayı, onun o çınar gibi gövdesine sıkı sıkı sarılmayı, o baba kokusunu içime çekmeyi istiyordum. Bunları bir daha yapamayacak olmamın düşüncesi o kadar acı vericiydi ki yutkundum.

Sıcak gözyaşları yanaklarımdan aşağıya süzülmeye başlarken koltukta doğruldum. Ayağımdaki ayakkabılara baktım. Keşke yanıma spor ayakkabılarımı alsaydım diye düşündüm. Ceketime sıkı sıkı sarılarak dışarıyı izlemeye başladım.

Ancak hiçbir şeyi görecek durumda değildim. Sadece babamın iyi olması için dualar ediyor, onun ölmemesi, ameliyatının iyi geçmesi için Allah'a yalvarıyordum.

Hayatım boyunca babamdan en ufak bir fiske dahi yememiştim. Onun sevgi dolu kalbinin ilgisiyle büyümüştüm. Bütün çocukları babam için her zaman çok özeldi ama Efe ile ben ikiz olduğumuz için bize daha fazla ilgi gösterdiklerini söylerdi annem. Efe'ye nazaran ben şımarık yetiştirilmiş bir çocuktum. Pembeler içinde küçük bir evimin olduğunu hatırlıyordum. Babam benim için bahçeye özel olarak yaptırmıştı. Küçük pembe renginde bir kulübe. Bazı zamanlar bütün günümü orada geçirdiğim için bana kızardı.

Daha sonra o da gelip benim kulübemde otururdu ve ben oyun oynarken o da kitap okurdu. Ya da bilgisayarından işleriyle ilgilenirdi. Onun yanımda olmasına aldırış etmezdim. Oyuncak bebeklerime, pembe olan bütün eşyalarımla oynarken onun neden orada oturduğunu düşünmezdim. Ancak bunun daha sonraları babamın yanımda olmak istediği için olduğunu anlamıştım. Bir baba olarak o kadar iyi bir adamdı ki, her zaman onun gibi bir eşim olmasını istemiştim. Annem ile aralarındaki aşk çok özeldi, çok kuvvetliydi.

Çocukluğumuz, gençliğimiz ve yetişkinlik hayatımız boyunca onların bir kez bile kavga ettiğini görmemiştim. Annemin küçük triplerine bile saygı gösterip onun gönlünü almaya çalışan bir baba görmüştüm hep.

Bütün kardeşlerim ve ben bu konuda hemfikirdik. Annem ile babamın aşkı kadar büyük bir aşk yoktu. Bir keresinde annem bana babamın dört tane çocuk istediğini söylemişti. Hatta daha fazlasını da istediği olmuş fakat annem beş ile sınırlı kalmalarını söylemişti. İlk önce ablam Aslı, sonra Efe ile ben, sonra Demir ve en son da Güney doğmuştu(k). Ve babam hepimizi çok sevmişti.

Bir keresinde bana, ona sevmeyi annemin öğrettiğini söylemişti. Romanlara konu olacak bir hikayeleri vardı ve bunu benimle paylaştığında ağlamıştım. Annemin çektiği acılara, babamın çektiği acılara üzülmüştüm. Ama onların aşkının bu kadar büyük ve güzel olması da hikayelerinin bir sonucu olduğunu biliyordum.

Babam bir kez bile annem olmadan bir karar almamıştı. Annem de onun üzerine titrerdi. Kaç yaşına gelmiş olurlarsa olsunlar hala birbirlerine deli gibi aşıklardı. Ve bunu göstermekten de çekinmezlerdi.

Bakmadığımızı düşündükleri anda nasıl birbirlerine sokulduklarını hatırlayınca gülümsedim. Annem çok şanslıydı. Babam gibi bir adam tarafından çok ama çok seviliyordu.

Ve o adam şimdi ameliyatta ölüm kalım savaşı veriyordu.

Annemin yerinde olmak istemezdim. Kim bilir şimdi ne haldeydi? Yüreği nasıl yanıyordu? İnsanın canından bile çok sevdiği onunla neredeyse bir ömür geçirdiği adamı kaybetmeye bu kadar yakın olmak, kim bilir ne kadar zordu?

Ağzımdan kaçan inlemeye engel olamayarak ağlamaya başladım. Eğer babama bir şey olursa, anneme de bir şey olacağını biliyordum. Dayanamayacağını biliyordum. Kaldıramayacağını. Çünkü o adam bizim babamızdı. O adam bizim sırtımızı yasladığımız koca bir çınardı. Kaç yaşına gelmiş olursak olalım, onun kaybı her zaman bizi mahvederdi. Evlenmiş olmamız, kendi işimize sahip olmamız, artık farklı evlerde yaşıyor olmamız önemli değildi. O hala bizim babamızdı.

"Gamze biraz sakin olur musun?"

Devrim'in sesi beni düşüncelerimden çekip çıkarırken elimle ağzımı sıkı sıkı kapattım. Elimde değildi. Sakin olamıyordum. Belki basit bir ameliyattı, belki ölüm riski bile yoktu ama babamın o ameliyat masasında cansız bir şekilde yatıyor olma düşüncesi bile beni hatsa ediyordu.

"Kardeşini aramak ister misin?"

Kardeşim.

Efe.

Çantama bakınırken, Devrim benim yerime ön koltukta duran çantamdan telefonumu çıkardı ve rehber listesinden 'İkizim'i arayarak telefonumu bana uzattı. Ona bunu neden yaptığını, kişisel eşyalarımla neden oynadığını soramayacak kadar bitkin olduğumdan telefonu aldım ve kulağıma götürdüm.

İkinci çalışta Efe telefona cevap verdi.

"Gamze? İyi misin?"

Hıçkırığımı güçlükle bastırdım. "Değilim," inledim. "Değilim Efe. Oraya geliyorum. Çok az kaldı. Bir gelişme var mı?"

Kardeşim boğuk bir sesle, "Bir gelişme yok."dedi. "Hala ameliyatta. Hepimiz bekliyoruz işte. Kendine dikkat et. Aklım sende. Arabayı çok dikkatli kullan."

"Arabayı ben kullanmıyorum,"diyerek burnumu çektim. "Devrim Bey kullanıyor. Beni o getiriyor. Kısa bir baygınlık geçirmişim."

"Kahretsin!" diye gürledi kardeşim. "Sana sakin olmanı söyledim değil mi? Keşke telefonda söylemeseydim!"

"Ama o zaman beni nasıl ikna edecektin ki? Gelemezdim çünkü bugün geç saatlere kadar prova yapacaktık. Hem neden söylemeyeceksin? O benim de babam." Kalbim sıkışırken boğuk bir hıçkırıkla ekledim. "Babam!" Babam! diye iç geçirdim. O kadar güzel bir kelimeydi ki, insanın her söylediğinde yüreği sıcacık oluyordu. Ama ben şimdi her söylediğimde içim kan ağlıyordu. Biliyorum, sanki ölmüş gibi davrandığımın farkındaydım ama elimden gelen bir şey yoktu. Onun tırnağı incinse benim canım yanardı.

Aynı şekilde babam da bizler için böyle düşünürdü.

"Gamze biraz sakin ol tamam mı? Sakin ol. Her şey iyi olacak. Babam iyileşecek ve-"

"Bundan nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordum ağlarken. "Bu saçmalığı söyleyen herkesten nefret ediyorum. Ya kötü olursa her şey? O zaman ne olacak?"

Devrim aynadan bana baktı ve onun çenesinin kaskatı olduğunu gördüm. Göz göze geldiğimiz an bakışlarını kaçırdı ve başını sağa sola oynatarak boynunu rahatlattı.

"Bunları sen geldiğin zaman konuşalım olur mu?" diye fısıldadı Efe.

"Dur bekle!" dedim acı içinde. "Annem nasıl? İyi mi?"

"Sence?" İç çekti. "Sakinleştirici verdiler. Uyuyor şu an. Babamı o hastaneye getirmiş. Bize de evdeki şoför haber verdi zaten. Annem şoktan bayılmış."

"Ah!" diye inledim yüreğim sıkışırken. "Kalbim sıkışıyor Efe."

"Biliyorum güzelim, biliyorum. Hadi şimdi biraz sakinleş. Birazdan görüşürüz." Telefonu kapattık ve elimi ağzıma bastırıp daha da şiddetle ağlamaya başladım. Eğer Devrim olmasaydı çığlık çığlığa ağlardım çünkü ben ağladığım zaman gerçekten kendimi tutan insanlardan değildim.

"Bu tür durumlara hiç alışık değilsin sanırım."

Gözlerimi Devrim'in başına çevirdim. "Bu tür durumlar derken neyi kastediyorsun?"

"Hastalık. Ölüm. Ve daha birçok şey."

"İnsan böyle bir şeye nasıl alışabilir ki? Söyler misin?"

Cevap vermedi. Cevap vermesine de gerek yoktu. Buna alışamazdım. Hayatımız boyunca sevgi içinde büyüdüğümüz için en ufak bir kayıp bile canımızı yakardı.

Benim buna alışık olmamı bekleyemezdi.

"Sanırım sen alışıksın?" diye sordum.

Yine cevap vermedi.

Birkaç dakika sonra hastaneye giriş yaptığımızda elim ayağım titriyordu. Arabadan inerken kapıya tutunmak zorunda kaldım. Devrim inip benim tarafıma geldiğinde elinde çantam vardı. Ceketime sarıldım. Saçlarımda şekilsiz bir biçimde duran beremi düzelttim. Çantamı almak için elimi uzattım.

Çantayı elime verdi.

"İyi misin?" diye sordu.

Başımı salladım. Kendiliğinden akmaya devam eden gözyaşlarımı sildim. "Beni getirdiğin için teşekkür ederim."

Teşekkürümü görmezden geldi. "İçeriye girebilecek misin?"

"Evet. Evet girebilirim. Teşekkür ederim."

Ona son bir kez baktım ve sendeleyerek hastaneye yürümeye başladım. Başımın hafiften döndüğünü hissediyordum. Dolan gözlerim yüzünden bulanık görüyordum ve üstelik yüreğim sanki tonlarca ağırlığın altında ezilmiş gibi acıyordu. Bir şekilde yürümeyi başardım.

Resepsiyondan ailemin nerede olduğunu öğrendim ve asansörde onlara ulaşmayı beklerken kalbimi sakinleştirmek için göğsümü ovalamak zorunda kaldım. Olmuyordu. Bir ateş bütün damarlarımda geziyormuş gibiydi. Her yeri, her şeyi yakıyordu.

Ameliyathanelerin olduğu kata geldiğimde etrafıma bakındım. Altı numaralı ameliyathanenin bekleme salonunda olduklarını biliyordum. Koridorda yürürken kötü bir haber almaktan korkuyordum.

Köşeyi döndüğümde altı numaralı ameliyathaneyi gördüm. Hemen yanındaki bekleme salonundaki aileme baktım. Ablam, eniştem, kardeşlerim ve Kenan amca ile Hayal teyzenin üzgün bir şekilde durduklarını gördüm. Ablam benim gibi ağlıyordu ve eniştemin kollarına sığınmıştı.

Efe beni fark ettiğinde gücümün azaldığını hissederek ona doğru neredeyse koşmaya başladım. Çantamı yere attım ve ikizimin kollarının arasına girdim. O beni sımsıkı sararken ben de ona sıkı sıkı sarıldım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Sesli, sesli. Devrim'in yanındaki gibi değil. İçim parçalanarak. Yüreğim boşalarak ağladım. Efe'nin sarsılan omuzlarından onun da ağladığını hissedebiliyordum.

Babama kızmak istiyordum. Bize yaptığına bak demek istiyordum. Bütün evlatların senin için endişeden çıldırıyor, sen orada öylece yatıyorsun demek istiyordum. Kardeşimin kazağını ıslattığımın farkındaydım ama önemli değildi. Birinden destek almaya ihtiyacım vardı.

Babama onlarla birlikte kızacaktım.

Ölümden böyle zamanlarda çok korkuyordum. Onun gelip sevdiklerimden birini alacağının düşüncesi beni çıldırtıyordu. Böyle zamanlarda duygusuz bir insan olmak istiyordum. Hiçbir şey hissetmeyen, hiçbir şey düşünmeyen nötr bir insan. O zaman her şeyin daha kolay olacağını biliyordum ama diğer yandan da böylesi bir sevgiyi esirgemek istemiyordum.

Efe beni sıkı sarıp saçlarımı okşarken yutkundum.

"Bir gelişme yok mu hala?" diye sordum.

Kardeşimin kollarından sıyrılıp ablama doğru yürüdüm. Birbirimize sıkı sıkı sarılırken acı dolu ağlayışlarımız daha da arttı. Çünkü babamın en değerli kızlarıydık biz. Bir kız için baba çok önemliydi. Kızlar babalarını çok severlerdi. Ablam da ben de Ali Aslan'ı çok seviyorduk.

Ali Aslan bizi ayakta tutan en değerli insandı.

"Daha ameliyatta. Ameliyat başlayalı bir saate yakın oldu."

Ablamla ayrıldık ve yan yana oturduk. "Annem nerede?" diye sordum.

"Yan odada. Uyuyor."

Hayal teyze elimi tuttu. "Merak etmeyin kızım. Ali güçlüdür. Ayağa kalkacaktır."

Gözyaşlarım akıp giderken ve kalbim bu kadar acıyorken bütün kötü düşünceler beni boğuyordu.

Güney ile Demir yanıma geldiler ve onlara da sıkı sıkı sarıldım. Her birinde babamın kokusunu alıyordum sanki. Her birinde ondan bir parça vardı. Yanıma, yere oturarak ablamla benim ellerimi tuttular. Efe ayakta dolanıyordu.

"Nasıl olmuş?" diye fısıldadım üzüntüyle.

"Annem biliyor. Geldiğinden beri konuşmadı. Sürekli ağlıyordu. Ona sakinleştirici vermek zorunda kaldılar."

Onun acısını ta kalbimde hissediyordum.

Ve beklemekten başka şansımız yoktu.

Onun bize geri dönmesi için dua etmekten başka elimizden gelen bir şey yoktu.

*

Gamze hastaneye girdikten sonra Devrim gidememişti. Gidememişti çünkü Ali Aslan'ın iyi olup olmadığını bilmek istiyordu. Gamze'nin hıçkırıkları, bayıldığı zaman babası için sayıklamaları kulağından gitmiyordu. Birkaç dakika önce ona nasıl yemek yenildiğini gösterirken birkaç dakika sonra gözü yaşlı bir şekilde ne yapacağını bilemez halde çırpınıyordu. Devrim onu çok iyi anlıyordu.

Büyük bir sakinlikle kendine engel olmaya çalışmış ve onu omuzlarından tutup sarsmamak için zor sabretmişti. Bir çocuk gibi ağlıyordu. Devrim onu suçlamazdı. Babası öldürüldüğü zaman kendisi nasıl ağladığını iyi hatırlıyordu.

Ama o zaman daha on beş yaşındaydı. Ölüm hakkında hiçbir fikri yoktu. Ve herhangi bir ölümü kaldırabilecek yaşta değildi. Kanun önünde bir yetişkin bile değildi ve hayat onu on beş yaşında anne babasız bir şekilde bırakmıştı. Kanun önünde o anne babanın sorumluluğunda bir çocuktu. Üstüne bir de ablasını kaybetmişti, sonra bulmuştu. Bulduğunu sanmıştı. Hala arıyordu. Armağan, eski Armağan değildi. Sorun yoktu. Devrim de eskisi gibi değildi.

Ancak bir babanın ölmesini istemiyordu. Gamze'nin yetişkin bir kadın olmasına rağmen bu kadar üzülmesi, onun babasını çok sevdiğini gösteriyordu. Babası iyi bir adam olmalıydı.

Genç adam soğukta hastane dışındaki banklardan birine otururken iç çekti.

Düşünmek beynini kemiriyordu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Yalnızca bir zamanlar Çakal ile işlerini yürüten adamın iyi olmasını diliyordu.

İyiler ölümü hak etmiyordu.

Aradan bir buçuk saat geçti.

Devrim yerinden hiç ayrılmadı. Biraz daha zaman geçince içeriye girecek resepsiyondan durumu öğrenecekti. Ancak soğuğun onu uyuşturmasını bekliyordu. Hiçbir şey hissettirmemesini.

Çünkü hissediyordu. Ölümü hissediyordu. Onu çepeçevre kuşatan hastalıklı ölümü. Ondan canından çok sevdiği annesini çalan ölümü. Babasını ve ablasını. Ve hayatını. Adını çalan ölümü.

Gamze'nin ve ailesinin böyle bir acı yaşamamasını diledi. Devrim bir şekilde üstesinden gelmişti ama Gamze gibi bir kadının bu ölümü zor atlatacağını biliyordu.

İç çekerek arkasına yaslandı ve gökyüzüne baktı. Serin bir yaz akşamıydı. Eylül'ün sürekli kafası karışıyor olmalıydı. Bir an yağmurluyken, bir an açık bir havaya bürünüyordu.

Telefonu çalınca isteksiz bir şekilde cebine uzandı.

Ablasıydı.

"Efendim?"

"Yekta? Neredesin? Prova bitmedi mi? Merak ettim."

Ablası işte böyleydi. Devrim'in eve belli bir saatte geleceğini düşünüyordu, gelmediğindeyse onu arıyordu. Devrim bu konuda ona hiçbir şey söylemek istemiyordu. İstediği şekilde düşünmesine izin veriyordu.

"Prova iptal." Eğitmenlerin ablasına haber vermemiş olmasına şaşırmıştı. "Gamze'nin babası kalp krizi geçirmiş. Hastaneye gitmek zorunda kaldı." Kendisi de hastanede olduğunu söylemedi. Söylemek istemedi. Ablası fazla duygusaldı. Onun neden çakılıp gidemediğini anlardı.

"Ah! Çok kötü..durumu nasılmış? Zavallı kız, kim bilir nasıl üzülmüştür!"

"Durumunu bilmiyorum,"dedi Devrim. "Hastaneye getirdim ve sonra ayrıldım."

"Devrim!" diye çıkıştı Armağan. "Kızı o halde nasıl bırakırsın? En azından ilgilenseydin, durumunu bir öğrenseydin!"

"Bu onun aile meselesi,"diye konuştu Devrim. "Beni ilgilendirmez. Eğer adam ölürse baş sağlığı dilerim ama eğer iyileşirse de geçmiş olsun dileklerimi iletirim. Bu kadar."

"Nasıl bu kadar katısın Devrim?" diye sordu Armağan. "Onu tanımıyor olsan da, nezaketen dahi olsa içeriye onunla birlikte girip ailesine geçmiş olsun dileklerini sunabilirdin. Bu neden bu kadar zor?"

Devrim bu konuşmayı daha fazla uzatmak istemiyordu.

"Kapatıyorum abla. Biraz işlerim var. Sen beni bekleme. Uyu."

Armağan hiçbir şey söylemeden telefonu kapatınca genç adam iç çekti. Telefonu yanına, bankın üzerine koydu.

"Burada ne yapıyorsun?"

Gamze'nin sesini duyunca başını çevirdi. Genç kadın üzerinde kalın, uzun bir montla hemen arkasında ayakta duruyordu. Karanlıkta, ışıkların altında onun gözlerinin kıpkırmızı olduğunu görebiliyordu. Monta sıkı sıkı sarılmıştı.

Hava o kadar soğuk değildi ama yine de onun üzüntüsünden üşüdüğünü tahmin edebiliyordu. İnsan üzgün olduğu zaman savunmasız olurdu. Ve Devrim bu yüzden asla üzüntü hissetmemek için kendini frenlemişti. Sertçe.

"Oturabilir miyim?" diye sordu Gamze.

Devrim hiçbir şey söylemedi ama oturması için biraz yana kaydı. Gamze oturduğunda onun derin bir nefes aldığını duydu.

"Neden gitmedin?" diye sordu sonra.

Devrim cevap vermedi. Kaskatı kesilmiş bir şekilde oturmaya devam etti.

"Peki. Cevap verme." Kadın pes eder gibi söylemişti bu sözleri. "Canın nasıl istiyorsa öyle yap. Öyle davran." Sonra Devrim'e döndü. "Babam iyi. Yani öyle olduğunu söylediler. Ameliyat çok iyi geçmiş. Kriz atlatılmış. Durumu iyiymiş. Bugün yoğun bakımda kalacak ama sonrasında normal odaya alınacak." Sesi git gide kısıldı. "Onu gördüm. Gözleri kapalıydı..yani ben onu uyurken de gördüm ama bu farklıydı. Solgun görünüyordu. Her zamanki babam değil gibiydi."

Devrim ona bakmıyordu ama onun her hareketinin farkındaydı. Gamze şu anda elinin tersiyle gözyaşlarını siliyordu.

Adamın iyileşecek olması iyiydi. En azından ölüm bir süre daha onlardan uzak duracaktı. Gamze adına mutlu olmayı denedi. Ama mutluluğu yıllardır hissetmiyordu. Nasıl bir şey olduğunu dahi unutmuştu.

"Biraz hava almak için dışarıya çıktım,"diye devam etti Gamze. "İçerisi çok bunaltıcıydı. Bu gece benim ve ailem için çok yıpratıcı bir gece oldu."

Devrim'in yaşadıklarını yaşasa, sadece 'yıpratıcı' kelimesini kullanır mıydı acaba?

Genç adam yaşadıklarının hiç kimsenin yaşamasını istemezdi.

"Gerçekten,"diye fısıldadı Gamze. "Neden buradasın?"

Devrim, ona baktı. Serin havadan dolayı yanakları kızarmıştı. Saçlarındaki bere onu ısıtmıyor olmalıydı ki montun şapkasını da takmıştı.

"Neden bu kadar çok soru soruyorsun?" diye sordu ona.

Gamze buruk bir şekilde gülümsedi. "Çünkü cevaplar sanki bir hastalıkmış gibi davranıyorsun. Sen cevap vermezsen insanlar soru sormaya devam eder."

"Belki de insanların daha fazla soru sormaması için susuyorumdur. Bunu düşünemiyor musun?"

Gamze omuz silkti. "Maalesef. Ben çok konuşkan bir insanımdır. Susan bir insanı gördüğüm zaman alerjik reaksiyona uğruyormuşum gibi hissediyorum. Kaşımazsam geçmeyecek gibi bir his. Ve bu yüzden de kaşıyorum."

Onu, alerjik bir reaksiyona benzetmesi ilginçti. Devrim mizahtan anlasa bunu komik bile bulabilirdi ama neyseki anlamıyordu.

"Belki de içeriye geçmelisin,"diye önerdi ona. Sizli-bizli konuşmayı bıraktıklarını fark etti o an. Bu akşamdan beri devam ediyordu. O bayıldığından beri.

"Dedim ya, hava almak için dışarıya çıktım."

"Başka bir bankta-" diyecek oldu ancak Gamze onun sözünü kesti.

"Biz beş kardeşiz biliyor musun?"

Devrim, kısaca, "Hayır."dedi.

"Babam daha fazla çocuk istemiş ama annem 'artık dur' demiş. Annem dur demeseydi belki de on kardeş bile olabilirdik. Düşünsene on tane Aslan yavrusu."

"Siz hep iki kardeş miydiniz? Başka kardeşiniz yok mu? Ne bileyim uzaklarda falandır belki de?"

"Sen böyle susunca neyi fark ediyorum biliyor musun Devrim Bey? Çok konuştuğumu. Evet ben hep çok konuşurum zaten ..ama şu an her zamankinden daha fazla konuşmaya ihtiyacım var. Senin dinleyecek olman ne kötü."

Genç adam sesini çıkarmadı.

"Aslında seninle konuşmak bir robotla konuşmaya benziyor biliyor musun? Ne söylenirse söylensin hep beklenen cevapları veriyorsun. Hani robotlar da öyledir ya? Kelime dağarcıkları geniş değildir. Kelime dağarcığının gelişmediğini kastetmiyorum, sadece konuşmuyorsun. Sebebini ise hiç anlamıyorum. İnsan bu kadar az cümle kurarak kendini nasıl ifade edebilir?"

Devrim kalkıp gitmeyi düşündü.

Konuşmanın her şeye bir çözüm sunduğunu bilseydi işte o zaman dünyanın en çok konuşan insanı olabilirdi ama konuşmak gereksizdi. Ağızdan çıkan kelimelerin ve onların barındırdığı anlamların hiçbir önemi yoktu.

Söz bir şekilde zamanda kaybolup gidiyordu. Devrim ise eylemlerin adamıydı. Çok az konuşarak anlatmak istediği ne varsa anlatıyordu. Konuşmak istemiyordu, Gamze bunu onun sessizliğinden anlıyor olmalıydı ama kadın pes etmiyordu çünkü o Devrim'in aksine konuşmayı seviyordu. Eğer, diye düşündü, Gamze ile olası bir ilişki ihtimali olsa bile sırf bu yüzden anlaşamazlardı. Ama bunun da önemi yoktu.

"Pekala. Sana küçüklüğümden bahsedeyim o zaman biraz. Eminim merak ediyorsundur." İğneleyiciydi.

Devrim, "Aslında merak etmiyorum."demek istedi ama sustu. Gamze'nin bunu bildiğini biliyordu. Kadın ona sataşıyordu.

"İkizim Efe ile birlikte kendimize ait bir alanımız vardı. İkiz olmak böyle bir şey herhalde. Birbirimizden asla ayrı kalmazdık. Anne babamız bizi asla ayıramazdı. Birbirimize çok düşkündük." Devrim onun yüzüne bakmasa da gülümsediğini hissedebiliyordu. "Bir gün babam Efe'yi basketbol oynamaya götürmek istedi. Efe ile ben o zamanlar daha sekiz yaşındaydık. Benim de annemle kalıp ödevlerimi yapmam gerekiyordu. Efe de benimle kalacaktı ama babam alıp onu götürdü. Çok üzüldüm. Ağladım hatta. Ben de gitmek istemiştim ama sesimi çıkaramamıştım. O kadar ağladım ki, uyumuş kalmışım." Durdu ve küçük bir kahkaha attı. "Bu arada ben bahçemizdeki babamın benim için yaptığı küçük pembe kulübedeyim. Orada uyuyup kalmışım. Annemler beni bulduğunda ağlamaktan yüzüm kızarmış, ağzımın salyaları akmış. Beni uyandırdı. Neden ağladığımı sordu ben de ona söyledim. Basketbola gitmek istiyorum dedim."

Devrim onun şımarık bir kız olduğunu tahmin ediyordu elbette.

"Babam geldiğinde annem ona benden bahsetmiş. İşte ağladığımı falan söylemiş. Efe o gün çok mutluydu ben de çok üzgündüm. Ancak yine de ikiz olduğumuz için Efe odama gelip benimle birlikte oturdu. Üzgün üzgün beni teselli etmeye çalıştı." Gamze küçük bir kahkaha attı. "Ay çok güzeldi. Efe hep böyle olmuştur. Düşünceli, karşıdakini kendinden daha çok düşünür. O günden sonra basketbola aşık oldu ve şimdi de profesyonel bir oyuncu."

Devrim ona baktı. Genç kadının yüzünün yan tarafını görüyordu ancak gülümsemesini görmek onu şaşırtmıştı. Babasının iyi olması onu rahatlatmış olmalıydı.

"Babam o gün benimle konuşmaya geldi. Gönlümü aldı. Ertesi gün beni de götürdü. Basketbolu o zaman sevmediğimi anladım ve onlar gitmek istediğinde ben kaçtım." Gülümseyerek Devrim'e döndü ve Devrim'in ona baktığını görünce gülümsemesi yavaş yavaş yüzünden silindi. Ona baktığı için utanmış gibiydi. Yanakları hafifçe pembeleşti ve Gamze gözlerini hemen geri çekti. Boğazını temizledi ve bu sefer sahte bir gülücük kondurdu dudaklarına. "Havalar soğuyor değil mi? Eylül akşamı ama yine de İstanbul geceleri soğumaya başladı. Çok üşüyorum." Monta sıkı sıkı sarıldı.

Devrim, "Üşüyorsan içeri gir." demekten kendini alamadı. Hala ona bakıyordu. Bakışlarının Gamze'yi rahatsız ettiğini biliyordu. Belki de sırf bu yüzden ona böyle bakmalı ve genç kadın da rahatsız olup kaçmalıydı.

Böylelikle Devrim'i yalnız bırakabilirdi.

Devrim de geçmişin acısını bir kez, bir kez ve bir kez daha yaşayabilirdi. Babasının gözlerinin önünde kanlar içindeki hali gözlerinin önüne geldi. Onun anında öldüğünü biliyordu çünkü babası başından vurulmuştu.

Annesi ve ablasının çığlıkları kulaklarında çınladı. Devrim o anları hatırladıkça vücudunun kasıldığını hissedebiliyordu.

Ölüm.

Ölüm anında gelmişti. Bir dakika öncesinde ablasıyla dışarıya çıkıyordu ve bir dakika sonrasında babası ölmüştü.

Ellerini yumruk yaptı ve bakışlarını yere dikti. Derin derin nefesler almak için kendini zorladı. Gamze'nin önünde kendini kaybetmek istemiyordu.

"Hava soğuk olsa da, gayet güzel. Biraz daha kalabilirim."

Devrim soğuğu hissetmiyordu bile. İçin için yanıyordu. Kurşun gibi delip geçen düşünceler, görüntüler, çığlıklar her yerini işgal etmişti. Zihninde dönüp duran resimler onu çıldırtıyordu. Buradan gitmesi gerekiyordu.

"Devrim iyi misin?" Gamze'nin elini kolunda hissedince kızgın yağ dökülmüş gibi kolunu sertçe çekti ve tıslar gibi bir sesle, "Bana dokunma!" diye çıkıştı.

Gamze'nin eli havada kaldı. "Tamam..tamam.." sesi vahşi bir hayvanı sakinleştirir gibi uysaldı. "Tamam..dokunmuyorum."

Devrim dişlerini sıkarak aniden ayağa kalktı. Gamze de onunla birlikte kalktı ve karşısına dikildi.

"İyi misin? Birden bire kül gibi oldun?"

Genç adam hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve çıkışa doğru yürümeye başladı.

Ama lanet olası kadın, asla pes etmiyor diye düşündü, koşarak peşinden geliyordu.

"Devrim!"

"İçeri gir!" diye bağırdı.

"Bir saniye bekler misin lütfen?"

Devrim onu duymazdan geldi ve hızlı adımlarla arabasını park ettiği yere yöneldi.

Gamze'nin arkasından geldiğini duyuyordu çünkü o topuklu ayakabbılarla koşuyordu.

"Lanet olsun!" diye bağırdı Gamze. "Kaz kafalı mısın sen? Sana dur diyorum!"

Devrim durdu. Ve ürkütücü bir ifadeyle arkasını dönüp ona baktı. Gamze koşusunu bitirip tam önünde durduğunda genç kadını bakışlarıyla lime lime ediyordu.

"Bana öyle bakmayı kes!" diye homurdandı Gamze. Üzerine bir cesaret gelmiş gibiydi. "Bugün az kalsın babamı kaybediyordum. Şu hayatta," elini Devrim'e doğru salladı. "...ölüm kadar kötü bir şey yok! İşte bu yüzden hiçbir şey umurumda değil! Beni bakışlarınla, hareketlerinle yıldıracağını zannediyorsan çok fena yanılıyorsun Devrim Kuzgun! Seninle uğraşacağım. Seninle gücümün yettiği kadar uğraşacağım ve seni bezdireceğim. Beni çok fena kamçıladın. Seninle işim bitmedi!"

Elini uzatıp Devrim'in elini tuttu ve genç adamın avucuna ona ait olan telefonu bıraktı.

"Ve beni ancak bir ölüm durdurabilir." Sertçe fısıldadı. "Benden korksan iyi edersin."

Devrim'i afallamış bir şekilde orada bırakarak arkasını dönüp gitti.

Bu da ne demekti şimdi?
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu