Peri ve Kuzgun - 15. Bölüm


Bölüm 15 : Utanç Verici Anlar

Ertesi gün erkenden moda evine geçtim ve akşam provada giyeceğim tango elbisesinin üzerinde çalışmaya başladım. Gösteriye az bir zaman kaldığından elbiselerin şimdiden hazır olmasını sağlamalıydım. Sonra birer tane de yedek elbise dikecek ve her şeyi sağlama alacaktım.

Gün içinde o kadar yorgundum ki hiçbir şey üzerine düşünme fırsatım olmadı. Kendimi yeni bir tasarımı dikmeye, şekillendirmeye verdiğimde tamamen dikkatim dağılıyordu. O elbise ellerimde şekil bulurken içimdeki heyecan da onunla birlikte şekilleniyordu.

Saçlarımı tepemde toplayıp bir dikiş kalemi ile tutturmuş, ağzıma bir tane iplik almış yeni tasarım üzerinde son dikkat çalışırken odanın kapısı açıldı.

"Gamze?"

Arkamı dönüp bakmadan, "Efendim Neşe?"diye cevap verdim.

"Şu mekan için aradılar. Adamlar mekanı kiralamaktan vazgeçmişler. Direkt satışa çıkarmışlar. Ne yapacağız?"

Kaşlarımı çatarak durdum ve odaya girip kapıyı kapatan Neşe'ye baktım. "Ne demek kiralamaktan vazgeçmişler? Ama öyle konuşmamıştık!"

Devrim'e henüz bir bina bulamadığımı söylemiştim ama aslında yalandı. Elimde çok güzel, tam istediğim gibi bir bina vardı ancak sahibi güçlük çıkarıyordu. Kiralamak istediğimde onay vermiş, ben elimdeki işleri bitirince taşınacağımı söylemiştim. O da o sırada birkaç tadilatın yapılacağını söylemişti.

"Acilen yüklü bir nakite ihtiyaçları varmış."

Bir denizci gibi küfür ettim. Sinirle ayağa kalktım ve telefonumu masanın üzerinden aldım.

"Şu adamla bir de ben konuşsam iyi olacak sanırım." Mekan sahibinin telefon numarasını aradım. Telefon meşgule alınınca tepem attı ve bir kez daha aradım.

Bu sefer telefon kapalıydı.

"Açmıyor şerefsiz!"

"Ben de denedim. Maalesef. Ne yapacağız?"

"Ne mi yapacağız? Elimdeki işi bitireceğim, akşam provaya gideceğim ve yarın da Galip'i annesini ziyarete götürdükten sonra o adamın canına okumaya gideceğim."

"Belki bunu ilk başta yapmalısın,"diye konuştu Neşe. "Sen onun yanına gittiğinde geç kalmış olabilirsin. Binanın yeri çok güzel. Adam hatırlarsan otel işletmecilerin onun mekanını istediğini söylemişti. Bir otel ya da ona benzer bir yer açmaya çok uygun. Çok işlek bir caddede ve-"

"Tamam Neşe!" Elimi kaldırdım ve onu susturdum. "O adamla görüşeceğim. Bu akşam."

"Bu akşam olmaz Gamze! Tek başına o adamın yanına gidemezsin."

"Bir şey olmaz. Giderim." Hatırladığım şeyle duraksadım. "Ama olmaz..bugün provayı uzatma kararı almıştık." İç çektim.

"Mantıklı!" Neşe kolumdan tuttu ve beni koltuğuma geri oturttu. "Yarın öğlen adamla konuşmaya beraber gideriz. Olur mu?"

"Ama Galip-"

"Galip'i daha sonra annesine götürebilirsin. Provadan önce. Tamam?"

"Mantıklı gibi.."

"Aynen. Ben hep mantıklı konuşurum biliyorsun." Sırıttı.

Gözlerimi devirdim. "Evet. Tabi."

Döndü ve ortaya çıkardığım şeye kısa bir bakış attı. Ve anında gözleri büyüdü. "Gamze!"

Çekinerek, "Evet?" dedim.

"Bu nasıl bir şey olmuş böyle?" Hayretle elini sürmeye kalktı ama eline vurarak uzaklaştırdım.

"Daha hazır değil. Sonra bakarsın."

"Eğer bunu giyersen adamcağıza kalp krizi geçirtirsin."

Alayla, "Adamcağız?" derken tek kaşımı kaldırdım. "Kalp krizi mi? Sanmam. Onun ben gördüğünden bile şüpheliyim."

"Niye adam kör mü?" diye sordu ki kör olmadığını gayet iyi biliyordu.

"Kadınlara karşı kör."

"Niye adam gay mi? Ah! Dur söyleme! Adam o kadar yakışıklı ki, onun gibi bir parçanın kadınlara hizmet etmediğini bilmek çok yazık olur. Dur! Söyleme! Gidiyorum."

Ellerini kulaklarına kapatarak çıkışa doğru yürürken arkasından hayretle ona baktım. Sonra kıkırdayarak başımı iki yana salladım. "Sen inanılmazsın Neşe."

"Biliyorum cicim." Kapıyı açtı ve tam çıkmak üzereyken dönüp baktı. "Gay mi değil mi?"

"Nereden bilebilirim?" diye çıkıştım. "Ayrıca şunu söylemeyi kes! İğrenç!" Aynı şeyi ben de ablasına ima etmiştim. Ancak şaka niyetiyle söylemiştim. Onu o şekilde düşünmek istemiyordum. "Adam hiçbir türde ilişki istemiyor gibi duruyor."

"Ah o zaman gay değil. İyi. Peki. Onu kadınların tarafına çekmemiz lazım." Neşe'yle sırıttı!

"Bu konuşma beni rahatsız ediyor,"diye homurdandım. "Adam hakkında böyle şeyler konuştuğumuzu duysa eminim ki bizi bakışlarıyla bile öldürebilirdi."

"Neden?" diye sordu Neşe. "Bakışları hiddetli mi?" Merak etmiş gibiydi.

Bakışlarını düşündüm. Ve düşünür düşünmez 'ifadesiz' kelimesi zihnimde yankılandı. Ona yakışmıştı. Bakışları hiddetli miydi? Bana kızdığı zamanlarda gerçekten öyleydi.

"Sayılır..evet."

"Nazik mi?"

Nazik mi diye düşündüm ve hemen cevap verdim. "Hayır. Yani..insan bakışlarıyla nasıl nazik olabilir Neşe Allah aşkına?"

"Bak işte böyle." Gözlerini kırpıştırarak sevimli bir ifade takındı.

Onunla alay ettim. "Nazik'ten başka her şeye benzediğini söyleyebilirim."

"En azından denedim." Elini çenesine koydu. "Şu senin adamla dansınızı izlemek için sabırsızlanıyorum." Kapıyı kapatarak yeniden içeriye girdi. "Provalar hakkında hiç konuşmuyorsun. Nasıl gidiyor?"

Kapıya çaresiz bir bakış attım. "Gitmiyor muydun sen?"

"Birazdan. Bana iyi bir malzeme verirsen." Sırıttı.

Kafamı masaya gömmemek için kendimi zor tuttum. "Prova, provadır Neşe. Bir şekilde 'gidiyor' işte."

"Kızardın."

Dehşetle ona baktım. "Ne? Hayır! Kızarmadım." Ellerimi yanağıma bastırdım ve hafif ısındıklarını hissettim. "Saçmalama."

"Daha da kızarıyorsun."

"Sabah allık sürmüştüm, sen onu görüyorsun."

"Evet, şey. Az önce yanağında hiç allık yoktu."

"Kızarmadım Neşe! Senin işin gücün yok mu? Git kızlarla ilgilen. Benim de işim var."

"Aha!" diye şakıdı ve karşıma geçip oturdu. "Kaçıyorsun! Yakaladım. Çabuk anlat bana. Provalar nasıl gidiyor? Dün akşam birkaç tane tango videosu izledim. Eğer sizin dansınız izlediklerimin yarısı kadar ateşli olursa, bütün salonu uçurabilirsiniz!" El çırptı. "Ay! Çok heyecanlı!"

Ateşli!

Bizim dansımız ateşli falan değildi! Yoksa öyle miydi?

Her yakınlaştığımızda nefesimin kesildiğini hissettiğim için fark edememiş olabilirdim. O sıralarda aklımı korumak için üstün bir çaba harcıyordum.

"Şu anda aklından neler geçtiğini bilmeyi çok isterdim."

Ona göz korkutucu olmasını umduğum bir bakış attım. "Emin ol istemezdin."

Derin bir kahkaha attı ve hemen ardından ayağa kalktı. "Dua et çok işim var, ama benden kurtuldun sanma. Bütün detayları istiyorum. Şu işler yüzünden şöyle bir akşam çıkıp ortalığı dağıtmayalı çok oldu."

İç çektim. Bunda haklıydı. Biraz kafa dağıtmaya çok ihtiyacım vardı. Uzun zamandır kızlar gecesi de yapmıyorduk.

"Şu işler bitsin de yapalım." Ona göz kırptım. "Sabaha kadar hemde!"

"Yatağa erkek atacak mıyız?" diye umutla sordu.

Bir kez daha -evet- gözlerimi devirdim. "İki tane belki."

"Şakadan hiç anlamıyorsun kadın!" diye güldü ve nihayet odadan çıkmak için harekete geçti. Arkasından bakarken iç çektim. Hiç akıllanmayacaktı. Ama o bu haliyle harikaydı. Onu o yüzden çok seviyordum.

"Çıkmadan bana uğra. Sana bir şey vereceğim."dedi ve odadan çıktı. O gidince işime dört elle sarıldım, yoksa 'ateşli' dansımızı düşünüp duracaktım.

*

İşten erken çıktım ve akşam yemeği yerine kendime küçük bir ekmek arası tost yaptırıp bir meyve suyu aldım. Otelin önüne geldiğimde randevu saatimize bir saat vardı. Gidecek başka bir yerim olmadığı için her zamanki ofis katına geçtim ve boş olduğunu görünce şaşırdım. Devrim'in burada olacağını düşünmüştüm.

En azından bana beklemem için bir yer gösterebileceğini ummuştum. Boş ofise geçtim ve kendimi koltuklardan birine atıp büyük bir açlıkla tostumu yemeye başladım. Elbise tamamdı, yanımdaydı. Aynı zamanda Devrim'in elbisesi de yanımdaydı. Onları koltuğun üzerine serbestçe bırakıp tostumu yerken, yorgunluktan sızlayan kollarımı görmezden geldim.

Tost nihayet bittiğinde meyve suyunu da bitirdim ve provanın başlamasına daha elli dakikanın olduğunu fark ederek mutlulukla koltukta iki büklüm kıvrıldım. Başımı derinin yumuşak kol desteğine koydum. Ayakkabılarımı çıkarıp cenin pozisyonunda dinlenmeye koyuldum. O kadar uykum vardı ki, bıraksalar yirmi dört saat uyuyabilirdim. Bugünkü provanın uzun sürecek olması gözümü korkutmasına izin vermemeye kararlı bir şekilde iç çektim. Gözlerim kendiliğinden kapanmadan önce telefonuma alarm kurdum. Kimse gelmeden on beş dakika önce uyanmalıydım.




Devrim akşam yemeği toplantısından ayrılıp, provanın yapılacağı ofise çıkmak için asansöre binerken gergindi. O akşam saatlerinde eline küçük bir not geçmişti ve genç adam o not yüzünden hiçbir şeye odaklanamayacak haldeydi.

Yıllar önce ailesini katleden adamın izini bulmak için yaşıyordu. Bulmuştu da. Ancak ona ulaşamıyordu. Dokunamıyordu. Öldüremiyordu.

Oysa onu gördüğü ilk an, silahındaki tek kurşunu alnının ortasına sıkmak için yemin etmişti. Bugün eline geçen not ise onunla dalga geçildiğinin en açık göstergesiydi.

"Vazgeç Kuzgun. Bu oyunda hiç olmadın. Oyunun kurallarını bilmiyorsun. Ve bilmediğin çok şey varken, gözü kara bir şekilde beni aramaktan vazgeç. Sonun ailen gibi olacak."

Not, isimsiz bir kartla eline geçmişti. Asistanı Zahide ona kartı verirken ve o da alırken hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Zira aklı yeterince meşguldü. Kartı okumayı sona bırakmış ve işleriyle ilgilenmeye devam etmişti.

Ancak sonra kart dikkat dağıtıcı bir şekilde ona gelen zarfların arasından sıyrılmıştı. Devrim onu nasıl fark ettiğini bilmiyordu ama fark ettiği anda açıp bakmış, öfkeden köpürerek masadaki her şeyi yerle bir etmişti.

Abdal. O adam ölecekti.

Adamların, ablası Armağan'ı götürürken ondan bahsedişini asla unutmamıştı. Kulaklarında dün gibi sesler tazeydi. Çığlıklar, ağlamalar, sesler, horultular, pis iğrenç kahkahalar dün gibi duyuluyordu. Kan kokusu, ölümün kokusu burnundan asla gitmemişti. Devrim, Çakal'dan bir söz istemişti. Her şeyi öğrenebilirdi ama adam öldürmezdi. Ancak yaşadığı yıllar boyunca adam öldürmenin farz olduğunu anlayacak duruma gelmişti.

Silahında üç kurşun vardı. Üçü de onların hayatını karartan adamlara ait olacaktı.

Devrim daha önce adam yaralamıştı, ama asla öldürmemişti. Topuğuna, bacağına, koluna, omuzuna acımadan sıkmış ama ölmesine de asla izin vermemişti.

Masum insanlara asla dokunmamıştı. Dokunmazdı. Ama ondan hayatını çalan insanların canlarını seve seve alacağını biliyordu. Onu şu hayata bağlayan şey belki de buydu. İntikam. Kanlı, kan kokulu, ölüm kokulu bir intikam.

Not ceketinin iç cebinde duruyordu. Onun varlığı, öfkesini körüklüyordu.

Bu yüzden toplantıyı erken bitirmiş ve prova için kullandığı ofise gidip diğerleri gelene kadar oturmayı, biraz sakinleşmeyi düşünmüştü. Asansörün kapıları açıldığında koridora adım attı. Diğer bütün katlarda odalar vardı ancak burası ofis katıydı. Ofis katında Devrim'e ait birçok oda vardı.

Odanın kapısını açıp, içeriye girerken ışıkların açık olduğunu fark etti. Kaşlarını çatarak içeriye göz gezdirince koltuğun üzerinde kıvrılmış uyuyan Gamze'yi gördü.

Şu kadın, diye düşündü.

Erken gelmişti.

Ve uyuyordu.

Elbisesinin altından çıkan çıplak ayaklarına baktı. Çorap giymiyor muydu? Dışarıda dondurucu bir hava vardı. Kış yavaş yavaş varlığını hissettiriyordu. Eylül bitmek üzereydi. Başını koltuğun koluna yaslamış, ellerinden birini karnının üzerine koymuş sırtüstü dönmüştü. Açık saçları koltuğa yayılmıştı. Bir eli ise sakince koltuğun üzerindeydi.

Onu böyle uyutan şey, yorgunluk olmalıydı.

Genç adam kapıyı sessizce kapattı ve içeriye girdi. Ona bakmadan ceketini çıkardı. Diğer boş koltuğun üzerine koydu. Koltuğun üzerindeki kıyafet kılıflarına baktı. Muhtemelen dans gösterisinde giyecekleri kıyafetlerdi. Gamze'nin nasıl bir iş çıkardığını merak etmiyordu ama bu kadar kısa sürede iki ayrı kıyafeti bitirdiği için onu takdir etti.

İşinde iyi olduğunu tahmin edebiliyordu.

Ceketini biraz kenara koyarak koltuğa oturdu ve onu izlemeye başladı.

Uyurken çok masum görünüyordu. Savunmasız. Güzel. Ve uyurken daha az tehlikeliydi.

Üzerinde siyah bir kışlık elbisesi vardı. Ayaklarının üşüdüğünü tahmin edebiliyordu çünkü ayak parmakları büzülmüştü. Bu soğuk havada kadınların neden sıkı sıkı giyinmek yerine böyle elbiseler giymeye devam ettiğini anlamıyordu.

Kadının deri ceketi vardı ve onun dışında başka bir şey giymiyor gibi görünüyordu. Deri ceket onu ısıtıyor muydu? Sehpanın üzerinde duran siyah bereye baktı. En azından saçlarını örtecek kadar düşünceliydi. Ayağa kalktı ve koltuğa koydu kendi ceketini alarak ona doğru yürüdü.

Tam dibine geldiğinde onun yüzüne bakmaktan kaçındı. Ceketi üzerine örtmek için eğildiğinde kucağında ve koltuğun üzerinde duran ellerini saran küçük yara bantlarını fark etti. İşaret parmaklarında birer tane, baş parmaklarında da birer tane vardı. Kendini yaralamıştı. Kaşlarını çattı ve iri ceketini onun üzerine örttü. Ceketin ayaklarını da kapattığına emin oldu. Sonra geri dönüp odanın ısısını arttırmak için klimayı çalıştırdı.

Ve koltuğa oturup yeniden onu izlemeye başladı.

Ceketinin altında küçücük kalmıştı. Yüzü ve saçlarından başka hiçbir yeri görünmüyordu. O kadar derin bir uykudaydı ki, Devrim'in çıkardığı sesleri duymamıştı bile.

Devrim de kendini yorgun hissediyordu. Akşam üzeri aldığı not da üzerine binince büsbütün tükenmiş gibiydi. Elini alnına koydu ve ovuşturmaya başladı. Bir akşam yemeği hiç de fena olmazdı. Akşam yemekli toplantısında bir şeyler atıştırmıştı ama bu gibi toplantılarda her zaman dikkatini karşıdakine verdiği için yemek ikinci planda kalırdı.

Gamze Hanım en azından hazırlıklı gelmişti. Sehpanın üzerinde duran meyve suyu kutusu ve tosttan geriye kalan küçük tost kağıdını inceledi. Onun akşam yemeğini böyle geçiştirdiğine inanamıyordu. Bu kadar yoğun çalışıyorsa, iyi beslenmeliydi. Zayıf bir kadındı. Bünyesi bu kadar yorgunluğu aç bir bedenle kaldıramayabilirdi. Belki de yorgun olmasının nedeni buydu.

İç çekti ve resepsiyonu aramak için dahili telefona yürüdü. Masanın üzerinden telefonu aldı. Bugün prova geç saatlere kadar sürecekti. Daha doyurucu bir şeyler yemeleri gerekliydi. Kısık sesle otelin yemek katından iki kişilik bir yemek söyledi. Gamze'nin de yiyebileceği şeyler seçti.

Telefonu bıraktığında kadına döndü ve onun hala derin bir uykuda olduğunu gördü. Yüzünü göremiyordu -masası Gamze'nin arkasında kalıyordu- ama hareketsiz bedeninden bunu anlayabiliyordu. Koltuğuna oturdu ve başını geriye yasladı.

Notu düşünmeye başladı.

Tam o sırada sinir bozucu bir telefon sesi, sessizliği bıçak gibi kesti. Devrim, kadının irkilerek uyandığını gördü. Sonra ellerini uzatarak sehpaya uzanışını ve telefonunu alışını izledi. Gamze telefona şöyle bir baktı ve homurdanarak telefonu kulağına götürdü.

"Efendim Neşe?" Sesi uykuluydu ve Devrim onun hala uyku sersemi olduğuna emindi çünkü ne üzerindeki ceketi, ne odadaki sıcaklığı fark etmişti. Devrim arkasında, kendi masasının koltuğunda sessizce oturduğu için onu zaten fark etmemişti.

"Evet uyuyordum. Ve sen beni uyandırdın. Üstelik alarmdan önce." Huysuzdu.

Devrim başını yeniden koltuğa yasladı ve tavana bakmaya devam etti.

"Hayır provadayım. Kimse gelmeden biraz uyumak istemiştim. Sen neden aramıştın?"

Birkaç saniye geçti.

"Saçmalama Neşe! Sana daha önce de söyledim. Bu sadece prova! Prova!"

Devrim bakışlarını kadına çevirdi. Gamze öfkeyle üzerindeki ceketin sıyrılmasına neden olarak oturur pozisyona geçti. Saçları sırtına döküldü. Elbisenin arkası kürek kemiklerini görebilecek kadar açıktı.

"Ne saçmalıyorsun sen? Onun ne düşündüğünden bana ne?" Homurdandı. "Bu gereksiz konuşmayı sonlandırmak istiyorum Neşe. Ve evet, tam da tahmin ettiğin şeyi yapacak ve yüzüne kapatacağım. Hiçbir vicdan azabı duymadan." Ve dediğini yaparak telefonu kapattı.

"Sanki adamın ne düşündüğü çok umurumda! Herkes çıldırmış."

Üzerindeki ceketi avuçladı ve koltuğun üzerine koydu.

Tam o anda, Devrim, onun bir şeyleri idrak ettiğini anladı. Ceketinin üzerinde duran eli havada asılı kalmıştı. Cekete uzun bir bakış atışı, genç kadını kaçınılmaz olandan korumayacaktı. Tereddüt ederek başını çevirişini, tam da Devrim'in oturduğu yere bakışını izledi. Onunla göz göze geldiğinde kadının gözleri irice açıldı.

Devrim, ifadesiz bir sesle, "Selam."dedi.

Gamze'nin ağzı açıldı. Ve sonra kapandı. Tekrar açıldığında kısık sesle, "Selam."dedi. Devrim onun utandığını tahmin edebiliyordu. Sıkıntı yoktu. Bütün bunlar Devrim için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Devrim, kapı çalınınca Gamze'nin rahatsızlığının kaybolduğunu fark etti. Genç kadın doğruldu ve elbisenin eteğini düzelterek ayakkabılarını giydi.

"Girin!"

Kapı açıldı ve yemekleri getiren garson göründü. Yemek arabasını içeriye sürüyerek tam Gamze'nin yanında durdu. "Servis yapmamı ister misiniz efendim?"

"Hayır çıkabilirsin."

Garson başını eğerek dışarıya çıktı.

Devrim ayağa kalktı ve yemek masasına doğru ilerlemeye başladı. Gamze'nin az önceki gerginliği geri dönmüştü ve bir dilsiz kadar sessizdi. Onun utandığını anlayabiliyordu. Yanaklarında hafif bir kızarıklık vardı ve o konuşmayı seven bir kadındı. Konuşmadığına göre kendini mahcup hissediyor olmalıydı.

Sorun değildi. Devrim de pek konuşma yanlısı sayılmazdı.

"Akşam yemeğini kuru bir tost ile geçiştirmişsin sanırım." diye açıkladı. "Ben de pek yemek yemiş sayılmam. O yüzden yemek söylemiştim. Eğitmenler gelmeden yiyebiliriz."

Kapakları kaldırdı ve sıcak yemeklerin kokusu havayı doldurdu.

Kadın, "Teşekkür ederim."diye mırıldandı. "Aç değilim."

Yalan söylediğini biliyordu. O yüzden onu dinlemedi ve masayı ona doğru itti. Gamze'nin gözleri iri iri açıldı. Devrim yemekleri tek tek alıp sehpaya koymaya başladı.

Masayı tamamen boşalttığında kaşık, çatal ve bıçağı onun önüne bıraktı. "Aç olduğunu biliyorum. Eğer uzun saatler burada prova yapacaksan, sadece bir tost ile yetinemeyeceğini bilmen gerekir."

Gamze sesini çıkarmadı.

Devrim yemeğini yemeye başlarken onunla göz teması kurmaktan özellikle kaçınıyordu. Aradan beş dakika geçmişti ki, Gamze'nin çatala uzandığını gördü. İlk işi salatadan bir çatal almak oldu.

Devrim et sotesini önüne doğru itti. "Daha besleyici şeyler yemelisin."

"Evet tabi şey, zevkte bir an, kalçada bir ömür." diye gevelediğinde, Devrim başını kaldırıp ona baktı.

"Ne?"

Gamze afallamış görünüyordu. Sonra elini ağzına koydu ve kahkahasını bastırmak ister gibi bir ifade takındı. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. "Boşverin. Kesinlikle önemsiz bir şey söyledim."

"Öyle diyorsan."

GAMZE

"Kesinlikle öyle diyorum,"diye cevap verdim ama aslında utançtan ölmek üzereydim. Kesinlikle bu adamın karşısında düştüğüm durumları sıradan geçirsem, en utanç verici anın bu an olduğunu söyleyebilirdim. Neşe'yle olan konuşmamı hatırlayamıyordum. Yaşadığım şok yüzünden hepsini unutmuştum.

Onun odada olduğunu bilseydim o telefonu dahi açmazdım ancak bilemediğim gibi telefonu açmakla kalmamış bir de arkadaşımın ayarsız çenesine sinirlenip bir şeyler saydırmıştım. Kesinlikle onunla ilgiliydi. Neşe, bunun sadece bir prova olmadığını, adamın ne düşündüğünü de çok merak ettiğini söylemişti. Ona ne söylediğimi tam olarak hatırlamıyordum. Bu mümkün müydü?

Onun ceketini fark ettiğim an, başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissetmiştim. Utanç vericiydi. Üstelik ben uyurken beni bulmuştu ve üşüdüğümü düşünmüş olacak ki üzerime ceketini örtmüştü. Yaşadığım şok yüzünden onun bu kadar ince düşünceli bir davranışta bulunmasını bile değerlendirememiştim. Beynim allak bullaktı.

Yetmiyormuş gibi bir de iki kişilik yemek söylemişti. Aç hissediyordum. Bir tost bana elbetteki yetmemişti ama karnım düğüm düğümdü. Heyecandan kasılıyordu. İnsanın kalbi değil de, karnının kasılması ne tuhaf bir şeydi. Sanki kalbim karnımın içindeydi. Bu kadar heyecandan kasılması mümkün müydü?

Midem ayaklarımın dibine düşmüş gibi hissetmemin nedeni O muydu?

İnlememek için kendimi zor tutarken, yemeğini büyük bir titizlikle yiyen adamı izledim. Gerçekten de temiz bir adamdı. Kardeşlerim de birer beyefendi olmalarına rağmen bazen yemek yerken birer ayıya dönüşebiliyorlardı ama Devrim öyle değildi. Yemeğini büyük bir titizlikle yiyordu. Kaşığı çatalı özenle kullanıyordu. İtiraf etmem gerekirse ben onun gibi yiyemezdim.

Ellerim yemek yerken mutlaka kirlenirdi. Tabii, insan içindeyken yemeye içmeye dikkat etmek gerekirdi ama o zaman da yediğim yemekten keyif almazdım. Devrim küçük bir ekmek parçası alıp ağzına attıktan sonra, çatalıyla et soteden bir parça alınca burnumdan alaycı bir homurdanma sesi çıkardım.

Elimde değildi.

"Aslında o öyle yenmez,"diye konuştum.

Başını kaldırdı ve bana baktı. Tek kaşını kaldırdı. Şey, sanırım, 'Nasıl yenir?' diye soruyor olmalıydı.

Ekmekten büyük bir parça kopardım ve et soteye bandım. Ekmeğin her yerinin yağlanmasını sağladım. Kalçada bir ömür. Yarın iki kilometre koşardım. Hem Devrim haklıydı. Et sağlıklıydı. Kilo alırım diye dert etmeden önce sağlığı düşünmem gerekiyordu. Bahaneler.

Ekmeği ona gösterdim ve sonra ağzıma götürüp bir parçasını ısırdım. Yemek lezizdi. Dudaklarımdan aşağıya yağın kaydığını hissedince, ağzım dolu bir şekilde, "Peçete."diye inledim.

Ben peçete aranırken, Devrim bana bir tane uzattı ve mahcup bir şekilde teşekkür edip ağzımı sildim. Kalan parçayı da ağzıma attıktan sonra meyve suyundan bir yudum içtim. Meyve suyunun tadı öyle güzeldi ki, mutlulukla inledim. "Çok güzelmiş bu! Neyli?"

"Karışık meyveli." diye cevapladı. "Muz, çilek, kivi ve böğürtlen."

"Bütün bunların bu kadar güzel bir tat çıkaracağını kim bilebilir? Biri tatlı, diğer üçü ekşi üstelik."

Omuz silkti.

Gözlerimi kıstım ve meyve suyundan bir yudum daha aldım.

Devrim'e küçük bir gösteri sunmam işe yaramamıştı çünkü adam yemeğin devamı boyunca kendi yemek adabıyla yemeğini yemeye devam etti. Her hareketiyle beni mort etmek zorundaydı sanki. Göçüm.

Yemeğimizi nihayet bitirdiğimizde telefonum çalmaya başladı. Sızlanarak 'yine mi?' diye düşünürken gelen bir aramanın olmadığını, yalnızca kurduğum alarmın çaldığını görünce rahatladım. Sehpanın üzerindekileri masanın üzerine koymaya başladığımda, Devrim, "Bırak. Hallederler."dedi ve ayağa kalkıp dahili telefonu aldı.

Beş dakika içinde bir garson geldi ve ortalığı toplayıp gözden kayboldu.

Can sıkıcı bir şekilde sessizce oturdum. Devrim ise ellerini cebine koymuş, pencerenin önünde, bütün şehri izliyordu. Ona ablasıyla dün akşam iyi vakit geçirip geçirmediğini sormak istiyordum ama bundan vazgeçtim. Hala onu o dönme dolaba bindirmesine inanamıyordum. Bunun için Armağan'ın gönderdiği mesajı birkaç kez okumam gerekmişti. Devrim kendisinden beklenmeyen bir şey yapmıştı. Ve ona bunu yapmasını ben söylemiştim. Tüyler ürperticiydi. Ve eminim ki bu konuda benimle konuşmak istemezdi.

"Eğitmenler gelmeden provaya başlayalım mı?" diye önerdim.

Yanıt kısa ve netti. "Hayır."

Homurdandım.

Arkasını dönerek bana baktı.

Bakışlarımı kaçırdım. Onun yeniden önüne döndüğünü hissedince bakışlarımı tekrar ona çevirdim ve güçlü vücudunu süzdüm. Sıkı kalçalarını, geniş, gömleğin altında gerginleşen omuzlarını, uzun bacaklarını ve iri gövdesini. Dağınıkmış gibi duran ama düzgünce taranmış saçlarını. Duruşundaki o asil havayı. Dipten uca kadar camla kaplı pencereden dışarıya bakarken, sanki bütün şehrin hükümdarıymış gibi bir havası vardı.

Ellerimi saçlarıma daldırdım ve saçlarımı şöyle bir sarstım. Elektriklenmişlerdi. İçerisi klima yüzünden sıcak olduğu için artık üşümüyordum.

Birkaç dakika boyunca sessizce durduk. Telefonum çalınca irkildim zira sessizlik beni geriyordu. Arayının ikizim olduğunu görünce mutlulukla yanıtladım. "Söyle Efe'm?"

"Neredesin Gamze?"

Sesinin tonu karşısında kaşlarımı çattım. "Provadayım. Ne oldu?"

Kısa bir sessizlik.

"Babam kalp krizi geçirmiş. Hastaneye kaldırmışlar. Sana haber veren olmadı mı?"

Şok yemişim gibi irkildim. Anında kalbimde ağır bir baskı hissettim. Baskı öyle kuvvetliydi ki elimi kalbime bastırmak zorunda kaldım. "Ne dedin sen?"

"Panik olma,"diye konuştu ancak sesinden onun da panik olduğunu anlayabiliyordum. Babamız sapasağlam bir adamdı. Sigara içmiyordu. İçki içmiyordu. Kalp krizi geçirecek hiçbir durumu yoktu! "Provadan çık bölge hastanesine gel. Biz de oraya geliyoruz. Zeynep, Mine ve Leyla çocuklarla evde kalacak."

"Bana onun iyi olduğunu söyle Efe." derken boğazım acıyordu. Ayağa kalktım ve beremi elime alıp tek elimle saçlarıma geçirdim. Her yeri bulanık görüyordum. Nedendi?

"Hiçbirimiz durumunu bilmiyoruz ikiz, üzülme babam bunu atlatacaktır. Daha senin çocuklarını görecek o!" Bana teselli verirken sesi titremeseydi buna inanabilirdim.

Aceleyle çantamı koluma takarken dengemi kaybedip koltuğa düştüm. "Bana onun ölmeyeceğini söyle." diye bağırdım telefona. "Durumu nasılmış?"

"Hiçbirimiz bilmiyoruz. Annemlerle ablamlar hastanede. Babamı ameliyata almışlar."

Haykırdım. Haykırana kadar ağladığımın farkında bile değildim. Telefonu kapattığımda kardeşimin yüksek sesle bana seslendiğini duyabiliyordum ama umurumda değildi. Babamın yüzü gözlerimin önünden gitmiyordu. O nasıl kalp krizi geçirirdi? O dünyanın en iyi babasıydı. Ona nasıl bir şey olurdu?

Sarsılarak, görmeyen gözlerle Devrim'e döndüm. Hızlı adımlarla bana doğru ilerledi ve beni kolumdan tuttu.

"Gamze.."diye fısıldadı. "İyi misin?"

Başımı şiddetle iki yana salladım. "Ben..ben..kalamayacağım. Gitmem lazım. Gitmeliyim." Kolundan kurtuldum ve çıkış olduğunu umduğum yere doğru yürümeye başladım. Bir yandan da hızla akmaya devam eden gözyaşlarımı siliyordum. Tam kapıya varmak üzereyken Devrim beni yeniden kollarımdan yakaladı ve kendisine çevirdi.

"Ne oluyor Gamze? Kim ölüyor."

"Babam.."derken sesimin kesilmesine, başımın dönmesine ve gözlerimin kararmasına engel olamadım.

Onun kollarına yığılırken hatırladığım son şey, beni yakalamadan önce ettiği küfürdü. "Kahretsin!"

...

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu