Peri ve Kuzgun - 11. Bölüm



11. Bölüm - Peri Işıltısı

Ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Bu kadar ileriye gidiyor olamazdı?

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Otelin geniş, parlak lobisinde karşılıklı ayakta dikilmiş birbirimize bakarken o an zamanın bükülmesini, mekanın katlanmasını ve beni yutmasını istedim. Kendimi neden ona karşı sürekli savunmasız durumda bıraktığımı merak ettim.

"Anlamadım?"

İfadesiz yüzü bir an için kasıldı ancak hemen sonra, "Bunu lütfen kişisel algılama." dedi.

Kişisel algılamamamı mı istiyordu? O zaman bunu düşünmeme neden olan şeyleri yapmayı kesmeliydi. Kabul edilebilir bir durum değildi bu ve şu an onu boğazlamak istesem de bir şekilde sakin kalmaya çalışarak ona kabul edilebilirmiş gibi bir görüntü verdim. İçinde ne varsa dökmesini bekledim. Sonrasında sahneyi ben alacaktım.

"Açıklarsanız memnun olurum." Dişlerimi sıkarak konuştum. "Doğru duyduğumdan emin olmak için soruyorum. Bana ablanızla görüşmememi söylediniz?"

Çenesi seğirdi. "Bunun sizinle alakası yok." Yanımızdan birkaç kişi geçince rahatsız olmuş bir şekilde lobiye baktı. "Dışarıda konuşalım mı?"

Başımı salladım ve o önümden ilerlerken ben de sinirden kudurmuş bir şekilde onu takip etmeye başladım.

Kapılardan çıkıp dışarıya adım attığımız anda üşüdüğümü hissederek kollarımı birbirine bağladım. Devrim önümde yürüyerek otelin girişinden uzaklaştı ve yalnız kaldığımız bir köşede durdu. Ona yaklaşmamı izledi. Hava serinlemeye başlamıştı ve şimdiden yavaş yavaş şiddetlenen bir rüzgar vardı. Saçlarımla beraber giydiğim elbisenin etekleri de uçuşuyordu. Deri ceketime daha sıkı sarınarak onun önünde durdum ve başımı kaldırıp yüzüne baktım.

İçimden gelen sözlere engel olamadım. "Bana karşı neden bu kadar katısınız?"

İrkildi. Bunu ifadesinde görmesem de hissettim. Bedeni gerildi.

"Bunun sizinle bir ilişkisi yok,"diye açıkladı ancak bakışları tam tersini söylüyordu. "Ablamla görüşmenizi istemiyorum çünkü onun çok farklı işleyen bir beyin yapısı var. Bugün burada karşılıklı durmuş konuşuyorsak onun planları sayesinde. Çünkü sizinle benim bir çift olmamızı istiyor ve ben bunu istemiyorum. Sizin de istediğinizi zannetmiyorum."

"Ne münasebet,"diye çıkıştım. Biraz fazla heyecanlı davranmıştım. Çünkü açık açık bu konuşmayı yaptığımıza inanamıyordum.

"Benden hoşlanıyor musunuz?" diye sorduğunda gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

En ufak bir ilgi olmaksızın vereceğim cevabı beklerken kendimi toparlamam birkaç saniyemi aldı.

"Sizden kesinlikle hoşlanmıyorum."

"Bu anlaşılabilir. Benden hoşlanmadığınız için benimle vakit geçirmeyi de çok istemezsiniz. Ancak ablamla görüşmeye devam ederseniz bizi sürekli bir araya getirmeye çalışacağını kesinlikle bilmelisiniz Gamze Hanım. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum?"

Kesinlikle anlatabiliyordu. Bunun ben de farkındaydım elbette. Bunu neden anlamıyordu?

"Bu dansı sadece çocuklar için yapacağız,"diye fısıldadım. "Ablanız benden bunu yapmamı rica ettiğinde, bunu sizinle yapacağımı öğrendiğimde bile bundan vazgeçmedim. Çünkü insanların meraklı olduklarını biliyorum. Toplanan bağışlar kimsesiz çocukların umudu olacağı için bunu kabul ettim. Ve inanın bana Devrim Bey," derin bir nefes aldım ve yüzüme uçarak görüş alanımı kapatan saçlarımı ellerimle kulağımın arkasına ittirdim. "..çocukların geleceği söz konusu olmaza sizinle bir dakika bile geçirmezdim."

Bana uzun uzun baktı ve bakışlarının odağında olmaktan rahatsız olarak gözlerimi kaçırdım.

"Bunu kişisel algılamanızı istemem."

Bakışlarım yeniden onu buldu. "Bunu nasıl kişisel algılamam?" Ona dişlerimi gösterdim. "Tanıştığımız andan beri bana karşı kabasınız! Size karşı kasti bir harekette bulunmadım, sizi aşağılamadım, size tacizde bulunmadım. Ama nedense sanki bütün bunları yapmışım gibi muamele görüyorum. Benimle vakit geçirmekten nefret mi ediyorsunuz? Pekala! Ben de size bayılmıyorum! Ve az önce asansörde de söylediğim gibi, bu dans gösterisi bittikten sonra kesinlikle bir araya gelmeyeceğiz."

Dönüp gitmeye niyetlendim ancak kolumu tutunca afallayarak ona doğru çekildim. Beni kollarımın iki yanından sertçe tuttu ve sarsarak parmak uçlarıma kadar kaldırıp yüzlerimizi hizaladı. Nefesimi tuttum.

"Hayatımda bir kadın istemiyorum!" diye çıkıştı. Öfkeliydi. Öfkeden kuduruyordu. Güzel! Çileden çıkanın sadece ben olmadığını bilmek güzeldi. "Ablam seni kafasına takmış durumda ve ben onu ne kadar reddedersem reddedeyim, bundan vazgeçmeyecek. Bunu ilk kez yapmıyor! Daha önce de böyle çöpçatanlık yapmaya çalıştı ve onu bir kez uyarmamla anında bunu yapmaktan vazgeçerdi. Ancak şimdi onu sürekli uyarmama rağmen beni dinlemiyor anlıyor musun?!" Kollarımı sarsarak beni salladı. Vücudum ona doğru eğildi ve rüzgar saçlarımı onunla aramızdaki kısa mesafeye doğru uçurdu.

Devrim bana dokunduğunun farkında değil gibiydi. Öyle ki gözleri gözlerimi hırçınlıkla tararken aramızda uçuşan saçlarımdan bile bihaberdi.

Onun gözlerinin içine bakarken sessizce, "Ellerini üzerimden çek." diye fısıldadım.

Sanki bana dokunduğunu ilk kez fark etmiş gibi önce kollarımı tutan ellerine, sonra aramızdaki yakınlığa baktı. Ve hemen ardından beni anında bıraktı. Bu incitici olmuştu. Bu adamı hiçbir şey sarsmaz mıydı? Her şeye karşı neden bu kadar katıydı?

"Eğer ablam seni bir şekilde tuzağa düşürmeye çalışırsa buna engel olmanı istiyorum. Bu tür oyunlarla uğraşamayacak kadar meşgul bir adamım ve inan bana Gamze Hanım, sen de benimle olmak istemezsin. Ablam bizi bir araya getirmek için niye bu kadar ısrar ediyor anlamıyorum. Biz birbirimize benzemiyoruz bile. Hayata bakışımız kesinlikle farklı."

Bu konuda kesinlikle haklıydı. Kesinlikle birbirimize benzemiyorduk. Onun hayata ne şekilde baktığından emin değildim ama benim gibi düşünmediğine emindim. O tam anlamıyla kusurlu bir adamdı.

Kusurların kralıydı. Bunu ona bir bakış atmamla görebiliyordum çünkü gözleri ürkütücü derecede duygusuzdu.

Geriye doğru bir adım attım. "Haklısınız." Burnumu havaya kaldırdım. Küçük bir çiğ damlası yüzüme düşünce bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Yağmur yağacaktı. Ve ben yine ıslanmak istemiyordum. Devrim'e döndüm. "Biz kesinlikle birbirimize benzemiyoruz. Çok korkunç bir çift oluruz. Muhtemelen birbirimizi öldürürüz. Daha doğrusu sizi öldürebilirim. Bunu yapacak gücü kendimde hissediyorum. Anlatabiliyor muyum?" İfadesiz yüzüne bakarak konuşmaya devam ettim. Söylediklerimin birini bile duyduğundan şüpheliydim. Bir insan bu kadar tepkisiz olamazdı. "Ablanızın bizim mükemmel bir çift olamayacağımızı anlaması için de elimden geleni yapacağım."

Geriye doğru bir adım daha attım ve iyiden iyiye damlalarını hızlandıran yağmurun altında ona son kez baktım. Bir şeyler daha söylemek için ağzımı açtım. Yoğun bakışlarının altında yutkundum ve ona ne kadar şey söylersem söyleyeyim ondan çarpıp tekrar bana geleceğini bildiğim için sustum. Sanki bir duvara karşı ateş ediyordum.

Ve kurşunlar bana geri geliyordu.

Onu incitmek istemem beni nasıl bir insan yapardı?

İç çektim ve başımı iki yana sallayarak ona baktım. "Yarın görüşürüz Devrim Bey. İyi geceler."

Sadece başını eğerek onayladı ancak hiçbir şey söylemedi. Ben arkamı dönüp giderken, yağmur hızını arttırmaya başlamıştı. Valenin arabamı getirdiğini ve beni beklediğini görünce bir de arabamın getirilmesini beklemek zorunda kalmadığım için sevindim.

Arabamı valeden aldım. Devrim'in olduğu tarafa bakmadan arabama bindim ve oradan uzaklaştım.

Nereye gittiğimi bile bilmeden arabayı sürmeye devam ettim. Hayatım boyunca birçok kişiyle muhatap olmuştum. Belki de bütün insan çeşitliliğine tanık olmuştum ancak onun gibi birisini ilk kez görüyordum.

Aç bir şekilde evimizden içeriye girdiğimde annemle babamın televizyon izlediğini gördüm. Galip de aralarında oturmuş onlarla birlikte televizyon izlerken midemin düğümlendiğini hissettim.

Sırf bunun için bile o adama katlanabilirdim. Galip gibi çocukların yaşamı kurtulsun diye yapamayacağım şey yoktu. Çünkü bu hayat bana çok kolaylık sunmuştu. Zengin ve sevgi dolu bir ailenin içine doğmuştum. Babam tanınan sayılı zengin iş adamlarından biriydi ve kardeşlerim ile ben onun gölgesinde yetişirken çok rahattık. Ancak bu rahatlığı yaşayamayan milyonlarca çocuk vardı. Tek başına bütün birikimimi ve gelirimi onlara bağışlasam bile yeterli olmazdı. Devrim gibi adamların topladığı bağışlarla daha çok para bir araya geliyordu. Ve bu da daha çok çocuğun kurtulması demekti.

Annem beni fark eden ilk kişi oldu. "Ah, hoşgeldin kızım. Aç mısın?"

Planlarımdan her zaman haberdar olurlardı. Nerede olduğumdan, ne yaptığımdan, nereye gittiğimden mutlaka haberleri olurdu. Evde kalmış tek kızları için endişelenmelerini istemezdim.

"Hoşbulduk anne. İyi akşamlar hepinize." Ayakkabılarımı çıkarıp onların yanına yürüdüm. Babamı eğilip alnından öptüm. Anneme arkasından sarıldım ve Galip'in bana bakan ışıltılı yüzüne karşı gülümseyip eğilip onu yanaklarından öptüm. "Naber küçük adam?"

"İyi Gamze abla. Senden?"

"Birazcık yorgunum, birazcık da açım. Sen yemek yedin mi?"

"Hı-hı. Elif teyze çok güzel yemekler yapmıştı."

"Hım. Bak bu kötü oldu. Ben de şimdi sucuklu yumurta yapar Galip ile yerdim diyordum." Dudak büktüm. Onun karnını doyurmuş olması elbetteki hoşuma gitmişti ama yine de onun yanımda olmasını istiyordum. Elimi uzattım. "Hadi o zaman benimle mutfağa gel de bütün evi sucuklu yumurta ile kokutalım."

Babam, "Biraz fazla yap ben de yerim."dediğinde ona sırıttım.

Annem, "Ali sen karnını doyurmadın mı canım?" diye araya girdi.

Babam kendini, "Gamze'nin yaptığı sucuklu yumurtayı seviyorum."diye savundu.

Onlar tartışırken ben Galip'in elini tuttum ve mutfağa yürüdüm. Onun bu evde mutlu olmasını umuyordum. Onun bu evdeki en mutlu kişi olmasını umuyordum. Biz büyük insanlar kalbimiz kırıldığında nasıl üzülüyorsak, onların bizden daha hassas olan kalpleri kırıldığında çocukların nasıl bir ruh halinde olduğunu düşünmek bile istemiyordum.

Çantamı mutfağın ortasındaki büyük tezgaha koydum.

"Bugün nasıl geçti bakalım?"

Galip, tezgahın sandalyelerinden birini çekti ve oturdu. "İyiydi. Öğretmenimiz bize bugün bir resim ödevi verdi. En mutlu anımızı çizecekmişiz."

Dolaptan sucuğu ve yumurtaları çıkarırken, "Kulağa güzel geliyor."diye konuştum. "Peki senin en mutlu anın ne?"

Gömmeli dolabın kapağını açıp orta büyüklükte bir tava çıkardım.

"Benim bir sürü mutlu anım var,"diye cevap verdi. "Hangisini yapacağımı bilmiyorum."

Onun mutlu anılarının olması içimi sıcacık yaptı. Özellikle dışarıda yağmaya başlayan yağmurun beni üşütmesinin ve o adamla geçirdiğim sinir bozucu anlardan sonra böyle bir şeye ihtiyacım vardı. Çocukları çok seviyordum. Sanırım bir çocuğum olursa onun için harika bir anne olurdum ama bu mümkün müydü? Günün birinde benim de çocuğum olacak mıydı?

Bunu o kadar çok istiyordum ki gün geçtikçe mantık evliliği aklımı çelmeye başlıyordu. Kendi çocuğuma sahip olmak istiyordum. Başka çocuklara ve yeğenlerime bayılıyordum. Bütün o sevimsiz bazı yetişkinler gibi çocuklardan nefret etmiyordum. Onlar ağladığında, ya da üzüldüğünde ben de onlarla birlikte üzülüyordum.

Kim bilir ne için ağlıyorlardı ama önemi var mıydı? Tamamen yabancı bir dünyada onu anlamayan birçok yetişkinin arasında büyümek zorundaydı. Ve konuşamıyordu. Bir bebek olmak gerçekten çok zor olmalıydı.

Efe ile ben bu dönemi kolay atlatmıştık çünkü ikiz olduğumuz için bir çeşit telapati yöntemi ile kolaylıkla anlaşabiliyorduk. Büyüklerin ilgisine gerek duymuyorduk çünkü birbirimiz için yeterince ilgi çekiciydik. Aynı beşiğin içinde bıkmadan oyunlar oynuyor, birbirimizi paralıyorduk. Birlikte büyümüştük, her şeyi birlikte yapmıştık. Efe benim oyuncak bebeklerimle oynarken ben de onun arabaları ile oynardım.

Bizimle geçinmek kolaydı, küçükken yaramaz bir çocuk olmamıştık. Ama sırf yaramaz bir çocuk olduğu için onları cezalandıran birçok anne baba görmüştüm. Biraz disiplin olması gerektiğini ben de biliyordum ancak hiçbir anne baba ileriye gidip çocuklarına işkence edemezdi.

Daldığım düşüncelerden sıyrılmak istercesine başımı iki yana salladım.

"Bana en mutlu olduğun anılarını sayarsan arasından birisini senin için seçebilirim."

Tavayı ocağa koydum ve sucukları kesme tahtasında dilimlemeye başladım.

"Hım...mesela senin bizim eve gelip, annemi oradan aldığın gün. Hastaneye götürdün,beni de buraya getirdin."

İrkildim. Bakışlarımı Galip'e çevirdim ve onun yüzünde kocaman bir gülümseme ile beş parmağını kaldırmış tek tek mutlu olduğu anları sayarken buldum.

"Mesela okula başladığım gün.."

Donup kalmış gibi hareket edemedim.

"Mesela Nisan, Mirza ve diğer yeğenlerinle tanıştığım gün. Onları çok seviyorum. Bir daha ne zaman gelecekler?"

Gözlerimin sızladığını hissettiğimde, ağlamak üzere olduğumu fark ederek hemen toparlandım. Bir çocuğun en mutlu günlerinin benimle tanıştıktan sonra olması az önce ısınan içimi buz gibi yaptı. Üşüdüm. Uyuşuk bir şekilde sucuklara baktım. Ona bütün bunları vermek elbette çok güzeldi ama benden önce hiç mutlu anısının olmadığını bilmek bir kor gibi içimi yakıyordu. Bu çok fazlaydı. Çok fazla.

"Merak etme,"derken sesim titriyordu. Ona gülümsedim. En azından bunu yapmaya çalıştım. "Onlar da seni çok sevmişler. İşlerim biraz hafiflediğinde seni onların yaşadığı yere de götüreceğim. Anlaştık mı?"

Bana bakışları mutluluk doluydu.

Sucuk en sonunda piştiğinde babam, Galip ve ben mutfak tezgahının üzerinde elimizde büyük büyük ekmek lokmaları ile tavaya gömüldük. Gülerek, eğlenerek, biraz da annemi kızdırarak karnımızı doyurduk.

Galip'i odasına gönderip daha sonra odama geçtiğimde hissettiğim tuhaflığı üzerimden atmak istercesine soyundum ve duşa girdim. On dakika sonra çıktığımda kurulandım ve kıyafetlerimi giyip odamın terasına çıktım.

Yağmur nihayet dinmişti ama havadaki kokusu hala oradaydı. Baş döndürücüydü. Kokuyu içime çektim.

Gözlerimi kapattım ve bugün Onunla yaşadıklarımı düşünmeye başladım. Sürekli düşünmemek için çaba harcasam da kendime engel olamıyordum. Bana ablası Armağan'ın daha önce de çöpçatanlık yaptığını söylemişti. Demek ki Devrim sadece bana karşı böyle değildi. Hayatında bir kadın istemediğini söylerken de ciddiydi. Onu bu hale ne getirmişti?

Armağan'ın kardeşini umutsuzca bir kadının ellerine itmeye çalışması ne anlama geliyordu? Benim onu değiştireceğini mi umuyordu? Bundan şüpheliydim. Eğer değişecek birisi olursa bu kesinlikle ben olurdum ki bu hiç istemediğim bir şeydi. O adam bana iyi gelmezdi.

Kesinlikle iyi gelmezdi.

İç çekerek içeriye girdim ve derin bir nefes alarak kapıyı kapattım.

Yarın onun moda evine geleceğini bilmek beni gerse de üzerinde durmadım. Beni asıl geren şey provalardı. Ve dans. Danstan daha çok korkuyordum çünkü provalar, sadece provaydı. Adım başı hareket ediyor, duruyor, pozisyon değiştiriyor ya da yorumluyordun. Ama dans zamanı geldiğinde durmamak, onun kollarında, bakışlarında oradan oraya savrulmak ruhuma adeta bir işkence gibi çöküyordu.

Bunu özellikle düşünmemeye çalışarak yatağa girdim ve gözlerimi kapattım.

Hadi ama Gamze, dedim kendi kendime. Sonunda ölüm yok ya.

*

Genç adam arabasının anahtarını tezgahın üzerine fırlatırken akülü arabanın sesi sinir bozucu bir yavaşlıkla ona doğru ilerledi. Bilerek ve isteyerek ablasına arkasını döndü. Buzdolabını açıp bir şişe su çıkardı ve kafasına dikti.

Şişeyi tezgahın üzerine bıraktı ve mutfaktan çıkmadan önce, arkasında duran ablasına, "İyi geceler." dedi.

İki adım atmıştı ki ablası Armağan onu durdurdu. "Biraz konuşalım."

Devrim dişlerini sıktı. Hayır bunu yapmak istemiyordu. Bu akşam yeteri kadar kendinden taviz vermişti ve daha fazlasını yapmaya zorlanmak hoşuna gitmiyordu. Neden anlamıyordu? Bu bir oyun değildi, bu bir seçim de değildi. Devrim böyle olmak için yaşıyordu. Böyle olacaktı ve hiç kimsenin fikrini değiştirmesine izin vermeyecekti. Ablasının bile. Onunla ciddi bir şekilde konuşması gerekiyordu çünkü bu çöpçatanlık durumundan hiç hoşlanmıyordu. Otuz beş yaşında fazlasıyla yetişkin, yaşının gerektirdiğinden daha fazla şey görmüş ve yaşamış bir adam olarak kendi kararlarını pekala kendisi verebiliyordu. Üzerinde sanki hiç iradesi yokmuş gibi bir otorite sağlamaya çalışan ablasına karşı ciddi ve son kez bir konuşma yapması gerekiyordu.

Hayatına girecek herhangi bir kadının onu iyileştireceğini düşünerek yanılıyordu. Bir kadın onun hayatına girecek, sıcaklığı, şefkati ile onu sarıp sarmalayacak ve ona bir aile verecekti. Elbette bunlar güzel şeylerdi ancak Devrim bunun kendisine iyi gelmeyeceğini düşünmüyordu, hayır, bunu biliyordu. Bundan emindi. Ona bu dünyada iyi gelen hiçbir şey yoktu. Son zamanlarda ablasıyla bile iki çift laf edemez olmuştu.

Neredeyse gençliğinden beri böyle yaşamış bir adam olarak bir kadının gelip her şeyi sihiriyle değiştireceğini düşünüyor olamazdı. Böyle şeyler yalnızca masallarda, romanlarda ve filmlerde olurdu. Gerçek hayat çok daha acımasızdı.

Devrim onu her gece boğan karanlığın arasında bir kadını kucaklamak, ya da olmayan kalbini bir kadına vermek istemiyordu. Bütün duygularını, bütün yumuşak taraflarını bir gecede kesip atmıştı.

Hayatta varlığını bir robot olarak sürdürüyordu o kadar.

Daha fazlası değil.

"Bu konuşmayı sonra yapalım." Yeniden yürümeye başladı. "Şu an değil."

"Ama şu an yapacağız,"dedi Armağan. "O kadını üzüyorsun Yekta. O kadını üzmeni istemiyorum."

Devrim ellerini yumruk şekline getirdi ve sıktı. Parmakları acıyorsa bile hissetmiyordu. Ağır adımlarla ablasına döndü. Yüzünde kaskatı bir ifade vardı. Korkutucuydu. Ancak Armağan şaşmadan ona bakıyordu. Devrim'in öfkeyle kuduran gözlerine bakarken fazla cesurdu.

Çünkü biliyordu. Devrim bu hayatta herkesi bilerek ve isteyerek incitebilirdi ama ablasını asla! Ablası onun küçüklüğünden beri zaafı olmuştu. Zaten bu halde olmasının bir nevi nedeni de oydu.

"Eğer onu üzmemi istemiyorsan,"diye çıkıştı sert bir sesle. "Onu sürekli karşıma çıkarmayı bırak. Bana saygın yoksa, en azından o kadına saygı duy."

"O kadın mükemmel Devrim,"diye bağırdı Armağan. Çileden çıkmış gibiydi. "O kadar iyi ki! Ve beni seviyor!"

Devrim sanki bunun ona bir anlam ifade etmesini istiyormuş gibi bakan ablasına sertçe baktı. Onu seviyordu öyle mi? Bunda anormal olan bir şey mi vardı?

"Bir keresinde bana seninle evlenecek kişinin yalnızca beni sevmesinin yeterli olacağını söylemiştin, hatırlıyor musun?"

Devrim'in gözü seğirdi. Evlenmek.

Ablası evlenmekten bahsediyordu.

"Bana dik dik bakmayı bırak da bir şey söyle!" diye bağırdı Armağan. "Bir şey söyle! Neden istemiyorsun o kadını? Neden!"

"Ona bir bak! Ne kadar hayat dolu olduğunu görmüyor musun? Ne kadar neşeli ve ne kadar sıcakkanlı. Gözlerinden, hareketlerinden yaşam fışkırıyor. Onu benimle bir arada düşünebiliyor musun? Bunu mu istiyorsun? O göz kamaştıran ışığını söndürüp onu karanlığa boğmamı mı istiyorsun?
Eğer o benimle olursa, ondan geriye ne kalacak zannediyorsun?" Demek istedi Devrim...ancak sustu. Belki de incitmek, kırmak, uzaklaştırmak en iyi ve en etkili çözümdü. Daha büyük acıların yaşanmasına, karanlığın bir peri ışıltısına sahip olan kadını yok etmesine böylelikle engel olurdu.

Ama ablası bunu anlamamakta ısrar ediyordu. Sanki Gamze bir kurtuluştu. Devrim'i ya yok edecek, ya da yaşatacaktı. Ama Armağan'ın kaçırdığı bir nokta vardı. Devrim yaşamıyordu. Bu yüzden ne yok olabilirdi, ne de yaşayabilirdi.

Bedeni dünyada süzülen bir silüetti o kadar.

Genç kadının yüzü gözlerinin önüne geldi. Bu akşam aralarında geçen bütün şeyler Devrim'i rahatsız etmişti. Ablası yüzünden bir kadına kötü davranmak zorunda kalıyordu ama onu uzaklaştırmanın en iyi yolu buydu.

Ayrıca genç adam bütün bunlarla uğraşamayacağını söylerken de doğru söylüyordu. Bu konuşmayı yapmak bile o kadar saçma ve gereksizdi ki. Onun ilgileneceği çok daha önemli işleri vardı.

"Seni uyarıyorum abla. Ve inan bana bu son uyarım olacak. Hayatımda bir kadın istemiyorum. O kadını özellikle istemiyorum. Aramızda bir şeyler olabileceğini düşünerek bizi bir araya getirdiğin her anda onu daha çok mahvediyorsun. Ona bir bak ve onun beni seveceğine gerçekten inanmadığını söyle bana."

"Ama inanıyorum." Armağan sessizce itiraz etti. "Onun seni seveceğine inanıyorum. Çünkü yüreği sevgi dolu bir kadın o. Eğer ona izin verirsen-"

Bu konuşmayı yapmanın bir anlamı yoktu. O yüzden Devrim onun cümlesinin geri kalanını duymak istemeyerek hızlı adımlarla mutfaktan çıktı. Armağan arkasından hızla ilerledi. Akülü arabanın sesi ona yaklaşırken genç adam ondan kaçmak için merdivenlere yöneldi.

Armağan merdivenlere yönelemeyeceği için aşağıda kaldı.

Basamakları hızla çıkarken, Armağan arkasından bağırdı. "Nereye kadar kaçacaksın?"

"Kaçtığım falan yok." diye çıkıştı. "Sadece bütün bunlardan sıkıldım! Sıkıldım. Ama senin beni anladığını düşünmüyorum abla." Basamakların başında durdu ve ablasına baktı. "Senin beni anladığını hiç düşünmüyorum. İyi geceler."

Arkasını döndü ve gitti.

GAMZE

Ertesi gün saat on bir buçukta moda evinin kapısı açıldı. O çok hoş melodi kulaklarıma çalındı ve hemen ardından ortamda bir sessizlik oluştu. Kaşlarımı çatarak başımı kaldırdığımda kapının girişinde dikilen uzun boylu adamı gördüm. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı ve her zaman olduğu gibi ulaşılmazdı. Bu kelime benim onu tarif ederken sıklıkla düşündüğüm bir kelimeydi. İşte! Gelmişti.

Ölçülerinin alınması gerekiyordu.

Bana döndü, bakışlarımız kesişti ve ağır adımlarla devasa masama doğru yürümeye başladı.

Sadece öğle yemeğinden önce atıştırmak için aldığım küçük çöreklere ilgisiz bir bakış attı ve masanın önünde durdu.

"Ölçüler için geldim."

Yarı açık ağzımı kapatarak başımı salladım.

Sonra ayağa kalktım. Eteğimi düzelterek masanın arkasından çıktım ve Neşe'yi bulmak için moda evinin içine bakındım.

Kızlardan birisine, "Neşe nerede?" diye sordum.

Bir yerlerden, "Buradayım!" diyen sesi duyduğumda rahatladım. Neşe elinde tasarım bir elbise ile çıkageldi. "Hayırdır şekerim?" Sonra tam yanımda duran Devrim'i gördü ve gülümsemesi silindi. "Ah. Tamam. Sizi böyle alabilir miyim Devrim Bey?"

Devrim itiraz etmeden onun gösterdiği yere yürüdü. Neşe ile bunu daha önce konuşmuştuk. Eğer moda evine gelirse onun ölçülerini alması için onu adeta tehdit etmiştim. Bunu yapmak istemediğini çünkü ona dokunanın kendisi değil ben olmam gerektiğini söylüyordu. Provalarda yeteri kadar dokunuyordum. O yüzden daha fazlasını kaldıracak iradem yoktu.

Devrim onun ölçülerini alan kişinin Neşe olması karşısında pek de şaşırmış görünmüyordu. Acaba ölçüleri benim alacağımı düşünmüş müydü?

Neşe mezurayı ve kalem kağıdı alıp hazırlığını yaparken Devrim'i durması gereken yere çekti.

"Hemen halledeceğim." diye mırıldandı.

Nedense bu beni güldürdü. Çünkü Devrim'in yaydığı gerici enerjiyi o da hissetmiş olmalıydı. Komikti. Masama tekrar dönerken bir cep telefonu müziği sessizliği bozdu. Arkamı dönüp baktığımda Neşe arka cebinden telefonunu çıkarmakla uğraşıyordu.

Her şey ağır çekimde gerçekleşiyor gibiydi. Neşe'nin acilen gitmesi gerekti.

Mezurayı elime tutuşturdu.

Kızlar onlara baktığımda arkasını şiddetle dönerek işleriyle ilgilenmeye koyuldu.

Neşe kapıdan çıkıyordu.

Gidiyordu.

Acil bir telefondu.

Çok acil olmalıydı çünkü arkasından birisi kovalıyormuş gibi moda evini terk etmişti.

Kapıdan çıkmadan evvel yüzünde küçük bir sırıtış mı belirmişti yoksa ben yanlış mı görmüştüm?

Bütün bunlar benim başıma neden geliyordu? Bekar olduğum için mi?

Elimde mezura ile Devrim'e döndüğümde onun ifadesiz bir şekilde orada, karşımda durduğunu gördüm. Sanki çektiğim acıyı görüyor gibiydi ancak umurunda değildi. Elimdeki mezura ile onu boğabilir miydim? En azından denesem beni şikayet eder miydi?

Kaderime razı bir şekilde ona doğru yürürken rahatsızlığım adeta bütün yüzümden okunuyordu. Kağıdı ve kalemi masanın üzerine koydum. Ayağımdaki topuksuz sandaletleri çıkardım ve her daim hazır bulundurduğum küçük ayakkabı dolabımın önüne geçtim. Onun boyunun ölçüsünü alacaksam, bir topuklu ayakkabıya ihtiyacım olacaktı.

On iki santimlik bir topuklu ayakkabıyı ayağıma geçirirken Devrim'in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Yanaklarım ısınıyordu. Mezurayı gerdirerek ona doğru yürüdüm ve sıkılmış bir sesle, "Yine elime kaldınız Devrim Bey."dedim. Bunun onu çıldırttığını içten içe biliyordum.

*
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu